top of page

Kalbin Bahçesinde Tevekkülün Çiçekleri

ree

İnsanın iç âlemi, görünmeyen bir bahçedir. Bu bahçe, ne toprakla ne suyla yeşerir. O, ruhun yağmurlarıyla, kalbin dualarıyla, nefsin sabırla terbiye edilmesiyle büyür. Bahçenin en önemli unsuru ise niyettir. Niyet bir tohumdur; hangi tohumla yola çıkarsan, sonunda onu biçersin. Kalp ise bu tohumun ekildiği yerdir. Ve her kalp, ektiğini doğurur.

Bu yolculukta tevekkül, kalbin bahçesini ıslatan rahmet gibidir. Çünkü tevekkül, pasif bir bekleyiş değil, aktif bir teslimiyettir. Kendi gücünün yetmediğini fark ettiğin yerde, Allah’ın kudretine dayanma sanatıdır. Sufi yolunun en erken adımlarında öğretilen budur: "Ey nefs! Bırak kendini... Yürü, ama yükünü bırak. Sen yürürsün ama ulaştıran O’dur."

Şems der ki:

"Allah’a güven. Yol karanlık olsa da, O sana basiretle yürümeyi öğretir."

Ve Mevlânâ, bir başka ikazla seslenir:

"Sen sadece çaba göster. Sonucunu düşünme. Zira sonucu düşünmek, Allah’ın işine karışmaktır."

İşte bu sözler, kalbin bahçesine düşen ilk yağmurlardır. Sabırla, sükûnetle, tevekkülle sulanan bir kalp, zamanla öyle bir hâle gelir ki, onda diken kalmaz. Çünkü ilâhî hikmete teslim olan bir gönül, her zorluğu bir gül gibi taşır.


Tevekkülün en büyük düşmanı, kontrol arzusudur. İnsan, aklıyla dünyayı kavramaya çalışırken, çoğu zaman kaderin sonsuz planını göremez. Oysa hakiki teslimiyet, görmediğini kabullenmek, anlamadığını sevmektir. Bir derviş, bunu şöyle açıklar: “Kimin başına ne gelirse gelsin, onun ardında ya bir arınma vardır ya da bir yükseliş. Ama bunların her biri sabırla açığa çıkar.”

İmam Gazâlî Hazretleri, İhyâu Ulûmiddîn’de şöyle der:

“Kul, tedbirle değil, tevekkülle yaşamalıdır. Tedbir almak farzdır ama tedbire güvenmek dalalettir. Çünkü her şeyin sahibi Allah’tır. Kul, sebebe sarılır ama sonucu Allah’a bırakır.”

Sufi mektebinde bu fark çok önemlidir. Sebebe sarılmak, insanın üzerine düşeni yapmasıdır. Lakin o sebepten sonuç ummak, tevekkülü zehirler. Gerçek tevekkül, bir ağacı dikmek ama meyvesini takdir etmemek demektir. Dilersin, çalışırsın, mücadele edersin… ama sonunda “Rabbim en doğrusunu bilir” diyerek rızaya bürünürsün.

Rıza, tevekkülün meyvesidir. Tevekkül sabrın ağacıdır. Ve sabır, teslimiyetin köküdür.

Kalbin bahçesinde sabır kök saldıkça, rıza meyve verir. Bu öyle bir meyvedir ki, tatmak bile yıllar alır. Çünkü nefis daima acelecidir. Nefis hemen olsun, çabuk geçsin, kolay olsun ister. Oysa Hak Teâlâ, kulunu pişirir. Yavaş yavaş, ateşin altını kısmadan, sabırla ve şefkatle pişirir. Mevlânâ ne güzel söyler:

“Sabır, ateş gibidir. Ama pişen, sonunda rahmete kavuşur. Nefsini pişirmeyen, hikmeti tadamaz.”

Tevekkül sahibi insan, olaylara değil, olayların içindeki hikmete odaklanır. Bir musibet geldiğinde “neden bu oldu” demek yerine “bunda bana ne öğretiliyor” diye sorar. Bu soru, insanı karanlıktan aydınlığa çıkaran sorudur. Çünkü insan başına geleni değiştiremez, ama başına gelenle kurduğu ilişkiyi değiştirebilir. İşte bu fark, iç âlemin bahçesinde yeni çiçekler açtırır.


Tevekkül, sadece iradeyi teslim etmek değil; aynı zamanda acziyetin idrakiyle Hakk’a yönelmektir. Sufiler bu noktada "kul olmak" ifadesini çok derin bir şekilde kavrarlar. Çünkü kul, acizdir. Acziyet ise utanç değil, kulluğun izzetidir.

İbn Atâullah el-İskenderî, Hikem-i Atâiyye adlı eserinde şöyle der:

“Tevekkül, ilmin değil hâlin meyvesidir. Kul, kendi aczini bildiği oranda tevekkülde derinleşir. Bilmek yeterli değildir; yaşamak gerekir. Yaşamaksa, kalbin konuşmadan secde etmesidir.”

Bu secde, fiili bir secde değil; bir hâl secdesidir. Kalbin, boyun eğdiği bir nokta. İşte o noktaya “fakr” derler. Yani gönüllü yoksunluk. Yalnız maldan değil, güçten, plandan, takıntıdan yoksunluk. Derviş, bu hâli isteyerek kabul eder. Çünkü bilir ki, güç onda değil, O’ndadır. Ve her güçlü görünüş, aslında bir perdedir.

Niyazî-i Mısrî Hazretleri, bu acziyet hâlini şöyle dile getirir:

“Ben beni bilmez idim, aşk neylemekdir dedim Meğer aşk imiş canı, canı can eden sır imiş.”

Yani insan, neyle var olduğunu ancak teslim olduğunda anlar. Aklıyla çözemez, ilmiyle kavrayamaz. Sadece hisseder. Ve bu his, kalpte büyüyen bir tevekkül çiçeğidir.


Sufi geleneğinde bu nedenle zikir, sadece Allah’ı anmak değil, aynı zamanda benliği unutmaktır. Her “Ya Vedûd” diyen dil, aynı zamanda “ben sevemem, ancak Sen sevdirirsin” diyor demektir. Her “Ya Rezzâk” niyazı, “ben kazanamam, ancak Sen rızıklandırırsın” itirafıdır.

Zikirle kalp yumuşar, tevekkül kolaylaşır. Çünkü zikir, nefsin buzunu çözer. Gönül, kendini bırakmaya başlar. İbn Arabî Hazretleri der ki:

“Tevekkül, basit bir akide değil; varoluşsal bir geçiştir. Kendi varlığını bırakıp, Hak varlığına teslim olmaktır. O an kişi ‘ben’ demez; sadece ‘Sen’ der.”

Bu hâl, sözle değil, hâl ile yaşanır. Dışarıdan bakanlar dervişin sessizliğini görebilir, ama içte neler yaşandığını asla bilemezler. Çünkü o bahçe, sırlarla doludur. Ve her sır, yalnızca ehline açılır. Her kalp bahçesinde aynı çiçekler açmaz. Kiminde sabır açar, kiminde rıza, kiminde ise mahviyet.

Ama her çiçeğin kökü, tevekküldür. Çünkü Hakk’a güvenmeyen bir kalpte ne aşk filizlenir, ne huzur meyve verir.


Tevekkül, sadece bir hâl değil; aynı zamanda bir duadır. Ama bu dua, kelimelerle yapılan değil, hâl ile edilen bir duadır. İnsan bazen konuşmadan, sadece sabrederek dua eder. Bazen bir bakış, bir gözyaşı, bir suskunluk… hepsi Hakk’a yöneltilmiş en içli yakarışlardır.

Sufilere göre dua, sadece istemek değildir. Gerçek dua; teslim olmaktır. Talep değil, kabuldür. Kul dua ettiğinde, sadece bir şey istemez. Aynı zamanda “benim istediğim değil, Senin dilediğin olsun” demeyi de öğrenir. Bu, tevekkülün en yüksek makamıdır: İrade bırakmak.

Buna “rızâ mertebesi” denir. Artık kul başına geleni sorgulamaz. Sadece görür, hisseder ve razı olur. Zira bilir ki, Hakk’ın her işi güzeldir. Bu güzelliği görmek için göz değil, teslim olmuş bir gönül gerekir.

Fahruddin er-Râzî Hazretleri, bu mertebeyi şöyle ifade eder:

“Rıza, kaderi sevmek değil; kadere aşkla sarılmaktır. Çünkü kadere razı olan, kaderi yazana aşık olmuştur.”

İşte bu noktada kul, ne istediğini bilmez hâle gelir. Çünkü artık kendi istemeklerini değil, Allah’ın dilemesini ister. O’nun iradesinde bir yer bulmak ister. Bu da bir yoklukla başlar. “Ben” yok olur, “Sen” kalır.

Ve derviş en sonunda şöyle der:

“Benim duam, sadece Sen ol artık. İsteğim, isteksizlik olsun. Yolum, kendimi kaybettiğim ve Seni bulduğum bir yol olsun…”

Bu teslimiyet, bir terk değil; bir buluştur. Zira kul kendinden vazgeçtiğinde, Rabbinin nuruna yaklaşır. O nur, kalbin bahçesini aydınlatır. Sabır orada göğe yükselir, tevekkül bir çiçek gibi açar ve rıza o bahçeye konan bir kuş gibi sessizce iner.

İşte bu yüzden, Sufi yolunun en sessiz ama en derin çiçeği tevekküldür.

Ey Kudret Sahibi Allah’ım,

Kalbimizi Senin takdirine rıza ile doldur.

Bizi kendi nefsimizden azat eyle ki,

Senin hükmüne teslim olanlardan olalım.

Her adımda Seni arayan,

Her acıda Seni bulan,

Her soruda Suskunluğunu anlayan kullarından eyle bizi.

Tevekkülümüzü sahte korkularla gölgeletme.

Sabırsızlığımızı hikmetinle yık.

Ve kalbimizin bahçesini, yalnızca Seninle yeşert.

Amin.

$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button

$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

Recommended Products For This Post
 
 
bottom of page