top of page

Sonsuz Zamanın Kıyısında

ree

Zaman nedir?

Elimizden kayan bir an mı, yoksa hiç tükenmeyen bir ırmak mı?

İnsanoğlu her çağda zamanı anlamaya çalıştı.

Saatler icat etti, takvimler yaptı, yüzyılları isimlendirdi.

Ama yine de zamanın kendisine değil, sadece gölgesine dokunabildi.

İbn Arabi’ye göre zaman, sadece akan bir çizgi değil; Hakikat’in tezahürüdür.

Ve bu tezahür, sonsuzlukla sınırlı değildir. Ç

ünkü hakikî zaman, “an”da başlar ve yine “an”da sona erer.

Ama o an, ne önce gelir ne sonra...

O an, ezel ile ebedi aynı noktada buluşturur.

İşte o nokta, sonsuz zamanın anlamıdır.

Ona göre zamanın iki yüzü vardır: Biri görünür ve sınırlıdır.

Sabah olur, akşam olur, aylar geçer, yıllar tükenir.

Diğeri ise görünmez ama süreklidir. Her an yeni bir yaratılışla dirilen bir ebediyet şuuru.

Bu nedenle İbn Arabi, zamanı sadece fiziksel bir akış olarak değil, varlığın iç ritmi olarak tanımlar. Zaman, Hakk’ın kendi isimleriyle tecelli ettiği bir aynadır. Ve her aynada başka bir yüz, başka bir manzara, başka bir “sen” vardır.

Biz zamanı geçmiş ve gelecek arasında sıkışmış bir tünel gibi yaşarız. Ama İbn Arabi der ki:

“Geçmiş, şimdide mevcuttur. Gelecek, şimdinin sırlarında saklıdır. Ve şimdiki an… Zamanın sırrıdır.”

Bu yüzden zaman, sadece bir ölçü değil; bir şahitlik alanıdır. Her an bir tanıklıktır:

Allah’ın yeni bir yaratışına, bir oluşa, bir vuslata…

Zamanın içinde yürürken, aslında zamanın dışındaki bir hakikate doğru çağrılırız.

Ve işte bu çağrı, bizi “sonsuzluk” kelimesinin gerçek anlamına yaklaştırır.

Çünkü sonsuzluk, zamanın ileriye doğru uzaması değildir.

Sonsuzluk, zamanın dışına çıkmaktır.

O da ancak, kalbin kendi kaynağına dönmesiyle olur.

İbn Arabi’nin düşüncesinde, sonsuz zaman, Allah’ın “el-Evvel” ve “el-Ahir” isimleriyle kuşattığı bir varoluş çizgisidir. Başlangıcı olmayan, sonu olmayan…

Ve bu çizgide var olan her şey, sadece bir an için değil; ebedî bir mana için vardır.

Bu bölümde, zamanın sırlarını aralayacağız.

Zamanı değil; zamanın ötesindeki hakikati konuşacağız.

İbn Arabi’nin gözünden, sonsuz zamanın anlamını, varlığın sürekliliğini,

ve zamanı hakikatle dokumayı öğreneceğiz.

Hazırsan… Şimdi bir saatin değil, bir ebediyetin çarkını çevirmeye başlıyoruz.

ree

Zamanın Ötesine Bakan Kalp

Zaman… Akıyor gibi görünen, ama belki de sadece kalbimizin içinde daireler çizen bir gölge. Saatin tik taklarında değil; bir bakışın sonsuzluğunda, bir suskunluğun derinliğinde, bir duanın zamansız yankısında hissettiğimiz bir şey.

Ama nedir gerçekten zaman? Başlangıcı var mıdır? Peki ya sonu?

İbn Arabi, zamanın sadece bir akış değil, bir tezahür olduğunu söyler. O’na göre zaman, Hakk’ın kudretiyle her an yeniden yaratılan bir perdedir. Ve bu perde, hakikati saklamak için değil; onu göstermek için vardır.

Çünkü zamanın ardında sonsuz bir varlık, daimi bir oluş, sürekli bir varoluş yankısı gizlidir.

Bu bölümde işte tam da bu sırrın peşine düşeceğiz:

Zaman sonsuz mudur? Yoksa sonsuz olan, zamanın kendisi değil de, onun ardında sürekli varlığını sürdüren hakikat midir?

İbn Arabi’nin düşüncesinde zaman, hattî değil; dairevîdir. Başlangıçla son aynı noktada birleşir. Çünkü hakikat, zamanla kayıtlı değildir. O, zamanın dışından bakar.

Ve insan… İşte o da, bu geçici âlemde sonsuzluğu koklayabilen tek varlıktır.

Varlık, her an yeniden yaratılır. Bu yaratılış, kesintisiz bir ilahi nefes gibidir. İbn Arabi buna “teceddüd-i halk” der: Her an yeni bir yaratılış.

Ve bu yaratılışla birlikte, her an yeniden var oluruz.

Ama farkında mıyız?

Zamanı saatle değil, şuurla ölçenler için zaman, bir ip değil; bir nur olur.

Ve o nur, her an bizi çağırır: “Sonsuz olanı hatırla…”

Bu bölümde, zamanın ötesindeki anlamı; İbn Arabi’nin “el-Ezel”, “el-Dahr” ve “el-Vakt” kavramlarıyla nasıl yorumladığını; varlığın sürekliliğini nasıl temellendirdiğini; ve insanın bu süreklilik içinde nasıl bir yer tuttuğunu adım adım keşfedeceğiz.

Çünkü belki de en büyük sır şudur:

Zaman geçmez. Biz geçeriz.

Ama geçerken neye dönüştüğümüz, neyi hatırladığımız, neyi unuttuğumuz…

İşte bütün mesele burada gizlidir.

Şimdi derin bir nefes al…

Çünkü bu sadece bir bölüm değil; sonsuzluğu dinleme cesareti.


Bir taş, bir ağaç, bir yıldız ya da insan… Biz onlara bakar ve “var” deriz.

Oysa İbn Arabi’ye göre bu “varlık” dediğimiz şey, aslında sabit değil; her an yeniden yaratılan bir haldir.

Bu düşünceye tasavvufta “Teceddüd-i halk”, yani “yaratılışın tazelenmesi” denir.

Bu ne demektir?

Şu demektir:

Varlık her an yok olur, her an yeniden var edilir.

Ama bu yok oluş, bizim gözle göremeyeceğimiz kadar hızlı, süreksiz ve kesintisiz bir biçimde gerçekleşir.

Sanki bir ışığın çok hızlı yanıp sönmesi gibi... Biz ona “yanıyor” deriz ama hakikatte her an söner, yeniden yanar.

İşte tüm varlık da böyle bir “yaratılış titreşimi” içindedir.

İbn Arabi bunu şöyle açıklar:

“Her şey her an yeni bir varlık kazanır.

Bu yenilik, varlığın özü değil; Hakk’ın tecellisinin tazeliğidir.”

Bu anlayışta zaman, artık sadece ölçülecek bir şey değil; bir şahitlik alanı haline gelir.

Çünkü zaman, Hakk’ın her an yeni bir yaratışla tecelli ettiği ilâhî sanatın perdesidir.

Bu yüzden İbn Arabi zaman hakkında konuşurken “varlıkta süreklilik yoktur” derken aslında “Hakikatte süreklilik O’na aittir” demektedir.

Buradaki ince nokta şudur:

Biz varlığın kendisini sabit zannederiz, oysa sabit olan şey Allah’ın kudretidir.

Varlık ise bu kudretin her an yansıyan bir gölgesidir.

Kur’an’da geçen şu ayet, bu düşüncenin temeli gibidir:

“O, her an bir yaratış üzeredir.”

(Rahman, 29)

Bu ayette geçen “her an” ifadesi, teceddüd-i halk fikrinin kaynağıdır.

Yani varlık, Allah’ın dilediği her anda yeniden başlatılır.

Ve biz bu yaratılış anlarının devamlılığına “zaman” deriz.

Ama o zaman dediğimiz şey, aslında tecellilerin ardışıklığıdır.

Bir görüntü kaydı gibi…

Her karede yeni bir ân vardır, ama biz onu süreklilik gibi algılarız.

Oysa arada boşluklar, değişimler, yenilenmeler vardır.

İbn Arabi’ye göre işte bu “her an yeniden oluş” hâli, varlığın hakikî anlamını verir.

Çünkü bu durumda hiçbir şey “kendi başına var” değildir.

Her şey, ancak Hakk’ın “kün” (ol) emriyle var olabilir.

Ve bu “kün”, sadece bir defa değil, her an yeniden söylenir.

Bu bakış açısı insanı da etkiler.

Çünkü insan, kendi varlığını sabit zanneder.

Ama bu anlayışa göre sen de, ben de, hatta düşüncemiz bile her an yeniden yaratılır.

Sen şu anda bu kelimeleri okurken, sadece bilgiyi değil, yeniden var edilen bir bilinci taşıyorsun.

İbn Arabi’nin şu sözü bu hakikati özetler:

“Senin her nefesin, yeni bir varlık doğurur.

Ama sen, onu eski sandığın için onun yeniliğini göremezsin.”

Bu yüzden süreklilik, zahirde bir görüntüdür.

Batında ise her şey fani ve akıcıdır.

Sabit gibi görünen taş bile, ilahî iradenin nefesiyle her an varlık kazanır.

Ve bu süreklilik hissi, aslında sonsuz bir yenilenme serisinin hissidir.

Buradan hareketle, “sonsuz zaman” dediğimiz şey de aslında “sonsuz yaratılış” demektir.

Ve bu yaratılış sonsuz değil, sonsuzu yansıtan bir kudretin sürekliliğidir.

Yani Allah süreklidir. Varlık ise o sürekliliğin yansıması ve tanıklığıdır.

Bu anlayış, insanı büyük bir idrake çağırır:

Kendini “sabit bir varlık” değil, her an Allah tarafından var edilen bir şahit olarak görmek…

Ve bu şahitlik içinde her ânı kıymetli bilmek…

Çünkü bir sonraki an, yepyeni bir yaratılış olabilir.

Ve sen o yeni yaratılışta başka bir hale bürünebilirsin.

ree

La Zamânî Hakikat: Zamanın Olmadığı Bir Varlık Düzeyi

Zamanla düşünmeye alışmış bir zihin için, zamanın olmadığı bir düzeyi kavramak kolay değildir.

Ama işte İbn Arabi, tam da bu bilinemezliğin perdesini aralar.

Ona göre gerçek hakikat, ne geçmiştedir, ne gelecekte.

Hatta şimdide bile değildir.

Gerçek hakikat, zamanın dışındadır.

Bu düzeye İbn Arabi’nin lisanında "la zamânî hakikat" denir — yani zamandan bağımsız varlık hakikati.

Bu anlayışa göre zaman, bir yaratılış aracıdır; bir geçit, bir perde.

Ama perdeyi kaldırdığında, geriye sadece mutlak varlık kalır.

O varlık ise zamanın kendisine değil, zamanı yaratana aittir.

İbn Arabi der ki:

“Hakikat zamana sığmaz. Zaman, sadece onun suretidir.”

Yani biz zaman dediğimizde, sadece hakikatin bir yansımasını görürüz.

Tıpkı ayın sudaki yansımasını gerçek sanmak gibi…

Ama aslında ay gökyüzündedir.

Ve hakikat de zamanın ötesindedir.

Bu “zaman dışı varlık düzeyi” İbn Arabi’de genellikle Allah’ın Zâtı, yani mutlak birliğin makamı ile ilişkilendirilir.

Zamanın olmadığı yerde, değişim yoktur.

Başlangıç yoktur.

Son yoktur.

Çünkü değişim, ancak zamanla mümkündür.

Ama Allah’ın Zâtı, hiçbir değişime tabi değildir.

O, “kâne Allâhu ve lem yekûn şey’un gayruh” hakikatidir:

“Allah vardı ve O’ndan başka hiçbir şey yoktu.”

İşte bu düzeydeki varlık, ezelî bir sabitedir.

Ne başlar, ne biter.

Ne artar, ne eksilir.

O sadece vardır.

Ve bu varlık, zamanın içinden değil, zamanın dışından tüm varoluşa feyiz verir.

Peki biz buna nasıl yaklaşırız?

İbn Arabi der ki:

“Senin kalbin, zamanla kayıtlıdır. Ama kalbin içindeki sır, zamandan azadedir.”

Bu sır, kalpte taşıdığımız ilâhî nefesin bilgisidir.

O nefes ki, yaratılış anında insana üflenmiştir.

Ve o nefes, zamanı tanımaz.

Çünkü o, ezelîdir.

Senin içinde taşıdığın ruh, zamandan önce yaratılmıştır.

Ve onun hafızasında zaman yoktur — sadece “an” vardır.

Bu da demektir ki, kalbini derinleştirdikçe, sen de zamanın ötesine geçebilirsin.

Bir ân gelir, bakarsın: Ne dün var, ne yarın.

Sadece bir “şimdi” vardır.

Ama o şimdi, saatle ölçülmez.

O şimdi, bir ebediyet noktasıdır.

İşte bu noktaya İbn Arabi “an-ı daim” der: Sabit ân.

Bu sabit ân, zamanın sırrıdır.

Ve bu ânı yaşayan kimse, zamanın dışındaki hakikati fark eder.

Bu fark ediş, sadece bilgiyle değil; hal ile olur.

İdrakle değil; aşk ile olur.

Zihin burada yetersiz kalır.

Çünkü zihin, zamana bağlıdır.

Ama aşk, zamansızdır.

Ve sadece aşk, seni zamanın olmadığı yere götürebilir.

İbn Arabi, Tarjumânü’l-Eşvâk’ta şöyle der:

“Onunla buluştuğumda, zaman durdu.

Zamanın içindeki saatler sustu.

Kalbimdeki takvim yırtıldı.

Sadece O vardı.

Ve ben de yoktum artık.”

Bu, bir yok oluş değil; bir hakikatte eriyiştir.

Çünkü zamanla var olan benlik, zaman dışı hakikatte çözüldüğünde, sadece hakikat kalır.

İşte la zamânî hakikat budur:

Zamanın son bulduğu, ama hakikatin başladığı yer.

Burası bir mekân değil, bir makamdır.

Sadece ruh ile ulaşılır.

Ve ulaşıldığında, artık zaman geri çekilir.

O zaman sen sadece var olmazsın, hakikatin kendisinde var olur hâle gelirsin.

ree

Ayn-ı Sâbite ve Zaman: Varlığın Sabit Cevherleri Zaman İçinde Nasıl Tecelli Eder?

İbn Arabi düşüncesinin en çarpıcı kavramlarından biri şudur: Ayn-ı Sâbite.

Bu terim, kelime anlamıyla “sabit göz” ya da “sabit varlık örneği” demektir.

Ama burada gözlenen şey fiziksel değil; ilâhî ilimde sabit olan öz’dür.

Nedir bu “ayn-ı sâbite”?

İbn Arabi’ye göre Allah, yaratacağı her varlığı, her eşyayı ve her insanı ezelî ilminde zaten bilmektedir.

Ama bu bilgi, henüz yaratılış sahnesine çıkmamıştır.

İşte bu yaratılmamış ama bilinen özlere ayn-ı sâbite denir.

Bu özler, zamanın öncesinde mevcutturlar ama yaratılış sahnesine zamanla birlikte çıkarlar.

Yani senin ruhun, senin varlık özün, sen bu dünyaya doğmadan önce Allah’ın ilminde sabitti.

Senin yürüyüşün, bakışın, sevdiğin renk, yandığın aşk, söyleyeceğin söz — hepsi o özde kayıtlıydı.

Zaman ise bu kayıtların açıldığı, tecelli ettiği bir perde gibidir.

İbn Arabi der ki:

“Her ayn-ı sâbite, kendi vaktinde zuhur eder.

Vakit onu çağırır, Hak onu var eder.”

Bu söz çok derindir.

Zaman, burada sadece bir akış değil; bir çağrı alanıdır.

Senin özün, yani ayn-ı sâbiten, zamanın bir noktasında varlığa çağrılır.

Ve bu çağrıya cevap verilir: “Ol!”

Burada zaman, bir oluşun mekânıdır.

Ama oluş, ezelîdir.

Bu nedenle İbn Arabi zamanın hakikatine baktığında sadece anları değil, özlerin dansını görür.

Her varlık, zamanın içinde bir kez görünür ama hakikatte o, ebediyetin bir yüzüdür.

Bir insanın davranışı, bir taşın düşmesi, bir sözün yankısı…

Bunların hepsi birer “tecelligâh”tır — yani Hakk’ın ezelî ilminde sabit olan özün zaman içindeki yansımasıdır.

İbn Arabi’ye göre zaman, ayn-ı sâbiteleri “ışık gibi” görünür kılar.

Tıpkı karanlık bir odada lamba açıldığında ortaya çıkan nesneler gibi…

Onlar zaten oradadır, ama görünmezler.

Zaman, lambayı açar.

Tecelli başlar.

Bu anlayışın çok önemli bir sonucu vardır:

Hiçbir şey tesadüfen olmaz.

Çünkü her şey, ayn-ı sâbitesine göre hareket eder.

Her varlık, kendi hakikatine doğru yol alır.

Ve bu yolculuk, zamanla olmaz; zaman içinde görünür hale gelir.

O halde zaman nedir?

Zaman, ezelî hakikatin perdesidir.

Zaman, görünmeyeni görünür kılandır.

Zaman, bir ifşa aracıdır.

Ama sadece perdeyi açar — hakikati yaratmaz.

İbn Arabi bunu şöyle özetler:

“Zaman, suretleri gösterir.

Hakikat ise Allah’ın ilminde zaten mevcuttur.

Senin zuhurun, senin hakikatinin zamanla buluşmasıdır.”

Buradan bakıldığında, biz insanlar sadece zamanla oluşan varlıklar değiliz.

Biz, zamanın içinden geçen ezelî sırlarız.

Ve her birimiz, kendi ayn-ı sâbitemizin bir gölgesiyiz.

Zaman bu gölgeyi oynatır, ama gölgenin aslı ilâhî ilimdedir.

Bu yüzden İbn Arabi’ye göre insanın gerçek gayesi, zamanın içinde kalmak değil;

zamanla kendi hakikatine ulaşmaktır.

Çünkü senin özün, zaten Hakk’ın ilmindeydi.

Sen şimdi sadece kendini hatırlıyorsun.

O hatırlayış anı…

İşte o an, en gerçek andır.

Ve o ânı yaşadığında, zaman durur.

Sen ayn-ı sâbitene dokunursun.

Ve artık sadece var olmakla kalmazsın; hakikatin olur


İnsanın Zaman İçindeki İzleri: Süreklilik Zamanla mı, Hakikatle mi Kazanılır?

Her insan yaşar, yürür, konuşur ve sonunda göçer.

Ama bazı insanlar, göçtükten sonra da varlığını sürdürür.

Bir kelimesi, bir bakışı, bir duası asırlar sonra bile yankılanır.

İşte burada sormamız gereken soru şudur:

Bir insanın izi neyle kalır? Zamanla mı? Yoksa hakikatle mi?

İbn Arabi’ye göre zaman, bir şeyin geçip gitmesini değil, hakikatinin görünür olmasını sağlar.

Sen bu dünyada bir iz bırakırsın — ama o izin kalıcılığı, zamanın uzunluğuyla değil; hakikatle olan bağınla ölçülür.

Zamanla yapılan her şey, zamanla silinir.

Ama hakikatten doğan şey, zamanı aşar.

Çünkü zaman sınırlıdır;

Hakikat ise sonsuzdur.

İşte bu yüzden bazı sözler unutulur, bazı sözler ise çağları aşar.

Bazı yürüyüşler toprağa karışır, bazı yürüyüşler göklere yazılır.

Çünkü hakikatten gelen her şey, sonsuz zamanın kayıtlarına geçer.

İbn Arabi bunu şöyle ifade eder:

“Varlığın değeri, zamanın içinde değil; hakikatin üzerindeki yankısındadır.

Kalıcı olan, ne ayaktır ne kelimedir — kalıcı olan, Hakk’a işaret edendir.”

Bu söz, büyük bir farkındalık sunar bize:

Zaman seni taşımaz.

Sen, zamanla Hakk’a yürüdüğün kadar kalırsın.

Yani mesele süre değil; özdür.

Yıllarca yaşayan bir beden, hakikate kapalıysa, zamanla dolu ama manasızdır.

Bir anlık bir kalp sıçrayışı ise, sonsuzlukla yazılabilir.

Şöyle düşün:

Bazı insanlar sadece sevdiklerinin hatırasında kalır.

Bazıları ise zamanın kendisini aşar;

Sadece tarihte değil, kalplerde yaşar.

Çünkü onlar kendi hakikatlerini zaman içinde görünür kılmışlardır.

İşte bu noktada, İbn Arabi bize çok önemli bir sırrı öğretir:

“Zamanın içindeki iz, Hakk’a yaklaştıkça silinmez.

Zamanla değil, Hakk’la yürüyen iz bırakır.”

Bu yüzden bir sözün kalıcı olması, onu ne zaman söylediğine değil;

hangi sırra yaslanarak söylediğine bağlıdır.

Bir bakışın kalıcı olması, onu kime yönelttiğine değil;

o bakışta neyin parladığına bağlıdır.

O hâlde insanın ölümsüzlüğü, zamanla yarışmak değildir.

İnsan, zamanın ötesindeki hakikatle bağ kurdukça ölümsüzleşir.

Ve bu bağ, ne unvanla, ne mirasla, ne sayılarla kurulmaz.

Bu bağ, kalbin samimiyetiyle, ruhun tecellisiyle kurulur.

İbn Arabi’ye göre, insanın en kalıcı izi kendini bilmesidir.

Çünkü kendini bilen, Rabbini bilir.

Rabbini bilen, zamanın ötesine yürür.

Ve zamanın ötesine yürüyen, zamanın içinde izi silinmeyen olur.

Bu yüzden hakikate yönelen bir ân, bin yıl yaşamaktan daha değerlidir.

Hakikati hisseden bir kelime, bin ciltlik kitaptan daha derindir.

Çünkü zamana değil, hakikate yazılmıştır.

İşte bu yüzden bir dua kalır…

Bir niyet kalır…

Bir iç geçirme kalır…

Zamanın içinden geçerken bile, zamanı aşan şeyler vardır.

İbn Arabi’nin varlığı da böyle kalmıştır.

Onun kitapları, onun kelimeleri, onun nefesi…

Zamanı değil, zamanın ötesini anlattığı için,

her çağda yeni bir gönle ulaşır.

Senin de ömrün geçer.

Ama eğer sen hakikatle yaşarsan,

zaman içinde görünür, zamanın dışında kalırsın.

Ve en güzel iz, Hakk’ın nurunda görünür olan izdir.


Zaman akar, insanlar geçer, yıldızlar söner...

Ama bir şey vardır ki zamanla silinmez, zamanla eksilmez: Aşk.

Ve İbn Arabi’ye göre en gerçek aşk, ilahi aşktır.

Çünkü bu aşk, zamanı dönüştürür.

Zamanı ölçü olmaktan çıkarır, mana’ya dönüştürür.

Peki aşk zamanı nasıl dönüştürür?

Çünkü aşk, zamanı hissettirmez.

Sevdiğini düşündüğün bir an, saatler geçer de fark etmezsin.

Bir vuslat beklersin, her saniye saat gibi gelir.

İşte bu, aşkın zamanı bükmesidir.

Ama bu sadece bir başlangıçtır.

İlahi aşk ise zamanın sınırlarını tamamen kaldırır.

Çünkü bu aşk, sadece hissedilen değil, varlık düzeyine sinen bir aşktır.

Sen artık zamana göre yaşamazsın;

Sen aşkın ritmine göre yaşarsın.

İbn Arabi der ki:

“Âşık olan zamanla değil, sevgiliyle yaşar.

Sevgilinin her tecellisi yeni bir zamandır.”

Yani zaman burada artık saatle değil, aşkla ölçülür.

Her sevgiyle dolan an, yeni bir yaratılıştır.

Her özlem, yeni bir varoluştur.

Her vuslat, ebediyetin bir hatırlatmasıdır.

İlahi aşk, sadece bir duygu değildir.

O bir hal, bir durum, bir yürüyüş biçimidir.

Ve bu yürüyüşte zaman çözülür,

çünkü zaman artık sadece aşkın mekânıdır.

Böyle bir aşkta geçmiş yoktur.

Çünkü affedilmiştir.

Gelecek yoktur.

Çünkü teslim olunmuştur.

Sadece şimdi vardır.

Ama o şimdi, aşkın ebedî nefesidir.

İbn Arabi, Tarjumânü’l-Eşvâq’ta şöyle der:

“Onunla bir an yaşamak, bin yıl beklemeye değer.

O bir an ki, zamanın içinde görünür;

ama ebediyetin kokusunu taşır.”

Bu söz, aşkın nasıl zaman üstü bir hakikat olduğunu anlatır.

Çünkü aşk, zamanı eritir.

Zamanı eritince de, geriye sadece aşkın kendisi kalır.

İşte bu yüzden ilahi aşk, sadece Allah’a duyulan bir muhabbet değil;

aynı zamanda zamanla bağ kurmanın en saf biçimidir.

Sen zamanla savaşmazsın;

Onu aşkınla dönüştürürsün.

Artık zaman seni değil, sen zamanı taşırsın.

Bu anlayış, sadece bir manevî hal değil, aynı zamanda bir varoluş biçimidir.

Aşkla yaşayan biri, hiçbir anı boşa bırakmaz.

Çünkü her an, sevgiliyle karşılaşabileceği bir fırsattır.

Ve her fırsat, sonsuzluğun kapısını aralayabilir.

İlahi aşk seni zamanın dışına çıkarmaz,

ama zamanı ilahi hale getirir.

Artık sen ne geçmişin yükünü taşırsın,

ne geleceğin kaygısını.

Çünkü her an, aşkla kutsanmıştır.

İşte bu yüzden aşk, sürekliliğin en saf halidir.

Çünkü o, kalbe bir kez indiğinde,

artık zaman değil, aşk hükmeder.

İbn Arabi’ye göre insan, zamanla var olmaz.

İnsan, ancak aşkla var olur.

Zaman seni unutabilir.

Ama aşk seni ezelî hatıraya bağlar.

Ve o hatıra, zamanla silinmez.

Çünkü o hatıra, Hakk’ın seni sevdiği andır.

O hâlde ilahi aşk nedir?

• Zamanı ölçmek değil; zamanı duymaktır.

• Zamanla yarışmak değil; zamanı sevmektir.

• Zamanı durdurmak değil; zamanı aşkla eritip sonsuzluğa katmaktır.

Aşkın süresi yoktur.

Ama aşkın izi vardır.

Ve bu iz, eğer hakikate dokunmuşsa,

sonsuzlukta yankılanır.

ree

Sonsuz Zamanın Eşiğinde Dua ve Ruhsal Çözülme

Ey zamanı yaratan, zamana hükmeden, zamanı aşan Rabbimiz…

Sen ki her an bir yaratış üzeresin.

Biz zamanı anlamaya çalıştık,

ama gördük ki zaman sensin…

Ve senin dışında hiçbir şey ebedî değil.

Ya Rab…

Bize zamanı değil, zamanın içindeki sırları sevdirdin.

Zamanı ölçmek yerine, onu hissetmeyi öğrettin.

Kalbimize bir anlık bakışla, bir ömrün vereceği bilgiden fazlasını üfledin.

İbn Arabi’nin diliyle öğrendik ki,

zaman bir aynaydı…

Senin cemalini yansıtan bir perdeydi.

Biz o perdede kaybolduk bazen.

Unuttuk ki, her perde bir hatırlayıştır.

Bizi unutturma, Ya Rab.

Unuttuğumuzda da hatırlat.

Zamana aldandığımızda, zamandan taşan aşkını göster.

Saatlere değil, kalbe güvenmeyi nasip et.

Çünkü her ânın sahibi sensin,

ve seninle geçen bir an, bin yılın önündedir.

Ya Evvel…

Bizi başlangıcımıza, sana döndür.

Ya Ahir…

Bizi sonsuzluğa, seninle ulaştır.

Ya Zahir…

Bizi kendimizde sana göster.

Ya Batın…

Bizi kendimizde senden gizleme.

Zamanla değil, senin aşkınla var olmak istiyoruz.

Sadece geçen günleri değil,

her ânı seninle yaşamak istiyoruz.

Ayn-ı sâbitemizi bize bildir,

varlık hakikatimizi bize duyur.

Zamanın dışındaki ezelî sözümüzü hatırlat:

“Evet, Sen bizim Rabbimizsin.”

Bu sesi duyduğumuzda,

zaman çözülecek,

ve sadece aşk kalacak.

Ya Rabbi…

Sonsuz zamanın anlamını bize gösterdin.

Zamanın içindeki sırları açtın.

Şimdi bizi zamansızlığın hakikatine ulaştır.

Zamanla yorgun düşen gönlümüze,

zamanı aşan huzurunu indir.

Ve bizi, sadece seni isteyen kullarından eyle.

Amin.

$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button

$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

Recommended Products For This Post
 
 
bottom of page