Kıyamet ve Dirilişin Gizemi
- Sesli Terapi

- 17 Haz
- 7 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 20 Haz

Zamanın Sonsuzluğunda Sırlar: Kıyamet ve Dirilişin Gizemi
“Her şeyin bir sonu vardır.
Ama zamanın sonu,
her şeyin başlangıcıdır.”
İbn Arabi, el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye
Bir gün gelecek.
Ve o gün…
gün olmayacak.
Güneş doğmayacak.
Zaman işleyecek bir saat bulamayacak.
Dakikalar anlamını yitirecek,
aylar bir anda silinecek.
Ve sanki âlem,
bir nefeste içine doğru çökecek.
İşte buna
kıyamet denir.
Ama kıyamet, sadece göğün yarılması,
dağların yürütülmesi,
denizlerin taşması değildir.
Kıyamet,
zamanın büküldüğü,
şahitliğin başladığı,
hakikatin çıplaklaştığı o sondur.
Ve her son,
bir başlangıcı çağırır.
Ey ruhunu sonsuzlukta arayan yolcu…
Bugün seninle birlikte,
zamanın uçurumuna doğru ineceğiz.
Dakikaların değil,
sonsuzluğun konuştuğu yere…
Kıyametin sadece dışsal bir felaket değil,
aynı zamanda içsel bir çözülüş,
ruhun bütün zaman perdesinden soyulup
ilahi huzura döndüğü
bir berzah-üstü hâl olduğunu göreceğiz.
Çünkü kıyamet,
herkese aynı anda olmaz.
Bazıları için o saat,
çoktan çalmıştır.
Ve diriliş…
Sadece mezardan kalkmak değildir.
Diriliş,
kendine uyanmaktır.
İbn Arabi der ki:
“Zaman kıyametle bitmez.
Zaman kıyametle hakikatine döner.”
Bu söz bize şunu fısıldar:
Zaman, kıyametle son bulmaz;
yönünü değiştirir.
Akış durmaz,
ama artık bir hedefe değil,
sonsuzluğun aynasına akar.
Ve biz,
zamanın bu dönüşümünde,
ya kendimize varırız…
ya da sonsuza dek
gecikmiş oluruz.
Bu yayında birlikte şunları soracağız:
– Zamanın sonsuzluğu ne demektir?
– Kıyamet ve diriliş, ruhun hangi sırrını açar?
– İbn Arabi’ye göre “kıyamet” kişisel bir farkındalık olabilir mi?
– Zaman biterse, mahşer nasıl kurulur?
– Sonsuzlukta bir an ne kadar sürer?
Bu sorularla,
zamanın sona erdiği değil,
yeniden başladığı o sırrî eşiğe birlikte varacağız.
Ve o eşiği geçmek için
bilgi yetmeyecek…
kalbin de uyanması gerekecek.
Hazırsan…
Başlayalım.
Zamanın sınırlarına değil…
sonsuzluğuna bakacağız.
Ve orada…
zamanın değil,
hakikatin sesi duyulacak

Kıyametin İçsel Hakikati: Sarsılan Sadece Dağlar Değil
Kıyamet denince aklına ne gelir?
Sarsılan dağlar,
yarılan gökler,
dökülen yıldızlar mı?
Evet, bunlar da vardır…
Ama kıyametin asıl sarsıntısı,
dışarıda değil, içeridedir.
Çünkü gerçek kıyamet,
sadece evrenin değil…
senin varlığının çözülmesidir.
İbn Arabi der ki:
“Kıyamet, dışta bir tecellîdir;
ama asıl kıyamet,
nefsin varlığından soyulmasıdır.”
Yani kıyamet geldiğinde
sadece bir âlem yıkılmaz…
bir benlik dağılır.
O büyük sarsıntı,
dağların değil,
benliğin dağılmasıdır.
Kur’an’da geçen o meşhur ayet:
“İnsan o gün: ‘Bu ne biçim bir gün!’ der.” (Kıyâme, 75/10)
Çünkü insan,
kendini kaybetmiştir.
Zamanı da kaybetmiştir.
Ve zamanın kaybı,
kişiliğin de çözülüşüdür.
Çünkü sen sandığın şeyler,
zamanla inşa edilmiştir.
Adın…
Kimliğin…
Geçmişin…
Planların…
Hepsi zamanın gövdesine yaslanır.
Ama kıyamet geldiğinde
zaman dağılır.
Ve sen…
zamansız kalırsın.
İşte bu yüzden,
kıyamet sadece bir “zaman sonu” değildir.
Kıyamet,
bir benlik sonudur.
İbn Arabi’nin dilinde bu hâle
fenâ denir.
Kendinden geçmek.
Kendini bırakmak.
Zamanı, mekanı, kimliği
bir alevde eritmek…
Ve oradan
hakikatle yeniden doğmak.
Bir dağın yıkılmasını hayal et.
Ama o dağ
senin nefsin olsun.
Onca yıl inşa ettiğin
o “ben”…
bir anda sarsılsın.
“Benim” dediğin ne varsa,
kaybolsun.
İşte o an,
senin kıyametindir.
Ve bu kıyamet,
herkese özel yaşanır.
Kimi onu bir musibette yaşar…
Kimi bir rüyada…
Kimi bir kelimede,
bir ân’da…
Kimi secdede…
Kimi en güzel anında.
Çünkü kıyamet
bir günde olmaz.
Kıyamet,
bir idrak anında olur.
Tasavvufta buna
“küçük kıyamet” denir.
Hadîs-i Şerîf’te buyrulur:
“İnsan ölünce onun kıyameti kopmuştur.”
Yani kıyamet,
sana ne zaman dokunursa,
o senin için başlamıştır
Peki bu ne demek?
Bu şunu demek:
Sen şu anda yaşıyor olabilirsin.
Ama ruhun…
çoktan o büyük hesap gününe geçmiş olabilir.
Senin bedenin hâlâ uyanık,
ama benliğin çözülmüş olabilir.
Sen hâlâ saatle yaşıyor,
ama ruhun zaman dışına geçmiş olabilir.
Bu kıyamet
sessizdir.
Gizlidir.
Ama çok gerçektir.
İbn Arabi’ye göre
kıyametin hakikati,
senin içindeki sırların açılmasıdır.
“Kıyamet, âlemin sükûtu değil;
hakikatin konuşmaya başlamasıdır.”
Ve o konuşma,
kelimelerle değil…
hâllerle olur.
Sen bir şey duymazsın,
ama hissedersin.
Sen bir şey görmezsin,
ama çözülürsün.
Bu çözülme,
dağların parçalanmasından
daha büyüktür.
Çünkü o dağlar dışarıdadır.
Ama bu dağ…
senin içindedir.
Zaman kıyametle biter mi?
İbn Arabi’ye göre
hayır.
Çünkü kıyamet,
zamanı sona erdirmez.
Zamanın hakikatini açar.
O güne kadar
zamanı bir çizgi sanmıştık.
Dünü, bugünü, yarını olan…
Ama kıyamet gelir…
ve bize gösterir:
Zaman da bir yanılsamaydı.
Asıl olan,
zaman değilmiş.
Asıl olan,
Sen’in huzurunda oluş hâliymiş.
Ve işte o an
diriliş başlar.
Ama bu diriliş
toprağın çatlamasıyla değil,
kalbin açılmasıyla olur.
Sen kendini yeniden tanırsın.
Ama bu tanıma,
“ben kimim” sorusuyla değil…
“ben hiç kimseyim” diyebildiğinde başlar.
Çünkü kıyametin sırrı
“yok olmak” değil…
“O’nda kalmak”tır.
Ve O’nda kalanlar için
zaman sonsuzlaşır.

Diriliş: Zamanın Ötesinden Gelen Çağrı
Bir ses düşün…
Ne kulakla işitilir,
ne dışarıdan gelir.
Ama o ses
bütün varlığını sarsar.
Unuttuğun her şeyi hatırlatır.
Ve sana
kim olduğunu sorar.
İşte bu ses,
dirilişin çağrısıdır.
Ve bu çağrı
ne zamana,
ne mekâna bağlıdır.
Bu çağrı,
hakikatin sesidir.
Kur’an, dirilişi şöyle anlatır:
“Sûra üflendiği zaman,
kabirlerinden kalkarlar,
‘Bizi yattığımız yerden kim kaldırdı?’ derler.
İşte bu, Rahmân’ın vaad ettiği gündür.” (Yasin 36/51-52)
Kabir…
sadece toprak değildir.
Kabir,
gafletin bedenidir.
Ve diriliş,
o gafletten uyanmaktır.
Karanlık bir kalpten
ışıklı bir şehadete geçmektir.
Sûr ise
herkesin içinde bir gün çalınacak
gaybî bir sestir.
İbn Arabi’ye göre diriliş (ba‘s),
sadece bedenin mezardan kalkması değildir.
Asıl diriliş,
ruhun Allah’a yeniden yönelmesidir.
“Diriliş, O’na yönelmedir.
Her uyanış bir diriliştir.
Her idrak bir mahşerdir.”
Yani sen
şimdi bir hakikati fark ettiğinde…
bir kelimeye ağladığında…
bir secdede yok olduğunda…
Sen o an
diriliyorsun.
Ve o diriliş
bir defaya mahsus değildir.
Her farkındalık
bir yeni doğuştur.
Dirilişin zamanı yoktur.
Çünkü diriliş,
zamanın dışından gelir.
O yüzden
bazı insanlar
bir saniyelik bir dokunuşla
hayatlarının en büyük uyanışını yaşarlar.
Bir kelime…
bir koku…
bir bakış…
Ve o an
artık aynı kişi değilsindir.
Çünkü ruhun
zamanı yırtmış,
sonsuzluktan bir çağrı almıştır.
İbn Arabi der ki:
“Dirilişin vakti yoktur.
Diriliş, hazır olmaya bağlıdır.”
Yani mesele
ne zaman geleceği değil,
senin ne zaman hazır olduğundur.
Bazen ölümle,
bazen aşkla,
bazen yalnızlıkla,
bazen secdeyle
hazır hâle gelirsin.
Ve o hâl
seni sonsuzluktan gelen o sese açar.
Sen o sesi duyarsın.
Ama duymakla kalmazsın…
kalkarsın.
Kalkış, sadece bedenin değil…
iradenin, ruhun, niyetin
ayağa kalkmasıdır
Dirilişin gizemi şuradadır:
Toprağın altından değil…
içinin derinliklerinden çağrılırsın.
Ve o çağrı
“Kimdin?” değil…
“Şimdi kimsin?” sorusudur.
Çünkü hakikat
geçmişe değil…
şimdiye hitap eder.
Dirilen
geçmişini değil…
gerçeğini bulandır.
Tasavvufta buna
“ba‘s-u ba’de’l-mevt” denir:
Ölümden sonra diriliş.
Ama bu ölüm
bazen ruhsal bir kırılmadır.
Yıllarca sürmüş gafletin ardından
gelen bir ışık…
Kalbini yıkan bir farkındalık…
İşte bu,
senin için diriliştir.
Ve bu diriliş
mahşerde değil,
şimdi olabilir.
Çünkü Allah’ın sesi
zamanla sınırlı değildir.
O
“ol” der…
ve sen
var olursun
Şimdi dur ve sor kendine:
Ben yaşıyor muyum?
Yoksa henüz dirilmedim mi?
Belki bedenin uyanık…
ama ruhun hâlâ kabirdedir.
Belki düşünüyorsun…
ama hâlâ hissetmiyorsun.
Belki konuşuyorsun…
ama hâlâ duymuyorsun.
İşte bu yüzden
diriliş bir eylem değil,
bir hâldir.
Sen olduğun anda
dirilirsin.
Diriliş,
sadece ahiret değil…
her ânın kapısında bekleyen
bir çağrıdır.
Ve o çağrıya cevap verdiğinde,
zaman artık
önemsizleşir.
Çünkü dirilen kişi için
tek vakit
Allah’ın huzurunda olma vaktidir.
Ve o vakit
ne gündür
ne gecedir…
O vakit
sonsuzluktur.

Ebediyetin Kalbinde: Zaman Sonsuzsa Hesap Nasıl Kurulur?
Zaman biterse…
nasıl hesap kurulur?
Zaman yoksa…
mahşer nasıl işler?
Dakikalar silinirse…
hangi vakitte dirilir insan?
İşte bu sorular,
zamanla sınırlı aklı sarsar.
Ama hakikate susayan kalp için,
bu sorular
kapılar aralar.
Çünkü kıyamet ve diriliş
birer olay değil…
birer hâldir.
Ve o hâl
zamanın ötesinde yaşanır.
İbn Arabi der ki:
“Ahiret zamanı
ölçüyle değil,
tecellîyle işler.”
Yani ahirette saniye yoktur.
Dakika, saat, yıl…
hepsi bu dünyaya aittir.
Çünkü bunlar
güneş ve ay üzerinden hesaplanır.
Ama ahiret…
güneşin söndüğü,
ayın yok olduğu bir âlemdir.
“Güneş dürülüp karardığında...” (Tekvîr, 81/1)
“Ay karardığında...” (Kıyâme, 75/8)
O hâlde vakit nasıl ölçülür?
İşte burada zaman
bir çizgi değil…
bir bilinç hâline dönüşür.
Mahşerde zaman,
artık bir tanıklık alanıdır.
O gün
kimseye “ne zaman yaptın?” denmez…
Ama herkes
ne yaptığını görür.
“O gün insanlar amellerini görmek için dağınık hâlde gelirler. Kim zerre kadar hayır yapmışsa onu görür…” (Zilzâl, 99/6-8)
Buradaki “görmek”,
bir belgeye bakmak değil…
bir hâle tanıklık etmektir.
Çünkü ameller
zamanla sınırlı değildir.
Her amel,
bir titreşim bırakır.
Ve o titreşim
mahşerde yeniden açığa çıkar
İbn Arabi’ye göre
mahşer zamanı,
kişinin ruhsal gelişimiyle bağlantılıdır.
“Bazıları hesap vermeden geçer,
bazıları kendi hesabını kendinde yaşar,
bazıları zamanla değil,
tecellî ile tartılır.”
Bu şu demektir:
Senin kalbin eğer
bu dünyada saflaşmışsa,
zamanın ve mekânın kayıtlarından
kurtulmuşsa…
Senin için mahşer
bir vakit değil,
bir anlık yüzleşmedir.
Ama kalbin örtülüyse,
nefsinle doluysa,
zamanı boşa harcamışsan…
O zaman
mahşer senin için
uzun ve ağır bir bekleyiş olur.
Ama bu uzunluk
saatle değil…
şuurla ölçülür.
Peki mahşer zamanı
nasıl kurulur?
Cevap:
Şahitliklerle.
Kur’an der ki:
“O gün ağızlar mühürlenir. Elleri konuşur, ayakları yaptıklarına şahitlik eder.” (Yâsîn, 36/65)
Bu demektir ki
zaman konuşmaz…
varlık konuşur.
Varlığın her parçası
bir kayıt cihazı gibi
her anı kaydetmiştir.
Ve o anlar
zamanla değil…
tecellîyle açılır.
Senin nefsin
unutsa da…
senin ruhun
unuttuğunu bilir
Mahşerde zaman
sonsuzdur, evet.
Ama bu sonsuzluk
bitmeyen bir çizgi değil…
bir derinliktir.
Kimine bir göz açıp kapamak gibidir.
Kimine bin yıl gibi gelir.
Bu, kişinin
ruhi açıklığına bağlıdır.
Tıpkı rüya gibi:
Bir saniyelik uykuda
bir ömür yaşarsın.
Çünkü rüyada da zaman
tecellîyle işler.
Mahşer de böyledir.
İbn Arabi şöyle der:
“Zaman mahşerde hesap görmez;
Hakikat hesap görür.”
Yani mesele
ne kadar süre yaşadığın değil…
neyle yaşadığındır.
Kaç yıl yaşadın?
Değil.
Hangi anda
kendine ve Rabbine uyandın?
Bu sorunun cevabı önemlidir.
Ve işte o uyanış,
mahşerde seni
huzura yaklaştırır.
Sonsuzluk içinde hesap
bir işleyiş değil…
bir açığa çıkıştır.
Senin her hâlin
oradadır.
Senin her niyetin
bir şekil alır.
Senin her bakışın
bir yankı doğurur.
Zaman yoktur…
ama her şey
açıklıkla görünür.
Çünkü orası
saklanacak yerin kalmadığı
sonsuz bir aydınlıktır
Mahşerde zamanın bitmesi
cezayı veya ödülü hafifletmez.
Çünkü ödül ya da ceza
bir nesne değil…
bir hâldir.
Ve hâl,
zamanı değil,
ruhu sarar.
O yüzden
ne cennet zamana bağlıdır…
ne de cehennem.
İkisi de
bir tecellînin devam hâlidir.
Ve o hâl
buradaki hâllerle
şekillenir
O hâlde şunu unutma:
Zaman bitebilir…
Ama sende bıraktığı iz
sonsuzluğa taşınır.
Senin ruhun
şimdi neyle doluyorsa…
mahşerde onunla uyanır.
Ve o uyanış
bir hesap değil…
bir yüzleşme olur.
Zamanın bitiminde
başlayan şey
gerçektir.
Ve gerçek
zamanla değil…
Sen’inle ölçülür

Dua: Zamanın Sustuğu Yerde Bizi Uyandıran Rabbimize
Ve şimdi…
Zaman bitti mi?
Hayır.
Zaman çekildi.
Sözler yerini
sessizliğe bıraktı.
Ve sessizlikte
hakikat konuşmaya başladı.
Bu yayında
kıyametin sadece bir yıkım değil,
bir farkındalık olduğunu gördük.
Dirilişin sadece kabirden değil,
kalpten başlayabileceğini fark ettik.
Ve şimdi…
sonsuzluk kapısında
kelimeler durdu.
Geriye yalnızca
dua kaldı.
Dua
Allah’ım…
Zamanı bizim için hakikate aç.
Geçmişe saplanmaktan,
geleceğe takılmaktan
kalbimizi kurtar.
Bizi
saatlere bakan değil,
Sen’e bakanlardan eyle.
Gafletle geçip gidenlerden değil,
zamanı şahitliğe çevirenlerden eyle
Her kıyameti
bize bir diriliş kapısı yap.
Her sarsıntıyı
bir yakarışa dönüştür.
Dirilişi
kabirde değil,
kalpte başlat bize.
Mahşeri
uzakta değil,
şimdi yaşat.
Bizi
zamanla değil,
Seninle dolu bir ruh hâline kavuştur.
Sûr çalınmadan
uyanabilen,
hesap sorulmadan
kendini arayan,
zaman bitmeden
hakikate yönelen kullarından eyle.
Ve ne olur Allah’ım…
Her şey sona erdiğinde,
her şey dağıldığında,
her şey un ufak olduğunda…
Sen’in adını unutmayanlardan eyle.
Amin.
Kapanış Sözleri
Ey dinleyici…
Bu bölüm, bir son değil.
Bu bölüm,
zamanın dışına açılan bir pencereydi.
Kıyamet,
zamanı siler.
Diriliş,
ruhu çağırır.
Mahşer,
her şeyi gösterir.
Ama bütün bunlar
henüz gelmemiş bir zaman değil…
İdrak ettiğinde başlayan bir yakınlıktır
Zamanın sonsuzluğunda
sana düşen şey
sayı saymak değil…
şahit olmaktır.
Ve bu şahitlik
bir gün değil,
her gün mümkündür.
Sonsuzluğun göğsünde
bir kalp taşı…
ve o kalp
Sahibini arar.
Arayan kalbe
sonsuzluk uzak değildir.

$50
Product Title
Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button

$50
Product Title
Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

$50
Product Title
Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.




