Zamanın Ötesinde İlahi Bilgiyi Keşfetmek.
- Ayhan Yalçın

- 17 Haz
- 19 dakikada okunur

İnsanın ruhu ezelî bir bilgiyi taşır. Doğmadan önce ona bir bilgi üflenmiştir. Bu bilgi kelimelerle anlatılamaz, sayfalara yazılamaz. Sadece hissedilir. İbn Arabi bu bilgiyi hatırlama olarak tanımlar. Ona göre insan bu dünyaya gelirken unutmayı kabul etmiştir. Ama unuttuğu şeyi içinde taşımaya devam eder. Bu yüzden bazen bir ses, bir bakış, bir an sarsar insanı. Çünkü içindeki bilgi, dışarıdaki işaretle temas etmiştir. O temas anında zaman susar. Dış dünya bulanıklaşır. İnsan kendi içine döner. Ve o içe dönüşte bir bilgi belirir. Bu bilgi dışarıdan gelen değil, içeriden doğan bir bilgidir. Buna ne akıl hükmedebilir ne de dil anlatabilir. Çünkü bu bilgi, ilahi olanın izidir.
Zamanın içinde yaşarken bu ilahi bilgi kendini gizler. Gündelik telaşlar, takvimler, hesaplar bu bilgiyi örter. Ama insan bir gün durmayı öğrenirse, zamanın gürültüsünün altından ince bir ses yükselir. O ses bir çağrıdır. Kalbinin derinliklerinden gelen bir davet. İbn Arabi’nin dediği gibi, her insan kendi içinde bir peygamber sesi duyar. Bu ses, bir şey öğretmez, bir şeyi hatırlatır. Çünkü öğretilen şey dıştan gelir. Ama hatırlanan şey içeriden yükselir. Ve bu yükseliş zamanın ötesindedir. Ne dünle sınırlıdır ne de yarınla. O ses bugüne, bu ana, senin tam şu anda olduğun yere aittir. Ve bu yüzden o bilgi kutsaldır. Çünkü başka hiçbir yerde değil, sadece sende açığa çıkar.
Zaman, ilahi bilginin üzerini örten bir örtü gibidir. Her gün, her saat o örtüyü biraz daha kalınlaştırır. Ama bir an gelir, o örtü yırtılır. Bir kayıpla, bir yalnızlıkla, bir bakışla, bir seher vaktiyle. Ve insan o an içinde bir boşluk hisseder. Bu boşluk korkutucu gibi görünür. Ama aslında ilahi bilginin yeniden doğduğu yerdir. Çünkü doluluk kendini anlatmaz. Ama boşluk bir davettir. Boşalan her kalp, hakikatin gelmesine hazırlanır. Zamanın dışına taşmak da böyle başlar. Önce bir yavaşlama olur. Sonra bir fark ediş. Ardından bir sessizlik. Ve sessizlikte bir bilgi belirir. Bu bilgi dıştan gelen değil, doğrudan kaynağa bağlı olandır. Ve bu bilgiye ulaşıldığında zaman artık anlamını yitirir. Çünkü hakikat zamana bağlı değildir. O sadece anın içine gizlenmiştir. Gören göz, o anı yakaladığında, artık zamanın zincirlerinden kurtulur.
İbn Arabi der ki, Allah her an yeni bir yaratış üzerindedir. Bu demektir ki her nefes yeni bir bilgidir. Her nefes yeni bir açılıştır. İnsan bunu fark ettiğinde, artık bilgi peşinde koşmaz. Bilgiyi kendinde duyar. Her duyguda, her karşılaşmada, her sessizlikte bir ders vardır. Zamanın ötesine geçmek, bu dersleri dışarıda değil içeride aramakla başlar. Çünkü dışarıdaki zaman sana başkasının takvimini sunar. Ama içindeki zaman, sadece sana özel bir kitap açar. O kitapta satırlar yoktur, ama anlamlar akar. O kitapta sayfa çevirmezsin, sadece durur ve beklersin. Ve ilahi bilgi sana açılır. Çünkü sen ona açılmışsındır.
Ruh, bu dünyaya gelirken zamanla sınanmayı kabul etmiştir. Unutmayı, beklemeyi, eksikliği ve ayrılığı yaşamayı göze almıştır. Çünkü bu dünya bir öğrenme değil, bir hatırlama alanıdır. Ve hatırlamak için önce kaybetmek gerekir. İşte zaman, bu kaybın öğretmenidir. Her geçen gün sana bir şeyleri alır. Ama aslında sana bir şeyi geri verir. O da özünü. Ne kadar çok şeyden geçersen, o kadar çok kendine yaklaşırsın. Zaman bunu öğretir. Ama zaman sadece öğreten değil, aynı zamanda gözetendir. Sabırla seni kendine çağırır. Her dönemeçte bir ayna tutar. Ve o aynada sen sadece yüzünü değil, özünü görürsün. İlahi bilgi işte o özdedir. Ve o öz, hiçbir yere gitmemiştir. Sadece sessizce seni beklemiştir.
Zamanın ötesine geçen insan artık sabit bir kimlikle yaşamaz. Kendini belli bir kalıba sokmaz. Çünkü bilir ki her an yeni bir varoluştur. Her an başka bir özle temastır. Bu yüzden ilahi bilgi durağan değildir. Akışkandır. Kalıba girmeyen, şekilsiz bir gerçekliktir. Ne sadece akılla kavranır ne de duyguyla sınırlanır. O hem içtedir hem dışta. Hem sessizliktedir hem sözde. Ama en çok da insanın kendi varlığının merkezindedir. O merkez, zamanın doğmadığı bir noktadır. Ne sabah ne akşam, ne doğum ne ölüm oraya dokunamaz. Orası ebediyetin kalbidir. Ve insan oraya indiğinde, artık dış dünyada ne olursa olsun, içinde bir sükûn taşır. Çünkü hakikati duyan bir kalp, fırtınalarla savrulmaz. Zamanın dalgaları onu korkutmaz. Çünkü o kalp, zamanın ötesine geçmiş, ilahi bilgiyle birleşmiştir.
İnsanın kalbinde ilahi bilgiyle temas eden bir yer vardır. Bu yer, doğduğu anda kapanmaz. Hatta tam tersine, her yaşadığın tecrübe, her duyduğun acı ya da sevinç o kapıya biraz daha yaklaştırır. Zaman çoğu kişiye düşman gibi görünür çünkü alıp götürür, uzaklaştırır, ayırır. Ama İbn Arabi’ye göre zaman yalnızca alan değildir, aynı zamanda bir yolcudur. Seni kendine taşıyan, ama seni sana ait olmayanla oyalayarak değil, seni yavaşça içindeki sırra yönlendirerek götüren bir rehberdir. Dış dünyada zaman yaş alır ama ruh yaşlanmaz. Çünkü ruh ebediyetin bilgisini taşır. Ve bu bilgi senin zannettiğinden çok daha yakınındadır. Kitapların sayfalarında değil, gözyaşlarının içinde saklıdır. Uzaktaki dağlarda değil, geceleri içinden geçen sessiz sorularda yankılanır. Bir anda, beklenmedik bir şekilde açılır o kapı. Ve o an insan, daha önce defalarca yürüdüğü yollara ilk kez bakar gibi bakar. Çünkü ilahi bilgi geldiğinde, bakış değişir. Bakış değiştiğinde ise her şey değişir.
İnsan bu dünyada öğrendiğini sanır ama çoğu zaman hatırlamaya çalışır. Bu yüzden bazı sözler, bazı cümleler insanın içine işler. Çünkü onlar dışarıdan duyulmaz, içeriden tanınır. İbn Arabi der ki, “Bilgi öğrenilmez, aşkla ortaya çıkar.” Bu söz, ilahi bilginin doğasını anlamak için anahtardır. Çünkü aşk zamanın sınırlarını zorlar. Aşk, insanı bir varlığa, bir sese, bir duaya bağlarken aslında onu zamandan koparır. Sevdiğin birine bakarken zaman duruyorsa, işte o duruş hakikatin küçük bir yankısıdır. İlahi bilgi de böyle yaklaşır. Bir sükûnetle, bir dokunuşla, bir seziyle. Bu yüzden bazen ilahi bilgiye en yakın anlar, en sıradan anlardır. Hiçbir şey beklemediğin bir sabah, bir kuşun kanat çırpışında ya da uykudan uyandığında ruhuna düşen ilk cümlede hissedilir. İşte o zaman artık arayış bir yön değiştirmeye başlar. Bilgi dışarıdan beklenmez. Dış dünyada öğretiler aranmaz. Sadece kalbin açıklığına güvenilir.
Zamanın dışına çıkmak isteyen kişi, önce zamanla yüzleşmelidir. Geçmişle, pişmanlıklarla, eksiklerle ve ertelenmiş cümlelerle. Çünkü zaman sadece geleceğe giden bir yol değil, geçmişi de içinde taşıyan bir aynadır. Ve o aynada kişi kendisini bütün yönleriyle görür. Kırıklarını, kaçışlarını, suskunluklarını. İlahi bilgi, bu aynayı kırarak gelmez. O aynayı şefkatle tutar ve der ki: “Bak, burası sendin. Ama sen bundan ibaret değilsin.” Ve işte o anda insan, içinde taşıdığı bilgeliğin farkına varır. Geçmişin acıları birer öğretmene dönüşür. Zamanla yaşanmışlıklar artık yük değil, işaret olur. Çünkü her yara, insanın içinde sakladığı ilahi bilgiye açılan bir kapıdır. Ve o kapıdan giren kişi, artık sadece yaşayan biri değildir. O kişi, yaşayan bir bilgedir.
Zamanın dışına adım atan insan artık kendini belirli bir yaşta, bir unvanda ya da bir kimlikte tanımlamaz. Çünkü bilir ki o, bunların hepsinden önce vardı. Ve bunlar geçip gittiğinde de var olmaya devam edecek. Bu var oluş, sessiz bir bilgidir. Konuşmaz ama her şeye cevap verir. O yüzden ilahi bilgi, çoğu zaman suskunlukla gelir. Söz bittiğinde kalpte bir derinlik belirir. Bu derinlik, sadece düşünerek değil, hissederek tanınır. O yüzden İbn Arabi, kalbi zihinden üstün tutar. Kalp, hakikatin aynasıdır. Ve o aynaya bakmaya cesaret eden kişi, zamanın ötesinde kendini görür. Bu görmek bir şekil değil, bir sezmedir. Bir duyum, bir sezgi, bir iç titreşim. Bu titreşimde insan, tüm varlığın kendisiyle konuştuğunu hisseder. Rüzgârın bir anlamı olur, yağmurun bir hatırlatması, taşların bir hafızası vardır.
Zamanın ötesine geçen ruh, artık acele etmez. O, olanı kendi zamanında kabul etmeyi öğrenmiştir. Bu kabulleniş, edilgenlik değil, bir bilinç açıklığıdır. Hayatın sunduğu her an, bir bilgiye gebedir. Ve o bilgi, bekleyen bir kalbe düşer. Acele eden gözler görmez onu. Ama duran, sabreden, dinleyen bir gönül, o bilginin nazarına girer. Zaman artık bir baskı değil, bir lütuf olur. Ve insan her sabah uyanırken, yeni bir bilgiyle tanışacağının bilinciyle açar gözlerini. Geceyi bir öğretmen gibi yaşar. Sessizlik bir öğretmen olur. Rüya bir mektup. Bir çiçek, bir ağaç, bir yolculuk bile ilahi bilginin taşıyıcısına dönüşür.
Ve en sonunda insan fark eder ki bilgi hep onunlaydı. Aradığı şey, hiç kaybolmamıştı. Sadece kalbinin sessizleşmesini bekliyordu. Zamanın ötesine geçmek, bu sessizliğe girebilmekle mümkündür. O sessizlikte ilahi bilgi seslenir. Ne bağırır, ne ısrar eder. Sadece bekler. Ve sen onu duyduğunda, artık her şey yerli yerine oturur. Zihin susar. Kalp genişler. Ve ruh kendi vatanına yaklaşır.
İlahi bilgiye yaklaşan bir ruh artık sorularla değil, cevaplarla yaşamaz. Çünkü sorular birer anahtardır ama cevaplar çoğu zaman zihni durdurur. Oysa ruh, hareketi sever. Zihnin durduğu, kalbin açıldığı yerde bilgi yalnızca bir sonuç değil, bir dönüşümdür. İbn Arabi bunu “hâlden hâle geçiş” olarak tanımlar. Burada kullanılan “hâl” kelimesi yerine diyebiliriz ki: bir bilinç durumundan başka bir derinliğe geçiş. Bu geçişin zamanı yoktur. Kaç gün sürdüğü önemli değildir. Çünkü bu bir süreden çok bir açıklıktır. Ruh ne kadar arınırsa, ilahi bilgi o kadar yakınlaşır. Bu yakınlık bir mesafe değildir, bir perde meselesidir. Perde kalkarsa, bilgi zaten oradadır. İnsan ne zaman ki sevgisizliğin, öfkenin, gururun, kırgınlığın yüklerini bırakır; işte o zaman içeride saklı olan bilgi yavaşça ortaya çıkar. Çünkü ilahi bilgi bir lütuf değil, bir tabiatın açığa çıkışıdır. O bilgi, her insanın ruhunda doğuştan taşınan bir çekirdektir. Sorun, o çekirdeği suyla, sabırla, fark edişle yeşertmektir.
İbn Arabi der ki, “Hakikat, bilinmek istemeseydi yaratılmazdı.” Bu sözde çok büyük bir sır gizlidir. Çünkü bu evrenin varlık nedeni, bilginin açığa çıkmasıdır. Her yıldız, her toprak tanesi, her hayal bu bilginin bir parçasını taşır. Ve insan, bu bilgiyle yeniden buluşmak için yaratılmıştır. Sadece bilmek için değil, o bilgiyi yaşamak için. Yaşanan bilgi artık akıl düzeyinde kalmaz. Kalpte derinleşir, davranışta şekil bulur. Zamanın ötesine geçen kişi artık yaşamın ritmini duyar. Ne bir günü boşa geçirir ne de bir anı küçümser. Çünkü bilir ki her şey anlam taşır. Her şey bir işarettir. Her olay, her karşılaşma, her sessizlik içinde gizli bir bilgiyle gelir. Bu yüzden ilahi bilgi, sadece bir öğretinin ezberi değildir. O, yaşayan bir bilgidir. Bazen bir insanın duruşunda, bazen bir çocuğun gözlerinde, bazen yolda karşılaşılan bir suskunlukta açılır. Çünkü bilgi sadece kitaplarda değil, yaşamın ta kendisinde akar.
Zaman, bu bilgiyi saklayan ama aynı zamanda açan bir hizmetkârdır. Ne zaman neyi getireceğini sadece iç sesi dinleyen bilir. Ve iç ses ancak sustuğunda işitilir. Bugünün dünyasında herkes bilgiye ulaşmak için yarışırken, aslında aradığı şey sessizliğin içindeki hatırlamadır. Ne kadar çok konuşulursa, o kadar uzaklaşılır. Ne kadar çok tüketilirse, o kadar örtülür. Ama bir gün gelir, insan yorulur. Her şeyin fazlası yorar. O zaman kişi bir köşeye çekilir. Kalabalıktan uzaklaşır. Ve bir gece bir dua eder. O dua yüksek sesle olmaz. Belki sadece bir iç çekiştir. Ama işte o anda ilahi bilgiye açılan kapı aralanır. Çünkü bilgi bağırarak gelmez. O, fısıldayarak kalbe iner. Ve kalp hazırsa, artık bildiğini sanmaktan vazgeçer. Her şeye yeniden bakar. Her şeyi ilk defa görüyormuş gibi görür. Çünkü bilgi ancak tazelenmiş bir bilinçle anlaşılır.
Zamanın ötesinde bekleyen bilgi, sadece sana ait bir dildir. Herkesin kendi dili vardır bu konuda. Kimisi için bu müzik olur. Kimisi için bir dua. Kimisi için yalnızlık. Kimisi için doğada yürümek. Ama her ruhun kendi zamanının dışında buluştuğu bir yer mutlaka vardır. İbn Arabi’nin eserlerinde sıkça geçen “mukaddes mekân” kavramı bunu anlatır. Bu, fiziksel bir yer değildir. Ruhun kendine döndüğü, Yaratan ile baş başa kaldığı o sessiz bilinç alanıdır. O alanı bulabilen kişi için bilgi artık uzakta değildir. Sorular artık sıkıştırmaz. Bekleyiş artık acıtmaz. Çünkü kişi, olanı olduğu gibi kabul etmeyi öğrenmiştir. Ve bu kabulleniş, en yüksek bilgidir. Çünkü bu noktada kişi artık ne zamanın hızına direnç gösterir ne de hayatın sunduğu döngülere. Sadece olur. Ve bu oluş hali, her şeyin hikmetini beraberinde getirir.
Zamanın ötesinde ilahi bilgi sadece ruhu aydınlatmakla kalmaz, bedeni de şifalandırır. Çünkü bilgi sadece bilinçte değil, hücrelerde de dolaşır. Sevgiyle edinilen bilgi, bedende huzur yaratır. Korkuyla yüklenilen bilgi ise gerginlik getirir. Bu yüzden ilahi bilgi seni hafifletir. Ağırlık vermez, yük taşıtmaz. Sana olmaya çağırır. Basitliğe, sadeliğe, şeffaflığa. Ne olduğunu gizleme, kim olduğunu büyütme. Sadece olduğun hâliyle kal ve o hâlin içinde saklı olan ilahi sesi duy. Bu ses senin dışında değil. Başkasının sesinde de değil. Bu ses senin kendi içinde, seninle birlikte yaratılmış bir yankıdır. Ve ne zaman onu duyarsan, zaman artık bir mesele olmaktan çıkar. Çünkü o an artık zamana değil, sonsuzluğa aittir.
İlahi bilgiyle temasa geçen bir ruh artık dışsal sonuçlarla tatmin olmaz. Onun için başarılar değil, anlam önemlidir. Kalabalıklar değil, derinlik değerlidir. Çünkü bilgi ona artık sadece bir bilme eylemi değil, bir dönüşüm kapısıdır. Zamanı aşan bu bilgi, ruhu dünyadaki olaylara karşı daha yumuşak, daha sabırlı, daha anlayışlı hâle getirir. Her yaşananda bir hikmet olduğunu bilen bir kalp, isyan etmez, acele etmez. Beklemeyi, dinlemeyi, içten geleni fark etmeyi bilir. İbn Arabi der ki, “İnsan, ne zaman ki beklediği şeyin kendisinde saklı olduğunu fark eder, işte o zaman bilir.” Bu fark ediş bir devrimdir. Dışarıda aranan her şeyin içeride duruyor oluşu. Ve içeride duranın yalnızca sessizlikle açığa çıkacağı gerçeği. Çünkü bilgi bir ses değil, bir hissediştir. O hissediş bir kelimeden, bir cümleden, hatta bazen bir duvardaki çatlağın gölgesinden bile yükselebilir. Yeter ki kalp açılsın.
Zamanın ötesine geçmeye niyet eden bir ruh artık olayların akışını kontrol etmeye çalışmaz. Çünkü bilir ki kontrol, korkunun başka bir ismidir. İlahi bilgi, teslimiyetle açığa çıkar. Ne kadar çok kontrol etmek istersen, o kadar çok gerilirsin. Oysa bilgi, sadece açılmış bir elde durur. Yumrukta değil. Bekleyişte değil. Zorlamada değil. Açılmış, içten, sabırlı ve kabullenmiş bir kalpte belirir. Tıpkı toprağın altındaki bir tohum gibi. Güneşin ne zaman doğacağını hesaplayamaz. Ama sabreder. Ve o sabırla birlikte büyür. Ruh da aynı şekildedir. Zamanın içinde sabrederek büyür. Ve zamanı aşan bilgi, sabırla ortaya çıkar. Acele eden, yalnızca görüntüyü yakalar. Ama sabreden, özle temas eder. O temas, kişiyi değiştirir. Kalbine bir ağırlık değil, bir hafiflik verir. Bu hafiflik, seni gülümsetir. Gözlerine bir ferahlık getirir. İçini doldurmaz, seni sana döndürür.
İbn Arabi’nin en büyük sırlarından biri şudur: Zaman içinde yürüyen insan aslında zamanın dışında olanı aramaktadır. Bu çelişki, zihinle anlaşılmaz. Ama kalp onu bilir. Çünkü kalp zamanın değil, ebediyetin evidir. Oraya giren, zamanın anlamını yeniden tanımlar. Artık dün ve yarın birer kavram değil, ruh hâline dönüşür. Dün artık bir pişmanlık değil, bir öğreti olur. Yarın artık bir korku değil, bir teslimiyet olur. Ve bugün, bu an, her şeyin özü hâline gelir. O an ne taşıyorsa insan, onu büyütür. O yüzden kalp neyle doluysa, o bilgiye dönüşür. İçinde kin varsa, gelen bilgi bile zehirlenir. Ama kalp sevgiyle genişlemişse, en küçük işaret bile bir kitaba dönüşür. Bir çiçeğin açması, bir kelimenin titreşimi, bir yolculuğun başlangıcı… Hepsi bilgiyle doludur. Ama bu bilgi, kitaplarda yazmaz. Sadece yaşanır.

Zamanın ötesine geçmek isteyen bir yolcunun en önemli hazırlığı sadeleşmektir. Az söz, az yük, az beklenti… Çünkü hakikat sessizliği sever. Gürültüde kaybolur. Ne kadar sadeleşirsen, o kadar çok duyarsın. Ne kadar sadeleşirsen, o kadar çok hissedersin. İlahi bilgi, sadece yüklerden kurtulmuş bir ruha yerleşir. Ne egoya gelir, ne övünene. Sadece hakikati arayana dokunur. O da bir lütuf gibi değil, bir cevap gibi gelir. Çünkü sen çağırmışsındır. Ve bilgi, sana ait olanın yankısıdır. Bu yüzden bir söz duyar ve ağlarsın. Çünkü o söz senin içinden daha önce geçmiş, ama sen ona cevap verememişsindir. Şimdi cevap vakti gelmiştir. Ve o zaman zaman durur. An büyür. Ve artık sen sadece bir beden değil, ilahi bilginin yürüyen bir tecellisi olursun.
İbn Arabi’ye göre bilgi durağan değildir. Sürekli hareket hâlindedir. Her an başka bir yüze bürünür. O yüzden hakikate ulaşan kişi, “buldum” demez. Çünkü bilmek sonsuz bir yolculuktur. Bu yüzden bilge olan konuşmaz çokça. Çünkü onun bilgisi bir gösteri değil, bir hâl olmuştur. Ve hâl ile konuşmak, sözle değil, varlıkla olur. İlahi bilgi seni dönüştürürken, başkalarını da dönüştürür. Ama sen bunu fark etmezsin bile. Çünkü artık derdin gösterilmek değil, yaşanmak olur. Ne alkış beklersin ne onay. Sadece bildiğinle olursun. Ve bu “olmak”, en sessiz ama en derin hâlidir insanlığın.
Ve nihayet, zamanın ötesine geçen bir ruh şunu fark eder: hiçbir şey eksik değildir. Yaşanmamış bir an, kaçırılmış bir fırsat, zamanında yapılmamış bir seçim… Bunların hepsi zamanın dışına taşındığında sadece birer işaret olur. Hiçbiri kayıp değildir. Her biri seni bugünkü bilgine, bugünkü duruşuna, bugünkü farkındalığına taşımıştır. O zaman artık hayatına bir bütün olarak bakarsın. Ve dersin ki: her şeyin bir yeri, bir zamanı, bir öğretisi varmış. Her şeyin ardında bir bilgi varmış. Ve o bilgi, hep içimdeymiş.
Artık zaman bir düşman değil, bir dost gibidir. Onunla savaşan ruh yorulur, ama onu dinleyen ruh derinleşir. Çünkü zaman, hakikatin bir öğretmenidir. Ne kadar dikkatle izlenirse, o kadar çok sır açar. Ne kadar sabırla yaşanırsa, o kadar çok anlam verir. Zamanın ötesine geçmek demek, o anın içindeki gizli bilgiyi hissedebilmektir. Bir sabah uyanırken duyduğun sükûnet, bir akşam yürürken içine dolan bir huzur, bir başkasının sözlerinde fark ettiğin o derinlik... Bunların hepsi sana dışarıdan gelmiş gibi görünür, ama aslında hep seninleydiler. Sadece zaman sana onları fark ettirdi. Ve o fark edişte, hayat bir başka boyuta geçti. Artık ezberlerin çözüldü. Planlar sustu. Zihnin yavaşladı. Kalbin konuşmaya başladı.
İbn Arabi’nin öğretilerinde ilahi bilgi, insanın özüne dönmesinden başka bir şey değildir. Çünkü insan özüyle birleştiğinde, artık eksik hissetmez. Tamlık bir bilgi hâline gelir. Bu bilgi kitaplarda değil, iç sesinde yankılanır. O ses sana hiçbir zaman bağırmaz. Sadece usulca sorar: Neyi unuttun? Ne zaman kendinden uzaklaştın? Hangi kelime seni sessizleştirdi? İşte bu soruların cevabı, zamanın dışındadır. Çünkü hakikat, zamanın ötesinde saklanır. Ne dünle kayıtlıdır ne de yarınla. Hakikat, şimdiyle buluştuğunda parlar. Ve sen onu tanıdığında, artık her an bir ibadet gibi olur. Her adımın, her bakışın, her susuşun derinleşir. Çünkü sen artık bilgiyle değil, bilgelikle yürümeye başlarsın.
Zamanın ötesine geçen ruh artık karşılaştırmaz. Başkalarının yoluna bakmaz. Çünkü bilir ki herkesin zamanı kendine aittir. Her ruhun bilgisi ayrı, her yolculuğun rüzgârı farklıdır. Bu yüzden kendi yoluna bakar. Kendi içindeki bilgiyle yürür. Ve yürüdükçe derinleşir. Derinleştikçe sadeleşir. Artık az konuşur, çok duyar. Az gösterir, çok hisseder. Bu sessizlik bir çekilme değil, bir açıklıktır. Çünkü o sessizlikte Allah’ın bilgisi yankılanır. Ve o yankı, insanın bütün boşluklarını doldurur. Artık ne eksik hisseder, ne fazla. Sadece yeterli olduğunu bilir. Ve bu bilme, onu sükûnete taşır.
İlahi bilgiye ulaşmak için büyük sıçrayışlar gerekmez. Bazen en derin bilgi, en basit anda ortaya çıkar. Bir bardak suyu içerken, bir dostun elini tutarken, bir şiiri sessizce okurken. Çünkü bilgi, yaşantının içindedir. Yaşarken gelen, yaşanırken derinleşen bir akıştır. O yüzden bilgelik gösterilmez, yaşanır. Zamanla gelen her şey gibi o da sabırla kendini açar. Ve açıldığında insanın içi genişler. Nefesi derinleşir. Bakışı yumuşar. Artık dünyaya başka bir gözle bakar. Acıya bakarken bile şükrü hatırlar. Yalnızlığa bakarken bile birliğin tadını duyar. Çünkü onun kalbinde artık zaman yoktur. Sadece hakikat vardır.
Ve sonunda insan bilir ki, aradığı her şey zaten onunlaydı. Bilgi içindeydi. Zaman sadece onu hatırlatmak için vardı. Artık zaman da gider. Geriye sadece öz kalır. O öz, Allah’ın nefesidir. O nefes, her şeyi yeniden yaratır. Ve o yaratılışın farkında olan insan, artık zamanın değil, ilahi bilginin hizmetindedir. Her an bir secde gibi olur. Her söz bir dua gibi. Her sessizlik bir zikre dönüşür. Çünkü insan hakikatle bir olmuştur. Artık ne eksik arar, ne fazla. Sadece olur. Ve bu oluşta bütün sırlar çözülür. Bütün zamanlar birleşir. Bütün yollar tek bir merkeze döner.
O merkezde bir şey söylenmez. Sadece bilinir. Ve o bilme, insanın yeryüzündeki en büyük hatırlayışıdır. Zamanın ötesine geçen herkesin vardığı yer, kendi içindeki Allah bilgisidir. O bilgiyle tanışan kişi artık başka bir varlığa dönüşür. Yeryüzünde yürür, ama gökyüzüne aittir. Konuşur, ama sessizliğe hizmet eder. Yaşar, ama zamansızlıkta kök salar. Çünkü o kişi artık biliyordur. Ve bilen kişi, sadece hatırlamayı sürdürür.
İnsan zamanla yaşamaya alışıktır. Her şeyin bir sırası, bir başlangıcı ve bir sonu olduğunu düşünerek yol alır. Ama ruhun yürüdüğü yolda sıralama yoktur. Orada başlangıçla son iç içedir. Bir olay seni bitirirken, aynı zamanda seni başlatır. Bir söz seni kırarken, aynı zamanda seni uyandırır. Çünkü zamanın ötesinde doğrusal ilerleme değil, döngüsel derinlik vardır. İbn Arabi’nin öğrettiği gibi, ruh daire çizer. Aynı yere tekrar tekrar döner. Ama her dönüşte biraz daha bilinçli, biraz daha sade, biraz daha hakikate yakın olur. Bu yüzden ilahi bilgi çizgi gibi ilerlemez, halkalar gibi açılır. Ve her halka, içinde başka bir bilgiyi saklar. Bu saklı olan, ne zaman açığa çıkacağını bilmezsin. Ama bir gün gelir, hiç beklemediğin bir anda, yıllardır taşıdığın bir sorunun cevabı bir nefeste sana dokunur. Ve o an anlarsın: bilgi zamanla değil, açıklıkla gelir.
İnsan bazen geçmişin gölgesinde sıkışır. Yaptıklarını, yapamadıklarını, söylediklerini, söyleyemediklerini zihninde taşıyarak yaşar. Bu yükler sadece hatıra değildir. Aynı zamanda zamanın içindeki kırılmış aynalardır. O aynalarda kendini eğri görür. Eksik, kusurlu, pişman. Ama ilahi bilgi bu aynaları düzeltmez. Onları olduğu gibi kabul etmeyi öğretir. Çünkü hakikat, geçmişi değiştirmek değil, geçmişe başka bir yerden bakabilmektir. Ne olduysa olmuştur. Ama senin bugünkü bilincinle ona bakışın değiştiğinde, zamanın anlamı da değişir. Aynı olay, artık başka bir anlam taşır. Aynı söz, başka bir sır taşır. Çünkü zamanın kendisi değil, senin onunla kurduğun bağ dönüşmüştür. Ve bu dönüşüm, bilgidir. Bu bilgi ne bir öğretmenle gelir, ne bir kitapla. O, kendi bakışını dönüştürerek gelir. O yüzden İbn Arabi, hakikatin dışarıda değil, senin yüz çevirdiğin yerde olduğunu söyler.
Zamanın ötesinde açılan bilginin en önemli özelliği şudur: seni parçalamaz, seni birleştirir. Ruhun dağılmış taraflarını toplar. İçindeki uzaklaşmaları yeniden bir merkeze çeker. Artık geçmiş bir yara olmaktan çıkar. Gelecek bir korku olmaktan çıkar. Sen sadece olduğun yere kök salarsın. Ve bu kökleniş sana huzur getirir. Çünkü bilirsin ki artık hiçbir şey boşa yaşanmamıştır. Her şeyin bir nedeni, her şeyin bir yönü, her şeyin içinde taşıdığı bir ders vardır. Ve bu dersleri duyan kulak, artık dünyaya başka bir gözle bakar. O bakışın adı tefekkürdür. Bu tefekkür sadece düşünmek değildir. Varlığı dinlemek, zamanın altındaki titreşimi hissetmektir. O titreşimde ilahi bilgi akar. Sessiz, yavaş, ama çok güçlü.
Zamanın ötesine açılan bu farkındalık, sadece kişisel bir aydınlanma değildir. Aynı zamanda insanın etrafındaki bütün varlıkla olan ilişkisini değiştirir. Bir ağaca, bir çiçeğe, bir kediye bakarken bile başka bir şey hissedersin. Onlar artık sadece canlılar değildir. Onlar da bilginin taşıyıcısıdır. Çünkü her varlık bir sırdır. Ve her sır, bir bilgiye gebedir. Bu yüzden doğaya yaklaşan, bilgiye yaklaşır. Gökyüzüne bakan, sonsuzlukla temas eder. Toprağa oturan, kalbinin köklerini hisseder. Çünkü ilahi bilgi sadece soyut düşüncelerle değil, bedenin de duyularıyla algılanır. O yüzden bir rüzgâr sana unuttuğun bir duayı hatırlatabilir. Ya da bir taş, kalbinde saklı tuttuğun bir affedişi tetikleyebilir. Bunlar rastlantı değil, zamanın ötesindeki bilginin sana sunduğu hatırlatıcılardır. Her biri sana şunu söyler: hatırla, sen sonsuz bir bilgiyi taşıyorsun. Unuttun, ama içinde duruyor. Sessizce seni bekliyor.
Bu hatırlayışın en yoğun hâli, insanın yalnız kaldığı anlardır. Kalabalıkta bilgi dağılır. Ama yalnızlıkta yoğunlaşır. Sessizlik sana kendi sesini duyurur. İçinde susturduğun, ertelediğin, yok saydığın her şey sana döner. Bu dönüş bazen rahatsız edici olur. Çünkü bilgi her zaman tatlı gelmez. Bazen içini sarsar. Bazen ağlatır. Bazen susturur. Ama her hâliyle seni kendine yaklaştırır. İbn Arabi’nin dediği gibi, “Hakikat, seni senden alır, sana seni verir.” Bu cümledeki paradoks aslında bir gerçeği taşır. Sen zannettiğin kimliği bıraktığında, özündeki bilgiyi hatırlarsın. Ve bu bilgi, seni sarsmaz. Aksine seni birleştirir. Eksiklerini tamamlamaz, ama onlarla barıştırır. Çünkü ilahi bilgi mükemmellik değil, tamlık öğretir. Olduğun gibi, o anda, o bilinçle yetebilmenin bilgeliğini verir.
Ve insan ne zaman ki zamanın ötesinde bekleyen o sessiz bilgiyi duyar, işte o anda içinde taşıdığı asıl benlikle karşılaşır. O benlik bir isim değil, bir unvan değil, bir rol değildir. O, doğduğunda sana üflenmiş olan, zamanın perdesinden saklanmış özdür. Ve bu öz, ilahi bilgiyle parlayan bir çekirdektir. Onu dışarıda bulamazsın. O bir kitapta yazmaz. Ne bir hocanın öğrettiğiyle sınırlandırılabilir ne de bir sistemin çerçevesine sığar. O, senin iç dünyanda sessizce büyür. Ne zaman korkmadan içeriye dönersen, ne zaman geçmişin gölgeleriyle barışır, geleceğin bilinmezliğine güvenmeye başlarsan o bilgi ortaya çıkar. Çünkü ilahi bilgi, sen hazır olduğunda kendini sana sunar. Ne bir dakika önce, ne bir gün sonra. Tam olması gereken anda açılır. Tıpkı bir çiçeğin, sadece güneşe döndüğünde açması gibi.
İbn Arabi’ye göre bu bilgiyle temas eden kişi artık sadece bilen değil, bilinen olur. Çünkü onun varlığı, bir bilgiye dönüşür. Onun yürüyüşü, bir öğreti olur. Söylemeden öğretir, göstermeden anlatır, konuşmadan fark ettirir. Çünkü artık bilgi onun ruhundan sızar. Bu hâl, insanın zamandan kurtulup zamanın hizmetine girdiği hâlidir. Artık zamanla yarışmaz, onu durdurmaya çalışmaz. Sadece onun içinde yankılanan anlamı duymayı seçer. Her geçen gün, her doğan güneş, her inen akşam onun için bir derstir. Ve her derste, biraz daha sadeleşir. Az konuşur. Az ister. Ama çok bilir. Çünkü artık onun için bilgi, biriktirilen bir şey değil, yaşanan bir şeydir. Ve yaşanmış bilgi, zamanın sınırlarını aşar.
Zamanın ötesine geçen bir ruh için artık hayat bir sırlar kitabına dönüşür. Bu kitap sayfalardan oluşmaz. Satırları gözle görülmez. Ama her gün bir sayfası açılır. Ve sen o gün yaşadıklarınla o sayfanın anlamını çözmeye başlarsın. Bazen bir sınavla, bazen bir sevinçle, bazen de bir yalnızlıkla... Çünkü her olay, bu kitabın cümleleridir. İlahi bilgi bu şekilde konuşur. Simgelerle, tesadüflerle, iç sesle, gözyaşıyla. Her biri bir işarettir. Ve bu işaretleri okuyabilen kişi, artık hayata karşı başka bir gözle bakar. O göz dışarıya değil, içerideki anlamlara odaklanır. Çünkü dış dünya sadece bir aynadır. İçeride ne varsa onu gösterir. İlahi bilgi, işte bu aynaya bakabilme cesaretiyle başlar. Korkmadan, kaçmadan, ertelemeden... Baktığında belki önce dağılmışlık görürsün. Kırıklar, eksikler, gölgeler. Ama sabredersen, aynanın ardında saklı olan ışığı da fark edersin.
Bu ışık, ne bir doktrin ne de bir inançtır. Bu ışık, doğrudan Yaradan’dan sana üflenen özdür. Ve bu öz, sana ait değildir. Sana emanet edilmiştir. Onu parlatmak senin sorumluluğundur. İbn Arabi, bu ışığı “hakikat nurunun iz düşümü” olarak tanımlar. Ve der ki, her insan bu ışığı yeryüzüne taşımak için var edilmiştir. Ama çoğu insan kendi içindeki ışığı unutmuş, başkasının ışığında ısınmaya çalışmıştır. Oysa ilahi bilgi kişiye özeldir. Her ruhun nasibi ayrıdır. Her bilinç bir başka kelimeyle uyanır. Bu yüzden kendi iç sesini bulamayan, başkasının bilgisiyle doymaz. Kendi zamanını duyamayan, başkasının zamanında yorgun düşer. İlahi bilgi, bu yüzden içte açılır. Ve içte açılan bilgi, dışarıyı aydınlatır. Tıpkı bir mum gibi. Önce kendini yakar, sonra çevresini.
Zamanın ötesine geçen kişi için dua bile başka bir anlam kazanır. Eskiden sadece bir dilekti. Bir istekti. Ama şimdi bir hatırlamaya dönüşür. Artık dua, dışarıdan bir şeyi çağırmak değil, içeride olanı duyurmaktır. O yüzden dua eden kişi ne kadar içtense, o kadar çok bilir. Çünkü bilgi kelimelerde değil, niyettedir. Niyet safsa, bilgi akar. Niyet bulanıksa, bilgi durur. Bu yüzden İbn Arabi, niyetin bilgisini sözün bilgisine üstün tutar. Çünkü söz yanılabilir, ama niyet hakikate dokunur. Ve ilahi bilgi, en çok da niyette ortaya çıkar. Ne için yaşadığını, neyi aradığını, neye hazır olduğunu sorar sana. Cevabın içtensen, zamanın perdesi açılır. O an, bilgi bir yağmur gibi iner kalbine. Islatır, serinletir, tazeler.
İlahi bilgiyle tanışan kişi artık kalabalıklar arasında değil, yalnızlığın derinliğinde büyür. O yalnızlık ona yabancı değildir. Çünkü o yalnızlık, Yaradan’ın kendisine verdiği en sessiz armağandır. Bu armağanla oturur, konuşur, düşünür. Ve en sonunda susar. Ama bu susuş bir bitiş değil, bir başlangıçtır. Zihin sustuğunda, kalp konuşur. Kalp konuştuğunda ise zaman durur. Ve o duruşta, bilgi kendini açar.

İnsan ilahi bilgiyle tanıştığında, artık hayatındaki her şey bir ibareye, her yaşadığı bir ayete dönüşür. Zaman onun için sadece bir kronoloji değil, bir vahiy olur. Her sabah yeni bir sure gibi açılır. Her akşam bir hatırlayışla kapanır. Günler geçtikçe insan yaşlanmaz, bilgeleşir. Kalbindeki sözler çoğalmaz, sadeleşir. Gözleri büyümez, bakışı derinleşir. Çünkü artık bilgi zihinde değil, varlıkta yaşamaktadır. O bilgi, konuşulmaz, gösterilmez, sadece yaşanır. Ve bu yaşanmışlık, zamanın ötesine geçmenin en saf biçimidir. Çünkü zamanın ötesinde geçen her şey, dışarıda değil, içeride olur. İçteki bir sezgi, bir yöneliş, bir duruş. Zamanın durduğu yer, kalbin hakikatle birleştiği yerdir. Ve o birleşme anında ne sorular kalır, ne cevaplar. Sadece bir “olma” hâli başlar. O hâlde insan, artık kendini taşımaz. Kendiliğini bırakır. Ve ilahi olanın bilgisiyle var olur.
İbn Arabi'nin sözünü ettiği “zamanın ötesindeki bilgi”, sadece metafizik bir hakikat değil, insanın günlük hayatında duyabileceği, sezebileceği bir varlık halidir. Sabah uyandığında içini kaplayan bir huzur, bir rüya sonrası gelen içsel sarsıntı, bir dostun sözüyle kalbinde doğan titreşim. Bunların her biri sana ait bilgi parçalarıdır. Dışarıdan sana öğretilen değil, içeriden sana hatırlatılan şeylerdir. Bu yüzden gerçek bilgi öğrenilmez, uyanır. Ve uyanan her bilgi, seni biraz daha senden alır. Çünkü hakiki bilgi seni yalnız bırakmaz. Onunla birlikte yaşarken, onunla birlikte konuşurken, onunla birlikte susarken artık sen, sen olmaktan çıkarsın. Kendinle değil, kendini aşanla bir arada yaşamaya başlarsın. Ve o zaman artık bütün zamanlar birbirine karışır. Ne geçmiş seni ezer, ne gelecek seni korkutur. Çünkü sen zamanın içinde yürümüyorsundur artık. Sen zamansızlıkta köklenmişsindir.
İnsanın özüyle birleştiği o anda her şey yerli yerine oturur. Acılar, sevinçler, kayıplar, kazanımlar. Hiçbiri boşa değildir. Hepsi bilgiye açılan birer kapı olmuştur. Sen yeter ki geri dön ve bak. O olayın sana ne öğrettiğini değil, senin içindeki hangi bilgiyi hatırlattığını sor kendine. Çünkü olaylar öğretmez. Olaylar açar. İçindeki bilgiyi yüzeye çıkarır. O bilgiyle tanıştığında artık unutmazsın. Çünkü o bilgi sana ait değil, senden önceydi. Doğduğunda seninle gelmişti. Büyüdükçe unutmuştun. Ama hayatın seni içeriye çevirdiği o anda, o bilgi yeniden açıldı. Ve sen onu tanıdın. Belki adını koyamadın. Belki anlatamadın. Ama bildin. İşte o bilme, zamanın ötesine geçmektir.
Zamanla barışan insan, artık dünyayla da barışır. Kimseden bir şey beklemez. Kimseyi suçlamaz. Olanı olduğu gibi kabul eder. Bu kabulleniş, bir teslimiyet değil, bir fark ediştir. Her şeyin bir nedeni, her şeyin bir bilgisi olduğunu duyar. Bu duyma hâli, sadece kulakla değil, kalple olur. Kalple duyulan bilgi, dilin ulaşamayacağı yerleri aydınlatır. Ve insan, artık kelimelere değil, hâllere inanır. O yüzden bir bakış her şeyi anlatabilir. Bir sessizlik bir dua olabilir. Bir gülümseme bir öğretiye dönüşebilir. Çünkü zamanın ötesindeki bilgi, biçimde değil, özdedir. O öze ulaşan, artık biçimle uğraşmaz. İçinde ne taşıyorsa onunla var olur. Ve en sonunda anlar ki, insanın bütün ömrü boyunca yaptığı şey, kendini hatırlamaya çalışmaktır. İlahi bilgi de budur. Kendini, en saf, en sessiz, en zamansız hâlinle hatırlamak.
Ve artık susarsın. Ama bu susuş, bir bitiş değil, bir doğuş olur. Kalbinde açılan bilginin içinde konuşacak kelime bulamazsın. Çünkü hakikat kendini sana gösterecek kadar sessizleşmiştir. Zaman durmuş, sen durmuş, her şey durmuş ama içinden bir ışık yükselmiştir. O ışık ne bir güneşin ışığıdır, ne de bir lambanın. O, Yaradan’ın ilk emridir. “Ol” emrinin kalbindeki yankısıdır. Ve işte o zaman, hiçbir şey söylemeden her şeyi bilirsin. Hiçbir yere gitmeden her yere vardığını hissedersin. Artık geçmişin ağırlığı yoktur. Geleceğin korkusu yoktur. Sadece şimdidesin. Ve şimdi, sonsuzluğun aynası olmuştur. O aynada gördüğün şey sadece sen değilsin. O aynada gördüğün, her şeyin bilgisi, her şeyin anlamı, her şeyin Rabb’le olan bağının derinliğidir.
Artık bilgi birikim değildir. Bilgi bir yanıt değildir. Bilgi bir hâl olmuştur. Bu hâlle yürüyen kişi, zamanı taşımaz. Zaman onu taşır. Ve her taşınışta biraz daha hafifler. Her hafifleyişte biraz daha uyanır. Her uyanışta biraz daha bilir. Ve her biliş, yeni bir unutuşa değil, yeni bir tevazuya dönüşür. Çünkü artık biliyordur ki, ilahi bilgiyle tanışmak, kendini bilmek değil, kendini unutmakla mümkündür. Kendini bırakan, O’na kavuşur. Ve O’na kavuşan, zamanı aşar.

$50
Product Title
Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button

$50
Product Title
Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

$50
Product Title
Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.




