top of page

Ruhun Zamanla Dansı.

ree

Zaman bazen bir rüzgâr gibi savurur insanı. Bazen bir ağırlık gibi çöker ruhun üstüne. Ne ileri gidebilirsin ne geri dönebilirsin. Sanki zaman seni değil, sen zamanı taşıyorsundur. İbn Arabi’nin sözleriyle ifade edersek, zaman sadece ölçülen bir şey değil, ruhun içinde hareket eden bir nefestir. İnsan ne zaman ki bu nefesin farkına varır, işte o zaman zamanla dans etmeye başlar. Bu dans, bir yarış değildir. Koşmak, geçmek, yetişmek de değildir. Bu dans, uyumdur. İç sesinle zamanın nabzını birleştirmektir. Çünkü zaman, dışarıda akan bir nehir gibi görünse de, aslında içeride dolaşan bir akıştır. O akışı duyamayan, zamanın dışında kalır. Ama duyan için her an bir kapı olur. Ve bu kapıdan geçen ruh, artık zamanı düşman gibi değil, sırdaş gibi yaşamaya başlar.

Her ruhun bir zaman duygusu vardır. Kimisi için günler ağırdır, kimisi için aylar su gibi geçer. Aynı takvimi yaşarız ama farklı biçimde hissederiz. Çünkü zaman, sadece saatle ölçülen bir şey değil, bilinçle algılanan bir alan gibidir. Ruh ne yaşıyorsa, zaman da ona göre biçim alır. İçinde korku varsa zaman daralır. Sevgi varsa genişler. Bekleyenin zamanı uzar, sabredenin zamanı yumuşar. Bu yüzden zaman, ruhun aynası gibidir. Ona nasıl bakarsan, sana öyle görünür. Bazen bir gün bir ömür gibi yaşanır. Bazen bir yıl bir nefes kadar geçer. İşte bu yüzden zamanın çekim alanı, sadece fiziksel bir kuvvet değildir. O, ruhun içsel hareketlerine göre şekil alır. Ruh ne kadar direnirse, zaman o kadar ağırlaşır. Ruh ne kadar teslim olursa, zaman o kadar akışkan olur. Zamanla dans etmek demek, işte bu akışı hissetmek demektir.

İbn Arabi’nin öğretilerinde zaman, sabit bir gerçeklik değil, insanın içsel hâliyle değişen bir aynadır. Zaman sana karşı değildir. Ama sen kendine karşıysan, zaman da sana yabancılaşır. Ruhuyla barışık olan kişi, zamanla kavga etmez. Günlerin geçişini bir tehdit olarak görmez. Her anın içinde kendine sunulan bir daveti duyar. Sabah bir başlangıçtır. Gece bir kapanış değil, yeni bir hazırlıktır. Zamanın her parçası bir öğretmendir. Ama bu öğretmen bağırmaz. Sadece hazır olan ruha fısıldar. O fısıltıyı duyan kişi artık geç kalmaz. Çünkü bilir ki, olması gereken şey tam vaktinde olur. Ne önce gelir ne sonra. Sadece gelir. Ve geldiğinde ruhun ona açık olup olmaması önemlidir.


Zamanın çekim alanı sadece bireysel değil, evrenseldir. Her varlık bu alanda yaşar. Yıldızlar, taşlar, ağaçlar... Hepsi zamanla dans eder. Mevsimler bir ritimle döner. Ay, güneşi takip eder. Toprak, kendine düşen vakti bekler. İnsan da bu döngünün bir parçasıdır. Ama çoğu zaman bu döngüyü unutur. Kendi zamanını yaratmaya kalkar. Zamanla yarışır, zamanı sıkıştırmaya çalışır. Oysa ruhun doğası, bu döngüyle uyum içindedir. Ruh, gecenin sessizliğinde derinleşir. Sabahın ışığında tazelenir. Her gün aynı gibi görünse de, her gün ruhun başka bir yönüne dokunur. Eğer bu dokunuşları fark edebilirsek, zaman bizim için sadece geçen bir şey değil, şekillendiren bir kudrete dönüşür. Ve bu kudret, dışarıdan gelen değil, içeride uyanan bir güçtür.

Zamanla dans eden bir ruh artık ne geçmişe saplanır ne de geleceğe sarılır. Geçmişin pişmanlıklarını taşımaktan vazgeçer. Geleceğin endişelerini bırakır. Sadece içinde bulunduğu âna kök salar. Bu kökleniş bir kaçış değil, bir yerleşmedir. Zamanı durduramazsın ama ona eşlik edebilirsin. Ve bu eşlikte bir denge doğar. Ne zaman seni ezer, ne de sen zamanı tüketirsin. İkiniz bir arada yürürsünüz. Bu yürüyüşte sözler azalır, sezgiler çoğalır. Zihin susar, kalp konuşmaya başlar. Kalbin sesi ise zamanı değil, zamanın içindeki anlamı duyar. Çünkü esas olan zamanın geçip gitmesi değil, o zamanın içinde senin nasıl kaldığındır. Ruh ne kadar farkındaysa, zaman da o kadar derinleşir.


Zaman, yalnızca bir takvim sayfası değildir. O, içinden geçtiğimiz, bizi dönüştüren bir bilinç alanıdır. İnsan bu alanın içinde bazen kaybolur, bazen de orada kendi özünü bulur. Zamanla dans eden bir ruh, artık değişimi tehdit olarak görmez. Çünkü bilir ki her dönüşüm, içten gelen bir çağrının sonucudur. Ve bu çağrı, sadece dış dünyada olan bitenle ilgili değildir. Ruhun derinlerinde başlayan bir kıpırtıdır bu. Belki bir sabah uyanırsın ve her şey aynı görünür. Ama içinden yükselen bir şey vardır. O şey, sana artık bazı şeylerin eskisi gibi olmayacağını söyler. İşte bu, zamanın seni çağırdığı andır. Ruh bu çağrıyı duyduğunda, artık geçmişe ait roller düşmeye başlar. Maskeler çözülür. Gerçek öz ortaya çıkmak için kıpırdanır.

İbn Arabi’ye göre zamanın içinden geçen her insan, aynı zamanda kendi içinden geçen bir zamanla karşılaşır. Bu iç zaman, dış takvimden farklı işler. Onun ölçüsü gözle değil, hisle olur. Bir söz duyarsın ve zaman durur. Bir bakış görürsün ve yirmi yıl öncesine çekilirsin. Bir an yaşarsın, ömrüne yön verir. Bu yüzden zaman çizgisel değil, döngüseldir. Geriye de gider, ileriye de zıplar. Ama asıl olan, şimdide ne kadar bulunabildiğindir. Şu anın farkında olmak, ruhun zamanla dansında attığı en büyük adımdır. O adım sessizdir ama yerini derinleştirir. Çünkü gerçek dönüşüm gürültüyle değil, farkındalıkla olur.

Zamanın çekim alanı bazen seni içine alır. Geçmişle boğar. Bazen geleceğe savurur. Kaygıyla doldurur. Ama eğer merkezde kalabilirsen, zamanın seni sarsmasına izin vermezsin. Merkez dediğimiz şey, sabit bir nokta değildir. O senin içindeki dinginliktir. O merkezde kaldığında, dışarıda fırtınalar da esse, içinde bir sükûn olur. İşte ruhun dansı burada başlar. Sadece adımlarla değil, duruşla. Zamanla uyum içinde yaşamak için koşmak gerekmez. Bazen durmak, bazen susmak, bazen sadece dinlemek gerekir. Çünkü zaman sana ne yapacağını söylemez. Ama neye ihtiyaç duyduğunu gösterir. Gözlemleyen ruh, bunu anlar. Koşan zihin ise hep geç kalır.


İbn Arabi’nin tarif ettiği bilge, zamanı yöneten değil, zamanla yürüyen kişidir. Zamanın akışına direnen kişi yorulur. Ona eşlik eden kişi ise bilgelenir. Çünkü zamanın sana kattığı şey, anıların sayısı değildir. İçinden geçtiğin anlamdır. Her gün bir yaprak gibi düşer. Sen bu yaprakları sadece süpürürsen, birikmiş bir geçmişin olur. Ama onlara bakarsan, her biri sana bir şey anlatır. İşte zamanın çekim alanı, bu anlama bakışta yoğunlaşır. Dış dünyada hiçbir şey değişmemiş gibi görünürken, senin içindeki zaman değişir. Aynı güne bakarsın ama gözlerin farklı görmeye başlar. Aynı sözleri duyarsın ama kalbin farklı işitir. Çünkü sen artık sadece duymuyorsun, algılıyorsun. Bu algı, zamanla dans eden ruhun müziğidir.

Zamanla dans eden bir ruh, sabrın ne olduğunu öğrenir. Sabır artık beklemek değildir. Sabır, içsel bir uyumdur. Beklemek, zamanın geçmesini izlemektir. Ama sabretmek, geçen her ânın içinde kalabilmektir. O kalışta ne acele vardır ne kaçış. Sadece hazır oluş vardır. Ve hazır olan ruh, zamanın öğretmenliğini kabul eder. Bir öğretmen gibi, zaman da seni sınar. Bekletir, zorlar, bazen susturur. Ama sonunda mutlaka konuşturur. Bu konuşma dışarıya değil, içeriye olur. Ve içte yapılan her konuşma, seni biraz daha özüne yaklaştırır. Bu yüzden zaman, seni parçalamaz. Seni inşa eder. Eğer bu inşayı fark edebilirsen, zamanı sadece ölçüyle değil, sevgiyle yaşayabilirsin.


Zamanın içinden yürüyen bir ruh, sonunda fark eder ki kendisi de zamanın bir parçası değildir, zamanın kendisidir. Senin içinden geçen saatler değil, senin içinde şekillenen anlamlardır. Gece olup karanlık bastığında ışığın değerini, sabah doğduğunda sessizliğin kıymetini anlarsın. Bu değişim yalnızca doğada değil, sende olur. Çünkü zaman dışarıda akarken, içeride başka bir saat işlemektedir. Bu saat sana kaç yaşında olduğunu değil, kaç kere gerçekten yaşadığını sorar. O yüzden ruhun zamanı, takvimdeki günlerle değil, senin kalbinin kaç kere titrediğiyle ölçülür. Bir bakışta durur o saat, bir dua ile yeniden başlar. Ve her defasında sana seni hatırlatır. Çünkü zamanla dans etmek, aslında kendinle karşılaşmanın en zarif yoludur.

İbn Arabi'nin söylediği gibi, zaman seni bir yerden bir yere götürmez. Zaman seni olduğun yere yerleştirir. O yüzden değişim bir yolculuk değil, bir hatırlayıştır. Yeniye ulaşmak için eskiyi terk etmen gerekmez. Eskiyi olduğu gibi görmen yeterlidir. Ne varsa yaşadığında, o yaşanmıştır. Değiştirilemez. Ama o yaşanmışlıktan ne doğduğu, bugünü belirler. Ve zaman bu doğumu izler. Her ânın içinde sana aynalık eden bir bilgi vardır. O bilgiyle buluştuğunda ne geçmiş pişmanlık olur, ne gelecek korku. Zamanın çekiminden kurtulmazsın ama onunla bütünleşirsin. Artık dışarıda geçen bir zaman değil, içinde açılan bir bilinç olur.

ree

İçinde zamanın kıpırtısını hisseden bir ruh, artık hiçbir şeye acele etmez. Çünkü bilir ki her şeyin bir vakti vardır. Ve o vakit geldiğinde ne bir saniye erken ne bir saniye geç olur. Hayat kendiliğinden gerçekleşir. Sen çaba sarf etmezsin ama hazır olursun. Hazırlık dediğimiz şey, dışarıda yapılan değil, içeride beklenen bir açıklıktır. Zamanla uyumlu ruh, kendini zorlamaz. Kendisini açar. Tıpkı sabahın güneşi gibi... Ne bağırır ne çağırır. Sessizce doğar. Işığını yayar. Herkese ulaşır ama kimseye dokunmaz. İşte zamanın çekim alanında böyle var olunur. Varlığınla dokunursun ama baskı kurmazsın. Mevcudiyetinle yaşarsın ama görünmezsin. Çünkü artık zamana hükmetmek istemezsin. Sadece zamanın içinde olur, onunla birlikte nefes alırsın.

İnsan kendini zamanı kontrol etmeye zorladıkça yorulur. Her şey planladığı gibi gitmediğinde kırılır. Ama zamanı bir dost gibi kabul ettiğinde, onunla konuşmaya başlar. Bazen yavaşlaman gerektiğini söyler sana, bazen hızlanman gerektiğini. Ama en çok da durman gerektiğini hatırlatır. Durmak çoğu zaman korkutur insanı. Çünkü dışarıdan bakıldığında geri kalmak gibidir. Oysa ruhun gelişimi, bazen durarak olur. Sessiz bir bekleyişle. Çünkü içte büyüyen şeyler dışarıdan hemen görünmez. Ama bir gün gelir, o bekleyişin meyvesi sana öyle bir bilgelik verir ki, zamanla savaştığın günlere sadece tebessüm edersin. Zamanla dans eden ruh, artık hiçbir şeyin peşine düşmez. Çünkü bilir ki her şey, doğru anda gelir. Ve geldiğinde yerini bulur.

Zamanın çekim alanı sadece kişisel bir deneyim değildir. Bazen bir şehri etkiler, bazen bir halkı. Bazen bir çağda herkes aynı duygunun içindedir. Çünkü zaman, kolektif olarak da hissedilir. Toplumlar bazen umutla doludur, bazen karanlıkta savrulur. Ama birey bu toplu akışın içinde kendi iç zamanını koruyabilirse, kargaşanın ortasında bile huzuru bulabilir. Bu yüzden zamanın çekim alanına kapılmak ile onunla dans etmek arasında büyük bir fark vardır. Kapılan kişi savrulur. Dans eden kişi yön bulur. Yön ise dışarıda değil, içeridedir. İçteki yön, ruhun yönüdür. Ve bu yön, sadece sessizken duyulur. Gürültüyle değil. Koşuşturmayla değil. Yavaşlıkla, dikkatle, duyarak.


İbn Arabi’ye göre her şeyin bir ilahi düzeni vardır. Bu düzenin en büyük göstergesi de zamandır. Zaman, bu düzenin hem perdesi hem ifşasıdır. Gizleyerek anlatır. Yavaş yavaş öğretir. Bu yüzden bilgi hemen gelmez. Olgunluk hemen oluşmaz. Zamanın içinde kalarak, sabırla bekleyerek ve sessizce gözlemleyerek olur her şey. Ve her geçen gün seni biraz daha derinleştirir. Her yaş, bir katman gibi eklenir sana. Ama bu katmanlar yük olmaz. Bilgi olur. Sezgi olur. Sessizlik olur. Ve sonunda sen, artık konuşmadan da anlatan bir ruha dönüşürsün. İşte bu dönüşüm, zamanın sana en büyük armağanıdır.


Zamanla uyumlu yaşayan ruh, yalnızca ileriye bakmaz. Geriye de dönüp bakar ama orada kalmaz. Geçmiş onun için bir yük değil, bir yansıma olur. Ne olmuşsa olmuştur. Ve o olmuşlukla savaşmak yerine onun içinden öğrenmeyi seçer. Bu öğreniş, zihnin topladığı bilgilerle değil, kalbin fark ettikleriyle olur. Zamanla dans eden bir ruh, her hatayı bir kapı olarak görür. Her gecikmeyi bir hazırlık, her kaybı bir açıklık olarak kabul eder. Böylece zaman, onu dağıtmaz. Toplar. Her geçen gün, onu biraz daha merkezine yaklaştırır. Her sabah biraz daha sakin, her gece biraz daha derin yapar. Ve bir gün bakar ki, artık zaman onu sürüklemiyor. O, zamanın nabzına dokunabiliyor.


İbn Arabi’nin eserlerinde sıkça geçen bir kavrayış vardır: Evren bir aynadır. Ve bu ayna, zamana yerleştirilmiş yansımalarla doludur. İnsan, bu aynaya her baktığında ya kendisini unutur ya da hatırlar. Bu nedenle zamanın çekim alanı, sadece dışsal bir geçiş değil, içsel bir yüzleşme alanıdır. Her yaşanan olay, insanı kendine yaklaştırmak ya da kendinden uzaklaştırmak için gelir. Zaman bir bakıma bir pergel gibidir. Ucu senin içinde sabitken, diğer ucu dış dünyada döner. O dıştaki hareket seni değiştirir ama içteki sabitlik seni bütün kılar. İşte bu ikilikte, zamanla dans başlar. Dışarıda hız, içeride derinlik… Dışarıda gürültü, içeride sessizlik…


Ruhun zamanla dansı, sadece olaylarla sınanmaz. İnsanlarla da sınanır. Çünkü bazen bir insan, sana zamanın bir yüzünü gösterir. Biri gelir, zamanı hızlandırır. Bir başkası gelir, onu durdurur. Birinin varlığı sana geleceği hatırlatır. Diğeri, geçmişin gölgesini taşır. Ve her bir ilişki, senin zamanla olan bağını yeniden tanımlar. Bu yüzden ilişkiler de birer zaman yolculuğudur. Her karşılaşma, senin içindeki bir zamana dokunur. Ve sen fark edersin ki, zaman dediğin şey aslında başka birinin gözlerinde senin ne hissettiğindir. Her söz, bir âna tutunur. Her bakış, bir zamanı çoğaltır ya da kısaltır. Ve bu çarpışmalarda, ruh kendine bir yön çizer.


İbn Arabi, insanın zamanla ilişkisinde en önemli unsurun idrak olduğunu söyler. Ne kadar çok idrak varsa, zaman o kadar anlam kazanır. Ne kadar az farkındalık varsa, zaman o kadar boşa akar. Bu yüzden ruhsal gelişim, zamanı daha bilinçli yaşamayı gerektirir. Geçmişte kalmak değil, geçmişi anlamak. Geleceğe kaçmak değil, geleceği duyumsamak. En çok da içinde bulunduğun âna kıymet vermek. O an, küçücük bir ayrıntıda saklı olabilir. Bir ses, bir koku, bir rüzgâr… Zaman bazen en sıradan şeylerin içinde parlar. Ve eğer ruh uyanıksa, o sıradanlıkta sonsuz bir anlam yakalar. Bu anlam seni büyütür. Kalbini genişletir. Sözlerini sadeleştirir.


Zamanla dans eden bir ruh, sonunda şunu fark eder. Ne geçmiş seni yaralayabilir, ne gelecek seni tehdit edebilir. Çünkü artık sen, bir çizgide değil, bir dairenin merkezindesin. Dışarıda ne olursa olsun, sen merkezde kalmayı öğrenmişsindir. Ve bu merkez, ne zamana bağlıdır ne şartlara. Sadece içteki sessizliğe bağlıdır. Sessizlik, bilgelik doğurur. Bilgelik, yargısızlık getirir. Yargısızlık ise zamanı serbest bırakır. Artık hiçbir şeyin erken ya da geç olduğuna karar vermezsin. Her şey, olması gereken anda olur dersin. Ve bu teslimiyet, seni korkak yapmaz. Aksine cesur kılar. Çünkü artık zamanın düşmanı değilsin. Onunla uyum içindesin.

Zamanın çekim alanı, seni kendine çekmek için var. Seni özüne çağırmak için örülmüş bir ağ gibi. Her geçen gün, her biten mevsim, her yaşanan olay seni biraz daha yaklaştırır. Kime? Kendine. Her deneyim, seni biraz daha içeri taşır. Bu iç yolculuk, zamanla dans eden ruhun en kutsal hareketidir. Her adımda zamanın içindeki bilgiyi hissedersin. Her duruşta, geçenin anlamını sezersin. Ve bu farkındalık seni sessiz ama derin bir güce dönüştürür. Artık dışarıda ne kadar fırtına koparsa kopsun, içinde bir zaman adası kurarsın. Ve o adada sadece ruhunun sesi konuşur. Zamanla dans eden bir ruhun dili sessizliğin içinden konuşur.

ree

Zaman, sadece geçen bir şey değildir. Bazen bekleyen, bazen yaklaşan, bazen de içimize yerleşen bir şeydir. Ruh bunu fark ettiğinde, artık zamanla yarışmayı bırakır. Çünkü o an, zamanın bir nehir gibi değil, bir ayna gibi olduğunu fark eder. Aynada kendini gördüğün gibi, zamanda da kendini tanırsın. Geçmişin yüzünü, geleceğin gölgesini ve bugünün çıplak gerçekliğini zamanın yüzeyinde seyredersin. Ve o seyir, seni içsel bir sadeliğe taşır. Ne fazlalıklara ihtiyaç kalır, ne de eksiklikler korkutur artık. Çünkü zamanla uyumlu bir ruh, her şeyin yerli yerinde olduğunu bilir. Ne eksik ne fazla. Sadece olması gerektiği gibi.

Zamanın çekim alanı seni bazen bir hatıraya götürür, bazen bir sezgiye. Bazen çocukluğunun gülüşüne, bazen yaşlılığının sessizliğine. Bu akışta direnmek yerine izin vermek gerekir. Çünkü ruh, ancak izin verdiğinde büyür. Ve büyüyen bir ruh, zamanı yönetmeye değil, onunla birlikte genişlemeye başlar. Artık zamanın içinde kaybolmak yoktur. Zamanın içinde kök salmak vardır. Kökler ne kadar derindeyse, rüzgârlar o kadar az sarsar. Zamanla dans eden bir ruh, artık kendini her geçen yıl değil, her derinleşen ân ile ölçer.

İbn Arabi’nin “an” üzerine olan yoğun vurgusu da bu derinlikten gelir. Ona göre an, ezel ile ebedin kesiştiği noktadır. Yani bir anı gerçekten yaşamak, sonsuzluğa dokunmak gibidir. Bir bakış, bir nefes, bir fark ediş... Hepsi zamanın ilahi anlamına açılan kapılardır. Ve bu kapılar her zaman sessizce açılır. Gürültüsüz, gösterişsiz. Kalbin derinliklerinde yankılanan bir huzur gibi. Eğer duyabiliyorsan, zaman seni eğitir. Eğer direnmiyorsan, zaman seni iyileştirir. Eğer kalbin açıksa, zaman seni taşır.

Sonunda zamanla barışan ruhlar, yalnızca yaşlanmaz. Olgunlaşır. Olgunluk, yılların getirdiği değil, anlamın içselleştiği bir derinliktir. Zaman seni yavaş yavaş kabuğundan çıkarır. Sadece kelimelerin değil, sessizliklerin de konuşmaya başladığı bir yere getirir. Artık her geçen gün, bir eksilme değil, bir arınma olur. Daha sade, daha duru, daha içten bir varoluş başlar. İşte bu varoluşta zamanla dans etmek, yalnızca bir metafor değildir. Bu, ruhun evrenle kurduğu en zarif bağdır. Ve bu bağ koptuğunda değil, güçlendiğinde insan kendine yaklaşır.


Şimdi sana bir şey söylemek istiyorum. Belki de uzun süredir kendine söylemeye cesaret edemediğin bir şey bu. Sen, zamanın sana yüklediği hiçbir rol değilsin. Ne geçmişin ağırlığısın ne de geleceğin korkusu. Sen, tam şu anda var olan, nefes alan, düşünen ve hisseden bir can’sın. Bütün hikâyeni bir kenara bırak. Başaramadığın her şeyi, zamanında gelmeyen her fırsatı, sana haksızlık eden herkesi, seni yoran her anı... Şimdi onları bir kenara bırak. Çünkü onlar seni tanımlamıyor. Asıl seni tanımlayan, bu cümleleri şu an kalbinle dinleyebiliyor olman.

Bütün dünya senden daha hızlı gitse bile, sen kendi ritmini duy. Kalbinin içindeki ahengi hisset. Herkes yetişmek için çabalarken, sen bir adım geri çekil. Gözlerini kapa ve hatırla. Sen zamana mahkûm değil, onunla dost olabilecek bir varlıksın. Ve bu dostluk, seni hayatta yalnız bırakmaz. En büyük yalnızlıklar bile geçer, ama kendinle barışık bir zaman algısı seni asla terk etmez. Çünkü kendini unuttuğunda bile, o sessizce seninle kalır.

Artık kendine şunu söylemenin zamanı geldi. Ben acele etmeyeceğim. Ben geç kalmış sayılmayacağım. Ben zamana yenik düşmeyeceğim. Çünkü zaman beni yenmek için değil, benimle birlikte yürümek için var. Ben artık bir kurban değilim. Bir yolcuyum. Ve bu yolculukta her an kıymetli. Her kırgınlık, her gecikme, her gözyaşı, her susuş… Hepsi bu yolculuğun parçası.


Yeniden başlamak istiyorsan, tam zamanı. Bir defter aç, bir dua et, bir nefes al, bir adım at… Ne yaparsan yap, ama kendin için yap. Çünkü zaman senin yanında. Çünkü zaman, artık senin içinde. Ve içindeki o derinlik, hiçbir takvimde yazmaz. Hiçbir saatte çalmaz. O sadece sen fark ettiğinde var olur. O yüzden şimdi kendine dön. Gözlerinin içindeki ışığı hatırla. Ne yaşarsan yaşa, içinde bir şey var ki, hiçbir zaman sönmedi. O şeyin adı: senin özün. Senin sonsuzluğa bağlı ruhun.


Ve unutma, zamanla dans eden bir ruh, ne dışarıdan alkış bekler ne de onay arar. O, sadece hisseder. Ve o his, her şeyden değerlidir.

Yolun açık olsun. Ve zaman, hep seninle yürüsün.

$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button

$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

Recommended Products For This Post
 
 
bottom of page