top of page

TEVHİD

ree

Birlemek Yetmez, Dağılıp Kalanı Toplaman Gerek

Tevhid, sadece Allah birdir demek değildir. Kalbinde, zihninde, niyetinde dağılmış her parçayı O’nda birleştirmektir. Abdulkadir Geylani Hazretleri bu bölümde, hakiki tevhidin sadece dilde değil; iç âlemde, davranışta, arzuda, hatta korkuda bile görünmesi gerektiğini anlatıyor. Zira insan bazen “bir” der ama içinde bin parçaya bölünmüş kalır.

Tevhid, eşyayı azaltmak değil; her şeyde Allah’ı çoğaltmaktır. Baktığın yerde O’nu göremezsen, tevhid yalnızca bir kelime olarak kalır. Oysa gerçek tevhid, bir ışık gibi bütün varlığı kaplar. Onunla bakarsın, onunla düşünürsün, onunla seversin. Artık kalbinin başka bir yere meyli kalmaz. Tevhid, fânîyi bırakmak değil, fânîde Hakk’ın nurunu seçebilmektir.

Hazret burada tevhidi bir iddia olarak değil, bir ahlak olarak sunar. Çünkü tevhid ettim demek kolaydır. Ama kalbinde Hakk’tan gayrısını saklıyorsan, bu söz yalandır. Hakikatte tevhide giden yol, şirkin bütün izlerini kazımaktan geçer. Şehvet, korku, makam arzusu, teveccüh beklentisi... Bunlar kalbin tevhidini karartır.

Eğer gerçekten bir olmak istiyorsan, içindeki parçalanmış arzularla vedalaşmalısın. Yoksa binlerce sesin arasında Hakk’ın sesini duyamazsın. Bu bölüm işte o suskunluk anını arar: Kalbin tüm seslerini susturduğunda duyulan o biricik sesi...


Aziz ve Celil olan Hakk'ı tevhid et; her şeyde, her varlıkta O'nun nurunu gör. Şöyle ki, kalbinde ne dâr kalsın ne diyar... Hatta iç âleminde, fâni eşyadan zerrenin dahi yeri olmasın...

Tevhid, (Allah’ı birlemek) her şeyi yok eder. Bütün şifa tevhiddedir. Ve bütün şifa tevhide sarılıp dünya ejderinden kaçmaktadır. 

Havva ana gelinceye kadar dünya yılanından kaç. O gelsin, dişlerini söksün, zehrini akıtsın, zararsız hâle getirsin, sana yaklaştırsın. Ve bu işin yolunu, bu işteki hünerini de sana belletsin... Sonra o dünyanın zehirli yaratığını sana teslim etsin.

Artık bundan sonra onun sana gücü yetmez, eziyet edemez. Onda istediğin ameliyeyi yaparsın; dokunmaya güç bulamaz.


Hak Teâlâ'yı seversen, O da seni sever. Bu sevgi dolayısiyle dünya, şehvet, yersiz lezzet, nefis, hevâ ve şeytanların şerrinden seni korur. O'nun bu koruması, sana yeter. Hâl böyle olunca, kısmetlerini zararsız ve kedersiz alırsın.

Ey şahitsiz davacı, kalbinde Hakk'a şirk beslediğin hâlde daha ne kadar tevhid iddiasında bulunacaksın?..

Güçlü isen gel. Sen eline bir silâh al, ben de silâhsız olayım; en korkunç yerlere gidelim. Bu gidiş geceleyin olsun, bakalım orada kim feryadı basacak?.. Sen mi, ben mi? Bakalım, kim kimin cübbesine sığınacak?.. İçin nasıl dışa çıkacak!.. Sen nifakla terbiye oldun, ben imanla 

Ey cemaat! Size dünya bir şey versin diye onun ardından koşarsınız. Halbuki o, velî kullara bir şey kabul ettirebilmek için peşlerinde gezer. Onların önüne gelir, başını eğer, onlara bir şey verebilmek için sızlanır.


Nefsine tevhid kılıcı ile vur. Onun ıslâhı için başarı zırhını giy. O nefsi mücahede okuyla yere sermeye bak. Hele takva korkusunu ondan uzak etme. Yakîn (tam iman) kılıcı elinden hiç düşmesin. Nefse, gâh mızrağınla dürt, gâh onu sopanla döv. Sözünü dinler hâle gelinceye kadar bu hâlin devam etsin. Onun üstüne çıkıp ağzına gem geçirinceye ve yularını ele alıncaya kadar tarif ettiğimiz işleri yap. Nefsi, bu hâle getirdikten sonra, onun sırtında denizi, deryayı, karayı dolaşman kabil olur. Nefsi bu hâle getiren kimse ile Rabbi iftihar eder; sonra onu nefsin belini kıran, halâsı bu yolda bilen, başka yol tanımayan kimselere katar.

Nefsini anlayan, ona göç yükünü taşıtır. Ona her ağırlığını vurduğu hâlde karşı gelmez ve emrini dinler; yanlış hareket etmez.

Sende hayır yok. Nefsi, kötü arzulardan beri alıp onu iyi anladıktan sonra hakkını verirsen, hayrını bulursun. İşte bundan sonradır ki, o nefis, kalbin himayesine girer. Kalp nefsin elinden tutar, sırra gider. Sır da onlarla birlikte Hak Teâlâ'ya varır.


Cihad asasını nefsin üstünden kaldırmayınız; onun yalancı iyiliklerine aldanmayasınız. Onun yalandan uyuklaması sizi kandırmasın. Nefsin uyuklaması, yırtıcı hayvanın uyuklamasına benzer; daldınız mı biner. O kendini uyur göstermeyi sever.

Şu nefis var ya, uyarlık gösterebilir; yumuşak başlı, engin halli olduğunu ve hayrı takip ettiğini belirtebilir; ama biliniz ki, içinde bunların aksini saklar. Nefse karşı daima dikkatli ol. İşlerin hayırla bitmesi için, onu başı boş bırakma.

Allah yolcularının, halktan ırak bir başka meşguliyetleri vardır. Bununla beraber, halka bakmak için onlara vazife verilmiştir. Bu yüzden onlarla oturur, kalkar, emir verir ve yasakları bildirirler.


Halkla Hak yolcularının durumuna şu hikâye bir misaldir. Şöyle ki: - Birtakım yolcular, deniz aşırı yerlere gitmek istediler. İçlerinde yoldan anlayanlar geçti ve şaha vardı. Öbürleri, önce gidenlerin geçtiği yolu bilmedikleri için tuhaf oldular ve boğulmaya ramak kaldı. Bu durumu iyi bilen şah önce gelenlerden dilediğini yol göstermek üzere geri saldı. Onlar da gelip yol üzerinde durdular ve yolda kalan kulları doğru yola davet ettiler:

- işte yol burada; kurtuluş şurada... dediler.

Bunu duyup gelen elini verdi ve kurtuldu.

Bu hikâyenin aslı Hak Teâlâ’nın şu kelâmına dayanır:

- «O kimse ki, imanlı idi, gitti ve ey cemaat bana uyunuz, sizi doğra yola götüreceğim, dedi.» (Gafir (Mümin)/38)

Sizden aklı başında olan, dünya ile ferahlık duyamaz. Çocuklarına güvenemez. Mal, mülk, akraba onun için bir dayanak olamaz. Yemek, içmek, nikâh gibi işler, ona bir sevinç duygusu getiremez. Çünkü bunların hepsi birer hevesten ibarettir. İman sahibi bunu bilir. Dolayısiyle iman sahibinin ferah duygusu, yalnız iman kuvvetinden, kalbin, Yaratan’a vasıl olmasından hasıl olur.

Ayık olunuz ve dinleyiniz: Dünyanın ve öbür âlemin sultanları, Hakk'a arif olup O'nun emirleriyle amel edenlerdir.


Ey evlâdl Kalbin ne zaman temiz olur ve sırrın ne zaman safa âlemine geçer ki, hâlâ halkı Hakk'a ortak koşmaktasın. Sen nasıl felah bulabilirsin ki, her gece sabah olunca, kimi şikâyet edecek, kime dert yanacak ve kimden dünyalık koparacaksın onları hesap edersin. Ve kalbinde tevhidin zerresi bile olmadığını bilirsin. Bu hâlinle kalp güzelliğini nasıl arzularsın? Tevhid nurdur; şirk karanlıktır. Sen nasıl iflah olursun ki, kalbinde takvadan zerre dahi yok... Ve sen, Hakk'ı halkla perdeledin. Sebepleri gördün, onların sahibine kapalı kaldın. Halka dayanmakta ve halka güvenmektesin. Bu hâlinle mücerret bir dâvadan ibaretsin... Üzerinden yararı alınan ot köküsün. Şahit, ispat getirmeden yalnız kuru dâva ile bir şey olacağını sanma.

Hakikî tevhid ve safa âlemine geçmek iki şekilde olur: Birincisi, mücahede, zor işlere katlanıp riyazet yolunu tutmak, nefse ağır gelen birçok güç ibâdetlere katlanmaktır ki, bu, salih kullar arasında ma’ruf ve meşhur bir yoldur.

İkincisine gelince... O İlâhî bir vergi olarak gelir. Bu, nadir olan bir vakıadır. Hak Teâlâ istediği kulun kalbine sevgisini ve marifetini verir. Ehlini alır, san'atını bıraktırır ve o kulunda, kuvvetini, kudretini gösterir. Bir zamanlar yol kesip eşkıya olan zâtı, az zaman sonra bir mabede müdavim kılabilir. Yakınlık kapısını o kula açar, bulunduğu yaramaz hâllerden onu beri eder. Önce, dünyanın tümü eline girse doyması kabil olmayan bu zât Hakk’ın bir tecellisi sayesinde azla yetinmeye başlar.


Hak, bu kuluna anlayış, hikmet, izzet ihsan eder. Gördüğü her şeyden ibret, işittiği her şeyden öğüt alır. Yaptığı işler, yalnız Hak yakınlığına ileten olur. Bu hâli benliğinde bulduktan sonra hidayet yolunu gösterir, kullara yardım eder. Bu sebeple bir an bile ondan ayrıldığı olmaz. Hak, onu bütün kötülükten korur. Nasıl ki, Hz. Yusuf hakkında:

- «Biz ondan, böylece kötülükleri beri aldık; çünkü o, bizim hâlis, kullarımızdandı.» (Yusuf/24) buyrulur.

İşte bunun gibi o kuldan da bütün kötülükler alınır. Ve bütün işlerinde başarı verilir. İlâhî sevgiye eren ve O'na arif olan kimseden herkes öğüt alır. Her şeyden ve her ilim dalından o zât herkese bilgi dağıtır. O zât, öğüdü ve verdiği bilgileri bazen sözle, bazen hareketleriyle yapar. Bazen de manevî bir himmetle yapar. Kullar onun verdiği öğüdün yönünü bazen tâyin edebilir, bazen de tâyin edemez. 

 Ey evlâd! İman yönünden zayıfladığını duyduğun an, nefsini sigaya çek. Onun iyiliğini bulmaya bak. İmanın tehlikede olduğu an, komşunu, akrabanı, beldeni ve iklimini bir yana at. Çünkü onlar seni kurtaramaz, iman kuvvetini bulunca da durma, ehline git. Halka koş, onlara doğruyu ve gerçeği anlat. Takva zırhına bürünmeden halka karışma. Ayrıca iman kalkanı ile de kalbini koru. Elinde daima tevhid kılıcı bulunsun. Yayında, duâ icabetine ait oklar hazır olmalı.

Başarı kalesine gir. Kement atmayı, kaçmayı, dövmeyi, vurmayı öğren... Bundan sonra Allah düşmanlarına karşı çık. Bunları öğrendikten sonradır ki, her yerden sana yardım eli uzanır. Bu yardım sayesinde halkı şeytandan alır, Hak kapısına götürürsün. Onlara cennet ehlinin yaptığı işleri tarif eder, cehennem ehline has işleri yapmaktan alıkoyarsın. Bu işleri yapman için nereden engel çıksın, çünkü her şeyi öğrendin. Cenneti tanıdın, cehennemi tanıdın, ayrıca onlara has işleri de anladın.


Bu makama çıkanların kalbinden perdeler kalkar. Altı yönden hangisine yönelse, bakışı etrafı deler ve ötelerde cereyan eden işleri görür. Kalp başını kaldırdığı zaman, arş ve semâlara bakar. Aşağı eğilince de yerin dibini görür. Ve oralarda yerleştirilmiş olan cin tayfalarını seyreder. Bunların hepsi iman ve marifet yolu ile olur. İman sahibi, marifet hâline tam erer, hükümlerle amel ederse, bu hâlleri bulur.

Anlatılan makama erince, halkı Hak kapısına davet et. Bu makamı bulmadan yapılan davete icabet olmaz. Halkı davet ederken manevî bir vazifen yoksa, sana vebal olur, büyük bir hata yapabilirsin. Her yaptığın harekette batar ve her yükselme talebinde inersin.


Senin yanında salih kullardan haber yok. Sadece gürültüsün. Dilin var, kalbin yok. Dışın var, için yok. Zahirde bir işler yaparsın, yalnız kaldığında hatalara dalarsın.

Kılıcın kuru ottan, okun kibrit çöpünden ibaret. Korkaksın, cesaretin yok. En ufak bir fiske, seni yere serebilir. Bir kurbağa, senin kıyametini kopartabilir.

Allah'ım, dinimize, imanımıza ve vücudumuza kuvvet ver. Yakınlığın hakkı için dileğimizi yerine getir.

«Bize dünyada iyilik ver. Âhirette iyilik ver ve bizi ateş azabından koru.» (Bakara/201) Âmin!


Bir kişi ile oturamam, oturacak olsam iki veya üç kişi ile otururum. Onlarında bana uyar olmasına bakarım.

Allah yolcularına katıl, onlarla sohbet et. Onların öyle nazarı vardır ki, himmetlerini bir şahıs üzerinde toplayıp ciddî bir nazar kılsalar, onu manen diriltirler. Bakılan adamın Yahudi, Nasranî ve Mecusî olması onlar için bir önem taşımaz.

Büyüklerin himmetle baktığı kimse, şayet bir Müslümansa, İmanı artar, yakîni çoğalır, bulunduğu hâlde sebatlı olur.

Bir kalp sağlık bulursa, nazarları da öyle olur. Kalp sıhhat bulunca Hak yakınlığı kazanır. Bir kul bakışlarını marifet ve iman çerçevesi dahilinde yaparsa o bakış Hak'dan olur. 

Marifet âlemine geçen bir kulun kalbinde, Hak yakınlığı bulut, bakışları şimşek, yaptığı öğütler ise o yakınlığın yağmurudur. Konuşmaları, kalbinde olanı haber verir.


Dili, bazı kere marifet divitine koşar ve ilim deryasına dalmak ister. Sebebi, ilim ve marifet deryasının bizatihi kendi oluşudur. İçinde ateşler yanar, her kelâmı, her bakışı kalbindeki şimşeğin tezahürü olur. Gerek bakışı gerekse kelâmı, Hak tarafından geldiği için kavi temele dayanır.

Her kim emirlere imtisal eder (uyar), yasakları bırakır ve Peygamberi (S.A.) hoşnut etme yolunu tutarsa... dediklerimiz o zâtta tahakkuk eder. Bu arada bazı hataları kalsa dahi yüzünü Peygamberin (S.A.) yoluna sererse gün olur onlar da gider; ilmi artar ve Hak yakınlığı duygusunu bulur.

Hak Teâlâ’yı gerçekten aramak duygusuna sahib olmak, yapılan iyi işlerin meyvesi sayılır. İyi iş, Allah’a lâyık olan iştir, içinde şirk kokusu olmayandır.


İyi iş odur ki, seni Hakk'ın dilediği yola koya. Ve sen, sağ sol gözetmeden, kalbin, sırrın ve mâna alemindeki adımlarınla yol almaya bakasın. Her şeyden soyunasın; yanında halk, dünya ve ukba olmaya... Yalnız O'nun vechini dileyenlerden olasın. Hakk'a koşasın; niçin koştuğun sorulunca da şöyle diyesin:

- «Ya Rabbi, razı olasın diye koştum.» (Ta-Ha/84)

Hak Teâlâ Musa Peygamber hakkında şöyle buyurur:

- «Biz ona, bundan önce bütün memeleri haram etmiştik.» (Kasas/12)

Bunun gibi Hakk’ı candan arayana ve O'nun zâtına talib olana aynı kelâmın tecellisi zahir olur.

Hakk’ı tam seven kulun kalbine bütün mahlûk şeyler haram olur. İlâhî gayret bunu gerektirir. Bütün sütler boğazında yığılsa damlası geçmez. Bu hâlde, olması muhal işler olur. Bundan sonradır ki; kalbi Yaratan'dan ayıracak şeyler bir bir eriyip gider. O kul, kendini sevdiğinden ayıracak şeye bağlanamaz.


İman sahibi bu hâlde devam edince Peygamber (S.A.) efendimiz ondan razı olur. Kalbini Hakk'a götürmek ister. Ve onun önünde bir talebe olur. Bu hâli taşıdığı içindir ki, o Resul, Hak Teâlâ'ya şöyle yalvarır:

- «Bu kulun kalbini sana vardırmam için bana izin ver.»

Kul, bu hâlde hizmetini devam ettirir ve bir gün:

- Ey üstadım, beni şaha ilet. O'nun kapısını göster; beni O'nunla olmaya bırak ve O'nun kapısına kadar götür. Elimi kollarına yapıştır ve öylece terk et. Ve öyle bir yere bırak ki, O'nu göreyim... der.

Bu talep üzerine Peygamber (S.A.) onun elinden tutar, kapıya yaklaştırır. Sonra, Peygamber'e bir hitap gelir:

- «Ey elçi, ey delil ve muallim, beraberindeki kim?»

Buna şu cevabı verir:

- «Sana malûm, hayli zamandır bunu yetiştirdim... Bu kapıya hizmet için onu gönüllü eyledim.»

Ve sonra o kulun kalbine döner:

- «İşte sen ve Yarâtan'ın,» deyip onu oraya teslim eder.

Nasıl ki, Cibril de onu semâya çıkarırken aynı şeyi söylemişti... 

Yaratan’a yaklaştırdı ve dedi:

- «işte sen ve Yarâtan'ın.»

Ey evlâd! Ümitlerini kıs. Hırsını azalt. Sana emanet edilen namazları vaktinde kıl.


Vasiyetini yazıp baş ucuna koymadan uyumak, iman sahibine yakışmaz, iman sahibi, her gece vasiyetini yazmalı, öyle yatmalı. Uyanırsa ne âlâ, aksi hâlde ehli onu bulur, faydalanır ve rahmet okur.

Kendini bulunduğun yerde emanet bırakmış gibi gör. Yerken de öyle ol; ehlin arasında varlığın bir emanet gibi olsun. Kardeşlerinle karşılaşman yine öyle olsun. Kalbine, bir emanet olarak gezdiğini tattır. İşini iyiye yöneltmek, kötüye çevirmek gibi şeylere güçlü olmayan, ancak bir emanet olarak yaşayabilir.

Lehine olan işleri bilen, kendinden zuhur edecek şeylere hâkim olan, ölüm anını sezebilen pek az kimse vardır. Onlar da bildiklerini kolayca açıklamaz, kalp hâzinelerine yerleştirirler. Onlar, bu hâllere güneşi görür gibi bakarlar. Siz güneşe nasıl bakarsanız, onlar da olacak durumlarına öyle bakar, görürler. Şu var ki, dilleri ondan haber veremez.


Olacak bir işi önce sır duyar, sır kalbe aktarır, kalp itminan derecesine eren nefse bildirir ve iş orada saklanır. Nefsin, bu gibi şeylere ehliyet kazanması için hayli zaman terbiye görmesi, kalbe hareket edebilmesi için de hayli zaman mücadele ve mücahede yolunu tutması, hayli zorluklara dayanması icab eder. Bu sırra eren zât, yeryüzünde Hakk'ın naibi ve halifesidir. Sırların kapısı, ondan açılır. Hakk'ın hazîneleri olan kalplerin anahtarı o zâtın yanındadır. Asıl hâzinelerin sahibi odur. Bu hâl, halkın düşüncesi ötesinde olan bir iştir. Her ne ki zahir olur, onun varlık dağında bir zerrecik, onun varlık denizinden bir katre ve onun güneşinden bir ışıktır.

Allahım, ben hâlime mağlûbum, sırlara dair sarf ettiğim kelâm için sana özür beyan ederim.

Bazı büyükler şöyle der:

- Sakın, sonunda özür dileyecek işi yapma...

Ama bu kelâm benim için değil. Kürsüye çıktığım an sizleri göremiyorum. Sözlerimi sarf ettikten sonra kalp canibimde kimseyi bulamıyorum. Dolayısıyla hata ettiğim, yüzüne bakamayacağım ve özür beyan edeceğim şahsı göremiyorum. Bu yüzden sözlerimi saklamadan söylüyorum ve yalnız Hak'dan özür diliyorum.


Sizden ilk anlarımda kaçmak istedim ama kendimi aranızda buldum. İstedim ki, her gece bir yerde geceleyeyim ve bir ülkeden öbürüne, bir diyardan öbürüne geçeyim ve ölünceye kadar garip gezeyim. Herkesin gözünden gizli olayım. Bunlar benim arzumdu, ama Hak Teâlâ beni, kaçmak istediğim şeylerin tam ortasına attı.

Bu kalp, iç sağlığını bulur. Hakk'ın kapısına tam durursa, Tekvin sahrasına yerleşir ve o denizde kaybolur. Bu Tekvin sıfatı tecellisi, bazen söz, bazen öz, bazen de gözle kendini gösterir. Buna sahib olan kalp, Hakk’ın fiil tecellisine mazhar olur. O, hem yok, hem de var edebilir. Bu hâli, sizden az kimse tasdik eder, çoğunuz da inkâr yolunu tutar. Buna iman etmek, yapılan işleri buna göre ayarlamak son merhaledir.

Salih kulların ahvaline, yalnız münafık, deccâl ve heves atına binenler itiraz eder.


Bu yola girmek için önce sağlam inanç, sonra amel etmek gerekir. Bir kimse, zahirdeki hükümlere göre amel ederse Allah ona ilim ve marifet ihsan eder. İlâhî marifet âlemine ermek ve gereği ile iş tutmak, bu hâli bulanla halk arasındaki bir hüküm olur. 

Ama ilim işine gelince, Rabbi ile arasındaki bir mesele olduğunu söyleriz. Marifet sahibinin zahirde yaptığı işler, iç alemindeki işlere nisbetle bir zerre sayılır. Onun duyguları sakindir, ama kalbi daima hareket eder. Baş gözü uyur, kalp gözü uyumaz. O uyur, ama kalbi işleri görür, Hakk’ı anar.

Bazı büyükler, elinde tesbih olduğu hâlde uyur, uyandığı zaman onu yine çevrilirken görürmüş. Dilini de Hakk’ı anar bulurmuş.

Bu kalbe ferman gelir, işler tutar. Sırra emir gelir, manevî işler yapar. Onların bu anlatılan işler dışında birçok işleri vardır, o işleri yaparlar.


Kulların zahirde yaptıkları amel, dış duygularla olur, iç âlemden yapılan işler ise, havassın harcıdır. Bu da kalbin ve sırrın yapacağı işler meyanında sayılır. Sırrın sırrı asıl kullarla Hak arasında olan bir hâldir. Ayrıca O’na yakın oldukları için korku üzere olmayı bırakmazlar.

Havas kullar, kalbin değişmesinden korkarlar. Hâllerinin, iyi olmayan başka bir hâl olacağı ihtimali onları üzer. Makamlarından düşme üzüntüsü onları manen yıpratır.


Onları üzen şeyler arasında, kalplerinin kötülüğe kayması, güneşlerinin sönmesi, aylarının kararması ve ayaklarının yanlış yola sapması en büyük korku hissini irâs eder. Bu sebeplerle, Hak yakınlığı kapısının halkasına tutunur. O'nun rahmet eteğine yapışır, daima inlerler.

Rabbimiz, biz dünyayı, âhireti taleb etmiyoruz. Bizim arzumuz din yolunda bağış ve afiyettir. Biz iman ve marifetimizin bekasını diliyoruz; onu bize ver. Bize rahmet eteğine yapışmayı nasip eyle... İyi dileklerimizi reddedip bizi meyus bırakma. Hakkında zannımız tamdır; bu isteklerimizi bizim için halk et. Çünkü Sen bir şeye «ol» demeyi arzu ettin mi, o olur.

*

Ey cemaat! Allah yolcularına yakın durunuz. Sözde ve işte onlara uyunuz. Onlara hizmetçi olunuz. Onlara her ne verirseniz, o sizin için onların yanında saklanır. O verdiğinizi yarın size teslim eder. Malınızla, canınızla onlara bağlanınız.

Rızının geniş olmasını dilersin, halbuki sana kısmet olan gelir. Dar rızıklılar arasında yazılmışsan neyi taleb edersin? Doğrusu, sana yazılmayanı taleb etmektesin. Bu hâlin için sana azap gelecek.


Dünyalığın ardından daha ne kadar koşacak ve bu yolda hırsa kapılacaksın? Hâl odur ki, yalnız kısmetine yazılanı alabilirsin.

Allah yolcuları daima tâat üzere olur. Kalpleri de bir çekinme duygusu taşır, halbuki siz isyan bayrağını çekersiniz. Bu durumunuzdan da emniyet hissi duyarsınız. Bu aldanışın tâ kendisidir. Sakının ki, kandırılmayasınız.

Peygamber (S.A.) efendimiz şöyle buyurur:

- «Her san’atın ehlini bulunuz ve ondan yardım dileyiniz.»


Yapılan ibâdet bir san'attır; onun ehli ve ustası da ihlâs sahibi kullardır. İhlâs sahipleri, hükmü bilir, işlerini ona göre yaparlar. Hakk'a karşı irfan sahibi oldukları için halk arasına katılmışlardır. Kalp ve sır adımları ile nefislerinden, mallarından, çocuklarından ve Hakk'ın gayri cümle eşyadan kaçarlar. Bünyeleri şehirlerde ve halk arasındadır, ama kalpleri uzaklarda ve yabanlardadır. Onlar, kalplerini terbiye edinceye ve semâlara uçmak için kanatlarına kuvvet buluncaya kadar, o hâlde devam ederler. 

Onlar, yaptıkları yararlı iş neticesi, kalben uçar, himmet bakımından yüce ve daim Hak katında olurlar. Hak, onlar hakkında şöyle buyurur:

- «Onlar bizim katımızda seçilmiş ve özlenmiş kimselerdir.» (Sad/47)

İman ki, yakin derecesine çıkar, yakin ki, marifet hâlini alır, marifet ki, ilim olur: İşte o zaman, Aziz ve Celil olan Hak'dan güzellikler gelir ve sen dilediğini yapar olursun. Zengin kişilerden mal alır, fakirlere dağıtırsın. Mutfak sahibi olur, kalp ve sır elinle rızıklar taşımaya başlarsın.

Ey içi bozuk adam, anlattığımız hâli buluncaya kadar hiçbir iyiliğin olmaz. Sana yazık, hiçbir ermişi bulup onun elinde edeb sahibi olma yolunu tutmadın. Her şeyi inceliği ile bilen, zâhid, İlâhî ahkâmı anlayan birini bulup hâlini düzeltmedin.


Yazık sana, karşılıksız bir şey taleb eder oldun. Dünya ki, bir sürü yorgunluktan sonra ele girer. Hakk'ın indinde olanları kazanmak nasıl kolay olur? Hele bir düşün... Hak Teâlâ’nın Kur'ân'da anlattığı az uyuyan, çok ibâdet eden ve ağlayan kimselerle aranda dağlar var:

- «Onlar gecenin azını uyur; seherlerde istiğfar ederler.» (Zariyat/17)

Hak, gerçek kul olduklarını bildiği için ibâdet zamanı gelince onları ayıktırır; derin uykuda dahi olsalar uyandıracak kimseyi onlara salar.

Peygamber (S.A.) efendimiz şöyle buyurur:

- «Allah, ya Cibril, şunu uyut, şunu da uyandır, diye emir verir.»

Ayıktır onu ki, kulluğunda gerçek yolu 'tutar, günahtan kaçar. Ondan ağırlığı al ve uykusunu dağıt.

Uyut onu ki, yalancıdır, içi dışına uymaz. Hep bâtıl içinde bulunur. Lanet halkasına takılmıştır. Bütün ağırlığı onun üzerine yık. İbâdet için kalkanlar arasında onun yüzünü görmek istemiyorum.


İkinci mânası da şudur: Şunu kaldır, o sevgi ehli ve Hakk'a talihtir. Sevginin baş şartı yoruluncaya kadar aramak ve bu yolda yorulmaktır. Öbürünü de uyut. Çünkü o tarafımızdan sevilmiştir. Sevilmenin icabı rahata ermek olur. Uyusun ve istirahat etsin. O karanlığı ziya ile açtı, ahidleri yerine getirdi. Ve o sevgi babında gerçeği buldu. O ki, Hakk'a karşı olan ahdini yerine getirdi, Hak da onun iyiliğini ve hoşluğunu diledi. Çünkü Hak, her darda kalmışa yardım eder.

Allah yolcuları, kalp adımları ile Hakk'a azıcık yol alınca, ayık zamanlarında göremedikleri birçok acaip şeyleri rüyada görmeye başlarlar. Kalpleri ve sırları öyle hikmetli işler bulur ki, O'na ayık hâlde ermeleri mümkün olmaz.

Onlar, oruç tuttu, namaz kıldı. Nefislerinin arzusunu kırmak ve ibâdet çeşitlerini yapmak suretiyle cenneti buldular. Bunu ki buldular, bir başka emir alırlar. Bundan başka yol lâzım onlara ki, o, Hakk’ın yoludur.


Onlar, kulluğu daha çok kalpden yapar, Hakk'a böyle varırlar, O'na vasıl olunca yerli olur, durumlarını açıktan görmeye başlarlar.

Bir kimse, yaptığı işin niçin ve ne olduğunu bilirse, o yolda, gücünü, kuvvetini harcamaktan çekinmez. Bilhassa Hak yolda ve Hakk’ın tâatında çalışmaktan hiçbir yorgunluk duymaz.

İman sahibi, esas gayesine varıncaya kadar rahat ummasın. Onun gayesi Rabbi olduğuna şüphe yoktur. Rahat bekleyen, O’na vasıl olmanın yolunu aramalı... Yazık,Beni dilediğini iddia edersin, ama benden, şenin için zuhur eden şeye karşı tuhaf bir hâl alırsın. Bu hâlde, Benden sana ne fayda gelir? Dâvanda yalancısın.


Bir müridin, hocası önünde sarık, gömlek, altın ve mal gibi şeyler için bir iddiası olamaz. Yemesi için emir verdiği kabından alır ve yer. Kendinden geçer, efendisinin verdiği emre intizar eder. O bilir ki, efendisi her işi için emri Hak'dan alır. Her müridin iyiliği efendisinin elindedir ve çözülen bağlarını o bağlar.

Efendini itham etmekte isen, bir daha ona yakın olma. Onu ithama kalkarsan, onunla oturmak artık sana yakışmaz. Bir hasta ki, doktorunu itham eder, doktorun vereceği ilâç onun nesine yarar? Hiçbir işine yaramaz ve hastalıktan da beri olamaz.

Bir kimsenin halk arasında zâhidlik durumu doğru olursa, halk ona rağbet eder. Sözleri halka fayda sağlar, bakışları onlara hoş gelir.


Halkı Hakk’ın verdiği bilgi ile ölçer, O'nun ihsan ettiği marifet duygusu ile görürsen, onların maddî vasıfları sana görünmez, ins, cin ve melek senin için önem taşımaz. Kalbine bir başka isim verilir. Sır âlemin, keza bütün maddî sıfatlardan soyunur. Vücudun, Âdemoğulları âdeti gereğince bir kabuk sayılır. İlim ve irfanla dolarsan, bütün maddî yapılar, kalbinden ve sırrından uzak olurlar. Sana hikmetler gelir. Üzerine hikmet gömleğini giyer, nefsine ait işleri onunla görürsün. Halka ait işleri ise, Rabbinin emrine uyarak yaparsın. Daha sonra, Rabbani ve İlâhî bir ilme erer, onları kalbine ve sırrına libas (giysi) yaparsın. 

 Peygamberin (S.A.) getirdiğine, yâni Kur’ân'a, sünnete devam et, çünkü bir kimse onları bırakırsa zındık olur. Ve İslâm bağından kendini salıverir. Ateşli darlık ve azap onun ileride hakkı olur. Ve dünyada iken umulmadık sıkıntılara düşer.

İrfan sahibi, Hakk’ın yakınlık kapısına vukuf peyda edip hükümlerin gereğini yapınca, kalbi için Hak tarafından bir başka hâl verilir. İşbu hâlden sonradır ki sözü dinlenir ve kendine uyulması caiz olur. Bu sebeple Hak'la arasında bağı olmayana ve İlâhî hükümleri yerine getirmeyene uymak caiz olmaz. Çünkü esas olan, o İlâhî bağa kavuşmaktır. İrfan sahibi, İlâhî bağı, amel ve ihlâsla tahkim ederse, Hak katında ona Azîm adı verilir.


Peygamber (S.A.) efendimiz bu mânada şöyle buyurdu:

- «Bir kimse öğrenir, amel eder ve öğretirse... melekut âleminde Azim ismi ile çağrılır.»

Cehaletle uzlet köşene çekilme. Halkı kalbinde taşımak suretiyle uzlet etmek büyük, bir fesattır. Peygamber (S.A.) efendimiz buyurur ki:

- «Öğren, hayrını şerrini bil, sonra uzlet et.»


Yeryüzünde bir şeyini ümit ettiğin ve çekindiğin bir kişi kalsa, ibâdet köşesinde yalnız oturman doğru olmaz. Senin için korkulacak ve ümit beslenecek tek varlık olmalı, o da: ALLAH!

İrfan duygum yalnız Hak içindir. Ve O'nun yolunda, O'na yakınlık peyda etmek için çalışırım. O'nun dini için ayaklanır, O'nun rızası için yardım ederim. Bu uğurda başka şeye aklım ermez.

Doğru zât, dinîn acıklı çağrısını duydu... Hemen kalbine ve sırrına emir verdi, onun yardımına koştu. 

Halk, yasakları çiğnediği, emirleri terk ettiği ve her şeyi arkaya attığı zaman doğru zât, onun, yâni dinin nasıl yalvardığını ve Rabbinden nasıl yardım istediğini işitir. Bu işitme sonunda hemen kollarını sıvar, başını diker, ona yardıma koşar. Emirleri yaptırmak, yasaklardan sakındırmak için elinden gelen gayreti sarf eder. Halka nasihat eder, dini, onların benliğine eritip akıtmaya bakar. Bu işi, Yaratan' ın kuvveti ile yapar. Nefsini, tabiatını, şahsî isteğini ve bilgisizliğini karıştırmaz. Hele nifak hiç yapmaz.


İbâdet, âdetleri terktir. İbâdet anında, alışılmış olan dünyalık hiçbir âdet yapılamaz. İbâdet yerine gidildiği zaman bütün âdetler bir yana atılmalıdır. İbâdet zamanı, dünya bağlarını iptal ediniz. Halka bağlanmayınız. Hakk'a bağlanınız. Yapamadığınızı yapar gibi göstermeyiniz. İyiyi kötüyü seçen Zât'ın gözleri var... Taşıdığınız hâle göre o ölçüye vurulmadan hiçbir işiniz kabul olunmaz. Benimsediğiniz her şeyi bir yana atınız; onları hesaba katmayınız. Ocağa girmeden, kiriniz, pasınız temizlenmeden durumunuz makbul olmaz... İşin kolay olduğunu sanmayın, sizin hemen hepiniz ihlâs iddiasını taşır, ama ölçüye vurulunca nifak hâliniz ortaya çıkar. Eğer imtihan olmasaydı ne iddiacı çıkardı ne iddiacılar!.. Bir kimse halim selim olduğunu iddia ederse, karşısına öfke verecek şeyler çıkarılıp denenir. Cömert olduğunu anlatandan bir şeyler taleb edilir. Her şeyin ki, varlığı iddia edilir, zıddı ile imtihana sokulur.

Hevesi bırakınız, takvaya yapışınız, bütün hâliniz ittika (Günahlardan ve bütün kötülüklerden kendini çekmek) üzere olmalı. Hak Teâlâ ittika sahiplerine sahib olur.

Şirki temelinden yıkınız. Yanlış hareketlerin en ufak parçasını dahi yapmayınız. Kitap ve sünnetin bağını tutunuz ve onu elinizden salmayınız. Bütün hâlinizi iyi etmeye gayret ediniz. Allah, kerimdir... Yalnız Hak’dan çekininiz, başkasından korkmayınız. Samimî bir kulda, iki korku olmaz.


Allah yolcularının korktuğu şeyler yukarı bölümlerde anlatıldı. Onlar, dünyada oldukları müddetçe yemede, içmede, giymede, nikâh işlerinde ve bütün yaptıkları işte bir çekinme duygusu taşır. Bilhassa haram ve şüpheli şeyleri bir yana atar, helâl olanın da azını alırlar. Haramlar için azab varsa, helâl olan için de hesap olduğunu bilirler. Onlar her hâllerinde bir ihtiyat sahibi olmuşlardır. Zâhidlik hâline ermek için her eşyayı bıraktılar. Zâhidlik hâli kemal bulunca marifete çevrilir. Marifet hâlinde de tam olgunlaşma İlâhî ilimlere kalp olur ve halkın başı üstünde taşınır.

Şüphesiz, büyük insanların yanında haram, şüpheli şeyler bulunmaz. Onların yanında yalnız helâl vardır. O da doğru zâtların alıp harcadığı şeylerdir. Onlar, haram şeyin adını anmadıkları gibi akıllarına bile getirmezler...


Kul dünyayı ve âhireti bir yana atar, Hakk'ın zâtından başka şeylere karşı soğukluk duyarsa, kalbi Hak yakınlığını kazanır. O'nun lütuf ve iyilik evine girer. Bu girişten sonra, maddî geçim için üzüntü duymaz. Yemek, içmek ve diğer işleri için herhangi bir sıkıntıya düşmez. Kalbi, bu gibi şeyleri düşünmez olur.

Hak yakınlığını bulan zâtların kalbi, yakınlık ve ihlâs ilmi kitabı ile beraberdir. Onların kalbi, her maddî eşyadan fena bulmayı ve Hakk'ın önünde serilmeyi bilir. Hâl ki böyle oldu, Hak onları idare eder ve başkasına bırakmaz. Bu anlatılanlar, yaratılmışın düşüncesi ötesinde kalır. Bu hâller, zahirde görünenlerin çok ötesindedir. Hak o kulları yok eder, sonra dilerse diriltir.

İlk bilgi, ondan sonra hasıl olan ilimle kuvvet bulur. Cehaletten sonra ilim, sonra ihlâs, sonra ikinci ilim ve ikinci amel... Sükûttan sonra konuşmak... Varlığından soyunup O'nunla var olmak... En büyük iş... 

Ey ölü kalpliler, yanımda niçin oturuyorsunuz? Ey dünyaya ve onun sultanlarına tapanlar ve ey kolaylığın ve kıtlığın kulları, yazık size!.. Buğdayın bir tanesi bir altına çıksa iman sahibini üzmez. Onun rızkı, yakin kuvveti ile Yaratan'ına dayanmasıdır. Sen kendini bozuk işinle iman sahibi mi sayarsın?.. Sayma. Bütün eşyayı bir yana at. Allah yolcuları ve onun sofracıları öyle yaptı.


Halkı bir yana atmak gerçek iş!.. Yaratan'la olmak ise, en gerçek iştir. Sizi iyiliğini ve kötülüğünü bilmeyen kimselerden görmekteyim.

Size söylemekte olduğum şeyler, tevhide ait deliller ve büyük insanların sözlerine dikkattir. Onların kelâmı vahye benzer. Hak’tan alıp konuşurlar. O'nun emri bu yiyici halkın emirlerine benzemez; işte o emir gereğince hareket ederler.

Sen hevesten ibaretsin. Sözlerini kitaba bakarak söylersin. Bir gün kitabın kaybolsa ne yapacaksın? Yahut o kitaplarına ateş düşüp yansa hâlin nice olur? Günün birinde lâmban sönse, içinde su olan kabın kırılsa, lâmbanı nasıl yakacak, kibriti nereden bulacak ve kadehi kimden temin edeceksin?.. İşte bunları düşün. Bir kimse bilgi toplar, onunla amel eder ve ihlâs sahibi olursa, kadehini orada bulur; Hak ona yardımcı olur, İlâhî feyiz kaynağından da nurunu alır. Bu nurdan hem kendisi ışık alır hem de başkaları...


Ey kuru gürültünün çocukları, nefsin ve uygunsuz arzu elleri ile yazılan eserlerin yavruları, onları bir yana atınız ve ayrılınız.


Yazık size, herkese tahsis edilen şey üzerinde niza çıkarır, helak yolunu tutarsınız. Bir türlü kısmetinize razı olmazsınız. Sizin bu yersiz çabanızla, ezelî bilgi ve onun gereği nasıl değişir? Siz bunu nasıl yapabilirsiniz?

Mü'min ve Müslüman olunuz. Bir Âyet-i Kerimede şöyle buyurulur:

- «Onlar âyetlerimize inandılar ve Müslüman oldular.» (Zuhruf/69)

İslâmın gerçek mânası hakikate teslim olmaktır. Allah yolcuları, varlıklarını Hakk’ın önüne serdiler ve:

- Niçin, nasıl, yap ve yapma... gibi sözleri unuttular.

Onlar, ibâdetin çeşitlerini yapar, ayrıca Hakk’a karşı sevgi ile karışık korku taşırlar. Bu sebeple Hak, onları şöyle vasfetti:

- «Ve o kimseler ki, Rablarının huzuruna varacaklarını bildikleri için verdiklerini kalpleri çarparak verirler.» (Mü’minun/60)

Bunun tefsiri şöyle olabilir:

- «Emirleri yerine getirip yasaklardan kaçtılar. Verdiğim belâya sabırla karşı koydular. Verdiklerim için şükür yolunu tuttular. Nefislerini, mallarını, çocuklarını ve her şeylerini, ezelde yazdığım bilgi eline teslim ettiler. Bunları yaparken benden çekindikleri için kalpleri titrer oldu.»

Yâni makbul olup olmayacağı endişesi ile irfan sahibi, âhirete karşı bir istiğna duygusuna sahib olursa ona:

- Beni bırak, ben Hak kapısına talibim, der. Sen ve dünya benim için aynı şeysiniz. Dünya seni görebilmem için bir perdedir. Sen de Rabbime karşı bir perdesin. Her ne ki, beni Rab’ımdan ayırır, onda iyilik yoktur.


Bu kelâmı iyi dinleyiniz, çünkü İlâhî bilginin özüdür. Halktan ve halkla zuhur eder. İlâhî iradenin de özüdür. Bu anlatılanlar, nebilerin, velîlerin ve salih kulların hâlidir. 

Ey dünyaya ve âhirete tapanlar, siz Allah’ı bu hâlinizle bilemezsiniz. Ne O'nun yarattığı dünyayı ne de âhireti anlayabilirsiniz; hepsinin cahilisiniz.

Sen hissiz bir duvar gibisin. Dünya sana put. Âhiret sana put.

Halk sana put. Şehvet, lezzet sana put. Övülme ve saygı istemen sana put. Halk gelsin, elini öpsün; bunu istersin. Halbuki bu da sana put. Sen bilesin ki, Hak'dan gayri tapındığın cümle eşya, sana put sayılır.


Allah yolcuları dünyayı ve âhireti isterler, ama sizin istediğiniz gibi değil. Onlar dünyayı ve âhireti alır, Hak kapısına teslim ederler. Onları bir tabibe gösterir, onun vereceği tavsiye gereğince hem yer hem de hastalara verirler.

Ey içi bozuklar, sizin bunlardan haberiniz var mı? İçi bozuk münafık, bunlardan bir harf dinlemek istemez. Asıl kıyamet onun üzerine kopacak; çünkü o gerçeği dinlemek istemez oldu.

Sözlerim bir gerçektir, ben de Hak yolundayım. Sözlerim Allah tarafındandır. Boş yere kelâm etmem; dinî emirlerin gereğini söylerim. Lâkin senin anlayışındaki sakatlık bir âfettir.

Yazık sana, öğrendin ama iş tutmadın. Bildiğinle amel etmeyince ne faydası var?.. Gençlik çağında erenlere koşmadın; ihtiyarlık hâlinde onlara nasıl hizmet edeceksin?..


Her iman sahibinin ölüm anında keşfi açılır, cennetteki yerini görür. Huriler, vildanlar ona gösterilir. Cennetin kokusunu alır. Bu hâller olunca ölüm ve sıkıntıları hafifler. Hak, Asiye Sultana yaptığını ona da yapar. Hakk'a vasıl olanların çoğu, ölümden hayli zaman önce bu hâli sezer. Bunlar, Hakk'a yakın, Hak tarafından seçilmiş bazı fertlerdir.

Yazık oluyor sana, hiçbir işe yaramayan yersiz hezeyanları bırak. Verilen İlâhî hükmü, hiç kimse reddedemez. Onu hedefinden uzaklaştırmaya kimsenin gücü yetmez. Teslim ol, rahatı bul. İşte gece ve işte gündüz. Bunların reddi senin için nasıl imkân dahilinde olabilir? Gece gelince herkes kabul eder; sen ister beyen ister beyenme. Gündüz de aynı şekilde... Senin inadına her ikisi de gelir. İlâhî kaza ve kader de aynı hükmü taşır; lehine ve aleyhine olan her şey gelmeye devam eder. Fakirlik karanlığı üzerine çökünce teslim ol, zenginlik gününü bekle. Hastalık gecesi basınca ona da teslim ol, şifa sabahını bekle. Sevmediğin şeylerin karanlığı basınca sabırla kal; sevilen şeyleri getiren aydınlığı bekle...


Hastalık, darlık, fakirlik ve şeref kıran gecelerde rahat gönülle bekle. Hakk’ın ezelde vermiş olduğu ahkâmı redde kalkma. O'nun kaderine karşı koyma; sonra helak olur, yıkılırsın. İmanın yok olur. Kalbin kararır, sırrın ölür.

Hak: peygamberlerine indirdiği bazı kitaplarında, şöyle buyurur:

- «Ben öyle Allah’ım ki, benden gayri ilâh yoktur. Bir kimse hükmüme teslim olur, verdiğim belâya sabreder, nimetlerim için şükür yolunu tutarsa, onu katımda doğrulardan yazarım. Aksine bir kimse hükmüme boyun eğmez, nimetlerim için şükür yolunu tutmazsa benden başka ilâh arasın.»

Kazaya boyun eğmez, belâya sabırla karşı koymaz, nimetlere şükür yolunu tutmazsan sana Rab yoktur. Başka Rab ara; ama Ondan başkası da yok...

Hâl böyle olunca dilersen O'nun hükmüne boyun eğ, dilersen kadere, hayra, şerre, acıya, tatlıya dayan. Hoş, istemesen de olan olacak.


Sana gelecek bir şey, saklanmanla seni kaybetmez. Sana gelmesi imkânı olmayan, aramakla ve çalışmakla bulunmaz. 

İmanın tam olduğu zaman velayet kapısına adım atmış olursun. O kez, Hakk'ın tam kulluğunu bulanlardan olursun. Velî kulun en büyük işareti, bütün hâlinde Yaratan'ına uymaktır. Bütün hâli Hakk'a muvafık olur. Niçin ve nasıl gibi sözlere dalmadan emirleri yerine getirir ve yasaklardan kaçar. Şüphesiz, bu hâlde, o kulun Hak'la sohbeti devam eder. Hakk’ın sohbeti olan yakınlık ne sağ ne sol ne de arkada olur; önde ve aranan yerde bulunur ki, bu da yeter. Orada sine olur, sırt olmaz. Yakınlık olur, uzaklık olmaz. Safa olur, keder olmaz. Hayır olur, şer olmaz.


Senin ümidin yaratılmışlarda... Onlardan korkman var ya, işte bu, Rabbine şirk olur. Onlar bir şey verince övmen, vermeyince susman var ya, işte bu da Rabbine karşı şirk olur.

Yazık sana, yaptığın hatalı işlerin hangisi seni erenlere katabilir?.. Sende hayır yok. Tevhid hâlin yok. Kâinatta bulunan her şey Hak’tan alınır ve O'nda bulunur. Hakk'ın katında bulunan eşya için halka gidilmez.

Hak yola dönüş tadından almak, O'nun kapısına doğru hayli yol kat etmeden elde edilmez, İlk başta bazı sebeplere takılmak, sonra da onları bırakıp sahibine koşmak icab eder. Yola ilk giren, sebeplere yapışmalıdır. Düşün ki, bir kuş yavrusu uçabilmek için ana ve babasının yardımını ister. Büyüyüp uçunca onlardan bir talepte bulunmaz. Kanatları kuvvet bulur, rızkını yalnız başına temin eder.


Acaba sizden biriniz, halkı, sebepleri, gücünü, kuvvetini bir yana atarak Hakk'a tevekkül ederek bir lokma yedi mi?

Yazıklar olsun sîzlere... Sizde mevcud olmayan şeyin varlığını nasıl iddia edebilirsiniz? Gücüne, kuvvetine ve halka dayandıktan sonra iman, ikan, tevhid ve İslâm iddiasını nasıl yaparsın? Aklını başına al; bu iş, kuru iddia ile elde edilmez.

Sana acırım, şu yüce makama çıkar, halka öğütler verirsin. Sonra da acaip bir şekilde gülmeye başlarsın. Halkı güldürmek için hikâyeler anlatırsın. Hâl böyle olunca ne sen felah bulursun ne de onlar iflah olur.


Vaiz, edebli bir muallim, dinleyicileri ise öğrenmeye muhtaç çocuklar gibidir. Onlara bir şey öğretebilmek için ciddî olmak ve işi çığırından çıkarmamak icab eder. Bu usulün dışında terbiye, pek az kimselere nasib olmuştur. O da İlâhî bir himmete ermiş sayılır.

Sizden çoğu İslâmiyeti dış mânası ile anlar. Âdeta küffar güruhunun dediği gibi:

- «Hayat yalnız dünya hayatıdır; ölür, diriliriz. Bizim hâlimiz zamana bağlıdır, bizi helak eden odur.» (Casiye/24)

Küfür ehlinin bu sözünü Hak Teâlâ bize haber verir. Sizin çoğunuz içinden öyle söyler, ama yaptığı bazı işlerle dıştan örtmeye çalışır. Onların yanımda sinek kanadı kadar kıymeti yoktur. Onların her hâli, yarın Hak katında açığa çıkacak. Onların iyiyi, kötüyü ayırt edecek kadar akılları da yok.

Hak, Yusuf peygamberin hikâyesini anlatırken onun ağzından şöyle buyurdu:

- «Biz, metaımızı kimde bulursak onu alırız; başkasına dokunmaktan Allah'a sığınırız.» (Yusuf/79)

Yâni, Hak Teâlâ, imanı, tevhidi, velayet sırrını kimde bulursa onu katına kabul eder. Kalp, Allah için iyiliğini bulursa Hak Teâlâ onu sebeplere ve halka bırakmaz. Sebeplere dayanarak alışveriş yaptırmaz. Her yaramazdan alır, halis kılar. Düşük hâllerini ayağa kaldırır; rahmet kapısına oturtur, lütuf köşesinde uyutur. 

Yazık sana, İslâm gömleğin yırtık, iman elbisen pis, sen üryan, kalbin cahil, sırrın kederle dolu. Gönlün İslâmiyete açık değil. İç âlemin harap, dışın mamur. Bütün defter sahifelerin günah karası ile dolu. Sevdiğin, dünya yolu. Kabir kapısı açık, âhiret sana doğru. En kısa zamanda işlerini düzeltmeye bak. Gittiğin yeri gör. Bilemezsin, çok kere ölüm şu anda ve şu günde gelebilir. Ümit beslediğin cümle eşya ile aranı açar. O zaman dünyadan ümit ettiğini bulamazsın. Arzularına nail olamazsın. Âhiret işlerinden unuttuğun her şey önüne çıkar.


Allah'ın zâtından gayri şeylerle meşgul olmak bir heves sayılır. O’ndan başkasından korkmak ve O’ndan gayrıya bel bağlamak, boş heves demektir. Allah'tan başka kimse bize zarar getirmeye, iyilik yapmaya kadir değildir. O her şeye bir sebep halk etti. Bütün hükümler sebeplere dayanarak gelir. Bir kimsenin bize iyiliği dokunuyorsa, Hak Teâlâ o iyilik için o şahsı sebep kılmıştır. Zarar da aynı.

Sen hükmü gözet. İşlerini hükümle yürütmeye koyulduğun dem, hazan yaprağı gibi sebepler seni bırakıp gider. Hükümle amel ettiğin an sebep kalkar, ona yarayan zuhur eder. Kabuk ortadan kaybolur, öz kalır. Öz, sebeplere sahib olanı bulmak ve ona bağlanmaktır. Asıl gaye, bir ağaçtan maksut meyvedir ki, o da budur.


Vahdet hâlini bulan zât, daima hâl değiştirir. Her an, bir ileriye geçer. Su kabını bırakır, sakiye koşar. Saki ile de yetinmez, ırmağa ve oradan da denize koşar. San'atı bırakır, onu yapana koşar. Parçayı atar, köke koşar. Çocuğa bakmaz, pederini bulur. Kulu bırakır, efendisine gider. Güçsüzü bir yana atar, güçlünün yolunu tutar. Fakr hâlini iter, Hak varlığı ile zengin olmaya can atar. Zayıflık istemez. Hakk'ın gücü ile kuvvet bulmaya koyulur. Azını terk eder, çokta kaybolmaya gözünü diker.


Bana karşı yükselmeyin, çoğunuz kalbinde iman taşımaz. Sizden birinizin nefsine ait bir dileği varsa, onu sükûtla, edeble gemlesin. Takva zırhı ile onu çevirsin. Nefsin iyiliğe varmasına, Rabbine vasıl olmasına bu hâl sebeb olur.

Hakk'a vusul, iki yoldan mütalâa edilir. Biri, avama karşı, öbürü de seçme kullara göre olur.

Avam halk ölümden sonra Hakk’a vasıl olur. Seçme kullar ise, bu âlemde kalben Hakk'a vasıl olurlar. Bunlar pek az olup vasıfları daima nefisle cihad etmek ve manen halk âlemini bir yana atıp oturmak olur. Halkın zararını görmezler. Bu hâlleri devam ettikçe Hakk'a vasıl olmuş olurlar. Avam halkın ölüm sonunda ereceğine, bunlar ölmeden evvel ererler.


Bu hâl, bir kimsede tam şeklini bulunca onda bir inkişaf olur. Konuşmaya ve zahirdeki ehli ile ilgilenmeye başlar. Bu hâle eren zât der ki:

- «Cümle ehlinizi bana getirin.» (Yusuf/93)


Bunu Yusuf (A.S.) peygamber söylemişti. O kuyudan kurtuldu. Zindandan çıktı, zenginliği ve mülkü buldu, sıkıntısı gitti, genişliğe erdi. Çeşitli darlıklara katlandı ve her varlığı eline aldı. Kardeşlerine dedi ki:

- «Artık, ehlinizi cümleten bana getirin.» (Yusuf/93)

Bundan önce suspustu. Kuyudan ve zindandan çıkınca, açıklık geldi, konuştu, inkişaf oldu.

Ey cemaat! Her şeyi, Yaratan'dan taleb ediniz. Allah yolcuları Hak yakınlığı için ruhlarını dahi harcadılar. Aradıklarını bulunca buldukları varlık sahibi, verdiklerini fazlası ile ödedi. Bir kimse, yaptığı işi bilirse harcadığı şey fazlası ile eline girer.

Şöyle bir hikâye anlatılır : Zâtın biri köle pazarına uğradı. Orada güzel bir câriye gördü; kalbi ona bağlandı. Bir türlü bırakıp gidemedi. Altında yüz altın değerinde bir atı vardı. Elbisesi de güzeldi. Kılıfı altın işlemeli bir de kılıcı vardı. Bir de kara kölesi bulunuyordu. Bu ihtişamı ile cariyenin sahibine yanaştı ve kıymetini sordu. Cariye sahibi, o zâta baktı ve şöyle dedi:

- Şüphesiz sen cariyemi sevdin; gerektir ki, seven, sevdiği uğruna sahib olduğu cümle varlığı harcasın. Şu anda neyin varsa bana bırakırsın ve bunu alıp gidersin.

O zât atından indi. Neyi varsa çıkardı. Elbisesini attı, muvakkat bir gömlek kiraladı; neyi varsa cariye sahibine verdi ve cariyeyi alıp gitti... Evine vardığı zaman, başı kabak, ayağı çıplaktı... Ama cariye onundu.

Bu zât yaptığını bildi ve verdiğinin üstünde bir hakka sahib oldu. Sevgisinde sadık olan, sevgilisi dışında hiçbir şeyle olamaz.

Sizden biri, Hak Teâlâ'nın cennette olan nimetlerini haber veren:

- «Orada nefislerin özlediği ve gözlerin zevk aldığı şeyler var,» (Zuhruf/71) Âyet-i Kerimesini işitse ve:

- «Oranın pahası ne ola?» diye sorsa şu cevabı veririz:

- ak Teâlâ şöyle ferman buyurdu:

- «Allah, mü’minlerden, cennet karşılığı, nefislerini ve mallarını satın aldı.» (Tevbe/111)

Nefsini, malını Hakk'a teslim et, her şey senin olur. Bir kimse bana dese:

- Hakk'ın vechini dileyenlerden olmak istiyorum. Kalbime Hak yakınlığı kapısının şafağı çıkıyor. Hakk'ı sevenleri ve Hak kapısından içeri girenleri, onun dışında kalanları görüyorum. O kapıdan alınmış olanların üzerinde şah libası var; buna ermenin pahası ne ola ki?

Ona şöyle deriz:


- Cümle varını harca. Şehvetini ve lezzetini bırak. Kendinden geç, O’nda fena bul. Cenneti ve içindekileri unut, vazgeç. Nefsi, havaî işleri, dünya ve âhiret tadlarını bırak. Cümle maddiyatı geç, bu gibi işlerin tümünü arkaya at. Sonra da oraya gir. Bunları yaptıktan sonra, gözlerin görmediğini, kulakların işitmediğini duyacak ve göreceksin. Ayrıca beşer kalbinin hatırlaması kabil olmayan işleri de öğreneceksin.

Bu hâller bir kimsede tam ve kalp ayağı iman yolunda sabit olursa hem dünya hem uhrâ onun olur. Her ikisi de onun eline zahmetsiz girer. Onlar da bir arada kula nimet olarak ihsan edilir. Bunların sonu da Hakk’a yakınlık, O'na nazar olarak tekâmül eder. Dünyada Hakk’a kalben yakınlık duyar, âhirette ise görerek O'nun yakınlığına erer.


Ey evlâd! Allah, dedikten sonra kalanı bırak. Söyle:

- Beni O yarattı; hidayetim O'nun elindedir.

Ey dünya zahidi, kalbin ki, âhiret talebi ile dünyadan çıktı. Söyle:

- Beni O yarattı. Hidayet yolunu da gösterir.

Ve sen ey Hakk'ı dileyen, O'na rağbet eden ve O’ndan başkasına perhiz yapan; kalbin Mevlâ talibi olarak cennetten ayrılır, yola koyulursa, söyle:

- O ki; beni yarattı, hidayet de nasib eder.

Yol zorluğunu düşünme, Hakk’ın nasib edeceği hidayeti düşün. 

Ey âhiret ve Mevlâ yoluna koyulan, o yola daha önce girenleri delil tut. Oralarda mevcut korkulu yolları öğrenmiş kimseleri bul. Onlar, büyük ve bilginin gereğini yerine getiren âlim, yaptığında tam ihlâs sahibi kimselerdir.

*

Ey evlâd! önder zâtın çocuğu ol, ona uy. Bütün yükünü onun önüne dök. Ve onunla yola koyul. Bazen o zâtın sağında, bazen solunda, bazen gerisinde, bazen önünde yola devam et. Sakın onun görüşü dışına çıkma ve muhalifi olma. Böyle yaparsan, maksuduna kavuşursun, sağlam caddeden sapmazsın.

Rabbini birle; her darlık açılır ve her sıkıntı zail olur.

İbrahim (A.S.) peygamber, mancınığa kondu; ateşe atılıyordu. Bu durumda bütün vasıtalar aradan kalktı. O, bu sıkışık durumda, Rabbinden gayrına iltifat etmedi. Yalnız Hakk’ın zâtını istediği için, Hak Teâlâ ateşe şu emri verdi:

- «İbrahim için serin ve selâm ol.» (Enbiya/69)

Bu emir şöyle tefsir edilebilir:

- Ey ateş, hâlinden ayrıl. Şeklini değiştir, bir başka ol. Sıcaklığını, şerrini çek. Dişlerini ört. Kılıcını kınına koy. Öfkeni yut. Kıvrıl, bükül ve dürül; serin ol. Eziyet verici olma.

İşte, bu emrin verilmesi, tevhid ve ihlâs bereketi ile oldu. İbrahim peygamberde bunlar vardı.

Kul, Rabbini birler ve onun için ihlâs sahibi olursa Hakk’a ait olur. Bazen onun varlığında fena bulur. Ve tekvin tecellisi içine girer. Bazen de tekvin tecellisi kulun eline teslim edilir, istediğini yapar. Esas varlıkta kendini kaybeder. Bu hâl, kullar arasından bazı kimselere nasib olur. Cennete giren kim olursa olsun, neye «ol» dese olur; ama bu önemli değil. En önemli iş, onu burada yapmaktır. Dünyada o hâli bulanların başında İbrahim (A.S.) peygamber gelir; o, çocukluk anından son çağına kadar tevekkül ayağı üstünde durdu.

Tevekkül ve tevhid sahibi olunuz. Yarın darlık yüzünden halk birbirinden yardım ister, komşular çağrışmaya başlar. Evlâd çoğalır, geçim darlığı kendini gösterir. Cehennem zincirleri etrafınızı sarar ve kardeş dediğiniz kimseler, kapıyı yüzünüze kapar. İşte o zaman söylediklerimi hatırlarsınız. Ama, vaktinde hazırlık yapmadığınız için, o andaki hatırlama size fayda sağlamaz.


Sözlerimi işitiniz. Ben Peygamber (S.A.) efendimizin ve onu halka son peygamber olarak gönderenin vekiliyim.

Allah'ım, yapmakta olduğum bu vekâlet için Senden af ve afiyet dilerim, içinde bulunduğum bu vazifede bana yardımcı ol. Resulleri tarafına aldın, beni birinci safa geçirdin. Orada durur, halkı hizaya sokarım. Bu işimde Senden af ister, afiyet dilerim. İnsan ve cin şeytanlarının ve bütün mahlûkatın şerrinden beni esirge. Âmin! 





$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button

$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

Recommended Products For This Post
 
 
bottom of page