top of page

Zamanın Arkasında Kayıp Hakikat. İbn. Arabi Hz.

ree

İlahi Zamanın Derinlikleri.

İnsan, zamanla birlikte yürüdüğünü sanır. Oysa zaman yürüyen değil, geçendir. Ve insan, farkında olmadan sadece zamanın içinden geçmez; aynı zamanda zamanın içini dolduran bir anlamın taşıyıcısıdır. Bu anlam, görünürdeki saatlerin ve takvimlerin ötesinde, daha sessiz, daha derin bir yerde varlığını sürdürür. İbn Arabi’ye göre hakikat, zamana hapsedilmez. Gerçek bilgi, zamanın gerisinde değil, zamanın arkasında gizlenmiştir. Çünkü zaman, sadece hareketin görünen yüzüdür. Oysa asıl olan, hareketin başlamadığı yerde, yani İlahi zamanın derinliklerinde saklıdır.


Zamanın başladığı anla ilgili sorular, insanoğlunun en kadim sorularındandır. Ne zaman başladı? Ne kadar sürecek? Ve sonunda ne olacak? Bu sorulara verilen her cevap, aslında insanın kendi varlığına dair verdiği cevaplarla yakından ilgilidir. Çünkü zamanın akışıyla birlikte, insanın anlamı da çözülür. Ve zaman ilerledikçe, insan bir sona doğru yaklaştığını düşünür. Oysa İbn Arabi için zamanın sonu yoktur. Çünkü zaman bir düz çizgi değildir. Zaman, halkalardan oluşan bir sırdır. Ve bu sır, ancak ruhun sezgisiyle açılabilir.


İlahi zaman, bizim ölçtüğümüz zamanın ardında sessizce akmaktadır. Günler geçerken, saatler ilerlerken, takvim yaprakları düşerken... bir başka zaman daha vardır. O zaman ne sabahı tanır ne geceyi. Ne gençliği bilir ne ihtiyarlığı. O zaman ne dünle ilgilidir ne de yarınla. O zaman, sadece şimdiye aittir. Ama öyle bir şimdi ki, içinde başlangıç da vardır, son da. İşte bu zaman, kaybolmuş hakikatin içinde saklandığı zamandır. Ve insan, bu zamanla karşılaştığında değişir. Çünkü bu karşılaşma, bir bilginin değil, bir uyanışın kapısını aralar.


İbn Arabi, zamanın içindeki hakikatin ancak zamanı aşan bir bakışla görülebileceğini söyler. Bu yüzden, dış dünyada yaşanan her şey, sadece bir gölgedir. Gerçek olan ise, o gölgenin düşmesine sebep olan ışıktır. İnsan, gölgeye bakarak yaşamaya başladığında, o ışığı unutur. Zaman geçer, hayat geçer, insanlar geçer… ama o ışık hep oradadır. Ve bir gün, bir sessizlik anında, bir gözyaşının kıyısında, o ışık yeniden görünür. O anda insan neye ağladığını bilmez, ama neden yaşadığını hisseder.


Bazı anlar vardır, zamanı durdurur. Bir bakış, bir kelime, bir rüya… Zamanın ölçülemediği anlar. İşte bu anlar, İlahi zamanın bu dünyaya düşen kırıntılarıdır. İbn Arabi bu tür anlara "ezeli yankı" der. Çünkü bu anlar, geçmişe ait değildir, geleceğe de. Onlar yalnızca ruhun tanıdığı bir zamanla örtüşür. Ve o anda insan, kendi zamanını değil, Rabbin zamanını hisseder. Bu his, açıklanmaz, anlatılmaz, sadece yaşanır.


İnsan çoğu zaman zamanın içinde kaybolduğunu düşünür. Bir telaş içinde yaşar, yetişmeye çalışır, gecikir, plan yapar, bekler. Oysa gerçek zaman, insanın beklemesiyle ilgilenmez. Gerçek zaman, insanın neyi beklediğini hatırlamasıyla ilgilidir. Çünkü insan aslında hiçbir yere geç kalmaz. Zaman, insanı bir yere ulaştırmak için değil, ona kendi iç yolculuğunu hatırlatmak için yaratılmıştır. Ve bu yolculukta asıl mesele varılacak yer değil, dönülecek merkezdir.


İbn Arabi’ye göre merkez, ne doğuda ne batıda, ne dışarıda ne içeridedir. Merkez, zamanın dağılmadığı, sabit kaldığı yerdir. Ve bu yer, her insanda vardır. Ama çoğu insan, bu merkeze hiç yaklaşmaz. Çünkü dış dünya, insanı merkezin etrafında döndürür durur. Haberler, sesler, korkular, umutlar, başarılar, kayıplar… hepsi insanı merkezin çevresinde gezdirir. Ama merkez sessizdir. Ve bu sessizlik, zamanın arkasında kalan hakikatin kendisidir.


Zamanın görünür yüzü, doğar ve biter. Ama arkasındaki zaman, ne doğar ne de biter. O, her an hazır ve nazırdır. Her an seni çağırır. Ama çağrısı kulakla değil, kalple duyulur. Kalbin bu çağrıyı duyması için, zamanla değil, zamanın içindeki boşlukla ilgilenmesi gerekir. Çünkü o boşluk, İlahi olanın konuştuğu yerdir. Ve ancak o boşluğa inen, kaybolmuş gibi görünen hakikatin izine ulaşır.


İnsanın aklı geçmişte takılır, gelecekte oyalanır. Ama ruh yalnızca şimdiyle konuşur. Çünkü ruhun doğası zamana bağlı değildir. Ruh, İlahi kaynaktan gelen bir nefes olduğu için, zamanı dışarıdan izler. Ve ruh, zamanı izledikçe insana fısıldar. Der ki: “Sen zamanın içinde yürüyorsun ama asıl yürüyen sensin. Zaman sadece seni aynalıyor.” Bu fısıltıyı duymak, zamanı geride bırakmak değil, zamanın içinden geçerek onun arkasındaki anlamla buluşmaktır.


İşte bu buluşma, ruhsal bir uyanıştır. İnsan, takvimlerin dışına çıkar. O gün, haftanın hangi günü olduğu önemsizleşir. O saat, hangi sayıyı gösterdiği unutulur. Çünkü insan artık zamanı yaşamaz, zamanı hisseder. Zamanı hissetmek demek, onun üstündeki örtüyü kaldırmak demektir. Ve bu örtü kalktığında, kayıp hakikat gözle değil kalple görünür hale gelir.


Zaman çoğu insana göre akıp giden bir ırmaktır. Ama İbn Arabi’ye göre zaman bir örtüdür. Öyle bir örtü ki, gördüğümüz her şeyin üzerine serilmiş, duyduğumuz her sesi içine hapsetmiştir. Ve bu örtünün altında bambaşka bir düzen işler. İnsanlar günleri sayar, yılları hesap eder, ömürlerini planlar. Oysa bütün bu hesap, örtünün üzerindedir. Asıl olan, örtünün altındaki sessiz bilgidir. O bilgi, takvimle değil, derin bir sezgiyle ulaşılabilir bir bilgidir.


İlahi zaman, insanın alıştığı kronolojik düzeni tanımaz. Çünkü O’nun katında ne erken vardır ne geç. Ne geç kalmak mümkündür ne de erken varmak. Zamanı bölen, onu parçalara ayıran hep insandır. İnsan kendini güvende hissetmek için zamanı ölçer. Ama ölçülen her şey, sınırlanmış demektir. Oysa İlahi olan sınırsızdır. Ve sınırsız olan zaman, ancak sınırsız olan bir ruhla temas ettiğinde hissedilebilir. İşte bu hissediş, perdeyi aralayan ilk esintidir.


Bir gün ansızın bir an yaşanır. Hiçbir şey olmamıştır ama insanın içi birden sessizliğe gömülür. Sanki görünmez bir el zamanın örtüsünü hafifçe kaldırmıştır. O an insan, mekânda değildir. O an sesler uzaklaşır, renkler silinir. Geriye sadece derin bir huzur kalır. Bu huzur, İlahi zamanın kısa bir yansımasıdır. Ve o yansıma, insana kendi gerçekliğini hatırlatır. O gerçeklik, bu dünyadaki rollerin ve isimlerin ötesindedir. Çünkü ruh, ne isimle doğar ne meslekle tanımlanır. Ruh sadece çağrıldığı yere aittir. Ve o çağrı zamanın dışındadır.


İbn Arabi’nin söylediği gibi, “Zaman seni taşır gibi görünür ama aslında sen zamanı taşırsın.” Bu cümle ilk bakışta anlaşılmaz gibi durur. Ama içine girdiğinde fark edersin ki, senin varlığın zamanın akışından önce gelir. Zaman senin içine doğar. Sen bir ana gelmezsin. An, senin içindeki anlamla belirlenir. Bu yüzden bazı anlar vardır ki, insanı ebediyete bağlar. Küçücük bir an, ömürden daha geniş gelir. Bir bakış, bir dua, bir suskunluk…


Her şey durur, ama sen kendini en diri halinle hissedersin. İşte bu, zamanın arkasındaki hakikatin bir yansımasıdır.

Zamanı bir perde olarak düşündüğünde, onun ardında ne olduğunu merak edersin. Ama bu perdeyi elinle açamazsın. Bu perde kelimelerle de delinmez. Bu perde sadece kalple hissedilir. Ve hissedildiğinde açılır. Açıldığında ise, zaman biter. Çünkü orada zamanın anlamı kalmaz. Orada yalnızca varlık vardır. Var olan, olmuş olan ve olacak olanın hepsi bir araya gelir. Bu birleşim ne bir hikâye anlatır ne bir fikir. Sadece bir haldir. Ve o halde duran ruh, artık geçmişten ya da gelecekten bahsetmez. Sadece şimdiyle bütünleşir.


İnsanın acı çekmesi çoğu zaman zamanla ilgilidir. Ya geçmişte kalan bir pişmanlık, ya da gelecekte olmasından korktuğu bir ihtimal… Oysa zamanın arkasına geçebilen ruh, acının zamana bağlı olmadığını fark eder. Acı, zamanın içindeki tutunmalardan doğar. Ama ruh, eğer serbest bırakırsa, geçmişi de bırakır, geleceği de. O zaman kalır sadece. Ve zaman da, serbest bırakıldığında kaybolur. Geriye sadece varlık kalır. O varlık, ne kelimeye dökülür ne şekle girer. Ama hissedilir. Ve bu hissediş, ruhun özlemini duyduğu asıl evine dönüşüdür.


Bazen bir mekan, bir yüz, bir koku sana geçmişini hatırlatır. Ama bu geçmişin belleğinle ilgili değildir. Bu hatırlayış, ruhunun zamanın arkasındaki bilgiyle temasıdır. Çünkü bazı yerler, bazı insanlar, bazı anlar sana zamanın kendisini değil, zamanın gerisindeki anlamı anlatır. Bu anlatı sözcüklerle değil, titreşimle olur. Kalp titrer, göz yaşarır, iç birden boşalır. Bu, zamanın çözülmesidir. Bu çözülüş, insana hem hüzün verir hem huzur. Çünkü insan o anda hem kaybettiğini hisseder hem de bulduğunu.


Zaman seni taşımaz. Sen zamanın içinden geçerken, her geçişte kendinden bir iz bırakırsın. Bazen bu iz bir davranışta, bazen bir cümlede, bazen sadece bir bakışta kendini gösterir. Bu izler, zamanın içinde kalır ama asıl taşıdığı şey zamandan değildir. Asıl olan, zamanın taşıyamadığıdır. O da senin niyetindir, sevgindir, teslimiyetindir. Bunlar zamanın ölçüsüne sığmaz. Ve bu yüzden zaman, onları sadece yansıtır. Ama sen onların kaynağını taşırsın.


İlahi zaman, sonsuzlukla eşdeğerdir. Ama bu sonsuzluk sayılamaz. Bu sonsuzluk hissedilir. Bu hissediş insanı zamana karşı değil, zamanın derinliğine taşır. O derinlikte yaşanan her an, insanın dış dünyada geçirdiği binlerce güne bedeldir. Çünkü o anda zaman çözülmüştür. Zaman artık bir yapı değil, bir hissediş halidir. Ve bu hal, sadece ruhun dürüstlüğüyle açılır.


Zaman yalnızca bir perde değil, aynı zamanda bir sınavdır. Ama bu sınav ne kalemle çözülür, ne sözle anlatılır. Bu sınavı anlayanlar, onun sorularının kelimelerle değil, hallerle sorulduğunu bilir. İbn Arabi’nin dediği gibi, “Her an bir imtihandır. Çünkü her an yeni bir yaratılıştır.” Ve bu yaratılış, sadece dış dünyada değil, insanın iç âleminde gerçekleşir. Her sabah uyandığında aynı evi, aynı insanları, aynı bedenini görürsün. Ama ruhun eğer uyanmışsa, artık aynı kişi değilsindir. Çünkü o günün zamanına, artık başka bir gözle bakarsın.


Zamanı yalnızca saatlerle ölçen insan, bu sınavın içeriğini kaçırır. Ama zamanı sezgisiyle hisseden ruh, her anın kendisine özel bir davet olduğunu fark eder. Çünkü her an, İlahi bir çağrıdır. Bir bakışın içinde sabır saklıdır. Bir bekleyişin içinde teslimiyet vardır. Bir ayrılığın içinde sadakat gizlidir. Ve bunların hepsi zamanın içindeki ruhsal sorulardır. Bu sorulara verilen cevap, davranışla değil, ruhla verilir. Çünkü bu sınavın muhatabı akıl değil, varlıktır.


Zamanın içinde sabretmek, sadece beklemek demek değildir. Sabretmek, zamanın kendini yenilemesine izin vermektir. İnsanın içindeki acele, ruhun önüne geçmek ister. Ama ruh, İlahi düzenin zamanını tanır. O yüzden ruh, olması gerekenin ne zaman olacağını bilir.


Bu bilgi, dışarıdan görünmez. Ama bir insanın yüzündeki sükûnet, onun zamanın içindeki sırra dokunduğunu gösterir. Çünkü huzur, zamanın kontrolünden çıkmış bir ruhun armağanıdır.

Bazen insanın hayatında hiçbir şey değişmez. Günler aynı, insanlar aynı, yaşanılanlar sıradan görünür. Ama kalbinin derininde bir şey kıpırdanıyorsa, o zaman bil ki ruhun yeni bir soruya hazırlanıyordur. Bu soru, belki bir vazgeçiştir, belki bir affediştir, belki de bir durup sessizce bekleyiştir. Zaman, ruhu bu sorularla olgunlaştırır. Ve her cevap, insanı İlahi olana bir adım daha yaklaştırır.


İbn Arabi’ye göre, zamanla mücadele etmek insanı yorar. Ama zamanla dost olanlar, zamanı kendine perde değil, pencere yapar. Çünkü zamanı inkâr etmek değil, onun ardındaki hikmeti fark etmek gerekir. Her gecikme, her kayıp, her bitiş… dışarıdan bir eksilme gibi görünse de, ruh için bir terbiye sürecidir. Ve bu terbiye, zamanın içindeki en kıymetli derstir. Kim bu dersi içinden okuyabilir, o zamanın arkasındaki hakikate yaklaşır.

ree

İnsan çoğu zaman niçin beklediğini bilmez. Bir kapı açılmasını, bir işaret gelmesini, bir sesin duyulmasını ister. Ama çoğu zaman o işaret gelmez, o ses duyulmaz. Çünkü zaman, insana cevap vermek için değil, insanı hazırlamak için vardır. Ve cevap, dış dünyada değil, insanın dönüşümündedir. Zaman geçtikçe, sabır içinde geçen o bekleyişte, insan yavaş yavaş başka bir hale bürünür. O hal geldiğinde, artık beklediğin şey değişmiştir. Belki onu istemiyorsundur artık. Belki artık ona ihtiyacın kalmamıştır. İşte bu, zamanın öğretisidir.


Zamanla barışmak, ruhun İlahi düzene teslim olmasıdır. Zamanla kavga eden ruh, sürekli eksiklik hisseder. Çünkü onun istediği anlar, yaşanmamıştır. Ama teslim olmuş bir ruh, yaşanan her anı olması gerektiği gibi kabul eder. Bu kabul, pasiflik değildir. Bilakis en aktif sezgidir. Çünkü bu hal, insanı zamanın üstüne çıkarır. Ve zamanın üstüne çıkan, artık zaman tarafından sınanmaz. O kişi sınavın içinde değil, sınavı seyreden haldedir.


Zamanın akışına sessizce eşlik eden insanlar vardır. Onlar az konuşur, çok dinler. Onlar her şeyi bilir gibi değil, her şeyi görür gibi yaşar. Çünkü onlar zamanı ezberlemez. Zamanın içinde akan İlahi akışı hisseder. Ve bu his, onları derinleştirir. Böyle insanlar bir odaya girince huzur getirir. Çünkü onların taşıdığı zaman, sıradan zaman değildir. O zaman İlahi bir derinliği yansıtır. Ve o derinlik, bulunduğu yere sessizce yayılır.


Zaman bir sınavdır, çünkü insan her an bir seçimin içindedir. Her seçim, İlahi isimlerden birinin yansımasını taşır. Sabreden, El-Halim’e yaklaşır. Affeden, El-Afuv’a… Tevekkül eden, El-Vekil’e… Ve her seçimin içinde zamanın bir sesi vardır. O sesi duymak, ancak kalbin sessizliğiyle mümkündür. Kalbi susmayan, o sesi duyamaz. Ve o sesi duymayan, zamanın arkasındaki hakikate asla ulaşamaz.


Zamanın içinden geçen insan çoktur. Ama zamanın ardına bakan azdır. Çünkü çoğu insan hayatı dış dünyada arar. Oysa hayat, zamanın arkasındaki İlahi anlamla başlar. O anlam bir defa fark edildiğinde, insan artık her anı bir mesaj gibi okur. Her olay bir cümle olur. Her karşılaşma bir kelimeye dönüşür. Ve hayat bir metin halini alır. Ama bu metin, yazıyla değil, sezgiyle okunur. Ve bu okuma, ruhun tek başına çıktığı bir yürüyüştür.


İnsan ne zaman zamanı aşar? Bu sorunun cevabı, ne bir anda saklıdır ne de tek bir olayda. Zamanı aşmak, bir yolculuğun sonucudur. Dışarıda değil, içeride yürüyen bir yolun meyvesidir. Bu yol yürünürken zaman çözülür, dağılır, sayılar anlamını yitirir. Çünkü insan artık takvimin günlerine değil, kalbinin derinliğine göre yaşar. Ve kalp sessizleştiğinde, zamanı değil, o zamanın ardındaki İlahi yankıyı dinlemeye başlar.


İbn Arabi’ye göre, ruh yalnızca yaşayan değil, taşıyan bir cevherdir. Zamanı sadece geçiren değil, zamanla konuşan, zamanı dönüştüren, zamanı anlamla dolduran bir varlıktır. Ruh, zamanın taşıdığı olayları olduğu gibi kabul etmez. Onları derinleştirir, onlara mana verir, onlardan içsel bir yapı kurar. Bu yapı, dışarıdan görünmez ama insanın bakışına, duruşuna, yürüyüşüne yansır. Böyle bir insanın vakti değişir. Çünkü o kişi, artık zamanı yaşamıyordur. Zaman onda yaşamaktadır.


Bazı insanlar vardır. Aynı şehirde yaşar, aynı şeyleri yapar, aynı cümleleri tekrarlarlar. Ama içlerinde yankılanan zaman başkadır. Onların yüzlerine baktığında başka bir yumuşaklık, başka bir aydınlık hissedersin. Çünkü onlar zamanı kırmışlardır. Zamanın duvarlarını aşmış, o duvarların ardındaki boşluğa ulaşmışlardır. Ve o boşlukta artık korku yoktur. Çünkü zamana bağlı olmayan bir ruh, hiçbir şeye bağlı değildir. O bağımsızlık, gerçek özgürlüktür. Ve bu özgürlük, zamanın ötesinden gelen bir hediyedir.


Zaman çoğu insana baskıdır. Hep geç kalanlar, hep yetişemeyenler, hep bitiremediğini düşünenler… Oysa zamanın sırrını fark eden bir insan, artık hiçbir yere geç kalmaz. Çünkü onun için her an olması gereken yerdedir. Ne fazla ne eksik. Ne erken ne geç. Her şey İlahi bir dengeyle akmaktadır. Ve bu dengeyi hisseden, artık zamanla yarışmaz. Zamanla yürür.


Zamanla konuşur. Ve bu konuşma, dışarıdan sessizlik gibi görünür. Ama içten içe, ruhun en gür sesidir.

İlahi zamanın bilgeliği, insana sabırdan daha fazlasını öğretir. O bilgelik, bakışını değiştirir. Aynı olaylara başka bir gözle bakmayı sağlar. Çünkü artık görünene değil, görünmeyenin işaretlerine yönelir. Bu işaretler bazen bir kuşun uçuşunda, bazen bir çiçeğin soluşunda, bazen bir sözün yarım kalışında belirir. Ve insan o işaretleri gördüğünde, artık zamanın sadece saniyelerden ibaret olmadığını anlar. Zaman, bir dil olur. Ve bu dili sadece susanlar anlar.


Bazen bir dua zamanla cevabını bulmaz. Çünkü o dua zamanın değil, varlığın duasıdır. Ve o dua ancak ruh hazır olduğunda yankı bulur. Bu yüzden beklemek, sadece geçmesini izlemek değildir. Beklemek, dönüşmektir. Zaman, insanı dönüştürmek için yaratılmıştır. Ve insan, bu dönüşümü kabul ettiğinde, artık zamanın kendisine zarar veremeyeceğini anlar. Çünkü o artık zamanı anlamış, zamanı aşmış, zamanı içinde eritmiştir.


İbn Arabi’ye göre, her ruh zamanı tanımak için değil, zamanı hatırlamak için bu dünyaya gönderilmiştir. Çünkü asıl zaman, ezelde yaşanmış ve yazılmıştır. Dünya zamanı, o İlahi zamanın bir gölgesidir. İnsan bu gölgeye takılı kaldığında kendini kaybeder. Ama gölgenin ışığını fark ettiğinde, kendini bulur. Ve o buluş anı, insanın ruhsal doğumudur. O doğumla birlikte, artık hiçbir şey aynı kalmaz. Çünkü zaman artık düşman değil, sırdaş olur.


İnsan ancak zamanı taşıyabildiğinde olgunlaşır. Onu taşıyabilmek, onunla barışmakla başlar. Ve bu barış, her gün yeniden kurulan bir niyettir. Her sabah, her sessizlik, her gözyaşı bu niyetin bir parçasıdır. Çünkü zamanın içindeki hakikat, bir anda değil, binlerce anda yavaş yavaş çözülür. Ve bu çözülüşün sonunda insan kendiyle karşılaşır. Aynaya baktığında sadece yüzünü değil, zamanla geçirdiği ruhunu görür. Ve bu görüş, gözle değil, içle olur.


Zamanın arkasındaki kayıp hakikat, hiçbir kitapta yazmaz. Hiçbir söz onu tam olarak açıklayamaz. Ama hissedilebilir. Ve bu hissediş geldiğinde, insan artık soru sormaz. Çünkü cevap olmuş bir ruh, artık sükûnete ermiştir. Ve bu sükûnet, zamanla gelen değil, zamanın sustuğu yerde ortaya çıkan bir duruluğun adıdır.


İşte şimdi, sen bu sözleri dinlerken, zaman senin için bir perde mi? Yoksa bir pencere mi? Belki bu cümlelerin içinde, sende yankı bulan bir an olmuştur. Belki zamanın arkasında unuttuğun bir hissi hatırlamışsındır. Eğer öyleyse bil ki, o his senin ruhunun zamanla değil, zamanın ardındaki İlahi çağrıyla temasa geçtiği bir işarettir. Ve bu işaret, yolun başlangıcıdır.

Çünkü zaman geçer. Ama geçtikçe seni sana yaklaştırıyorsa, o zaman kayıp değildir. Hakikate açılmış bir yoldur.


Zaman geçtikçe insan yaşlanmaz sadece. Aynı zamanda derinleşir, eğer içini dinlemeyi öğrenmişse… Çünkü zaman, dışarıdan geçen bir ırmak gibi görünse de, içeride yankılanan bir çağrıdır. Ve bu çağrı her insana farklı bir biçimde gelir. Kimi zaman bir ayrılıkta, kimi zaman bir başarısızlıkta, kimi zaman bir gecenin en sessiz yerinde... O anda insan, kendine ait olmayan bir sessizliğin içine düşer. O sessizlik, zamanın durduğu değil, zamanın çözündüğü yerdir. Ve orada artık sesler değil, işaretler konuşur.


İbn Arabi’ye göre bu işaretler, insanın kaderine yerleştirilmiş ilahi dokunuşlardır. Ve zaman, bu işaretleri görünür kılmak için bir alan oluşturur. Yani zaman yalnızca olayların sıralandığı bir platform değildir. Zaman, insanın özünü meydana çıkaran bir aynadır. Bu aynada herkes kendi suretini görmez. Kimi sadece geçmişini izler. Kimi geleceğini merak eder. Ama bazıları vardır ki, o aynaya baktığında zamanın kendisinde değil, zamanın ötesindeki anlamda durur. İşte o insanlar artık bu dünyanın yolcuları değil, bu dünyanın tanıklarıdır.


Her insan bir noktada kendine dönmek zorundadır. Kalabalıklar arasında değil, yalnızlığın içinde yankılanan o sessiz soruyla: “Neyin içindeyim?” Zamanın akışı arasında bir an gelir ve o an, bütün geçmişin ve geleceğin susup yalnızca iç sesin duyulduğu bir açıklığa dönüşür. O açıklık, korkutucu olduğu kadar özgürleştiricidir. Çünkü o anda insan ne zamanın esiridir, ne de zamandan kaçandır. O anda insan sadece bakandır. Ve bu bakış, dışa değil, içe yönelmişse, artık zamanın ritmi değişmiştir.

ree

Zamanla birlikte yaşamak kolaydır. Herkes zamanla birlikte yaşar. Ama zamanı sezmeye başlamak bir değişimin başlangıcıdır. Bir olay diğerine benzemez hale gelir. Çünkü artık sıradanlık bozulmuştur. Rutin parçalanmıştır. Günlerin içine gizlenmiş ilahi misafirler görünür olmaya başlar. Ve bu misafirler konuşmaz. Sadece kalbe dokunur. Kalp, bu dokunuşla ya ürperir, ya ağlar, ya da içten içe bir dua gibi genişler. Bu hâl, zamanın dışına çıkmış bir ruhun hâlidir.


Bazen insan, neden bazı duyguların içinde kaybolduğunu anlamaz. Bir melodiyle, bir sokakta yürürken ya da bir yabancının yüzüne bakarken yaşadığı o yoğunluk, zamana ait değildir. O duygu, geçmiş bir anın değil, zamansız bir bilginin sesidir. İnsan bu sesi duyduğunda durur. Durmak, zamanla savaşı bırakmaktır. Çünkü zamanla yarışan ruh, hep gecikeceğini zanneder. Ama zamanı duyan ruh, her şeyin tam vaktinde olduğunu bilir.


İlahi zamanın bilgisi, hiçbir zaman bağırarak gelmez. O hep fısıltıyla konuşur. O fısıltı, ancak iç dünya sustuğunda duyulabilir. Susmak sadece konuşmamak değildir. Susmak, zihnin içindeki gürültüyü bırakmaktır. Beklentileri, hesapları, hatıraları bir kenara koyup, sadece var olmak… İşte o hâlde zaman çözülmeye başlar. Dakikalar saat olmaz. Saatler gün gibi akmaz. O anda zaman yok olur. Geriye sadece varlığın dokusu kalır. Bu doku, ruhun asıl vatanıdır.


İbn Arabi’nin öğretilerinde zaman, hem bir perde hem bir köprüdür. Perde olan zaman, seni hakikatten ayırır. Ama köprü olan zaman, seni ona götürür. Hangi zamanla yaşadığın, bakış açına bağlıdır. Eğer sen zamanı sadece bir ölçü, bir araç olarak görüyorsan, o seni perdeler. Ama zamanı bir tecelli, bir işaret, bir hikmet olarak okuyorsan, o zaman seni açar. Ve açıldığın bu yer, ne geçmişte kalır ne gelecekte. Bu yer sadece şimdiyle mümkündür. Ama bu şimdi, takvimlerin şimdisi değil, İlahi şimdidir.


Bu İlahi şimdi, insana kendisini hatırlatır. Kim olduğunu, nereden geldiğini ve nereye çağrıldığını… Bu çağrı bazen bir suskunluğun içinden çıkar. Bazen bir yıkımın içinden. Bazen bir yalnızlığın. Ve sen o çağrıyı duyduğunda, artık zaman senin üzerinde değil, senin içinde işlemeye başlar. Artık saatler seni değil, sen saatleri yürütürsün. Ve bu yürüyüş, dışarıdan görülmez. Ama senin yüzüne, sesine, hatta suskunluğuna bile siner.


Bazı insanlar vardır, onların yanında zaman yavaşlar. Onlarla konuşurken saniyeler uzar, kelimeler derinleşir. Çünkü onlar zamanın ötesine geçmiş ruhlardır. Onların konuşması bile İlahi zamanın bir yansımasıdır. Bu insanlar sıradan görünür. Ama taşıdıkları sessizlik, bir kitabın son cümlesi gibidir. Ve sen o cümleyi duyduğunda, içinden yıllardır beklediğin bir cevabın yankısını hissedersin.


İşte zamanın arkası budur: Kelimelerin bittiği, düşüncenin durduğu, sadece hissin konuştuğu bir alan. Ve orada ne acı ne sevinç yerini bulur. Çünkü orada her şey olduğu gibi görünür. Her şey olduğu gibi kabul edilir. Bu kabul, ruhun en büyük özgürlüğüdür. Zamanı aşmak, zamanla kavga etmek değildir. Zamanı aşmak, zamanın içinde gömülü olan İlahi bilgiyi görmek demektir.

Ve sen şimdi bu anlatıyı dinliyorsan, belki içinde bir sessizlik büyüyordur. Belki bir şeyler yer değiştiriyordur. İşte o değişim zamanla değil, zamanın ötesindeki varlıkla ilgilidir. O hâl, senin zamanla yürüdüğün değil, zamanın seninle yankılandığı andır. Ve o andan sonra, artık ne zaman eski zamandır ne sen eski sensin.


Bir noktadan sonra insan artık zamanın içinde değil, zamanın içinden bakar. Yani zaman onu sürüklemez, o zamanı dinlemeye başlar. Bu dinleyişte saatler susar, düşünceler kıyıya çekilir. İnsan sadece bakar. Ama bu bakış, dışa yönelmiş bir gözün bakışı değildir. Bu, içteki bir duruşun dış dünyaya yansımasıdır. Kalbin ağırlaştığı, ruhun derinleştiği ve dünyanın dışarıda kaldığı bir bekleyiştir. İbn Arabi, bu hâli “seyir” olarak adlandırır. Seyir, yürümek değildir. Seyir, bakmak da değildir. Seyir, sadece olmaktır. Zamanla bir olabilmektir.


Zaman, dış dünyada hep hızlanır. Ama ruhla birlikte yaşandığında, durur. Bu duruş, bir eksiklikten değil, bir tamamlanmışlıktan doğar. Çünkü insan artık ulaşmak istemez. Artık beklemek de istemez. Çünkü bilir ki her şey yerindedir. Her şey olması gerektiği gibidir. Artık sabır diye bir şey kalmaz. Çünkü zaman zaten ne gerekiyorsa onu getirmektedir. Bu hâl, dışarıdan anlaşılmaz. Ama ruhun iç huzuru bunu hissettirir.


İlahi zaman, insana unuttuklarını hatırlatmak için vardır. Ne olduğumuzu, nereden geldiğimizi, neyi unuttuğumuzu… Ve bu hatırlayış, dışarıdan gelen bilgilerle değil, içeriden doğan sessizlikle gerçekleşir. O sessizlik, önce korkutur. Çünkü insan alışmıştır seslere, gürültülere, karmaşaya. Ama o sessizliğe biraz daha yaklaştığında, orada zamanın ne kadar yumuşak bir aynaya dönüştüğünü görür. O aynada artık kimse yoktur. Ne geçmiş ne gelecek. Sadece şimdi vardır. Ve o şimdi öyle geniştir ki, insan içinde her şeyi barındırabileceğini hisseder.


Bazen her şeyi bırakmak gerekir. Planları, beklentileri, isimleri, görevleri… Her şeyi kenara koyup sadece bir anın içinde durmak. Nefes almak bile düşünülmeden, sadece var olmak. İşte o hâlde zaman artık seni değil, sen zamanı taşırsın. Bu taşımak yük değildir. Bu taşımak, İlahi bir akışa uyumdur. Ve bu uyum, kalbin hak ettiği gerçek huzurdur.


İbn Arabi der ki, “Zaman Allah’ın tecellisidir.” Bu yüzden zamanın kıymetini bilmek, aslında O’nunla konuşmak gibidir. Her anı bir mektup gibi okumak… Her saniyeyi bir nefes gibi almak… Ve bu farkındalık içinde, kaybetmek diye bir şey kalmaz. Çünkü her şey zaten yerini bulmuştur. Sadece insanın gözleri perdeyle örtülüdür. O perde kalktığında, zaman kendini gösterir. Ama artık zaman bir korku değildir. Zaman bir müjde olur.


Ruh, zamanın bilgeliğiyle olgunlaşır. Bu olgunluk dışarıdan anlaşılmaz. Ama içten içe ruh bir vadi gibi genişler. Nehirler çağlamasa da derindir. Rüzgar esmese de serindir. Bu iç derinlik, insanın ne yaşarsa yaşasın sarsılmamasını sağlar. Çünkü o artık zamanın değil, zamanın ardındaki sonsuzluğun insanıdır. Ve bu sonsuzluk, kelimelere değil, susuşlara sığar.


Zamanın ardındaki hakikati gören bir kalp, artık şikâyet etmez. Çünkü onun için her şey bir anlamla gelir. Her kayıp bir öğrenme, her bekleyiş bir terbiye, her sevinç bir armağandır. Ve bu armağanlar biriktikçe insan sadeleşir. Kalabalık düşüncelerden, iç gürültülerden, geçmişin yüklerinden kurtulmaya başlar. Artık sadece sevgi kalır. Ve bu sevgi, ilahi olanla sessiz bir bağ kurar. Ne dile gelir ne tanıma ihtiyaç duyar. Ama olduğu her yeri yumuşatır.


Zamanın sonsuz derinliğinde artık kim olduğunu değil, ne olduğuna bakarsın. Bir ismin, bir yaşın, bir hikâyenin ötesinde sadece varlığın kalır. Ve bu varlık, zamanın bile anlam bulduğu yerdir. Çünkü sen artık zamanın içine doğan değil, zamanın ardındaki kaynaktan gelen bir ruhsundur. Bu bilince ulaştığında, artık geçmiş seni üzmez, gelecek seni ürkütmez. Çünkü sen bir anın içinde, bütün zamanların ötesinde duruyorsundur.


Ve belki şimdi, bu sessizliğe doğru çekiliyorsundur. Belki içinde bir şey çözülüyordur. Zamanın akışı sana uzaklaşıyor gibi geliyordur. Eğer öyleyse, bil ki o uzaklık bir kopuş değil, bir dönüşüm işaretidir. Zaman artık seni çağırmıyor. Çünkü sen zamanın ardındaki çağrıya yaklaşmaktasın. Ve bu yaklaşma, öyle sessizdir ki, kalp onun içine girdiğinde artık kelimeler gereksiz olur.


Zaman geçer. Ama geçtiği yerde iz bırakmazsan, yalnızca yaşanmış olursun. Oysa zamanın ardına geçebilenler, geçtikleri her yerde bir uyanış bırakırlar. Bir huzur, bir hatırlayış, bir yumuşama… Eğer sen de bu anlatının içinde bir yere dokunduysan, eğer içindeki o derin çağrıyı duymaya başladıysan, zaman artık seni taşımıyor demektir. Sen zamanı taşıyorsun.


Ve bu taşıyış, sessiz bir dua gibidir. Ne ağza gelir ne dile. Ama kalbin derinliğinde yankılanır. Ve orada kalır. Çünkü zaman biter. Ama dua kalır.

$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button

$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

Recommended Products For This Post
 
 
bottom of page