Zamanın İllüzyonu.
- Ayhan Yalçın

- 17 Haz
- 8 dakikada okunur

Ruhun Zamanı Aşan Yükselişi.
Zaman bazen o kadar gerçek görünür ki, insan onun dışında bir şey düşünemez. Sabahlar, akşamlar, aylar, yıllar… Hepsi birbiri ardına sıralanmış gibi durur. Ama ruh için zaman böyle işlemez. Ruh için zaman, ne takvim yapraklarında yazılıdır ne de saate bağlıdır. Ruh, başka bir boyutta yaşar. Zamanın ötesinde, sessiz ve geniş bir alanda. Ve bu alan, gözle değil, hissedişle kavranır. İbn Arabi, zamanın bir perde olduğunu söyler. Bu perde, sadece dış dünyanın hareketlerini düzenlemez; aynı zamanda ruhun gerçek bilgisine ulaşmasını da engelleyebilir. İnsan bu perdede kaybolduğunda, neyin gerçek olduğunu unutmaya başlar. Zamanın illüzyonu işte burada başlar. Saatlerin sesi, takvimlerin ağırlığı, yaşın ilerleyişi… Bunlar insanın ruhunu yavaş yavaş dış dünyaya bağlar. Ama ruhun özlemi içeridedir. Ve içerde zaman yoktur. Sadece varoluşun kendisi vardır.
İnsan bazen bir anın içinde hapsolur. Yaşanmış bir pişmanlıkta, söylenmemiş bir cümlede, ertelenmiş bir adımda. Ama zaman dışarıdan ilerlemeye devam eder. Oysa ruh, o anda takılı kalır. İşte bu takılı kalış, zamanın illüzyonudur. Çünkü o ânın çoktan geçtiğini bilmek, ruhu özgürleştirmez. Ancak o âna yüklediğin anlamı değiştirmek ruhu serbest bırakır. İbn Arabi’ye göre insanın kurtuluşu, zamanı değil, zamanın içindeki bağlarını çözmesindedir. Her bağ, bir alışkanlık. Her alışkanlık, bir duvar. Ve o duvarlar yükseldikçe insan, kendini sınırlı bir varlık gibi hisseder. Oysa ruh sınırsızdır. Onun gerçeği ne dünle sınırlıdır ne de yarınla. Sadece şu anın içinde, kendi sonsuzluğuyla yaşar. Ve bu sonsuzluk hissi, insanı zamanın dışına çağırır.
Zamanın illüzyonundan kurtulmak için, önce onun büyüsünü fark etmek gerekir. Çünkü büyülenmiş zihin sorgulamaz. Koşar, acele eder, bekler, unutmaya çalışır. Her şeyin peşindedir ama kendi içinde duramaz. Zamanın peşinde koşan ruh, kendi içindeki ışığı göremez. Oysa yavaşlayan, duran, dinleyen bir ruh, kendi içindeki evreni fark eder. Ve bu evren, takvimlerin gösterdiğinden çok daha derindir. Bir ânın içinde öyle çok şey olur ki, bir ömür anlatamaz. Ve bazen bir ömür, bir ânın farkına varılmadan geçip gider. İşte bu yüzden zamanın illüzyonunu kırmak, bir anda mümkün olabilir. Gözlerini kapattığında, içindeki zamanı duymaya başladığında… O zaman ruh yükselmeye başlar. Ne geçmişin zincirleri onu tutabilir, ne geleceğin belirsizliği onu korkutabilir. Çünkü artık dışarıdaki zaman değil, içerideki duruş belirleyicidir.
Zamanın seni yönlendirmesine izin verdiğinde, kendini hep bir yere yetişmeye çalışırken bulursun. Ama nereye yetişeceğini bilmezsin. Hep bir şeyler eksiktir. Hep biraz daha zaman lazımdır. Ama zaman sana hiçbir zaman tam olarak yetmez. Çünkü mesele zaman değil, zamanın içinde nasıl durduğundur. Ruhun zamanla ilişkisi bir sahiplik değil, bir tanıklık ilişkisidir. Zaman sana ait değildir. Ama sen onun tanığısın. Her gün doğumunun, her gecenin, her mevsimin… Bu tanıklık derinleştiğinde, artık günlerin hızı seni telaşlandırmaz. Her gün bir davettir. Her mevsim bir aynadır. Her gece içindeki yıldızlara bakman için bir fırsattır. Ve bu bakış, seni zamanın ötesine taşır. Artık sen sadece yaşayan biri değil, her ânı hissederek var olan birisindir.
İbn Arabi’nin eserlerinde geçen bir ifade çok şey anlatır: “Varlık, zamanla değil, hisle açılır.” Çünkü his, zamanın durduğu yerde başlar. Zihin saatleri takip eder, ama kalp yalnızca anı tanır. Kalp için ne sabah erkendir ne de gece geç. Kalp ne yaşta olduğunu bilmez. O sadece olup biteni hisseder. Ve hissettiğinde, yükselir. Yükselen ruh, zamanı sadece bir çerçeve olarak görür. Gerçek derinliği onun içinde aramaz. Sadece onu aşar. Çünkü gerçek bilgi, zamanla biriktirilmez. O, bir seziyle açılır. Ve bu sezgi geldiğinde, insan zamanla ilgili bütün kavramlarını geride bırakır. Ne çok erken olur, ne çok geç. Sadece tam zamanında olur.
Zamanın illüzyonundan kurtulan bir ruh, artık kendini yaşanmışlıkların içinde değil, anlamın kalbinde bulur. Eskiden zamana direnen, sabırsızlanan, hep bir adım sonrasını düşünen o zihin, şimdi durmayı öğrenir. Çünkü yükselmek, her zaman yukarı çıkmak değildir. Bazen durmak da bir yükseliştir. Bazen susmak da bir ilerlemedir. Zamanın içinde koşmayı bırakan bir ruh, artık kendi adımlarını değil, evrenin ritmini duymaya başlar. Ve bu ritim, dışarıdan değil içeriden gelir. Dışarıdaki saatler seni hızlandırabilir. Ama içerideki ses seni yavaşlatır. Ve yavaşlayan bir ruh, her şeyi daha net görür. Gözlerinle değil, kalbinle bakarsın. Gördüğün şey ise, zamanın ötesinde bir anlam olur.
İbn Arabi, zamanın şekil verdiği değil, şekli aşan bir varoluştan bahseder. Ona göre zaman sadece bir nehir değil, aynı zamanda bir aynadır. Kendine nasıl baktığını, nasıl hissettiğini, nasıl yaşadığını sana yansıtan bir aynadır. Eğer kendini hep gecikmiş biri gibi hissediyorsan, zaman sana hep geç kalmış gibi görünür. Eğer kendini hep eksik hissediyorsan, zaman sana hep yetersiz gelir. Ama eğer kendini olduğun gibi kabul edersen, zaman sana dağılmaktan çok, derinleşmeyi getirir. Çünkü o an, artık zaman sana değil, sen zamana yön vermeye başlarsın.
Ve bir gün gelir, bu yön verme seni hiç beklemediğin bir yere taşır. Belki sabahın erken saatinde bir dua olur bu. Belki gecenin ortasında duyduğun bir cümle. Belki de hiçbir şey yapmadan hissettiğin bir huzur. İşte o huzur, zamanın illüzyonunu parçalayan şeydir. Artık zaman senin için bir yarış değil, bir davettir. Her ânı içine alan, her saniyesiyle seni büyüten bir davet. Ve bu davete kulak verdiğinde, ruhun yükselir. Ama bu yükseliş bir zafer gibi değildir. Sessiz, sade ve derindir. Çünkü ruh, görünmeden yükselir. Ve bu görünmeyen yükseliş, zamanla kurulmuş bütün bağları çözmeye başlar.

Artık her yeni gün seni korkutmamaya başlar. Çünkü sen zamanı kontrol etmeye değil, onunla birlikte var olmaya başlamışsındır. Zamanın geçmesinden korkmak yerine, geçmeyen şeyleri fark edersin. Bir bakışın kalıcılığı. Bir iyiliğin yankısı. Bir duanın içindeki derinlik. Bunlar, zamanın hükmü dışında kalan şeylerdir. Ve bunlar ruhun gerçek yolculuğunu oluşturur. Gözle görülemeyen ama kalple hissedilen bir harita çizer sana. Bu haritada yön bulmak için pusulaya değil, sezgiye ihtiyacın olur. Ve sezgi, sadece durabilen bir ruhta doğar.
Zamanın illüzyonu çözülmeye başladığında, artık geçmiş seni tanımlamaz. Gelecek de seni tehdit etmez. Artık sadece şimdi kalır. Şimdinin kıymetiyle, farkındalığın derinliğiyle yaşarsın. Her sözü daha dikkatli söylersin. Her hareketi daha bilinçli yaparsın. Çünkü bilirsin ki, ruhun zamanı bu anın içinde gizlidir. Ve bu an ne kadar fark edilirse, ruh o kadar özgürleşir. Artık senin için bir günün kaç saat sürdüğü değil, o günün içinde kaç kez gerçekten yaşadığın önemlidir. Kaç kez içinden gelen bir sessizliğe kulak verdin? Kaç kez bir gözyaşını gerçekten hissettin? Kaç kez bir tebessümü kalbinle karşıladın? İşte zamanın dışına çıkan ruh, bu sorularla yüzleştiğinde yükselmeye başlar.
İbn Arabi’ye göre yükseliş, sadece ruhun yukarı çıkması değildir. Aynı zamanda dünya ile kurduğun bağı yeniden şekillendirmendir. Artık dünyaya tutunarak değil, onun içinde dengeyle durarak yaşarsın. Ne sahip oldukların seni tanımlar ne de yitirdiklerin seni eksiltir. Çünkü ruhun içindeki zaman, senden hiçbir şey eksiltmez. Aksine seni daha çok sen yapar. Daha berrak, daha sade, daha içten. Ve bu içtenlik seni gözle görülmeyen bir ışıkla sarar. O ışık, dışarıdan değil, içerden gelen bir yükseliştir. Artık senin için zaman, bir yük değil, bir kanat olur. Seni aşağıya çeken değil, yukarıya taşıyan bir kanat.
Zamanın seni yükselttiği an, her şey yerli yerinde olur. Ne eksiksin ne fazlasın. Sadece sensin. Sadece o anın içindesin. Oysa dış dünyanın zamanı hep seni bir yere çağırır. Daha fazlasına, daha hızlıya, daha yükseğe. Ama iç dünyanın zamanı seni sadece kendine çağırır. Daha derine, daha duru olana, daha samimi bir sessizliğe. Bu sessizlik korkutucu gelmesin. Çünkü o sessizlikte, en çok sen varsın. Orada maskeler yok, zorlamalar yok. Sadece varoluş var. Ve varoluş, zamanla yarışmaz. O sadece olur. Olur ve kalır. Tıpkı bir çiçeğin açması gibi. Acele etmeden, her şeyin vaktinde…
İbn Arabi’nin metinleri boyunca geçen bir tema vardır: Beklemek. Ama bu bekleyiş boş bir bekleyiş değildir. İçinde bir bilinç taşır. Bir kabulleniş. Zamanın akışına değil, zamanın anlamına teslim olmak. Çünkü anlam bulunduğunda, bekleyiş sabra dönüşür. Sabır ise seni zamanın illüzyonundan çıkarır. Artık gecikmişlik hissi yoktur. Artık “geç oldu” diye bir şey yoktur. Ne geldiyse zamanında gelmiştir. Ne gitmişse gitmesi gerektiği için gitmiştir. Ve bu fark ediş seni özgürleştirir. Artık seni tutan zincirler yoktur. Sadece seni taşıyan bir akış vardır. O akışta savrulmak yoktur. Akışla beraber yürümek vardır.
Bazen kalbin çok yorulduğunu hissedersin. Sanki hiçbir şey değişmiyor gibi. Zaman geçiyor ama içindeki sıkışma kalıyor. İşte o an, dışarıdaki zamanla değil, içerideki zamanla ilgilenmenin vaktidir. Kendine şunu sor: Gerçekten yaşadım mı, sadece geçip gittim mi? Bir sabahı, bir gülüşü, bir vedayı, bir çocuğun gözlerindeki anlamı… Fark ettim mi, yoksa sadece zamanın hızında kayıp mı oldum? Eğer fark ettiysen, yükselmeye başladın demektir. Çünkü farkındalık, zamanın duvarlarını inceltir. Kalınlaşan günlerin içini boşaltmaz.
Onları anlamla doldurur.
Zamanın illüzyonu, bize hep bir şeyleri kaçırdığımızı fısıldar. Daha erken başlasaydın, daha dikkatli olsaydın, daha çok çalışsaydın… Ama ruh böyle işlemez. Ruh, “şimdi ne yapabilirim” sorusuyla var olur. Ve bu soru, seni geçmişten çıkarır, geleceğe taşır. Ama korkuyla değil. Merhametle. Kendine karşı. Geçmişteki kendine, “elinden geleni yaptın” diyebilmekle başlar bu merhamet. Gelecekteki kendine, “ben senin için bugün bir şey yaptım” diyerek devam eder. Zamanın illüzyonunu çözmek, kendine şefkatle yaklaşmaktır. Ve bu şefkat seni yükseltir. Kimsenin görmediği, alkışlamadığı, ama senin içini aydınlatan bir yükseliştir bu.
Bir gün her şey çok sessiz olur.
O sessizlikte ne saat sesini duyarsın, ne dış dünyanın telaşını. Sadece içinden geçen bir fısıltı olur. “Buradayım” dersin. Ve bu cümle zamanın içinde değil, zamanın ötesinde yankılanır. O yankı, sana bir yön göstermez. Çünkü sen artık yönün kendisisin. Ne doğuya gidersin ne batıya. Artık merkezdesin. Ruhun merkezinde. Zamanın merkezinde. Ve orada zaman işlemiyor gibi görünse de, her şey en doğru ânını buluyordur.
İbn Arabi der ki, “An, bütün ilahi sırların kapısıdır.” O kapıdan geçmek için yıllar gerekmiyor. Cesaret gerekiyor. Kalbine dürüstçe bakma cesareti. Zamanı kovalamak yerine, bir an’ı hakkıyla yaşama cesareti. Ve o cesaret, seni zamanın sınırlarından alır, sonsuzluğun eşiğine getirir. Artık senin için hiçbir şey aynı değildir. Çünkü sen artık zamanla değil, zamanın ötesiyle konuşuyorsun.

Zamanın ötesiyle konuşmaya başladığında, kelimelerin anlamı değişir. Sessizlik artık bir boşluk değil, bir derinliktir. Bekleyiş bir yoksunluk değil, bir hazırlıktır. Ve en önemlisi, geç kalmak diye bir şey kalmaz. Çünkü zaman artık dışarıdan gelen bir baskı değil, içeriden yükselen bir bilgeliktir. O bilgelikle baktığında, kaybettiğini sandığın birçok şeyin aslında seni hazırlamak için senden uzaklaştırıldığını fark edersin. Ve bu fark ediş, seni yükseltir. İçten bir yükselişle, gözle görünmeyen ama ruhla hissedilen bir ilerleyiş başlar. Zamanın illüzyonu burada biter. Gözlerinle değil, kalbinle görmeye başladığında her şey yer değiştirir.
Bir mevsimin değişimi gibi gelir bu fark ediş. Fark etmeden başlar, ama bir bakarsın ki artık hiçbir şey eskisi gibi değil. Aynı sokaklarda yürürsün ama hissettiklerin farklıdır. Aynı insanlarla karşılaşırsın ama iç dünyan başka şeyler söyler. Çünkü artık sen geçmişin bir tekrarı değilsin. Her gün yeniden doğan bir bilinçsin. Her sabah yeniden uyanan bir ruhsun. Ve bu ruh, zamanın çizdiği kalıplara sığmaz. Çünkü artık sen kendine ait bir ritimle yaşıyorsun. Başkalarının hızına, toplumun beklentilerine, dünyanın dayattığı zamana göre değil; kendi içsel saatine göre. Ve bu saat, seni sana yaklaştırır.
Artık zamanı durdurmaya çalışmazsın. Onunla savaşmazsın. Çünkü bilirsin ki, zamanla kavga etmek insanı yorar. Ama onunla dans etmek, insanı hafifletir. Zamanla dans etmek, her adımı fark ederek yürümektir. Her günü bir emanet gibi yaşamak, her anı bir armağan gibi hissetmektir. O armağanın içinde gizli bir huzur vardır. Bu huzuru dışarda arayan çoktur, ama içinde bulan azdır. Sen artık o azların yolundasın. İçindeki zamanı duymayı öğrenenlerin, zamanın üstüne çıkanların, zamana hükmetmeye değil, onunla birlikte olmaya niyet edenlerin yolunda.
Ve o yol, seni en gerçek karşılaşmaya götürür. Kendinle. O karşılaşma zor olabilir. Çünkü zamanın illüzyonu, sana yıllarca bir maske taşımayı öğretmiştir. Ama maskeleri çıkaran bir ruh, en yalın haliyle parlar. O parıltı gözle değil, kalple görülür. Ve kimse görmese bile, sen hissedersin. Bu his, dış dünyanın hiçbir alkışına ihtiyaç duymaz. Çünkü içerden gelen bir tanıklıktır bu. Sen artık kendine şahitsin. Bu şahadet, seni yüceltir. Sadece kendi gözünde değil, Yaratan’ın nazarında da.
İbn Arabi’nin sessiz cümleleriyle tamamlayalım bu bölümü: “Zaman geçer, ama sen geçme. Olan olur, ama sen olmayı sürdür.” Çünkü olanla birlikte olmadan, olmanın sırrı bilinmez. Zamanın illüzyonunu fark eden kişi, neye geç kaldığını değil, neye uyanmakta olduğunu sorar artık. Ve bu uyanış, ne bir anda olur ne de ertelenir. O, sadece olur. Tıpkı sabahın doğuşu gibi. Tıpkı bir su damlasının toprağa düşmesi gibi. Sessiz, derin ve tam vaktinde.
Ruhun zamanla dansı bitmez. Ama artık o dans bir zorunluluk değil, bir neşedir. Bir kurtuluşun sessiz şarkısı gibi akar içinden. Her an bir notadır, her gün bir ezgi. Ve sen, o ezginin en içten ritminde yürümeye başlarsın. Ne dışardaki zamana mahkûmsun, ne geçmişin zincirlerine. Artık sen özgürsün. Çünkü zamanın ötesine geçtin. Ve orada, sadece bir kelime yankılanır: Şimdi.
Son söz olarak, dinleyenlere bir sesleniş bırakalım:
Bugün zamanın seni yönetmesine izin verme. Bugün saatlerin değil, içindeki sezginin sesiyle yürü. Çünkü zamanın ötesinde seni bekleyen bir yer var. Orası takvimlerin, yılların, yaşların değil; içindeki derinliğin yaşadığı yer. Oraya yalnızca kalbinle varabilirsin. Ve kalbinle vardığında, bil ki artık hiçbir şeye geç kalmadın. Her şey tam zamanında oldu. Ve sen, zamanın değil, zamanın ötesinde yükselen bir ruh oldun.

$50
Product Title
Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button

$50
Product Title
Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

$50
Product Title
Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.




