Şikâyet Eden, Nimeti Görmez.
- Sesli Terapi

- 18 Haz
- 11 dakikada okunur

İnsan bazen o kadar alışır ki verilene, onun nimet olduğunu unutmaya başlar. Abdulkadir Geylani Hazretleri bu bölümde bize, nimetin ancak fark edilerek değer kazandığını, aksi hâlde kalbi karartan bir perdeye dönüşeceğini hatırlatıyor. Çünkü şükür edilmeyen nimet, zamanla yük gibi görünür.
Hakk’ın nimetini göremeyen bir göz, sadece eksik olanı arar. Ve o arayış içinde asıl zenginliği ıskalar. Hazret, bu yüzden diyor ki: “Evladım, nimeti itiraf etmeden felah bulamazsın.” Çünkü gönlün doyduğu an, dil susar. Kalp şikâyetle değil, teslimiyetle parlar.
Bu metin, sadece nimet saymakla değil; nimeti tanımakla ilgilidir. Kimisi sağlığına, kimisi bir lokmaya, kimisi sessizliğe bile şükreder. Ama bazıları, hepsine sahip olduğu hâlde hâlâ eksiklik hisseder. İşte bu hâl, nimetin değil, şükrün kaybolduğunu gösterir.
Eğer sen de “Neden hâlâ olmuyor?” diye soruyorsan, belki de “Zaten ne çok verilmiş” demeyi unutmuşsundur. Çünkü verilenin kıymeti, ancak gönül kabul ettiğinde anlaşılır. Hazret bu bölümde açıkça söyler: Sevgiyle yürüyen kişi, nimete değil, nimeti verene bakar.
Ey evlâd! Hakk'ın nimetlerini itiraf etmedikten sonra felah bulamazsın. O'nun nimetleri seni tevhid denizinde boğar. Daha sonra, fena hâline erersin, O'nun gayrını görmezsin.
Hakkında durmadan şikâyet edilen ve daima cidal yolu aranan, zât için sevgi nasıl iddia edilir? Durmadan şikâyet et, onunla nizâya. tutuş, sonra da sevdiğini söyle. İşte bu sevgi olamaz. Bu hâlle onun yakınlığı bulunamaz. Bir zât için sevgi sahih olursa,verdiği karar elem getirmez. Sevgiyi benliğine yerleştirirsen, onunla çekişme yolunu tutmaz ve töhmet yoluna girmezsin.
Attığın her adımla, kabre biraz daha yaklaşmaktasın. Şunu iyi bil ki, her an kabre doğru sefer etmektesin.
Bâzı büyükler şöyle der:
- O ki, Hakk’a karşı irfan sahibidir, Hak onu halktan gelen iyiliği görmekten, ayrıca onların reddine, kabulüne bakmaktan ve kötülemelerine üzülmekten beri eyler.
Nefis eriyip gittiği an, İlâhî emir onun yerini doldurur. Kulun gönlünden dünya hırsı kalkarsa, yerini âhiret alır. Âhiret de eriyip gittikten sonra oraya Hak yakınlığı varır, kul onunla ülfete başlar ve rahata erer.
Kılınan namaz, varacağın yolun yarısı sayılır. Oruç kapıya kadar götürür. Doğruluk gösterir, sadaka verirsen içeri girersin. Buna göre bâzı ermiş zâtlar şöyle buyurur:
- Yol kat etmek için, sabırla, namaz kılmakla Allah'tan yardım talep ediniz.
Salih zât ne kadar yalnız ve ne kadar garip? Vah onun yalnızlığına, vah onun garipliğine... Hükümlerin esirgenmesi icab eder. İlâhî emirlerin dışına çıkmak doğru olamaz. O ahkâmın önemi olmasaydı, Bünyamin’in yüküne konan ölçek, usulüne göre aranmazdı. Sadece onun yüküne bakılır, bulunurdu. Ama öyle olmadı; hükme, emre uyularak arandı ve çıkarıldı.
Her şeyin olmasına ilim yolu ile hükmedilmiştir. Aksi hâlde bütün sırlarımız ve gizli işlerimiz açığa çıkar... Hiçbir işin aniden meydana çıkmaması için ilim eteği tutulur ve işler ona göre yürütülür.
Büyük insanlar, nimeti perhiz yolu ile bırakır, onu verenle olur. Gelen nimetlerden kalbini koparır ki, sahibinden ayırmaya... Bir Hak yolcusu, her şeyden beri durup Hak'la olursa, yakınlık hâlini bulur ve tekvin sıfatı ona teslim edilir.
Sözlerimi, sizi görmeden söyler gibiyim. Kelâm sarf ederken varlığınız gözümde küçülür; hatta yok olur ve erir. İşte bu hâlde, dünyanızdan geçtim. Âhireti bıraktım. Sonra size bir baktım ki, elinizde ne iyilik ne de kötülük var ne bir şey vermeniz kabil ne de aksi... Sizin benliğinizde tam tasarrufa sahib olan zât yalnız Allah... Aklınızca bir şeye zarar vermek istersiniz, ama yapamazsınız. Olursa Hakk’ın izniyle olur... Bunları anladım ve Allah'a döndüm.
Dünyayı gördüm; fâni, geçici, yok olucu buldum. Öldürücü ve aldatıcı olduğuna baktım. Onunla olmaktan tiksindim; çünkü her şeyi çabuk geçmekte. Ne iyiliği devamlı ne de kötülüğü...
Sonra âhiret âlemine geçtim. Bir an orada durakladım, işlerine baktım; ayıpları gözüme ilişti. Onun sonradan yapılmış olduğunu bildim ve herkesin ortak malı gibi geldi ve Allah’ın orada, nefsin hoşlanacağı, gözlerin sürür duyacağı şeyleri hazırladığını anladım. Bunu bizzat Hak Teâlâ haber veriyordu:
- «Orada nefislerin hoşlanacağı, gözlerin seveceği şeyler var.» (Zuhruf/71)
Hâl böyle olduğuna göre, kalbin huzurunu veren nerede, diye aramaya koyuldum. Ahirete ait güzellikleri de bıraktım. Onların Mevlâsı olan Hakk’a koştum. Cennetteki nimetleri yaratana, onları halk ve icad edene yöneldim.
Bir kul, ittika sahibi olursa, cahilken bilgi verilir. Hak varlığa uzaklık duyarken, yakınlık duygusu ihsan edilir. Sessizliği zikre çevrilir. Korkusu varsa, ünsiyet hâlini alır. Karanlıkta ise, ışığa çıkar.
Ey nefis, hevâ, tabiat ve irade, benden tevhidi kabul etmeli ve verdiklerime kanaat sahibi olmalısınız. Halktan kesilip Allah'a bağlanmanız gerekir. Halkın varlığını görmemeniz icab eder. Buna alışmanız gerek. Hakk'ın kuvvetini, kudretini görmeden halkın elinden tek şey almam. Hakk'ı görmeden, halktan bir şey almamaya yeminliyim; bir lokma dahi almam. Ne yerim ne içerim, öldüğüm zaman da Aziz ve Celil olan Hakk’a uçarım.
Peygamber (S.A.) efendimizin kurduğu din binasının duvarları düşme tehlikesi arz etmekte ve yapıcısından imdat istemektedir. O din denizinin suyuna gelince kurumak üzere... O yüce dinin emri gereğince ibâdet edilmesi gereken Zât'a gereği gibi ibâdet edilmemekte... Eden varsa pek az; çoğu ibâdetine riya ve nifak karıştırmakta...
Bu yüce dinin duvarlarını yükseltmek için kim yardım edecek? Küfür ve nifak ehlinin belini kırmaya kim koşacak?
Konuştuğum, bir bilgiye dayanmakta. Öyle bir hâldeyiz ki, hâlimizi daha açık anlatmaya imkânımız yok. Bu durumu, bir dünyalık sahibine öğretmek kabil olmadığı gibi derdimizi ifşa edecek kimseyi de bulamıyoruz.
Musa (A.S.) peygamber gibi bir hak sahibi olan pek az. Onları kimse göremez. Ne şeytan görüp şaşırtabilir ne de sultan kahra uğratabilir.
Hak Teâlâ, Tur dağına kasem etti. Dağın bir kıymeti yoktu, ama orada sevdiği peygamberle kelâm etmişti. Böylece bir kalbe Hak irfanı yerleşirse orası yüce olur. O, dıştan görünen bir et parçası, nelere mazhar olmaz ki... Oraya insanlar, cinler ve melekler tümüyle sığar. Hatta onu Hak'tan alıkoyan hiçbir şey kalmaz, hepsini benliğinde eritir ve yok eder. İşitmedin mi, Musa'nın asasını?.. O, sihirbazların ipini, değneğini hep birden yutmuştu. Bu yutuşta, hiç değişiklik olmadığı gibi, bir ağırlık da görülmemişti.
Hasan-ı Basri şöyle demişti:
- Bir ilim sahibi, dünyalığa karşı hırslı olur da zâhid olmazsa, zamanın ehli için bir belâ kesilir.
Bu kelâmın hikmetini Kâmil Milâh adında biri sordu ve şu cevabı aldı:
- Çünkü o ilim sahibi, ihlâs sahibi değildir. Yaptığı işleri dürüst değildir. Bu yüzden sözü kalplere işlemez. Orada bir yer tutmaz. Dinleyenler gereğini yerine getiremez. Bir kalp ilim nuru ile aydınlanırsa, onunla halkın isyan ateşini söndürür. İman sahibinin nuru öbür âlemde cehennem ateşini söndürmeye yettiği gibi o ilim sahibinin ışığı da isyan ateşini söndürür.
İşte, Hasan-ı Basri'nin buyurduğu kelâmın manası budur. Derler ki:
- İnzivaya çekilmek, nefsin, şeytanın ve halkın arzusuna muhalefeti öğrendikten, zaferi kazandıktan sonra olmalı.
Ama, en önemlisi, sohbet arkadaşını bulup köşeye çekilmektir. Yalnız kalmak, âhiret yolculuğuna atar. Nefisle yol arkadaşlığı iyi olmaz. Hevâ da insanı azdırır. Şeytan düşmandır. Bunların hiçbiri sohbete lâyık değildir.
Kötü arzulardan sakın. Onların her biri bir felâkettir ki, zekâ gözünü kör eder. Yoldan şaşarsın. Halka da pek aldanma. Onlar, hâl yolunun vurguncularıdır.
Yalnızlık köşesine geçeceğin zaman isteğini bırak, oraya yalnız gel, Bu hâlde dostunu bulursun.
Bir gün Havariler İsa peygambere gittiler: - Bize en büyük ilmi bellet, dediler.
O da şunları söyledi:
- Allah’tan korkmak, onun hükümlerine boyun eğmek ve Allah sevgisi...
Sen zındık sayılırsın, yalnız kaldığın zaman isyanla dolar taşarsın; halk arasına atılınca ibâdet, zâhidlik taslarsın. Sanki akıbetinden emin bir hâldesin.
Acırım sana, kısmetlerin tümü Allah'ın kudret elindedir. Horasan'da biri ölür. Onun tek vârisi Irak’ta bulunur, ölen zâttan kalan miras, Iraklının olur. Ve aniden zengin olur. Ölen kimin mülkünde yaşadı, bilir misiniz? Iraklı vârisinin... Sonra o, aniden zengin olacağını nereden bilirdi? Elbette bilemezdi.
Siz avam halk tabakası oldunuz. Size has olan, yemek, içmek ve giymek lâfıdır. Hâl bize galip gelir, arzunuz dışında konuşuruz, onu da siz anlamaz oldunuz. Hâliniz n'olacak?..
Kalp, nefsin maddî taleplerini istemez; sebebi ise seni Hakk'a vardırmak... Kalbine bir kimse için darılmak, diğeri için öfke duygusu gelse, neylersin? Tabiî olarak, duygu ölçülerine vurur, öyle seversin veya darılırsın. Bundan hayır çıkmaz.
Her şeyi kitaba ve sünnete arz et. Hareketlerin onlara uyarsa iyi, aksi hâlde dön... Onlara uyan hâlleri ara... Kalbini temizle, işlerini O’nun emriyle yap. Yaptığın işin gerçek olduğuna dair fetva dahi verilse, yine kalbine danış.
Bir kalp, kitap ve sünnet üzere amel ederse, Hak yakınlığını bulur. O yakınlıktan ilim hasıl olur, o ilmi bulduktan sonra lehine ve aleyhine olan cümle şeyleri bilir. Hakk’a ait olanla bâtılı sezer. Rahmani ve şeytanî işlere aklı erer. Aziz ve Celil olan Mevlâ’ya yakınlığını âdeta görür ve Hak ona ebedî bir yakınlık duygusu verir.
O kalp, artık ferah hâlini Rahman'da bulur. Artık büyük sultanın satın alınan malı olur ve halk arasından ayrılır.
Buraya geldiğin zaman İlmî kisveni at, her bakımdan üryan gir. Zühdünü, verâ’ hâlini bize göstermeye bakma. Hâllerini de sakla... Çeşitli kisve ile buraya gelirsen mahcub olursun. Kendini bile bırak.
Her şeyini bir yana at, burada bulunanı al. Sendeki mevcut tükenir, ama buradaki bitmez... tükenmez...
Bazı büyüklerin yanına vardım, çeşitli hatıralar anlatıyorlardı. İçlerinden biri bana:
- Şu hâlleri seviyor musun? dedi.
Sevdiğimi söyledim. Devam etti:
- Ben her zaman oruç tutarım ve yalnız seher vakti iftar ederim. Buranın yemekleri de hoş şeyler değil; onlardan sakın.
Sırrî-i Sakatı, Cüneyd-i Bağdadiyi anlatırdı. Onun hâlinden bahseder ve bizzat Peygamber (S.A.) efendimizin nurundan alarak Hakk’a kelâm ettiğini işaret ederdi. Ve onun, Peygamberi (S.A.) rüyada gördüğünü:
- «Ancak emrimiz dahilindeki şeyleri kabul ettin,» dediğini anlatırdı.
Onlar Hazret-i Peygamberin ruhaniyetinden istimdat ederek konuşurdu. Ama, sen bir başka hâlde konuşursun. Bir şeyin sözünü edersin, fakat işin ondan hayli uzak. Ve çömlek karası...
Ben, yalnız Hak'dan korkarım, yalnız O'ndan bir şeyler beklerim. Yerdekiler, göktekiler, dünya ve öbür âlemin sakinleri bana bir iyilik veya kötülük yapamaz. Zaten onlardan böyle bir şey ummam.
Bâzı büyüklere:
- Rabbini görüyor musun? diye sordular.
- Görüyorum, cevabını aldılar. Görüş şeklini sorunca da şöyle anlattı:
- O’nu görmesem yerimde duramam. O’nun varlığı gözlerimi kaplar, gözlerim öylece Rabbimi görür. O cennette nasıl görülmesini diliyorsa, burada da öyle görüyorum, Gözlerim, O’nun varlığını, sıfatını, ihsanını, lütfunu, iyiliğini ve esirgemesini görür.
Ebu'l-Kasım Cüneyd şöyle derdi:
- Benim sofi grubu ile işim yok. Esas mesele insanın kendi varlığından arınmasıdır. O olunca kalben Hakk'a sefir olur. Hiç kimse sofî olamaz. Olması için Peygamber (S.A.) efendimizi rüyada görmesi, ondan emirleri ve yasakları öğrenmesi icap eder. Bu hâli bulunca, kalbi yücelere çıkar, sırrı temiz olur ve şahın kapısına varır. Eli, Peygamber (S.A.) eli ile bir olur.
Âdem (A S.) nebinin ilk konuşma dili Süryanî idi. Kıyamet günü halk aynı dille hesap verecek. Cennete girdikten sonra Peygamberimizin dili olan Arapça üzerinden olacaktır.
Bâzı büyükler şöyle temel bir kaide zikretmişlerdir: Allah'a tâat üzere olan kula marifet hâli verilir. İsyan yolunu tutarsa, o hâli elinden alınmaz. Kıyamet günü olunca marifet hâlinde iken yaptığı hataların cezası kat kat artırılır. Ve o marifet, elde bir hüccet olur. İman sahibinin kalbine, meleklere has bâzı hatıralar gelir. O imanlı zâtın kalbi ayık olduğu için, yanına gelip duran hatırayı anlar ve sorar:
- Kimsin, nesin, neredensin?
Buna karşılık o hatıra şöyle der:
- Sen peygamberlik makamından nasibinim, Hak'dan geliyorum, gerçeğim. Ben sevgilidenim, daima sana yakın olandanım...
Bu konuşma ve anlaşma sonu, o kulun içi nurla dolar. Gözü O’nu görür, kulağı O’nu işitir.
Artık görür ki, o nur halveti seviyor, bulunduğu ülkeden gider. Bu arada peş peşe bir sürü hâl gelir. Her gelen hâl, bir sıkıntı verir. Tâ, sessizlik kaplayıncaya kadar... O geldikten sonra, tümden konuşma olur. O daima dinler. Bakıldığı zaman, sanki bir yana kulak vermiş, bir şeyler dinliyormuş gibi sanılır.
Konuşmalar sırasında zâtın biri kalktı ve dünyalık istedi. Geylânî Hz. ona oturmasını emretti ve şöyle buyurdu: - Dünya ve âhirete ait işlerin cümlesi için gani gönüllü olmanı isterim. Sonra arzuların için Allah'a duâ et ve çalış. Alacağın şeyleri hırsa kapılarak alma, zâhid ol, Allah sana ihsanını yağdırır.
Allah, İsa peygambere şöyle vahyetti:
- «Dikkatli ol; silerim.»
Musa peygamber, Hakk'a yalvardı ve O'ndan bir tavsiye istedi:
- «Beni dile,» buyurdu.
Yine istedi, aynı cevabı aldı. Bu tavsiye ve dilek dört defa tekrar edildi, aynı cevap verildi.
Sana şimdilik pek söz hakkı tanınmaz; tâ, vücudunu kaplayan kabuk kırılıncaya ve şeriat kanatları seni bağrına basıncaya, işinden ulvî şadalar gelinceye kadar... İşte o zaman fazilet danelerini toplar, onları aldığın için de her şeyden üstün tutulursun. Bu sözlerden sonra, kendini halka üstün tutup onlara karşı sözde yetkili görme. Onları Allah'a çağırmak için manevî bir cezbeye tutulman ve salâhiyet sahibi kılınman gerekir, öğüt vermek için, manevî bir vazife almış olman icab eder.
Zahiren yapılması icab eden işleri ve dış durumu önce tahkim et, sonra bak, Hak yakınlığı tadından neler duyuyorsun ve O'nunla olan münacaatından nasibin nasıl?..
Halk, yalnız taamın âşıkıdır. Konuşmaya devam ederim, yanımda yalnız yokluk vardır. Bana göre, yer ve gök yokluk içindedir. Ve onların ne faydasını ne de zararını umarım. Zararı ve faydayı yalnız Allah verir.
Geylânî Hazretlerine, biri şöyle sordu:
- Bazı büyükler, Hak yolcusunu, fitnet (keskin zekâ) sahibi olmadan yakalayınız, buyurdu... Mânası nedir?..
Şu cevabı aldı:
- O yolcuyu namazda ve oruçta devamlı etmeye bakınız. Bu hâlinde o, Hakk'a yakınlığını ve O'nun lûtfuna gark olduğunu bilmesin. Şayet bilecek olursa tembelliğe sapabilir. Sen şirkinle maddî eşya talebinle bunu arzularsın. Rastgele herkesi taşlamakla bu hâlin elde edileceğini umarsın.
İnsanların her biri maddî ve geçici şeylerle olmaya baktı. Kimi şöhretin kulu, kimi parasına tapmış... Kimi başındaki şaha tapar, kimi nefsinin ve giydiği libasın kulu... Bunlar tamamen dalâlet içinde. Bâzı ibâdet eden kullara bakınca onların da tam halis niyeti bulunmadığı görülür. Onların da kimi orucuna güvenir, kimi kıldığı namazın kendini kurtaracağını sanır ve avunur. Bazı kimseler de rivayetlerle geçinir. Bir kısım şahıslar cehennemden korktuğu için necat bulacağını sanır. Diğer şahıslar da sadece cennet sevgisini bilir ve bunu bir halâs çaresi sayar.
O kimse ki, uyanıktır; kalbi Allah aşkı ile doludur. O'nunladır, varlığını O’na vermiştir, halka karşı ruhen bir istiğna duyar ve dilencilik etmez. İşte böylesi lâzım. Yeryüzünü geziniz. Böylesini bulursanız, hemen bağlanınız.
İman sahibinin hüznü yüzünde, sevinci kalbinde olur. Bu hâl zamanla aksine de döner ve yüzde sevinç, kalpde hüzün olabilir.
Yüzden gösterilen keder gösterisi halka edep belletmek için olur... Kalbe dolan sevgi ise, kaza ve kaderden gelen müjde ile olur.
Dünya iman sahibi için bir zindan sayılır. Mademki imanlıdır, hâli öyle olur. Takva hâli devamlı olursa, zindan hâlini Hak açar. Sıkıntılı hâlini bilmez olur.
İşte hüccetiniz:
- «Bir kimse Hakk’a karşı ittika sahibi olursa, kurtuluş yolunu Hak açar ve ummadığı yönden geçimini gönderir.» (Cuma/2-3)
İman sahibi, vücut yumurtasının kabuğunu kırarsa, hikmet danelerini toplar. Hak yakınlığı kanadı onu sarar, o canibe çeker. Onu sofraların ve şenliklerin sahibi eder.
Ey akılsız, sana şimşekler çakar, ama faydalanman kabil değil. Benliğinde onu tutacak ve sebat ettirecek hâlin yok. Bâzı şeyler sana arz edilir, ama geldiği gibi gider.
Bin defa ölmeye ve yok olmaya muhtaçsın. Sonra hâlinle sebat eder, kalırsın. Geceler olur, gündüzler geçer, sen hâline devam edersin ve durumunda değişiklik olmaz.
Yedi kat yeri tutan bir kuvvet olduktan sonra, bâzı temennilerin olabilir ve gölgende gelişmen mümkün sayılır. Ama bugünkü perişan hâlinle, öyle şeyleri beklemen abestir.
Öyle bir hâlin var ki, bir yeşil sebze için, mideni oynatır ve kıyametini koparırsın. Bir akşamlık sofranda lokma eksik olsa, dünya başına dar olur ve kıyametin kopar.
Olagelen hâlleri serbest kıl, kalbine girsin ve birleşsin. Onlardan hâsıl olan kuvvetle sana uçmak düşer. Bir kuş olursun, şarkı, garbı öyle dolaşır gezersin.
Sen uykudasın. Peygamber (S.A.) efendimiz:
- «İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar,» buyurdu.
O, ne kötü uyanıştır ki, ölümden sonra hâsıl olur. Varlığını Hak yolunda hare eden fakir kimseye o gerekir ki, kâinat örtüsünü örte ve iffet perdesine bürüne... Tâ Hakk'a vâsıl oluncaya kadar onları açmaya... Ve doğruluk ayağı ile Hakk'a koşa; O'nun yakınlık duygusunu bula... Aynı şekilde dünyadan da, âhiretten de geçe... Halkı bıraka, varlığını bir yana ite... Bunları kalben yapmalı, aksi hâlde kurtuluş yoktur.
Kul, kalbini gerçek yola koyar ve ilerlemeye devam arzusunu duyarsa, Hakk’ın yardımı onu karşılar. O’nun rahmeti, şefkati kucaklar. O'nun cezbesi çeker ve İlâhî nazarları kavuşur, övgüleri gelir. Peygamberlerin, meleklerin süvarileri o kulun yardımına koşar ve o zâta melekler, peygamberlerin ervahı sahib olur. Hakk’ın zevk ve safa âlemlerine götürürler.
Ey kalbi ölüler, cennet arzunuz, sizi Hakk'a karşı bağladı. Ayrılınız, ayrılınız, yaptığınız hatalardan dönünüz.
Kısa emelli olmalısın. Kalbinin Hakk'a yakınlık bulması için maddî emellerden ayrılman icab eder. Sır âleminin halktan temiz ve Hakk'a yakın olması için hemen her arzunun yerine gelmesini dileme...
Ümitlerini kıs ve ezeldeki yazını okumaya başla... Onları okurken satır satır üzerinde dur. Kelime kelime bak. Her harfi incele. Onlarda vakitlerini, zamanlarını görmeye başlarsın. Hatta saatini, anını dahi öğrenirsin. O vakit gideceğin yerler sana gözükmeye başlar. Seni kaplayan her İlâhî korku, Hakk'a iletir. O cezbe anında sana düşen, sebat ve olgunluktur. Hiçbir şeyi düşünme, ömrün uzaması veya kısalması, kıyametin kopması veya kopmaması, senin için bir önem taşımasın. Halk sana ister öfke duysun veya dargın kalsın... İster sana bir şey versinler, isterse mahrum bıraksınlar.
Sonra Geylânî Hazretleri bağırarak ayağa kalktı, yüzünü elleri ile kapadı ve:
- Ey ateş, selâm ve serin ol, dedi.
Daha sonra duâ etti:
- Allahım, ayıplarımızı yüzümüze vurma.
Daha sonra oturdu ve öğütlerine devam etti. Daha önce anlattığı gibi, Süfyân-ı Sevri’nin, Fudayl b. lyaz'a söylediği:
- Gel, oturalım, Hak katında bilinen hâlimizi düşünelim ve ağlayalım; sözünü anlattı. Sonra, öğütlerine devam etti:
- Onlar, Hak’tan çekinir ve korkardı. Hak onlara neler verdi ise, onlar da onu dağıtırdı. Kalpleri daima hüzünle dolar ve taşardı. Onlar, yaptıkları işin kabul olmayacağını düşünür ve ağlardı. Son nefeslerinin iyi geçmeyeceği üzüntüsüne kapılır, sızlanırdı. İmam-ı Ahmed son nefesle değişen âlemi anlatırken şöyle derdi:
- O bir başka libastır (giysi), bir başta taamdır (yiyecektir) ve günler gayet azalmıştır...

$50
Product Title
Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button

$50
Product Title
Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

$50
Product Title
Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.




