Zamanın Çöküşü.
- Ayhan Yalçın

- 17 Haz
- 11 dakikada okunur

Zamanın Çöküşü.
Kıyamet…
Bu kelime ağızdan döküldüğünde, zaman bir an durur.
Gökyüzü kararır sanki, içimize sessiz bir ürperti çöker.
Ama o gerçekten bir son mu?
Yoksa sadece bizim zaman dediğimiz şeye olan inancımızın yıkılması mı?
Kıyamet, insanların zihninde göklerin parçalandığı, dağların yürüdüğü, yıldızların sönüp gittiği o büyük felaket anıdır.
Ama tasavvuf ehli için kıyamet, sadece evrenin yıkılışı değildir.
Kıyamet, idrakın çöktüğü bir andır.
Ve belki de en gerçek kıyamet, insanın içinde kopan kıyamettir.
İbn Arabi der ki:
“Her insanın kendine ait bir kıyameti vardır.
Ve o kıyamet, kalbin zamanı terk ettiği anda başlar.”
Zaman, bir düzen duygusudur.
Ne zaman ne olacağını bildiğimizi sanırız.
Geçmişi hatırlarız, geleceği planlarız.
Ama ya bir an gelir de, hiçbir şey yerli yerinde olmazsa?
Saatler işlemez, takvimler anlamını yitirir,
ve sen zamanın içinden değil de,
zamanın üzerinden bakmaya başlarsan…
İşte o an, senin kıyametin başlamıştır.
Bu bölümde sadece dünyanın sonunu değil,
zamanın çöküşünü konuşacağız.
İbn Arabi’nin rehberliğinde, zamanın kırıldığı anlara,
berzah âleminin zaman dışı derinliklerine,
ve ahiret dediğimiz kavramın zamansal değil,
hakikate dair bir yönüne yöneleceğiz.
Ve belki şunu fark edeceğiz:
Biz kıyameti yaşamıyoruz…
Biz kıyameti taşıyoruz.
Kimi içinde bir kıyametle doğar,
kimi onu ömrün ortasında hisseder,
kimi ise ölmeden önce ölerek
zamanın bütün duvarlarını yıkar.
Hazırsan, bu yolculukta zamanla vedalaşacağız.
Ama korkma…
Çünkü kıyamet, her zaman bir son değildir.
Bazen, hakikatin ilk soluğudur.
Zaman dediğimiz şey, aslında bir örtüdür.
Biz onunla düşünür, onunla planlar, onunla hayal kurarız.
Ama bu örtü bazen öyle kalınlaşır ki, hakikati artık göremez hale geliriz.
İşte “zamanın çöküşü”, bu örtünün bir anda yırtılmasıdır.
İbn Arabi’ye göre, zamanın çöküşü kıyametin aslıdır.
Ama bu çöküş, gökyüzünden gelen bir taşla değil,
kalbin içinden gelen bir fısıltıyla başlar.
O şöyle der:
“Kıyamet vakti, herkes için farklıdır.
Ama hakikat, her zaman birdir:
Zaman yok olur, perdeler kalkar,
ve sen artık zamanla değil, ilimle bakarsın.”
Bu şu anlama gelir:
Zaman çöktüğünde, olan biten değişmez.
Ama senin görme biçimin değişir.
Artık ardışık değil, biricik bakmaya başlarsın.
O zaman anlarsın ki, geçmiş diye bir şey yoktu,
gelecek diye bir şey de olmayacak…
Sadece olmuş olan vardı.
Ve sen, o olmuş olanın içine doğmuştun.
Tasavvufta buna “farkındalık kıyameti” denir.
Bazı veliler, dünyayı terk etmeden kıyameti yaşarlar.
Çünkü onlara zaman artık perde olmaz.
Kaderin ilmekleri arasında yürürken,
o ilmeklerin kim tarafından dokunduğunu görürler.
Zamanın çöküşü aynı zamanda benlik bilincinin sarsılmasıdır.
Çünkü benlik, zamanı kullanarak var olur.
“Ben dün şunu yaşadım,” der.
“Yarın şunu yapacağım,” diye plan yapar.
Ama kıyamet gelince, o benlik de susar.
Zira ne dün kalır, ne yarın.
Ve benliğin zamanı kalmayınca,
ego da yok olur.
İbn Arabi bu hâli şöyle tarif eder:
“Zaman, kulun aynasıdır.
Ama o ayna kırılınca, sadece Hak kalır.”
İşte bu yüzden kıyamet, bir yıkım değil,
bir açığa çıkıştır.
Bir öze dönüş.
Ve zamanın çöküşü,
hakikatin ortaya çıkışı demektir.
Bir kapı daha açılıyor önümüzde:
Zamanın çöküşüyle birlikte, berzah âlemi görünür olur.
Berzah, ne tam bu dünya, ne de tam öte âlemdir.
Bir geçiştir, bir bekleyiş,
ama zamanın kendine özgü bir hâliyle…
Kur’an’da şöyle buyrulur:
“Önlerinde berzah vardır, ta ki diriltilene kadar.”
Müminun Suresi , yüz.
Bu ayet, ölüm ile kıyamet arasındaki o meçhul süreye işaret eder.
Ama İbn Arabi’ye göre bu süre bir zaman parçası değil,
zamanın donduğu bir bilinç düzeyidir.
Orada günler işlemez, takvimler yürümez.
Orası, ruhun kendi hakikatiyle baş başa kaldığı sessiz bir aynadır.
Berzah, zamanın çözülmeye başladığı ilk eştir.
Ve o çözülme, ruhu yavaş yavaş zaman dışına taşır.
Zira insan, sadece mekândan değil, zamandan da soyunarak Rabbine yaklaşır.
İbn Arabi, berzah’ı sadece ölüm sonrası bir hâl olarak değil,
ruhun her anda içine girebildiği bir iç uzam olarak görür.
Bir nevi bilinç perdesidir.
Bazen bir rüyada, bazen bir tefekkürde,
bazen bir secdede açılır o perde.
Orada zaman artık “önce” ya da “sonra” değildir.
Orada sadece “şimdi” vardır.
Ama bu şimdi, bizim anladığımız an gibi akıp geçen bir ân değil…
Ebedîleşmiş bir şimdi.
Kendi içinde sonsuz.
İçinde geçmişi, geleceği ve tüm hakikatleri barındıran tekil bir “ol” hâli.
İbn Arabi’nin “ebedî an” kavramı, işte bu hakikatin adıdır.
Ve ona göre kıyamet, işte bu an’a ulaşmaktır.
O yüzden “Kıyamet zamanı yok eder,” derken,
onu yokluğa düşürmez,
aslına döndürür.
Bunu şu sözle ifade eder:
“Kıyamet geldiğinde zaman değil,
zaman zannı ortadan kalkar.
Ve geriye yalnızca ebedî an kalır.”
Ahiret de bu ebedî anın içinde tecelli eder.
Cennet ve cehennem, zamanla değil,
farkındalıkla yaşanır.
Orada zaman geçmez;
ya huzur sürer,
ya pişmanlık derinleşir.
Ve böylece fark ederiz:
Zaman çökünce, kaybettiğimiz bir şey yoktur.
Bilakis o zamanın içinden hakikat doğar.
Her perdenin bir ardı vardır.
Ve her perdede, bir gün açılmak üzere gizlenmiş bir hakikat bekler.
Kıyamet, işte o son perdenin açılışıdır.
Gizlenmiş olan artık saklanmaz.
Örtüler düşer.
İddialar susar.
Ve geriye sadece çıplak hakikat kalır.
Ama soru şudur:
İnsan bu hakikati görebilecek mi?
Ve daha önemlisi:
Taşıyabilecek mi?
İbn Arabi’ye göre hakikatin açığa çıkması,
merhametin zirvesidir.
Çünkü ilahi adalet, hiçbir şeyi örtmez.
Ama bu açığa çıkış, herkes için aynı şekilde yaşanmaz.
Bazısı bu çıplaklığı cennet gibi yaşar,
çünkü iç dünyası zaten o hakikate hazırlanmıştır.
Bazısı içinse aynı hakikat yanıcıdır.
Çünkü benliği onu örtmeye çalışmış,
ama artık örtü kalmamıştır.
İbn Arabi der ki:
“Cehennem, hakikatin kavurucu ışıltısıdır.
Çünkü o nur, kimi için soğuktur;
kimi içinse yakıcıdır.”
Bu, çok derin bir farkı ortaya koyar.
Kıyamet, dışsal bir yargı değil,
içsel bir açılmadır.
Sen neysen, o görünür.
Sen neye yöneldiysen, o belirginleşir.
O yüzden tasavvuf ehli,
kıyameti dışta değil,
kendi içinde koparmaya çalışır.
Çünkü hakikatle bu dünyada tanışan,
öbür dünyada onun ağırlığına ezilmez.
Bilakis,
onunla uyum içinde var olur.
İbn Arabi şöyle seslenir:
“Ey insan,
kıyameti bekleme.
Onu kalbinde başlat.
Zira orada başlamayan hiçbir kıyamet,
seni hakikate götürmez.”
Bu söz, bir çağrıdır.
Korkutucu değil, uyandırıcıdır.
Çünkü hakikat, korkulacak bir şey değil…
hazır olunması gereken bir ışıktır.
Ve ışığa hazır olan,
kıyameti bir son değil,
bir doğuş olarak yaşar.
Zaman bir gömlekti, giydik.
İplik iplik sarıldı etrafımıza.
Sabahlarıyla, akşamlarıyla,
doğuşları ve batışlarıyla bizi şekillendirdi.
Sonra bir gün o gömlek yırtıldı.
Kıyamet dediler.
Ama asıl yırtılan,
bizim zamana duyduğumuz güvencemizdi.
Çünkü biz sandık ki…
zaman bize bir düzen verir.
Oysa zaman, sadece bir yoldu.
Ve o yol, hakikate açılıyordu.
İbn Arabi’nin gösterdiği o derin sükûnetle anladık:
Zaman çökerse, panikleme.
Çünkü çöküş, sadece bir kabuğun dökülmesidir.
Altında hep bekleyen bir öz vardır.
Ve o öz, senin asıl vaktindir.
Kıyamet bir çığlık değil…
Bir sessizliktir.
Perdelerin sustuğu,
kalbin konuştuğu o an.
Orada Allah konuşur.
Ama kelimelerle değil.
Varlığın içinden geçen,
zamansız bir hakikatle…
İşte şimdi, bütün bu sözlerin ardından
kalbimizi bu hakikate doğru kaldırıyoruz.

Zamanın Çöküşü ve Ruhun Dirilişi: Kıyametin İçsel Yankısı.
Zaman çökerken…
Her şey sessizleşir.
Ama bu sessizlik, boşluğun sessizliği değildir.
Bu, bir uyanışın eşiğindeki sessizliktir.
Tıpkı bir tohumun toprağın altında sessizce çatlaması gibi.
İşte bu noktada, kıyamet sadece evrenin yıkımı değil,
ruhun dirilişidir.
Zira İbn Arabi’ye göre, kıyamet dışta kopmadan önce,
içte uyanır.
Her insan, zamanla birlikte inşa ettiği kimliğin altında
bir başka varlık taşır:
Zamandan azade olan asıl benlik.
Bu benlik, zamanla değil;
“ol” emriyle var olmuş bir sırdır.
Ve kıyamet, işte bu sırrın yeniden görünür hâle gelişidir.
Tasavvuf ehline göre, kıyametle birlikte ölüm gelir.
Ama ölüm bir yokluk değil;
benliğin zamandan soyulma hâlidir.
Artık “ben yaşadım” diyemezsin.
Çünkü artık zaman yok.
Ve zaman yoksa, “ben” de çözülür.
Geriye sadece şahitlik kalır.
İbn Arabi, bu hâli şöyle tasvir eder:
“Benliğin zamanı biter, ruhun zamanı başlar.
Ruhun zamanı ise, Allah’ın ilminde saklı olan ebedî andır.”
Bu, korkulacak bir şey değildir.
Bilakis, bu bir hafifleme hâlidir.
Zamanla kurduğun her bağdan kurtulmak…
Geçmişin yüklerinden, geleceğin kaygılarından arınmak…
Ve sadece “şimdi”de kalmak.
Ama bu şimdi, insanların alıştığı “anlık” bir şey değildir.
Bu şimdi, başka her şeyi yutan bir an’dır.
Ve bu an, senin sonsuzlukla temas ettiğin noktadır.
İşte bu noktada, ruh dirilir.
Çünkü artık zamanı taşımaz.
Zamanı değil, hakikati taşır.
Ve hakikat taşınmaya başlandığında,
işte o an gerçek kıyamet yaşanır.
Zaman çöktüğünde,
yerine başka bir şey geçer.
O şeyin adı, İbn Arabi’ye göre:
“bekâ”dır.
Bekâ, fena’nın ötesidir.
Yani yokluğun arkasından gelen sonsuz kalıcılık.
Kıyamet, bu anlamda sadece bir yıkım değil;
bir terfi, bir doğum,
bir başka boyuta yükseliştir.
Zaman bizim için dakikadır, saat, gün, yıl…
Ama Allah için zaman ölçülebilir bir şey değildir.
Çünkü O, zamanı yaratandır.
Ve yaratılmış hiçbir şey, Yaratan’ı kuşatamaz.
Kur’an’da şöyle buyrulur:
“O’nun katında bir gün, sizin saydığınız bin yıl gibidir.”
Hac Suresi, kırk yedi.
Bu ayet, zamanın izafiyetine değil;
zamanın hakikatinin yalnızca Allah’a açık olduğuna işaret eder.
O zaman ne ilerler, ne geçer…
Sadece olur.
“Kün fe yekûn” (Ol der ve olur) hükmü gibi.
İbn Arabi’nin en derin vurgularından biri budur:
“Allah için geçmiş yoktur, gelecek de yoktur.
O’nun ilminde her şey bir anda mevcuttur.”
O zaman kıyamet, bizim için bir zaman dilimi olabilir.
Ama Allah için kıyamet, bir sırdır.
Ne zaman geleceği değil, neyle geleceği önemlidir.
Ve bu sır, zamanın dışındadır.
Bu nedenle Resulullah şöyle buyurur:
“Kıyamet ne zaman kopacak?” diye soranlara,
‘Sen onun için ne hazırladın?’ diye sorunuz.”
Zamanı bilmek değil,
zamanın içini doldurmak önemlidir.
Çünkü Allah katında zaman,
bir vaktin değil, bir niyetin karşılığıdır.
Kıyametin "vakitsizliği" de burada gizlidir.
Çünkü o, bizim ölçülerimize göre gelmez.
Saatler çalışmaz o gün.
Takvimler işlemez.
Güneş doğmaz.
Ve zaman denilen şey,
ilahi hakikatin kapısında susar.
İbn Arabi bunu şöyle ifade eder:
“Kıyamet, Allah’ın zamanla konuşmayı bıraktığı andır.
O andan sonra yalnızca Zât konuşur.”
Bu söz, bize kıyametin mahiyetini fısıldar.
Zaman, bizimle konuşur:
Geç kalma der, erken ol der, yarını düşün der.
Ama kıyamette bu sesler susar.
Ve sen ilk kez zamansız bir sessizliğe düşersin.
O sessizlik korkutucu değildir.
Hazırlıklı olan için o sessizlik,
rahmetin yankısıdır.
Allah’ın ilminde zaman,
bir sonsuz an’dır.
O an’a ulaşmak için değil,
o an’da kalmak için yaratıldık aslında.
Ama biz zamanı biriktirdik.
Anılarla, pişmanlıklarla, planlarla…
Şimdi o yükü bırakmak gerek.
Çünkü kıyamet, yükleri yere indirme vaktidir.
Kıyamet dendiğinde ilk akla gelen şey, hesaptır.
Ameller tartılır, iyilikler ve kötülükler yazılır,
cennet ve cehennem kapıları açılır.
Bu, zahiri anlatıdır.
Ama tasavvuf ehli bu anlatının ardındaki asıl hakikati arar:
Kıyamet gerçekten bir hesap günü müdür, yoksa bir hakikat ifşası mı?
İbn Arabi bu konuda perdeleri kaldırır.
Ona göre kıyamet, insanların yargılanacağı bir mahkeme değil;
herkesin kendi hakikatiyle yüzleşeceği bir ayna gibidir.
“Kıyamet, kulun Rabbiyle değil, kendisiyle karşılaşma anıdır.” der.
Bu ne demek?
Yani Allah sana bir şey isnat etmez.
Sen zaten ne olduğunu bilirsin.
Ama bugüne kadar o bilgi, zamana sarılıydı.
Kendine bakmaktan hep kaçtın.
Günahlarını unuttun, niyetlerini perdeledin,
kendini başka bir ‘ben’ zannettin.
Ama zaman çöktüğünde,
o ‘ben’ de çöker.
Ve geriye sadece hakiki sen kalır.
İşte o an,
kıyametin en büyük tecellisi yaşanır:
Adalet.
Adalet, cezalandırmak değildir.
Adalet, neyse o’nun ortaya çıkmasıdır.
Ve hakikat ortaya çıktığında,
hiçbir zulüm kalmaz.
Çünkü herkes kendi yaptığının karşılığını kendi iç varlığında bulur.
İbn Arabi şöyle söyler:
“Cennet, insanın içindeki rahmetin kendisidir.
Cehennem, içindeki zulmün kendine geri dönmesidir.
Allah, sadece açığa çıkarır.”
Bu söz, kıyametin neden “hesap günü” değil de
“perdelerin kalktığı gün” olduğunu anlatır.
Zira Allah için bir şeyi bilmek yeni değildir.
Ama kul için yeni olan,
kendi gerçeğini bilmektir.
Bu yüzden kıyamet,
bir anda binlerce perdeyi açar.
Ve sen ne yaptıysan,
ne olduysan,
kim olduysan,
hepsiyle bir an’da yüzleşirsin.
Bu yüzleşme kimileri için tarifsiz bir huzurdur.
Çünkü onlar zaten bu dünyada
her perdede biraz hakikat görmüşlerdir.
Ama kimileri için bu yüzleşme
yanıcı bir açığa çıkıştır.
Çünkü onlar,
gizlediklerini kendilerinden bile gizlemişlerdir.
O hâlde kıyamet, bir yargı değil…
bir ifşa, bir aydınlanma, bir ilahi dürüstlüktür.
Ve bu dürüstlük,
rahmetin ta kendisidir.
Çünkü Allah hiçbir hakikati gizli bırakmaz.
O ne yapar?
“Her nefse kazandığı gösterilir.”
Bakara suresi iki yüz seksen altı.
Kıyamet bu göstermenin zirvesidir.
Göstermek, cezalandırmaktan önce gelir.
Çünkü hakikatin gösterilmesiyle
iyileşme başlar.
Ve kim bilir…
Belki de kıyamet,
bizim kendimize son kez dürüst olabileceğimiz tek andır.

Zamanın Çöküşü ve Varlığın Döngüsü: İnsan Nereye Dönüyor?
Her son bir dönüş müdür?
Yoksa bir yok oluş mu?
Kıyamet dediğimiz o büyük çöküş, sadece zamanın bitişi mi…
yoksa insanın aslına, özüne, kaynağına dönmesinin başka bir adı mı?
İbn Arabi’ye göre varlık bir dairedir.
Bir noktayla başlar…
ve dönüp dolaşıp yine aynı noktaya varır.
Ama bu aynıya dönüş, hiçbir zaman birebir tekrar değildir.
Çünkü her dönüş, bir başka bilinçle olur.
Bu yüzden kıyamet, bir çöküş olduğu kadar,
bir kavuşmadır.
Zaman sona erdiğinde,
insan başlangıcına değil,
kaynağına döner.
Bu kaynak, Allah’ın bilgisi içinde saklı duran o ilk niyettir.
Henüz beden verilmeden önceki saf benlik,
hiç kirlenmemiş hâl…
Ruhun saf nefes olduğu o ilk hâl.
İşte zamanın sonu, o hâle uyanış anıdır.
Zaman bizden çok şey aldı.
Bizi şekillendirdi, parçalara böldü.
Bazen geçmişe hapsetti, bazen geleceğe savurdu.
Ama biz, zamanın akışı içinde kendimizi unuttuk.
Kimdik? Nereden geldik?
Ve asıl soru:
Nereye dönüyoruz?
Kur’an’da bu döngü şöyle ifade edilir:
“O’ndan geldiniz, yine O’na döneceksiniz.”
Bakara yüz elli altı.
İşte kıyamet, bu dönüşün kesintiye uğramadan gerçekleştiği andır.
Ve o dönüş, sadece dışsal bir yolculuk değil…
içsel bir hatırlayıştır.
İbn Arabi’nin öğrettiği gibi:
Sen varlığın içinden kopmuş bir parçasın.
Zaman seni dışa taşıdı.
Ama kıyamet, seni tekrar içe çağırır.
Kendi merkezine…
Allah’a.
Bu merkez, dışarda bir yerde değil.
Ne gökyüzünde, ne mezarın ötesinde…
O merkez, senin ruhunun en derin yerinde.
İşte zaman çöktüğünde,
bütün o dışa dönük sesler susar.
Takvimler, planlar, unvanlar, hatıralar…
hepsi anlamını yitirir.
Ve insan, artık sadece
olduğu şeye kalır.
Kimi bu hâli tanır,
çünkü bu dünyada kalbini merkeze almıştır.
Zamanda yürürken asla kaynağını unutmamıştır.
Onun için kıyamet bir çöküş değil,
beklenen bir buluşmadır.
Ama kimi bu hâli bilmez.
Çünkü ömrü zamanın dışında değil,
tam ortasında ama hep yüzeyde geçmiştir.
Zamanla şekillenmiş, onun içinde kaybolmuş,
ve sonunda zamanla birlikte çökmüştür.
İşte bu yüzden kıyamet bir terazi değil…
bir ayna gibidir.
Ne olduysan, onu görürsün.
Ve nereye döneceksen, orada bulunursun.
Bu dönüş, zamansızdır.
Ne erken gelir, ne geç kalır.
Tam olması gerektiği anda olur.
Çünkü Allah’ın bilgisi,
hiçbir şeyi ne unutur, ne de karıştırır.
Sen zamanı unutsan bile,
O seni unutmaz.
Biz kıyameti büyük bir ân olarak hayal ederiz.
Gökyüzü çatlayacak, yıldızlar sönecek, dağlar yerinden oynayacak…
Ama asıl sarsıntı, insanın kendi içinde olur.
Çünkü gerçek kıyamet,
gözlerin değil,
kalbin açıldığı andır.
İbn Arabi’ye göre her insanın kendi kıyameti vardır.
Ve bu kıyamet, yaşa, mekâna ya da zamana bağlı değildir.
Bazen bir bakışta,
bazen bir vedada,
bazen bir duanın ortasında kopar.
“Kıyamet senin için, zamanı kaybettiğin yerde başlar,” der.
“Çünkü orada zaman değil, hakikat konuşmaya başlar.”
Bu çok güçlü bir ifadedir.
Çünkü zaman insanı meşgul eder.
Planlar, geçmişe ait pişmanlıklar,
geleceğe dair endişeler…
Ama bir gün gelir,
bir şey olur…
ve zaman artık önemsizleşir.
O an insan kıyameti hisseder.
Artık geçmiş geri getirilemez,
gelecek tahmin edilemez,
ve şimdiki an dayanılmaz olur.
İşte o sarsıntıdır.
Kimi bunu bir hastalıkla yaşar.
Kimi bir kayıpla…
Kimi bir yalnızlık gecesinde,
kendi yastığında başını koyacak hiçbir güven duygusu kalmadığında…
O an kıyamet başlar.
Ve insan, bütün zamanları yitirir.
Gerçekle yüzleşir.
Kendisiyle, hayatla ve Allah’la.
Bazısı bu yüzleşmeden kaçar.
İçine döner, susar.
Ama bazıları…
Bazıları o an’a teslim olur.
Çünkü bilir ki bu sarsıntı bir yıkım değil,
bir uyanıştır.
İşte İbn Arabi’nin bakışı burada çok belirleyicidir:
“Kıyamet, hakikate uyanmayanlar için yıkımdır.
Ama uyananlar için doğuştur.”
Bu farkı anlamak önemlidir.
Zira bu dünyada yaşayan iki insan,
aynı olayla karşılaşabilir…
Ama biri yıkılırken,
öteki yeniden kurulur.
Ve kıyamet de tam olarak budur:
Senin ne yaptığınla ilgilidir.
Ne kadar hakikatle yaşadın,
ne kadar onunla yüzleşmeye hazırdın…
İbn Arabi’nin şu sözü bu yüzden sarsıcıdır:
“Kıyamet bir yargı değil,
bir aynadır.
O gün sen kimsin,
o görünür.”
Böylece şunu anlarız:
Kıyamet bizim için bir tarih değil.
Bir an’dır.
Bir kırılma.
Bir çözülme.
Ve ardından gelen bir doğuş.
Her şey bittiğinde…
Saatler durduğunda,
takvimler yırtıldığında,
ve zaman dediğimiz o büyük hikâye çöktüğünde…
Ne kalır geriye?
Cevap:
Asıl hayat.
İbn Arabi’ye göre zaman, bir imtihandı.
Bir örtüydü.
Her gün biraz daha açılan bir perde gibi…
Ama sonunda tamamen kaldırılır.
Ve işte o zaman,
asıl hayat başlar.
Bu dünya bir hazırlık alanıydı.
Zaman, bu hazırlığın ölçüsüydü.
Ama kıyametle birlikte zaman sona erdiğinde,
ölçü de kalkar.
Artık tartılmazsın.
Olduğun şeysin.
Ve bu “olma” hâli, zamanla değil,
hakikatle tanımlanır.
Kur’an’da “Ahiret yurdu, asıl hayattır” buyrulur.
Çünkü orada artık geçmiş yok, gelecek yok.
Sadece saf bir bilinç hâli vardır.
Bir süre değil,
bir derinliktir.
İbn Arabi’nin bu konuya yaklaşımı çok farklıdır.
Ona göre kıyametten sonra yaşanan,
zamanın dışına çıkmış bir varoluştur.
Bir süreklilik.
Ama ardışık olmayan bir akış.
“Zaman geçer ama hakikat kalır.
Kıyametten sonra hakikat konuşur.
Ve hakikat, bir daha susmaz,” der.
Orada “ne kadar zaman geçti” diye sormazsın.
Çünkü artık zaman yok.
Orada “ne oldum” diye sorarsın.
Çünkü artık varlığın kendisi,
sana verilen tek cevaptır.
İşte bu yüzden,
kıyamet son değil,
başlangıçtır.
Ama bu sefer öyle bir başlangıçtır ki,
artık “dün” yoktur.
“Yarın” da yoktur.
Sadece
olduğun şeyle var olursun.
Kimliğin, maskelerin, rollerin, planların…
hepsi arkada kalır.
Sana sadece hakikatin kalır.
Ve işte o an,
zamansız bir huzur kapısını aralayabilir.
Ama bu huzur,
burada yaşarken hazırlanmış bir şeydir.
İçine dürüstlük koyduysan,
kalbine merhamet ektinse,
zamanı sevgiyle doldurduysan…
kıyametten sonra seni zamanın ötesinde
karşılayan da o olur.
Yoksa…
o boşlukta sadece kendini bulursun.
Ve eğer kendini hiç kurmamışsan,
orada tutunacak hiçbir şeyin kalmaz.
İbn Arabi, bu yüzden bizi hep bugüne çağırır.
“Zamanı düşünme.
Şimdi’yi fark et.
Çünkü kıyamet geldiğinde,
artık sadece şimdi kalır.”

$50
Product Title
Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button

$50
Product Title
Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

$50
Product Title
Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.




