top of page

Zamanın Kapalı Dönemi: İbn Arabi’nin Berzah Âlemi Öğretileri

Zamanın Kapalı Dönemi: İbn Arabi’nin Berzah Âlemi Öğretileri

“Zaman açılır ve kapanır.

Açıldığı vakit vakittir.

Kapandığı vakit sır olur.”

– İbn Arabi, el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye

Bir gün gelir, saat işlemez.

Takvim yerinde durur ama zaman akmaz.

Gözün gördüğünü kalp algılamaz.

Ve sen, sanki dünyanın içinde ama

dünyanın dışındasındır.

İşte o an…

Zamanın kapandığı andır.

Ve orada başlayan şey,

zamanın değil,

berzahın kendisidir.

Ey zamanla örselenen ruh…

Bugün seninle birlikte zamanın en karanlık,

en sessiz,

en “bilinmez” katmanına ineceğiz.

Bu bir yolculuk değil sadece.

Bu bir geçiştir.

Bu, zamanla varlık arasındaki eşiği aşmaktır.

Bu eşik, İbn Arabi’nin ifadesiyle

ne varlık ne yokluk,

ne yaşam ne ölüm,

ne gündüz ne gece olan

“berzah” âlemidir.

Zamanın kapalı dönemi…

Bu ifade ne anlama gelir?

Her şeyin durduğu,

ama hiçbir şeyin yok olmadığı o belirsizlik…

Kalbin hâlâ attığı,

ama ritmin artık Tanrısal olduğu o an…

Tıpkı bir rüya gibi,

ama rüyadan daha gerçek.

Tıpkı bir ölüm gibi,

ama ölümden daha diri.

Tıpkı bir bekleyiş gibi,

ama artık zamanın olmadığı bir bekleyiş…

İşte buna

berzah denir.

Ve berzah,

zamanın sustuğu ama hakikatin fısıldadığı

yerdir.

İbn Arabi’ye göre berzah,

“iki şeyin arasında duran,

ama ikisine de ait olmayan” şeydir.

Ne tam varlıktır,

ne de tam yokluk.

Ne tam bu dünyadır,

ne de tam ahiret.

İşte bu yüzden

berzah âlemi,

insanın en çıplak hâliyle

kendisiyle karşılaştığı yerdir.

Zaman burada çözülür.

Dakikalar anlamını yitirir.

Anılar akışını kaybeder.

Ve sen sadece

bir bilinç gibi kalırsın.

Ama o bilinç,

her şeyden daha gerçektir.

Bugün bu yayında birlikte şunları arayacağız:

– Zaman ne zaman kapanır?

– Rüya bir berzah mı?

– Ölümde zaman nereye gider?

– Berzah neyi gizler, neyi açar?

– İbn Arabi’ye göre zaman, berzahta nasıl tecellî eder?

– Ve İnsan-ı Kâmil, bu “kapalı dönemden” nasıl geçer?

Bu sorular sadece bilgi için değil…

hakikat için.

Çünkü bu sorular,

ancak kalple sorulur

ve ancak kalple cevaplanır.

Hazırsan…

Berzah kapısını aralıyoruz.

Ve o kapıda

saat yok,

ışık yok,

gürültü yok…

Sadece

Sen varsın.

Ve seni yaratan

O’nun fısıltısı.


İbn Arabi’ye Göre Hakikati

İbn Arabi der ki:

“Berzah, iki şey arasında durandır. Ama o, ne bu ne de öteki olur. O, hem gölge hem de ışıktır. Hem görünen hem de görünmeyendir.”

Bu tanım, sadece bir kelime oyunu değildir.

Bu, varlık ile yokluk arasındaki metafizik açıklığın adıdır.

Ve o açıklık, bizim düşünceyle dolduramadığımız, ama ruhumuzun titreşimle hissettiği bir sahadır.

İbn Arabi der ki:

“Berzah, iki şey arasında durandır. Ama o, ne bu ne de öteki olur. O, hem gölge hem de ışıktır. Hem görünen hem de görünmeyendir.”

Bu tanım, sadece bir kelime oyunu değildir.

Bu, varlık ile yokluk arasındaki metafizik açıklığın adıdır.

Ve o açıklık, bizim düşünceyle dolduramadığımız, ama ruhumuzun titreşimle hissettiği bir sahadır.

________________________________________

Berzah kelimesi Arapça’da “engel, sınır, perde” anlamlarına gelir.

Ama bu perde, gözümüzle gördüğümüz bir şey değildir.

Bu, ruh ile bedenin ayrıldığı anda hissedilen,

rüyanın gerçekliğe karıştığı yerde başlayan

zaman dışı bir geçittir.

Kur’an’da berzah kelimesi sadece ölüm sonrası için değil,

aynı zamanda iki deniz arasında geçiş olmayan o ince çizgi için de kullanılır:

“İki denizi salıvermiştir, birbirine kavuşuyorlar. Aralarında bir berzah vardır, birbirine geçmezler.” (Rahman 55/19-20)

İbn Arabi, bu ayeti açıklarken şöyle der:

“Berzah, hakikatleri birbirine karıştırmaz; ama birbirinin varlığını hissettirir.”

Peki bu ne demektir?

Yani berzah:

– Rüyada gördüğün ama dokunamadığın yerdir.

– Ölümde girdiğin ama henüz hesap vermediğin yerdir.

– Uyanıklıkla uyku arasında kaldığın, zamanın askıya alındığı,

ama bilincin açık olduğu sahadır.

Bu yüzden berzah, sadece “ölüm sonrası” değildir.

Berzah, bazen şimdidedir.

Sen bazen yürürken bile berzahta olabilirsin.

Kendini dünyaya ait hissetmediğin,

ama başka bir yere de gidemediğin o arada kalmışlık…

İşte o hâl,

berzah hâlidir.

İbn Arabi’ye göre ruhlar, bedenin ölümünden sonra berzah âlemine geçer.

Ama orada zaman artık farklıdır.

Dakikalar, saatler, günler…

bunlar orada işlemeyen kavramlardır.

Çünkü zamanın ritmi orada

tecellî ile ölçülür.

Yani Allah neyi tecellî ettirirse,

ruh onu yaşar.

Zaman artık “ne zaman” değildir.

Zaman, “ne gösterildi”ye dönüşür.

Berzah, yargı değil, yansıma alanıdır.

İnsan orada yaptığı her şeyin

kendisine yansımasını görür.

Ama bu yansıma bir muhakeme değil,

bir yüzleşme hâlidir.

İbn Arabi der ki:

“Berzahta hüküm yoktur, sadece yansıma vardır.

Ruh neyle doluysa, berzah onu gösterir.”

Bu yüzden berzah âlemi,

kişinin kendini tanıdığı en çıplak alandır.

Orada hiçbir şey gizli kalmaz.

Ne geçmişin,

ne arzuların,

ne korkuların…

Her şey görünür olur.

Ama dışarıdan değil…

İçeriden görünür.

Tasavvufta “berzah” sadece ölüm sonrası değil,

aynı zamanda bilinçle girilebilen bir alandır.

Mesela rüyalar…

birer küçük berzah tecrübeleridir.

Uyku, zamanın beden üzerinden çekildiği

ve ruhun kendi âlemine döndüğü bir eşiktir.

Bu yüzden rüya sadece bir görüntü değildir.

Rüya, senin “hakikatine ait parçaları”

berzah aynasında izlediğin yerdir.

Ve orada geçen vakit,

ne kısa ne uzundur.

Çünkü berzahta ölçü yoktur.

Sadece tanıklık vardır.

Berzah, aynı zamanda

İbn Arabi’nin “hayal âlemi” dediği

ontolojik bir boyuttur.

Ona göre hakikat üç katmanlıdır:

1. Mutlak Gayb: Allah’ın zatına ait, bilinmez hakikat.

2. Şehadet Âlemi: Duyularla algılanan dünya.

3. Hayal (Berzah) Âlemi: İki katman arasında duran, her şeyi yansıtan, her şeyin sûretini barındıran âlem.

Bu hayal âlemi, mecaz değil;

gerçek bir ontolojik düzlemdir.

Yani sen bir rüyada bir dağ gördüğünde,

o dağ gerçekten vardır.

Ama şehadet âleminde değil…

hayal (berzah) âleminde.

O zaman soralım:

Berzah nerede başlar?

Berzah…

Zamanın bittiği yerde başlar.

Senin kalbin durmadan önce,

zihnin susmadan önce,

her şey sessizleşmeden önce

başlayan o an…

İşte o berzahtır.

Ve orada ne dışarısı, ne içerisi vardır.

Ne öteki, ne sen…

Sadece

tecellî vardır.

Ve sen, o tecellîye şahit olansın.

ree

Zaman Berzahta Nasıl Kapanır?

Bir saat düşün…

Akrep durmuştur.

Yelkovan ise sonsuz bir daire çizer gibi dönmektedir.

Ne zaman vardır, ne de yokluk.

Sadece bir “olmuşluk” hissi kalmıştır.

İşte bu, berzahta zamanın hâlidir.

Zaman burada akmaz.

Zaman burada kapanır.

İbn Arabi’ye göre zaman, Allah’ın tecellîlerinin sayılmasıdır.

Vakit, Hakk’ın bir yönünün zuhurudur.

Her an, yeni bir isimle görünür.

Bu yüzden zaman dediğimiz şey, aslında

“an”ların birbirine katlanmasıdır.

Fakat berzah âleminde,

bu katlanma askıya alınır.

Çünkü berzah,

tecellîlerin görüldüğü ama artık sayılmadığı

bir bilinç düzlemidir.

Zamanın sayılmadığı,

ama ruhun hâlâ tanıklık ettiği o yer…

İşte orası berzahtır.

Berzah âlemi, İbn Arabi’ye göre

hem “zamanın dondurulduğu” hem de

“anlamın çözündüğü” bir katmandır.

Sen burada ne geçmişi düşünebilirsin,

ne de geleceği inşa edebilirsin.

Çünkü her şey

şimdi olmuştur.

Ama bu şimdi,

bizim bildiğimiz “an” gibi değildir.

Bu şimdi,

sonsuz bir tanıklık şimdisidir.

Orada ne saniye vardır,

ne gün, ne gece…

Sadece

“tecellî olmuş olan” vardır.

Peki bu kapanış nasıl gerçekleşir?

İbn Arabi der ki:

“Berzahta zaman yoktur çünkü hareket yoktur.

Hareket olmayınca yön yoktur.

Yön olmayınca hedef yoktur.

Hedef olmayınca da vakit biter.”

Berzah âleminde gayeye yönelik hareket sona erer.

İnsan artık sadece olduğu gibi kalır.

Bu kalış, zamansızlığın ta kendisidir.

Çünkü zaman dediğimiz şey,

hep bir hedefe doğru ilerleme duygusudur.

Ama berzah,

ilerlemenin değil, dönüşün mekânıdır.

Orada artık bir yere gitmek gerekmez.

Çünkü her şey zaten gelmiştir.

İbn Arabi’ye göre dünya hayatında zaman,

kişinin iradesiyle bağlantılıdır.

Ama berzahta zaman,

iradesiz bir tanıklık hâline gelir.

Sen orada artık bir şey yapmazsın.

Sadece olmuş olanı seyredersin.

Bu, hesap değil.

Bu, seyirdir.

Bir aynaya bakmak gibidir.

Ama o ayna artık seni yansıtmaz.

O ayna,

kalbindekini gösterir.

Ve kalbin neyle doluysa,

berzahta zamanın ona dönüşür.

Kiminde berzah bir an gibidir,

kiminde bin yıl sürer.

Ama bu süre,

sayılamaz.

Çünkü bu süre,

anlamın kendisidir.

Tasavvufta buna bazen

“durmuş zaman”, bazen “sonsuz an” denir.

Bu hâl,

rüyada yaşanan o zaman kaymasıyla benzerdir.

Bir rüyada dakikalar geçer,

ama uyanınca bir saniyelik uyku olduğunu görürsün.

Ya da tam tersi…

Saniyelik bir düş,

bir ömrü içine alır gibi hissettirir.

İşte bu çelişki değil,

berzah zamanıdır.

Çünkü berzahta zaman,

ölçüyle değil,

tezahürle işler.

Berzah, zamanın kapandığı bir mekân değil…

zamanın çözündüğü bir bilinç hâlidir.

Orada kişi hâlâ vardır.

Ama artık zamanı kullanmaz.

Zaman onu taşımaz.

O, zamanla birlikte var olmaz.

O artık zamanın dışında değil…

zamanın altında yaşar.

Bu da,

zamanın sadece bir deneyim formuna dönüşmesi demektir.

Ve sen,

artık o deneyimin kendisisindir.

Zaman berzahta kapanır…

Ama bu kapanış,

bir son değildir.

Bu kapanış,

yeni bir farkındalık kapısıdır.

Çünkü zamanın sona erdiği yerde

tecellî başlar.

Ve tecellînin başladığı yerde

kişilik değil,

şahitlik kalır.

Sen artık kim olduğunu anlatmazsın.

Sen artık kimsin sorusunun kendisi olursun.

Ve işte orası…

Zamanın kapalı dönemi…

Berzahın en sessiz noktasında

kendinle baş başa kaldığın o sükût.


Uyku, Rüya, Ölüm ve Zamanın Silinmesi

Uyku…

Rüya…

Ölüm…

Üçü de sana tanıdık.

Ama üçü de, seni zamanın dışına taşır.

Ve bu üç hâlin ortak noktası şudur:

Sen oradayken zaman akmaz.

Sen oradayken saat işlemez.

Ve sen, oradayken

kendini tanırsın.

İbn Arabi der ki:

“Uyku, ölümün kardeşidir. Çünkü ikisi de zamanı bırakır, ruhu âleme döndürür.”

Uyuduğunda beden burada kalır…

Ama ruh, başka bir yere gider.

Göz kapalıdır ama ruh görür.

Kulak duymaz ama ruh işitir.

Dil konuşmaz ama ruh anlatır.

Ve bu anlatılan şey,

senin bilincinin değil,

berzahın dilidir.

Uyku bir geçittir.

Ama sıradan bir dinlenme değil…

şuurun berzaha açıldığı ince bir kapıdır.

Sen gece yatağa yatarsın,

ama ruhun başka bir zamanın içinde dolaşır.

Bazen hiç olmayan yerler görürsün.

Bazen ölmüş biriyle konuşursun.

Bazen kendini farklı bir varlıkta hissedersin.

Bazen uyanırsın,

ve o rüya hâlâ senin içindedir.

Bu nasıl olur?

Çünkü rüya bir hayal değildir.

Rüya bir yansımadır.

Berzah aynasında,

ruhun seninle konuştuğu andır.

Ve o konuşmada zaman yoktur.

Sadece hâller vardır.

Sadece sesler, hisler, semboller…

İbn Arabi rüyayı şöyle tanımlar:

“Rüya, hayal âlemidir. Hayal, varlık ile yokluk arasında duran berzahtır.”

Yani rüya görürken sen

hem varsındır hem yoksun.

Hem gerçeklik hissi içindesindir

hem de gerçekte değilsindir.

Bu, tam anlamıyla berzahın tanımıdır.

Ne tam burası

ne de tam ötesi…

Ve bu yüzden rüyada zaman yok olur.

Bir saniyede bir ömür yaşanır.

Bir bakışla bir kıyamet kopar.

Çünkü rüyada yaşananlar

zamanla değil, idrakle ölçülür.

Ölüm ise bu geçidin en büyük hâlidir.

Uyku bir örnektir,

ama ölüm asıldır.

Ölümle birlikte

beden zamanın dışına çıkar.

Artık ne nefes vardır ne saat.

Ama ruh…

yine de yaşamaya devam eder.

Berzah budur.

Ne tam ölüm,

ne de tam diriliş…

İkisi arasında süzülen

zamansız bir bilinç hâli.

Ve burada zaman silinir.

Çünkü zaman bedenle ilgilidir.

Ama ruh artık bedenden çıkmıştır.

İbn Arabi, ölümden sonraki hâli

“ruhun kendi hakikatiyle yüzleşmesi” olarak tanımlar.

“Ruh berzahta kendi sûretini seyreder.

Bu seyir zamanla değil, nitelikle olur.”

Yani orada geçen zaman,

ne kadar sürdüğüne değil,

neyi gördüğüne bağlıdır.

Kiminde berzah bir göz açıp kapamaktır.

Kiminde ise bin yıllık bir bekleyiş gibi gelir.

Ama bu fark, zaman farkı değildir.

Bu, idrakin farkıdır.

Zamanın silindiği bu üç hâl – uyku, rüya, ölüm –

İbn Arabi’ye göre insanın “dünya dışı potansiyelini” gösterir.

Çünkü insanda,

zamanla kayıtlı olmayan bir cevher vardır.

Ve bu cevher ancak

zaman durunca ortaya çıkar.

İşte bu yüzden bazı insanlar,

bir rüyada hidayete erer.

Bazıları bir uykuda

ilimle buluşur.

Bazıları ölümle

hakikati görür.

Çünkü o anda

zaman artık yoktur.

Sadece tecellî vardır

Şimdi düşün…

Sen her gece uyuyorsun.

Ama her gece

zamanın dışına çıkıyorsun.

Bu sana ne söylüyor?

Bu şunu söylüyor:

Sen zamanla sınırlı bir varlık değilsin.

Senin hakikatin,

zamanın da ötesinde bir yere uzanıyor.

Ve her uyku,

her rüya,

her ölüm…

bunu sana fısıldıyor.

Fakat bu fısıltıyı ancak

kalbi uyanık olanlar duyar.

O hâlde soralım:

Berzah sadece ölümden sonra mı yaşanır?

Hayır.

Berzah,

her an içimize sızan bir hatırlayıştır.

Ve bu hatırlayış,

bazen bir uykuda,

bazen bir sessizlikte,

bazen bir gözyaşında

bize ulaşır.

O anda zaman durur.

Ve biz sadece

hissederiz.

Çünkü zaman silinince

hakikat konuşur.

ree

İnsan-ı Kâmil’in Zamanı Aşan Bilinci

Her ruh geçer…

Zamandan, ölümden, berzahtan.

Ama bazı ruhlar,

sadece geçmekle kalmaz…

tanıklık eder.

Olanı anlamlandırır,

kendini unutmadan,

Hak ile görmeyi sürdürür.

İşte bu ruh,

İbn Arabi’nin ifadesiyle

İnsan-ı Kâmil’dir.

İnsan-ı Kâmil,

zamanı yaşamakla yetinmez.

Zamanı idrak eden,

zamanı şahitliğe çeviren,

ve en önemlisi

zaman kapanırken dahi uyanık kalan kişidir.

Çünkü o bilir ki:

Zaman akarken herkes uyanıktır.

Ama zaman durduğunda da uyanık kalabilmek,

ancak saf ruhların işidir.

Berzah, herkes için bir geçittir.

Ama İnsan-ı Kâmil için berzah,

bir arifin aynasıdır.

O, orada kendini değil,

Hakk’ı görür.

Çünkü onun bakışı

sadece gözden gelmez.

Onun bakışı,

kalbinin sırrından doğar.

İbn Arabi şöyle der:

“İnsan-ı Kâmil, berzahı bilendir.

Çünkü o hem görendir, hem de görünendir.

Hem vasıta hem şahit hem de sırdır.”

İnsan-ı Kâmil’in zamanı aşan bilinci,

zamanı reddeden bir bilinç değildir.

Tam tersine…

Zamanı tanıyan,

onun hakikatini çözen

ve onun ötesine geçen bir farkındalıktır.

O bilir ki:

Zaman bir yanılsama değil…

bir perdedir.

Ve her perde,

arkasında bir ışık taşır.

Ama o ışığı görebilmek için,

zamanın gölgesinden geçmek gerekir.

Bu yüzden İnsan-ı Kâmil,

ölümle korkmaz.

Uyku ile gaflete düşmez.

Rüyada oyalanmaz.

Çünkü o berzahı bilir.

Berzah onun için

karanlık bir boşluk değil…

ilmin yankılandığı bir kubbedir.

O burada ilham alır.

Rüyada sır çözer.

Sessizlikte Allah’la konuşur.

Çünkü onun kulağı

sadece ses duymak için değildir.

Onun kulağı

hakikati işitmek içindir.

İbn Arabi, İnsan-ı Kâmil’i

“berzahın bilincinde uyanık kalan ruh” olarak tanımlar.

“Zamanın dışına çıkan kişi ya uyuyordur ya ölmüştür ya da ariftir.

Ama arif olan, her üçünde de diri olandır.”

Bu, sadece mecaz değildir.

Bu, bir hakikattir.

İnsan-ı Kâmil,

berzahta bile kendini kaybetmez.

Çünkü onun kimliği

bedenle değil,

ilahi isimlerle inşa edilmiştir.

İnsan-ı Kâmil’in bilinci

anların toplamı değildir.

Onun bilinci

tek bir büyük şahitlik anıdır.

Tüm geçmiş,

tüm gelecek,

tüm rüyalar ve uyanıklıklar

onun için

bir tek bakışta birleşir.

Ve o bakış,

Hakk’ın bakışıyla buluştuğunda

zaman artık çözülür.

Çünkü orada

görme değil,

olma vardır.

İbn Arabi der ki:

“Kâmil insan, zamanın içinde değildir.

Zaman onun içindedir.

Çünkü onun kalbi, arşın gölgesindedir.”

Bu ne demek?

Bu, senin kalbin eğer saflaşırsa,

eğer ilahi ahlâkla yoğrulursa,

eğer bütün suretlerden soyunursa…

o zaman sen de

zamanı durdurmadan

onun ötesine geçebilirsin.

Sen de rüyanda

gerçekliğe tanık olabilirsin.

Sen de ölüm anında

korkusuzca uyanabilirsin.

Sen de bir sessizlikte

Allah’ın fısıltısını duyabilirsin.

Bu mümkündür.

Çünkü İnsan-ı Kâmil

bir kişilik değil,

bir hâldir.

O hâl sana da gelir.

Bir anda…

Bir rüyada…

Bir duada…

Bir kayıpta…

Bir sessizlikte…

Ve o anda

zaman durur.

Sen de durursun.

Ama bilinç hâlâ açıktır.

İşte orası…

Zamanın kapalı döneminde bile

uyanık kalabildiğin

hakikatin eşiğidir.

Ve eğer kalbin hazırsa…

O eşikten geçersin.


Kapalı Dönemlerde Gelen İlham ve Gaybî Ses

Zamanın sustuğu yerde…

Söz başlar.

Ama bu söz, insan sözü değildir.

Bu söz,

kalbe düşen sessiz bir sestir.

Ne kulak duyar,

ne ağız söyler.

Ama ruh,

onu tüm benliğiyle hisseder.

İşte buna,

ilham denir.

Ve bu ilham,

zamanın açık olduğu yerden değil…

zamanın kapalı olduğu berzahtan gelir.

İbn Arabi der ki:

“İlham, berzahın dilidir.

Herkes konuşamaz,

ama herkesin ruhuna konuşulur.”

Yani berzah sadece ölümden sonrası değildir.

Berzah, ilhamın menbaıdır.

Zamanın akmadığı,

ama anlamın taştığı o ince eşiğin ötesinden

bir fısıltı gelir.

Bu fısıltı bazen bir rüyada,

bazen bir secdede,

bazen bir sükûtta duyulur.

Ve o duyduğun şey,

senin değildir.

Ama senin içindedir.

Çünkü berzah

bize dışarıdan değil,

içeriden seslenir.

Tasavvufta ilham ile vahiy arasında fark vardır.

Vahiy, peygamberlere gelir.

İlham ise,

sâdık kalplere akar.

İlham,

berzahın açıldığı anda gelir.

Ve o an…

zaman durmuş,

zihin susmuş,

kalp yumuşamış olmalıdır.

Çünkü ilham,

gürültüye inmez.

O ancak

kalp durduğunda iner.

İbn Arabi şöyle der:

“Zaman kapandığında,

gayb açılır.

Ve gayb, dili olmayan bir bilgelikle konuşur.”

İşte bu yüzden

arifler ilhamla yaşarlar.

Çünkü onlar

zamanın akışını değil,

zamanın arkasındaki sesi duyarlar.

Onlara göre

her sessizlik bir kelimedir.

Her nefes bir işarettir.

Her duruş bir öğretidir.

Çünkü berzah

gizli bir öğretmendir.

Ve ilham,

onun dersidir.

Bazen bir anda bir cümle gelir zihnine.

Sen onu düşünmemişsindir.

Ama gelir.

Ve kalbini sarsar.

Bir ayet gibi,

bir nida gibi,

bir iç titreyişi gibi…

İşte o cümle

ilhamdır.

Berzahtan kopup gelen

bir fısıltı.

Ve o fısıltı,

senin idrak ettiğin oranda

hakikate dönüşür.

İbn Arabi’ye göre ilham,

sadece bilgi vermez.

İlham, kişiye yol açar.

Bir hâlden diğerine geçirir.

Sana yön gösterir.

Ama bu yön bir harita değildir.

Bu yön,

bir sezgiyle gelen niyettir.

Ve bu niyet,

kalpten kalbe akar.

Bir arifin yanında durduğunda

sana hiçbir şey söylemese bile

bir şey olur içinde.

Oysa o susmuştur.

Ama o susuş…

berzahtan gelen bir yankıdır.

Zamanın kapalı dönemlerinde,

bütün kelimeler çekilir.

Ama anlam kalır.

İşte o anlam,

fısıldanır.

Ve bu fısıltıyı

yalnızca

uyanık kalpler duyar.

Bu yüzden

bazı insanlar sessizlikte

yol bulur.

Bazıları uykuda

şifa görür.

Bazıları yalnızlıkta

bütünlüğe kavuşur.

Çünkü o ânlarda

berzah açılmıştır.

Ve zaman

geri çekilmiştir.

Gaybî ses,

kulaktan gelmez.

Ama o öyle bir sestir ki

kalbi ikiye ayırır:

ya huzura düşersin

ya da titreyerek secdeye kapanırsın.

Bazen bir şiir,

bir dua,

bir söz…

kalbinde bir titreşim yaratır.

Ve sen anlarsın:

Bu sıradan bir cümle değil.

Bu sana

berzahtan gelen bir yankıdır.

İnsan-ı Kâmil,

bu yankıyı duyar.

Onun için fısıltılar

emir gibidir.

İçine düşen bir niyet,

yol olur.

Çünkü onun kalbi

sadece nabız atmaz.

Onun kalbi,

hakikatin ritmini taşır.

Ve o ritimle gelen her titreşim,

ona

Allah’ın bir çağrısıdır.

O hâlde sormak gerekir:

Senin içinde hangi ses konuşuyor?

O ses geçmişten mi geliyor,

nefsteki yankıdan mı?

Yoksa o ses…

zamanın ötesinden mi fısıldıyor?

Berzah açıksa,

ilham vardır.

Zaman kapanmışsa,

duyulan şey artık kelime değil…

Hakikattir.

ree

Final – Dua ve Sessizlikte Kapanan Zaman

Ve şimdi…

Artık kelimelerin çekildiği yerdeyiz.

Zamanın sustuğu,

sesin içimize döndüğü o yerde.

Ne anlatacak bir şey kaldı,

ne tanımlanacak bir hâl.

Çünkü burası…

berzahın son eşiği.

Ey dinleyici…

Sen bu yolculukta sadece dinlemedin.

Aynı zamanda geçtin.

Zihninden kalbine,

bedeninden ruhuna,

gündüzden berzaha doğru

adım adım yürüdün.

Ve şimdi buradasın:

Ne geçmişin baskısıyla,

ne geleceğin kaygısıyla.

Sadece

şimdiyle…

ama bu “şimdi”, zamana ait değil.

Bu şimdi,

Allah’ın “kün” dediği

sonsuz anın ta kendisi.

İbn Arabi der ki:

“Berzah, insanın kendine döndüğü

ama artık kendinde kalmadığı

bir aynadır.”

Sen o aynaya baktığında

bir yüz değil,

bir yankı gördün.

Bir cümle değil,

bir titreşim duydun.

Ve işte o titreşim,

sana Allah’ı hatırlattı.

Artık sorulara değil…

sessizliğe ihtiyacın var.

Artık bilgiye değil…

duaya ihtiyacın var.

Çünkü dua,

sadece istemek değil…

duada var olmak demektir.

Şimdi kalbini bir kabuk gibi aç…

Ve içinden geçen sesi dinle.

Çünkü orada

zamanın da ötesinden gelen

bir nida var.

Ve bu nida

yalnızca

duayla cevap bulur.

Dua

Allah’ım…

Zamanı bize unutturan değil,

anlam kılanlardan eyle.

Bizi geçip gidenlerden değil,

geçerken fark edenlerden eyle.

Berzahı sadece ölümle tanımakla kalmayalım,

her sessizlikte, her yalnızlıkta,

Sen’in fısıltını duyabilenlerden olalım.

Rüyalarımızda şifa,

ölümümüzde vuslat,

uykumuzda uyanış ver.

Ve bizi,

zamanın değil,

Sen’in iradene açılmış

bir ruh hâline getir.

Kalbimizi saatlere değil,

Senin zikrine bağla.

Ve biz susunca,

Sen konuş…

Zaman kapanınca,

Sen aç…

Ve biz görünmeyince,

Sen görün…

Amin.


Kapanış Sözleri

Zaman geçti mi?

Hayır.

Zaman burada

eridi.

Çünkü biz,

zamanın ötesine

bir ruh gibi süzüldük.

Ve şimdi biliyoruz:

Berzah sadece ölümle gelmez.

Berzah,

hakikatin seninle konuştuğu

her sessizliktir.

Bu bölüm,

kelimelerle bitti…

Ama ruh hâlâ yolda.

O hâlde bırak o ruh

zamanı değil,

hakikati arasın.

Ve unutma:

Zaman kapanır,

ama Sen’i Yaratan

daima açıktır.

$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button

$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

Recommended Products For This Post
 
 
bottom of page