top of page

Ruhun Zamanla Olan İlişkisini Anlamak. İbn. Arabi Hz.

Güncelleme tarihi: 20 Haz

ree

Zamanın gerçek yüzü, gözle görünen takvimlerde değil, kalpte hissedilen derinliktedir. İnsan saati okur ama ruh zamanı hisseder. Dakikalar akar, günler geçer ama bazı anlar vardır ki bir ömre bedeldir. Bazı zamanlar geçmez, bazıları ise bir nefes gibi kayar. İşte bu fark, ruhla zaman arasındaki ilişkinin sırlarını içinde taşır. Çünkü zaman herkes için aynı hızda ilerlemez. Zamanın gerçek yüzü, ruhun ona nasıl baktığına göre değişir.


İbn Arabi, zamanın yüzünü anlamak için dış dünyaya değil, iç dünyaya yönelmemizi söyler. Çünkü zaman dışarıdan dayatılan bir çizgi değil, içeriden yankılanan bir çağrıdır. Bu çağrı bazen bir uyanıştır, bazen bir hatırlayıştır. Bazen bir gecenin ortasında içimize düşen sessizlikle gelir. Bazen yıllardır taşıdığımız bir sorunun cevabı olur. O yüzden zaman sadece ölçülen bir şey değildir. Zaman, hissedilen bir varlıktır.


İnsan yaş aldıkça değil, fark ettikçe büyür. Ve farkındalık, zamanla ruh arasındaki en ince bağdır. Fark etmeyen için zaman yalnızca geçer. Ama hisseden için zaman bir öğretmene dönüşür. Her geçen gün, her yaşanan olay, her karşılaşılan insan, zamanın ruhumuza sunduğu bir bilgidir. Ve bu bilgi, kitaplardan değil, yaşanmışlıkların içinden gelir. Çünkü gerçek zaman bilgisi, ruhun yaşadıklarıyla bütünleştiği andır.


Bazı insanlar hayatlarının belli dönemlerinde zamanla barışır. Artık bir yerlere yetişme çabası azalır. Beklemek acı vermez. Geçmişin yükü hafifler. Çünkü ruh, zamanın sadece bir geçiş olmadığını, bir iç oluş olduğunu fark eder. Bu fark ediş, zamanın gerçek yüzüne atılan ilk bakıştır. Ve bu bakıştan sonra insanın zamanla ilişkisi değişir. Artık ne geçmiş bir pişmanlık, ne gelecek bir endişe olur. Her şey şimdide toplanır.


Zamanla uyumlanan bir ruh, geçmişe bakarken minnettarlık hisseder. Çünkü bilir ki her yaşanan, bugünü inşa etmek için gerekliydi. Geleceğe bakarken telaş duymaz. Çünkü bilir ki gelecek, bugünkü hâlin bir meyvesidir. Ve şimdiye bakarken huzur duyar. Çünkü gerçek zaman şimdi olandır. Ne geçmiş geri gelir, ne gelecek tam olarak bilinir. Ama şimdi, bütün zamanların birleştiği noktadır.


İbn Arabi’ye göre ruh, zamanın hem içindedir hem dışındadır. Zamanın içinde yaşar ama ona mahkûm değildir. Bu yüzden bazı insanlar geçmişte yaşanmış bir olayı bugün gibi hisseder. Bazıları gelecekte olacak bir hâli şimdiden bilir gibi yürür. Çünkü ruh için zaman, doğrusal değildir. Ruh, zamanın çizgisinde değil, merkezinde durur. Bu merkezde olmak, insanın zamanla savaşı bırakıp, onunla dostluk kurduğu andır.


Zamanın gerçek yüzü, bizi yönlendiren değil, bizimle konuşan bir yüzdür. O yüz bazen sabırla bakar. Bazen bizi çağırır. Bazen susar ama içinde büyük bir anlam taşır. İnsan sessizliğe kulak verdiğinde, zamanın da konuştuğunu duyar. Çünkü zaman sadece olayları değil, ruhun hâlini de taşır. O yüzden bazı sabahlar nedensizce hüzünlü uyanırız. Ya da bazı akşamlar derin bir huzur çöker içimize. Bunlar zamanın ruhumuza dokunan sessiz hediyeleridir.


Zamanın gerçek yüzünü görmek isteyen insan, kendi ruhunun aynasına bakmalıdır. Bu ayna, dışarıdan temizlenmez. İçeriden parlatılır. Kırgınlıklar, öfkeler, beklentiler bu aynayı buğular. Ama sevgi, rıza ve şükür bu aynayı berraklaştırır. Ayna berraklaştıkça zamanın yüzü görünür hâle gelir. Ve insan artık zamanın geçmesini değil, onunla birlikte akmayı öğrenir.

Zaman, acele edenleri yorar. Çünkü zamanla savaşan insan, kendi ritmine karşı gelmektedir. Oysa ruhun kendi ritmi vardır. Her ruh kendi zamanında açar. Kimi erken uyanır, kimi geç. Kimi hızlı koşar, kimi yavaş yürür. Ama hepsi kendi zamanında tamam olur. Bu yüzden başkalarının zamanına bakarak kendi zamanını kıyaslamak, ruhun dengesini bozar. Zamanı anlamak, kendini anlamaktır. Ve kendini anlamak, İlahi takdiri kabul etmektir.


Ruhun zamanla ilişkisi, insanın kendiyle ilişkisine benzer. Kendini seven, zamanına da saygı duyar. Kendini yargılayan, zamanını da sürekli sorgular. Oysa zaman bir düşman değil, bir dosttur. Onunla yürümeyi öğrenen, yolun kendisinin zaten bir varış olduğunu anlar. Çünkü bazen önemli olan, nereye gittiğin değil, nasıl yürüdüğündür.

İbn Arabi’nin sözlerinde zaman, İlahi sıfatların bir tecellisi gibidir. Her an yenilenir. Her an farklı bir anlam taşır. Bu yüzden hiçbir an, bir diğerine benzemez. Bu yüzden ruh aynı yerde dursa da zaman içinde farklı bir yolculuk yapar. Ve bu yolculuk, insanı dıştan içe, görünen yüzden derin olana doğru taşır.


Zamanı sadece geçen bir çizgi olarak görmek, ruhu dışlayan bir bakıştır. Oysa zamanın içinde akan şey sadece olaylar değil, insanın içindeki dönüşümdür. Her geçen gün, ruhun bir noktasına dokunur. Her geçen mevsim, içimizde başka bir rüzgâr estirir. Ve bu estikçe insan değişir, büyür, yumuşar. Zamanın gerçek yüzü, bu değişimin taşıyıcısıdır.


İnsanın zamanla kurduğu ilişki, onun sabırla olan dostluğunu da yansıtır. Çünkü sabır, zamanla dans etmektir. Her şeyin bir vakti olduğunu kabul etmektir. Ne bir şeyi erken istemek, ne de geç geleni reddetmek... Sabır, zamanla ahenk içinde yürümek demektir. Ve ruh sabrı öğrendiğinde, zamanın aceleci çağrısından kurtulur. Artık sadece olanı beklemez, olanın içinde olur. Çünkü bilinir ki, vakti gelmeden açan bir çiçek, rüzgârda savrulur.


İbn Arabi’ye göre her varlık, kendi zamanında tecelli eder. Ve her tecelli, İlahi bir hikmet taşır. Bu yüzden kendi zamanını yaşayan ruh, başkasının yoluna özenmez. Kendi yürüyüşünü bilir. Kendi sessizliğini sever. Çünkü artık dış seslere değil, iç sesine kulak verir. Ve bu iç ses, zamanın içinde duyulan en derin bilgidir.


Zamanla bütünleşmiş bir ruhun gözleri, farklı bakar. Aynı dünyaya baksalar da, onlar başkasının görmediğini görür. Çünkü onların bakışında anlam, sözlerinde denge, duruşlarında huzur vardır. Bu huzur, zamanın gerçek yüzünü tanımaktan gelir. Bu insanlar acele etmez, çünkü bilirler ki her şey tam vaktinde gerçekleşir. Ne erken gelir ne geç. Sadece tam zamanında, olması gerektiği gibi gelir.


Bazı zamanlar vardır ki ruh o zamanın içinde kendiyle karşılaşır. Belki bir yolculukta, belki bir hastalıkta, belki bir bekleyişin ortasında... İşte bu karşılaşma, zamanla ruhun kesiştiği noktadır. Bu kesişme anında insan ne geçmişin yükünü hisseder ne geleceğin endişesini. Sadece şimdi vardır. Ve bu şimdi, bütün zamanları içinde taşıyan bir sır olur. O sırda sessizlik konuşur, zaman durur ve ruh uyanır.


Zamanın gerçek yüzünü anlamak, yaşanmış her şeyi bir öğretmen gibi görmekle mümkündür. Çünkü her yaşanan, zamanın dilinden bir cümledir. Kimi zaman sarsıcıdır, kimi zaman şefkatli. Ama hepsi ruhun şekillenmesi içindir. Ve ruh bu cümleleri okudukça olgunlaşır. Artık hayat ona düşman gibi görünmez. Her acının içinde bir arınma, her bekleyişin içinde bir eğitim olduğunu hisseder. Çünkü zaman, sadece ilerleyen bir nehir değil, ruhu arıtan bir sudur.


Zamanı tanıyan bir ruh, kendi geçmişini de yeniden yorumlar. Eskiden pişmanlıkla baktığı olaylara artık şefkatle yaklaşır. “O da olmalıydı” der. Çünkü o yaşananlar olmasa, bu anlayış doğmazdı. Ve geleceğe baktığında artık kaygı değil, tevekkül hisseder. “Ne gelecekse, zamanı geldiğinde gelecektir” diyerek yürür. Bu yürüyüş hafiftir. Çünkü yükler bırakılmıştır. Beklentiler yavaşlatılmış, şikâyetler sessizleşmiştir.


Zamanla dost olan insanın dili de değişir. Artık “neden böyle oldu” demez, “bununla ne öğreneceğim” der. Artık “ne zaman bitecek” diye sormaz, “bitene kadar nasıl sabredeceğim” der. Çünkü bilir ki her şeyin ardında İlahi bir ölçü vardır. Ve bu ölçü, zamanla ruh arasındaki en güçlü bağdır. Ruh bu ölçüyü tanıdıkça, artık kontrol etmek istemez. Sadece teslim olur. Ama bu teslimiyet bir yenilgi değil, bir özgürlüktür.


Zamanı tanıyan ruhlar, artık geçmişte yaşamaz, geleceği kovalamaz. Onlar şimdiye derinlemesine kök salar. Her ânın içinde binlerce anlam hisseder. Bir çiçeği seyrederken sadece renklerini değil, onun taşıdığı sabrı görür. Bir insanla konuşurken sadece kelimeleri değil, arkasındaki niyeti duyar. Çünkü zamanın gerçek yüzü, sadece olaylarda değil, olayların taşıdığı ruhsal mesajdadır. Ve bu mesajı okuyabilen ruhlar, dünyanın gürültüsünde kaybolmaz. Onlar sessizlikte yükselir.


Zamanla ruhun ilişkisi olgunlaştıkça, insanın yargıları da silinir. Artık kimseye “geç kaldın” demez. Çünkü bilir ki her ruh, kendi zamanında uyanır. Kimine bir söz yeter, kimine yıllar gerekir. Ama bu fark, bir eksiklik değildir. Her ruhun zamanı, kendine özeldir. Ve bu özelliği anlamak, karşındakine değil, Allah’ın takdirine saygıdır.


Zamanın gerçek yüzünü anlayan kişi, zamanı artık bir düşman gibi görmez. Onu kontrol etmeye çalışmaz. Aksine onunla dostluk kurar. Ve bu dostluk, insana en derin huzuru getirir. Çünkü insan artık zamanı değil, zamanı taşıyan özü tanımıştır. Ve bu öz, İlahi olanın içimizdeki yankısıdır.

Zaman, dıştan bakıldığında sadece bir düzen gibi görünür. Sabahlar, akşamlar, mevsimler, yıllar... Her şey belli bir sıraya göre akar. Ama ruh için bu düzen, sadece bir görünüşten ibarettir. Asıl olan, bu akışın ardında saklı olan İlahi mânadır. Ve o mâna, her insana aynı şekilde görünmez. Her ruh, kendi derinliğince görür, duyar ve kavrar.

ree

İbn Arabi’ye göre, zamanın perde arkasında İlahi sırlar taşınır. Bu sırlar herkes için açıktır ama herkes onları okuyamaz. Çünkü bu okumak, gözle değil, gönülle yapılır. Kalp arındıkça, zamanın mânası da belirginleşir. Kalp bulanıksa, zaman ya geçmek bilmez ya da anlamsızca hızlı akar. Ama temiz bir kalpte zaman, tam olması gerektiği gibidir. Ne eksik, ne fazla. Ve bu denge, Allah’ın rahmetinin bir yansımasıdır.

Bazı ruhlar henüz gençken bile olgun davranır. Bazıları ise yaşlandıklarında dahi zamana direnmeye devam eder. Bu fark, yaşla değil, ruhun zamanla olan diyaloğuyla ilgilidir. Zamanla konuşmayı öğrenen bir ruh, kendini hayatın gürültüsünden çekip iç sessizliğe teslim eder. Bu teslimiyet, bir kabulleniş değil; bir bilgeliğin başlangıcıdır.

İnsanın zamanla dostluk kurabilmesi için önce kendiyle barışması gerekir. Çünkü insanın zamana düşmanlığı, aslında kendine duyduğu sabırsızlığın bir sonucudur. Geçmişte yaptığı hataları affetmeyen, gelecekteki ihtimalleri takıntı haline getiren biri, şimdiyi yaşayamaz. Oysa şimdiyi yaşamak, zamanın gerçek yüzüyle yüzleşmektir. Ve bu yüzleşme, insanın en büyük adımıdır.


Zaman, bize sabrı öğretir. Ama sabır, beklemek değil; beklerken olgunlaşmaktır. Sabır, zamanı geçirmek değil; zamanın içinde kendi içinden geçmektir. Bu yüzden sabreden insanlar sadece durmaz, dönüşür. Onların içindeki karanlık aydınlığa döner, kırgınlık yerini kabule bırakır. Ve bu kabul hâli, zamanla birleşmenin en sessiz ifadesidir.


İbn Arabi’nin anlayışında zaman, sadece geçmişten geleceğe akan bir çizgi değildir. Zaman, Allah’ın varlıkta tecelli ediş şeklidir. Her an yeni bir yaratılış, her an yeni bir tecelli vardır. Bu yüzden hiçbir an diğerine benzemez. Aynı âyeti farklı zamanlarda okuduğumuzda farklı anlamlar çıkarmamız bu yüzdendir. Çünkü o anın ruhsal boyutu, değişmiştir. Zaman değiştiğinde insanın alıcılığı da değişir. Ve bu değişim, Allah’ın kullarına rahmetle sunduğu bir nimettir.

Zamanın gerçek yüzünü görebilmek, sadece bilgiyle değil, hâl ile olur. Bu hâl, akıl yoluyla değil, kalp yoluyla yaşanır. Kalbin konuştuğu bir ânı tarif etmek mümkün değildir ama hissedilir. İnsan, o anda zamanı unutmaz; bilakis zamanla birleşir. O birleşmede ne bir geçmiş yükü kalır ne de bir gelecek korkusu. Sadece anda derinleşen bir huzur vardır. Bu huzur, zamanın içinde bulunan İlahi izdir.


Birçok insan için zaman sadece bir araçtır. Ama İbn Arabi’ye göre zaman, Allah’ın isimlerinden biridir: Ed-Dahr. Bu ismin tecellisiyle zaman yaratılmıştır ve bu yüzden zamanın içinde İlahi hikmetler taşır. Bu hikmet, kimi zaman bir ayrılıkta gizlidir, kimi zaman bir kavuşmada. Bazen bir ölümle öğretilir, bazen bir doğumla. Ama her durumda ruhun önüne bir ayna konur. O aynada insan, kendini ve Allah’la olan bağını görür.


Zamanla derinleşen ruhlar, artık hayatta olan biteni sadece sonuçlara göre değerlendirmez. Onlar her olayın içinde bir çağrı duyar. Bu çağrı bazen “dur” der, bazen “yürü”, bazen “sabret” bazen “teslim ol.” Zamanın dili bu çağrılardır. Ve bu dili duymak, kalbi susturmakla mümkündür. Kalp sustuğunda, zaman konuşur.


İnsan çoğu zaman zamanı yönetmeye çalışır. Takvimler yapar, planlar çizer, hedefler koyar. Ama zaman bazen gelir ve her şeyi değiştirir. Çünkü zaman, insanın değil, Allah’ın mülküdür. Ve bu mülk, insanı her seferinde kendi sınırlarını fark etmeye davet eder. Bu fark ediş, kişinin acizliğini değil, Allah’a yakınlığını artırır. Çünkü aciz olduğunu bilen, sonsuz olana sığınır. Ve o sığınma, zamanla barışmanın en hakiki yoludur.


Zamanın gerçek yüzü, insana sabırla, şefkatle ve hikmetle yaklaşır. Bazen acı bir olayla öğretir, bazen tatlı bir sürprizle. Ama her hâlükârda öğretir. Zamanın öğretmenliği, sessizdir ama derindir. Onun derslerini sadece dikkatli olanlar fark eder. Ve bu fark ediş, hayatın ritmini değiştirmeye başlar.


Zamanla dost olan insanlar, daha az konuşur, daha çok dinler. Daha az yargılar, daha çok anlar. Daha az hızlanır, daha çok hisseder. Çünkü onlar bilirler ki her şeyin bir anı vardır. Ve o an geldiğinde, hiçbir şey engel olamaz. O ânı beklerken huzurla durabilmek, zamanla kurulan ilişkinin en güzel meyvesidir.


Zamanın gerçek yüzünü gören insan, artık hayatın karşısında bir yolcu gibi durmaz. O, artık yolun kendisi olur. Çünkü yürüdüğü her adımda, taşıdığı her yükte, duyduğu her sessizlikte Allah’ın zamanı onunla nasıl konuştuğunu duymaya başlamıştır. Ve bu duyuş bir bilgiden ibaret değildir; bu, kalpte doğan İlahi bir fark ediştir.


Zaman, görünmeyeni görünür kılan bir sır perdesidir. Dışarıdan bakıldığında her şey sıradan gibi görünür. Ama ruh derinleştiğinde, sıradan olan her şey anlam kazanmaya başlar. Bir ağacın yaprağındaki titreşim, bir çocuğun bakışındaki masumiyet, bir yalnızlığın içindeki yankı… Hepsi zamanın dile geldiği anlardır. Ve bu anlar, sadece o ana dikkat kesilen ruhlara açılır.

İbn Arabi’ye göre ruh, zamanın dışına çıkabildiğinde gerçek bir uyanış yaşar. Bu uyanış, ne bir olayla sınırlıdır ne de bir düşünceyle açıklanabilir. Bu, bir hâl değişimidir. Artık sabahlar sadece günün başlangıcı değil, iç aydınlanmanın çağrısı olur. Geceler sadece karanlık değil, Allah’ın sessizce yaklaştığı anlardır. Günler geçmez, dönüşür. Ve bu dönüşümde ruh, zamanla aynı dili konuşmaya başlar.


İlahi zaman, sadece saatlerle ölçülen değil, sezgiyle hissedilen bir akıştır. Bir insanın gözlerinden yaş süzülürken zaman durur gibi olur. Bir dua kalpten dökülürken, geçmiş ve gelecek ortadan kalkar. İşte o anlarda İlahi zaman devreye girer. Ve bu zaman, insana “Sen benimle berabersin” diye fısıldar.


Zamanla birlikte yürümeyi öğrenen insan, artık her olayı aynı şekilde görmez. Bir sınavı kaybetmek, sadece bir başarısızlık değil, başka bir kapının aralanmasıdır. Bir ayrılık, sadece bir kayıp değil, yeni bir doğumdur. Çünkü İlahi zaman, zahirin altına gizlenmiş batını taşır. Görünenle yetinmeyen, zamanın bu batın tarafını tanımaya başlar. Ve o tanıma ruhu hafifletir. Çünkü artık olaylar değil, olayların ardındaki niyetler önem kazanır.


Zamanın gerçek yüzünü görenler için geçmiş, sadece bir hatıra değil; bir öğretidir. Gelecek, bir bilinmez değil; bir teslimiyettir. Ve şimdi, bir yük değil; bir nimettir. Bu fark ediş, insanı hem dünyaya hem ahirete bağlar. Ne dünyadan kaçar ne de dünyaya saplanır. O, bu âlemin içindeki İlahi ritmi yakalar. Ve bu ritim, onun iç sesiyle uyumlu olduğunda, yaşamı bir duaya dönüşür.

Ruhun zamanla kurduğu bu derin bağ, kişiyi sezgiyle yönlendirir. Artık her karar, sadece akılla değil; iç sezgiyle verilir. Çünkü ruh bilir ki bazı şeyler hesapla değil, hisle anlaşılır. Bu his, İlahi zamanın içimizdeki yankısıdır. Ve bu yankıyı duyabilenler, yaşadığı her şeyi bir mesaj gibi görür. Kaybolduklarında bile yönlerini kaybetmezler. Çünkü zaman, artık dışarıdan değil, içeriden okunur.


Zamanı doğru anlamak, insanı doğru anlamaktır. İnsan, sadece etten ve kemikten değil; hatıralardan, duygulardan ve İlahi dokunuşlardan oluşur. Ve bu dokunuşlar, zamanın içinde dağıtılmıştır. Her hatıra bir izdir. Her iz, bir çağrıdır. Her çağrı, Allah’a doğru bir yolculuktur. Bu yolculuğun farkında olanlar için artık zaman düşman değil, yoldaştır. Acılar bile öğretmene dönüşür. Yalnızlıklar bile birliğe çağırır.


Zamanın gerçek yüzü, aslında Allah’ın rahmetidir. O rahmet bazen hızlı akmaz. Çünkü bazı şeyleri geç yaşamak, daha derin öğrenmek içindir. Erken gelse kıymeti bilinmezdi. Gecikmiş gibi görünen her şey, tam vaktinde gelir. Çünkü İlahi takdir, ne geç kalır ne erken davranır. O hep tam yerinde, tam zamanındadır. Bu yüzden sabır, zamanın yüzüne güvenle bakabilmektir.

İbn Arabi, zamanla ruhun buluştuğu bu fark ediş hâlini “zamansızlık içinde uyanmak” olarak tanımlar. Bu, öyle bir hâl ki, insan dününü affeder, yarınını Allah’a emanet eder, bugünün kalbine yerleşir. Artık ne geçmişe takılı kalır, ne de geleceğin yükünü taşır. O sadece yaşar ama bilinçle, hissederek, dua eder gibi. Ve bu hâl, en yüksek ruhsal hâllerden biridir.


Bu yüzden ruh ve zaman ilişkisi, sadece kozmik değil, bireysel ve ilahî bir sırdır. Her insan kendi zamanını taşır. Ve bu zaman, sadece yıllarla değil, kalple ölçülür. Kalbi uyanık olan için zaman da uyanıktır. Kalbi karanlık olan için zaman sadece bir yüktür. Bu yüzden uyanmak, zamana değil, kendine dönmektir. Ve kendine dönen, Allah’a yaklaşır.

*

İnsan zamanla büyümez, fark edişle büyür. Fark etmek, zamanın içinde sadece neyin yaşandığını değil, neden yaşandığını kavramaktır. İbn Arabi der ki, insan bir an içinde sonsuzluğu yaşayabilir. Eğer kalp hazırsa, tek bir ânın içinde geçmişi de, geleceği de ve Allah’ın nurunu da hissedebilir. İşte bu yüzden bazı anlar vardır ki insanın ruhuna mühür vurur. O an bir konuşmanın ortasında gelir. Belki bir suskunlukta, belki bir gözyaşında… Ve ruh artık eskisi gibi kalmaz. Çünkü zamanın gerçek yüzü açılmıştır.


Zamanla ruh arasında kurulan bağ, sadece bir düzen alışkanlığı değildir. Bu bağ bir uyanıştır. Ve bu uyanış, birdenbire olmaz. Yavaş yavaş olur. Gün be gün, duygu duygu, kelime kelime... İnsan bazen yaşadıklarını anlamaz ama bir gün geriye dönüp baktığında her şeyin neden öyle olduğunu kavrar. O kavrayışta ne öfke kalır ne şikâyet. Sadece bir iç geçirme ve kalpte bir teslimiyet olur. İşte o an insan, zamanla barışmış demektir.


Zamanla barışan bir insan, kendi geçmişini mahkûm etmez. Çünkü bilir ki, her düşüş bir eğitimdi. Her yalnızlık bir çağrıydı. Her kayıp bir hatırlatma… Zamanın içinde en ağır gelen anların bile ruhu yontmak için gönderildiğini anlar. Ve o yontma sayesinde artık daha sessiz, daha dikkatli, daha yumuşak olur. Bu yumuşaklık, zayıflık değil; bilgeliktir.


İbn Arabi’nin öğretilerinde ruh, zamanı sadece yaşamakla kalmaz; onu okur. Çünkü her an, İlahi isimlerin tecellisidir. Bir an sabrı öğretir, bir an affı... Bir an yalnızlığı getirir, bir an dostluğu. Ama bütün bu anlar, bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlıdır. Ve o zincirin ucunda, Allah’ın ilmi vardır. Bu ilim, sadece bilenlere değil; hissedenlere açılır. Hisseden ruhlar ise her şeyi bilmek istemez. Sadece zamanla ahenk içinde olmak isterler.


Zamanı anlayan ruh, başkalarını da aceleyle yargılamaz. Çünkü bilir ki herkes kendi zamanında açılır. Kimileri erken uyanır, kimileri geç. Ama hiçbir çiçek “Neden sen benden önce açtın?” diye soramaz. Her tohum kendi toprağında, kendi yağmuruyla ve kendi güneşiyle büyür. İnsan da böyledir. Ve bu büyümeyi anlamak, zamanı tanımaktır.

Zamanın gerçek yüzüyle karşılaşan insan artık kendi içinden korkmaz. Çünkü bilir ki içindeki fırtınalar da, sessizlikler de zamanın bir parçasıdır. Ve o parçalar birleşince insan olur. Bu yüzden bazen ağlamak gerekir. Bazen hiçbir şey söylemeden beklemek. Bazen bir duanın cevabını yıllar sonra almak… Ve bütün bunları kabul etmek, ruhun zamanla dostluğunu derinleştirir.


Zaman, bir aynadır. Ve insan bu aynada kendini gördükçe ya kaçmak ister ya da yüzleşmek… Kaçanlar zamanla savaşır. Yüzleşenler ise zamanla bir olur. Çünkü kendini tanımadan zamanı tanıyamazsın. Kendinle yüzleşmeden İlahi takdiri anlayamazsın. İbn Arabi’nin sözleriyle: “Sen kendini bildiğin kadar Rabbini bilirsin.” Bu bilme hâli, zamanın içindeki en büyük armağandır.

Zamanla bir olan ruh artık dünyanın telaşına kolay kolay kapılmaz. Çünkü onun içinde başka bir zaman akmaktadır. O zaman, acele etmeyen bir zaman, yavaş akan, ama derinleşen bir zaman… Kalbin içine yerleşen bu zaman, sadece günleri değil; duyguları da, kararları da, ilişkileri de dönüştürür. Artık insan bir cümleyi söylerken bile düşünür: “Bu söz, zamanın ruhuyla uyumlu mu?” Çünkü o bilir ki her söz bir tohumdur. Ve zaman o tohumu yeşertir.


Bazı insanlar zamanın içinde kaybolur. Onlar ya geçmişte takılı kalmıştır ya da geleceğin hayalleriyle kendini avutmaktadır. Ama ruhun uyanışı sadece şimdi de olur. Şimdi, tüm zamanların düğüm noktasıdır. Şimdi, İlahi bakışın en net hissedildiği andır. Bu yüzden gerçek uyanış, şimdide derinleşmektir. Ne geçmişi silmek ne geleceği öngörmek… Sadece şimdi ile dost olmak…


Zamanla dost olmayı öğrenen insan artık hızla yarışmaz. O durur, dinler, hisseder. Çünkü bilir ki bazen bir şeyin olması için sadece durmak yeterlidir. Hareketsizlik içinde bile bir dönüşüm olur. Ve bu dönüşüm, zamanla ruhun birlikte attığı bir adımdır. Zaman seni itmez. Seni çağırır. Ama çağrıyı duymak için gürültüyü susturmak gerekir.

İbn Arabi’nin sezgisel dilinde zaman, hem bir yol hem bir öğretmendir. Zaman sana bir şey öğretmiyorsa, sen henüz dinlemiyorsun demektir. Zamanı dinlemeye başladığında ise, her olay bir işaret, her karşılaşma bir mektup, her ayrılık bir dua olur. Ve bu duayı duyan ruh, artık neye ağlayacağını, neye şükredeceğini daha derin bilir.


İnsan kendini tanımaya başladığında zamanla barışır. Ve zamanla barıştığında, artık ne geçmişin pişmanlıkları ne de geleceğin korkuları hükmeder. O insan, sabahın sessizliğinde bir huzur bulur. Gecenin koynunda bir dua gibi saklanır. Gözleriyle değil, kalbiyle bakar. Çünkü bilir ki zamanla konuşmak için kelime gerekmez. Kalbin ritmi yeterlidir.

ree

Zamanın gerçek yüzü, ruhun aynasıdır. Sen kendine ne kadar yakınsan, zaman da sana o kadar yakındır. Kendinden uzaklaştığında, zaman da seni yabancı gibi iter. Ama içine döndüğünde, zaman seni kabul eder. Çünkü o da senin gibi Allah’ın bir eseri, bir suretidir. Zaman seni incitmez. Sadece seni sana gösterir. Eğer içinde çözülmemiş düğümler varsa, zaman onları tek tek ortaya çıkarır. Çünkü iyileşme, önce görünmekle başlar.


İbn Arabi’ye göre zaman, insanın Allah’a giden yoludur. Ve bu yol, dışarıdan değil, içeriden geçer. Ne kadar kalbine yaklaşırsan, o kadar Allah’a yaklaşmış olursun. Kalbin atışıyla zamanın akışı bir olduğunda, dünya susar. İçinde bir dinginlik başlar. O dinginlik, dışarıdan anlaşılmaz. Ama yaşayan bilir. Çünkü o hâlde hiçbir şey eksik değildir. Her şey olması gerektiği gibidir.

Bir günü tamamladığında içinden “Bugün ne öğrendim?” diye sormak, zamanla yapılan en kıymetli sohbetlerden biridir. Çünkü her gün bir öğretmendir. Ve her gece o öğretmenin sessiz vedasıdır. Ruh, bu öğretmeni ciddiye aldığında, zamana karşı bir öğrenci gibi oturur. Sessizdir ama tetiktedir. Gözleri değil, kalbi açıktır. Ve o açıklıkta artık hiç kimseye sitem etmez. Çünkü bilir ki her şey, tam zamanında olmuştur.


Zamanın gerçeğini gören ruh, zamanla yarışmaz. Çünkü bilir ki asıl yarış, kendi içindedir. İçindeki sesleri susturmayı öğrenmek, en büyük zaferdir. Ve bu zafer öyle bir ödül getirir ki, insan artık sadece yaşamakla kalmaz; anlamaya başlar. Anlamak, yaşamaktan daha derin bir eylemdir. Çünkü yaşamak bedene aittir, anlamak ise ruha. Ve zaman da ruhun bu anlama hâlinde kendini gerçekleştirir.


Belki de en büyük huzur, her şeyin bir anlamı olduğunu bilmektir. Hiçbir ânın boşa geçmediğini, hiçbir bekleyişin boşuna olmadığını hissetmektir. Kalbinden geçen her şeyin Allah tarafından duyulduğunu bilmektir. Ve bu bilmek, zamanı sevmek demektir. Çünkü zaman, seni Allah’a taşıyan bir nefestir. Bir adım, bir susuş, bir bakış… Hepsi İlahi zamanın yeryüzündeki gölgeleridir.

Bütün yolculukların sonunda insan tekrar kendine döner. Ve kendine döndüğünde, zamanın gerçek yüzüyle karşılaşır. O yüz ne bir takvimde, ne bir saatte, ne bir tarihtedir. O yüz, insanın içindedir. O yüzü görenler, artık ne geçmişin zincirlerine bağlı kalır, ne de geleceğin hayalinde boğulur. Onlar sadece şimdi ile yürür. Ve o yürüyüş, bir secde kadar sessiz, bir dua kadar derindir.


Zaman seni içinde taşıyorsa, sen de onu taşıyorsun demektir. İçinde bir ışık varsa, o zamanın sana taşıdığı İlahi nurdur. Ve o nurla bakan bir göz, artık her şeye şefkatle bakar. Her insan bir hikâyedir, her an bir cevaptır. Ve her cevabın içinde Allah’ın bir ismi gizlidir. Zaman, bu isimlerin yankılandığı bir aynadır. O aynada kendini görebilmek için kalbinin camını temiz tutmalısın. Çünkü bulanık kalpte zaman da bulanık görünür.


Ve son söz olarak: Zaman, senin düşmanın değil. O seni eğiten bir dosttur. Eğer onu dinlersen, sana yolunu gösterir. Ama unutma, bu yol senin dışından geçmez. Bu yol senin içindedir. Ve içindeki o derin yolda yürümeye başladığında, işte o zaman ruhun ve zamanın bir olduğu an başlar.

$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button

$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

Recommended Products For This Post
 
 
bottom of page