İNSANLARA FANİ GÖZÜYLE BAKMAK
- Sesli Terapi

- 18 Haz
- 14 dakikada okunur

Fânîye Umut Bağlayan Kalp Daima Kırılır
İnsan, en çok güvendiğinden incinir. Çünkü kalbin yöneldiği şey, aynı zamanda zayıf noktasına dönüşür. Abdulkadir Geylani Hazretleri bu bölümde, insanlara fânî gözle bakmanın getirdiği hayal kırıklıklarını ve kalbin esas yönelmesi gereken yeri anlatıyor. Zira halktan beklenen her şey, er ya da geç eksiklikle, unutuşla ve acziyetle geri döner. Oysa Hakk’tan beklenen şey, vakti geldiğinde tam olarak teslim edilir.
Bu metin, seni halktan değil Hakk’tan medet ummaya çağırıyor. Çünkü halkla yürüyen kalp, yorulur; Hakk’la yürüyen kalp, dayanır. Halkı fânî gözüyle görmek, onların zaaflarını bilmek demektir. Onlara dayanmamak, beklenti yüklememek, zararlarını kişiselleştirmemek demektir. Çünkü insanlar acizdir; acizden kuvvet beklemek ise gaflettir.
Hazret burada yalnızca kalbi eğitmez, bakışı da düzeltir. Bakışımız neye dönükse, kalbimiz de oraya çekilir. Halkı Hak’tan bağımsız görmeye başladığında, onlardan gelen her zorluk seni sarsar. Ama onları Hakk’ın tecellisi, birer imtihan vesilesi, birer görevli olarak görürsen; şikâyet yerine teslimiyet, kırgınlık yerine hikmet başlar.
Bu bölümde hatırlaman gereken şudur: Sana zulmeden insan değildir, sınayan Hak’tır. Sana gülen de, sırt çeviren de, alkışlayan da yalnızca birer aynadır. Özü görmeyen, görüntüyle oyalanır. Bu nedenle fânîyi bırak, bekâyı seç. Çünkü hakikate ulaşmak için halkı aşmak gerekir.
Ey cemaat! Allah'a koşunuz. Halkı, dünyayı ve O'nun zâtından gayri her şeyi bir yana atınız, O'na koşunuz. “Bütün işlerin sonu Allah'a varır.” (eş-Şûrâ, 42/53) âyeti kerimesini işitmediniz mi?
Ey evlat! Halka beka gözü ile bakma. Onların yok olacağını düşün; öyle bak. Onlardan fayda ve zarar bekleme. Onları âciz ve zelil olarak bil. Hakk'ı tevhid et. Ve O'na tevekkül eyle.
O'ndan gelen şeyler yüzünden hezeyana kapılma. Dünya ve dünyada zuhura gelenler Hak'tan gelir. Yaratılmışlar ve onlarda dönüp duranlar, O'nun tecellisi ile oldu. İman sahibinin kalbi, bunların hepsinden beri durur. Çünkü onları Hak'tan memnun ve vazifelerini yapan olarak görür. Hele o iman sahibi, bir de kalbini sebeplerden temizlerse, sebeplerin güçlüğüne ve ayâl (bir kişinin bakmakla mükellef olduğu kimseler) derdine uğradıkta Hak'tan yardım görür; onların sıkıntılı hâllerine dayanmak için kuvvet bulur. İşlerini kendiliğinden görürlerken o kalbini hiçbirine vermez. Yaratan'ına bağlar. O'ndan bir an dahi ayrı olmaz. Hâlinde değişiklik istemez. Çünkü verilen bir hüküm var; o değişmez. Kısmet biçilmiştir, eksilmez, artmaz. Bu yüzden eksilmesini veya artmasını talep etmez. Kısmetinin geç kalmasını ve süratle gelmesini de beklemez. Çünkü o, her şeyin tayin edilmiş bir vakti olduğunu bilir. Bu hâli isteyen kişiler, asıl akıl sahibidirler. Artma, eksilme, geç kalma ve er gelme gibi şeyleri dileyenler ise akıldan noksan olanlar; delilerdir.
Allah'tan hoşnut olan kimse, bütün hâlinde O'na uyar; bu uyarlığı başkalarına yapılan işlerde de gösterir. Allah Teâlâ'dan razı olan anlayışlı olur ve O'nun cümle işlerini sever, ömrünün bir miktarı uymaz yolda geçmiş dahi olsa, kalanını O'nunla devam ettirme yolunu arar ve O'nun dilediği yolda geçirerek tüketir.
Hak Teâlâ onun anlatılan hâlini sever ve her şaşırdığı an, “Rabb’in benim” der.
Aynı kelâm tecellisini, Musa (a.s) Peygamber’e de yapmıştı. Peygamber (s.a.v) Efendimiz’e ve Musa (a.s) Peygamber’e bu tecelli açıktan oldu. İrfan sahiplerinin kalbine de manevî cihetten gelir. İrfan sahibi, o kelâm tecellisini bir rahmet ve lütuf olarak görür. Hak Teâlâ, o yüce tecelliyi Peygamberine açıktan bir iyilik ve mucize olarak bahşeylemiştir.
Peygamberlerin mucizesi aşikârdır. Velîlerin kerameti ise çok kere gizli olur. Yâni velîlere gelen manevî hâller iç âlemde belirir. Peygamberlerinki ise açıktan…
Velîler, peygamberlerin manevî vârisleridir. Allah Teâlâ'nın kurduğu yolu korumaya çalışırlar. O dini, insanların ve cin tayfasının şeytan tiplerinden saklarlar.
Sen, Allah'a, peygamberlerine ve velîlerine karşı açık cehalet beslemektesin. Bu yüzden sözümüz hoşuna gitmiyor. Allah yolcuları sana ne anlattı? Onların içinde bulunduğu hâli ve onlara aykırı şeyleri kimden öğrendin. Sen Kur'ân-ı Kerîm’i okumaktasın, fakat ne okuduğunu bilmiyorsun. Çalışırsın, fakat tuttuğun işin farkında değilsin. Bulunduğun hâl, yalnız dünyadır, âhiret yok... Hâl böyle iken o büyük zâtlara gürültü ile hücum edersin.
Akıllı ve edepli ol. Sus ve tevbe et. Hak Teâlâ'ya dair sende bir haber yok. Onun peygamberlerinden de bir haberin yok. Evliya hakkında da bir malûmatın yok. Hak Teâlâ için bilgi ve O'nun yarattıkları hakkında toplaman gereken malûmattan da sende bir eser yok.
Tevbe ve sükûta sarıl. Ölümü düşün; kendini sırta alınmış kabre doğru yol almakta gör. Bunları düşün ki, bilgiler elde edesin. İşlerini Hak'la göresin ki, O da sana dünya ve âhireti görecek nuru versin.
Sözlerime dönünüz ve içtihadınızı ona göre yürütünüz. Geçmişle ilgiyi bırakınız; çünkü o sizi bir heves olarak sarar ve yıkar. Ayrıca geçmişe dayanmak tembellere gerekir. Geçmişin (kaderin) verdiği hüküm bizim aleyhimize değildir. Onu bir yana atalım, vasıtalara iyi sarılalım ve öyle çalışalım. Dedi, diyorum, niçin ve nasıl gibi sözleri bir yana atalım. Allah Teâlâ'nın ilmine girmeliyiz. Bizden çabalamak. Fiil tecellisini O dilediği gibi yapar. Hak Teâlâ şöyle ferman eder: “O yaptığından sorumlu tutulamaz, ama öbürleri yaptıkları işlerin hesabını vereceklerdir.” (el-Enbiyâ, 21/23)
Bir gün işin sona erer. Hakk'a yakın olursan kalbin sahih olur. Bu hâl senin için dünya ve âhiretin zühdü sayılır. Bundan sonra ismin, Hak yakınlığı kapısına yazılır; hem de nasıl, bilir misin; “Falan oğlu falan, Allah'ın azat ettiği erenlerdendir.” diye...
İşte bu hâl değişmez, artmaz, eksilmez. Bu kere senin hayrat işlerin artar, şükrün çoğalır. O'nun önünde tâat ve ibadet yollarını tutarsın.
Her şeye rağmen, hâlin ne olursa olsun, korku elini kalbinden çekme. Hakk'ın kudretini âciz bilme ve şu âyetlerin mânasını anla: “Allah dilediğini imha eder ve dilediğini bırakır. Kitabın aslı O'nun katındadır.” (er-Ra’d, 13/39) “O yaptığından sorumlu olamaz; öbürleri sorumludur.” (el-Enbiyâ, 21/23)
Ezelde yazılan yazı üzerinde durma; onu yazan, bozmaya da kadirdir. O ki, bir binayı yapmaya kadirdir, yıkar da...
Daima korku, ümit, çekinme ve tâat üzere ol. Selâmet ayağı ile burayı bırakıp öteye geçinceye kadar böyle kal. Ölüm gelinceye dek korkuyu, tâatı ve kötülere karşı çekinmeyi bırakma. Ölümü iyi geçirip selâmete erdikten sonra korkma, artık değişme ve tebdil hâli olmaz.
Ey cehil nifakı ile sıkışıp kalan adam. Dünyayı arayan, onu kapmak için başını her derde sokan ve durmadan haram yiyen kimse... Kalp nurunu, gönül sefasını ve hikmetli sözler etmeyi nasıl umuyorsun? Zavallı, onlar sana nasip olur mu?
Allah yolcuları zaruret icabı konuşurlar. Uykuları, istiğrak âlemine dalanın hâline benzer. Yemeklerini de bir hasta gibi yerler, kitabın hükmü, sona erinceye dek böyle giderler. Hak Teâlâ'nın meleklere dair buyurduğu şu âyet-i kerimenin hükmü, sanki o büyükler için de caridir: “Allah'ın emrine karşı gelmezler, emrolunduklarını yaparlar.” (et-Tahrîm, 66/6)
Onlar meleklere benzerler. Hayır, onlardan daha üstündürler, melekler onların hizmetçisi gibidir. Dünya ve âhirette, onların içinde oturduğu köşkü melekler taşır.
Ey cemaat! Sözlerim hâlinizi değiştirmiyorsa inanarak ve doğruluğuna kani olarak dinleyiniz. Sözlerimin kalbe bir yüzü vardır; kalenizi ve sırrınızı o yüze vererek dinleyiniz. Kalbinizle dinlenen sözlerim içinizi ve dışınızı rahata erdirir. Nefsin ve kötü arzunun saltanatını kırar. Şehvet ateşinizi söndürür. Sizin için şehvetin en kötüsü odur ki: Dünyayı size sevdire; fakir hâli için öfke duyura ve böylece helak çukuruna düşüre...
Bazı büyükler şöyle der: “Takvanın (kötülükten sakınmanın) doğrusu odur ki: Kalbinde ne varsa, hepsini bir açık tabağa koyasın; böylece bütün pazarı gezesin, içinde seni utandıran şey bulunmaya...”
Ey cahil, neyle yetinmektesin? Hâlbuki ittikâ sahibi de değilsin. Sana: “Allah'tan kork” dense kızarsın.
Hak söylense işitir, fakat tembelce davranırsın. Yaptığın bir kötülük hatırlatılınca kinin kabarır, öfken açılır. Hz. Ömer (r.a) şöyle buyurur: “Bir kimse Allah'tan korku üzere olursa, onun kini kabarmaz.”
Hak Teâlâ, peygamberlerine indirdiği bazı kitaplarda şöyle buyurdu: “Bana itaat ettiğiniz süre sizi severim; karşı gelmeye başladınız mı sevmem.”
Hak Teâlâ'nın sizi sevmesi, size ihtiyacı olduğu için değil, size rahmeti icabıdır. O seni seviyorsa, senin için seviyor; kendisi için değil. Tâat üzere olmanı sever, çünkü faydası sana... Sana gereken seni senin için sevenle olmak, kendisi için sevenden de uzak durmak...
İman sahibi, Mevlâ'sını hatırlar ve her şeyi unutur. Bu hatırlama dolayısıyla yakınlık bulur, O'nunla yaşar, hayatı O'nunla devam eder. Tevekkülü sahih olur; dünya ve âhiretin darlığı için O'na sığınır. O da yeterlik sıfatı ile tecelli eder.
İman sahibinin tevekkülü sahih (tevhid hâli tam) olursa Hak Teâlâ, İbrahim Peygamber’e yaptığı iyiliği ona da yapar. O kula, mânasını, hâlini, hatta lâkabını verir. Varlığı taamından yedirir, zâtından şarap içirir. Kendi evinde o kulunu iskân ettirir. Sakın burada, aynı makama çıkar mânasını almayasın. Hâl böyle olunca, mâna cihetiyle İbrahim Peygamber’e nispeti doğru olur. Tabiî bu hâli dış cephesi ile beklemek caiz olmaz; manevî bir hâldir, eren bilir
Utanmaz mısın, hırsın seni yükledi öyle bir hâle getirdi ki, zalimlere hizmet etmekte ve haram yemektesin. Ne zamana kadar haram yiyecek ve şahlara (!) hizmet edeceksin. Hizmet etmekte olduğun kimselerin yakında saltanatı yıkılacak. Ve sen, Hakk'ın hizmetine ister istemez gireceksin. O'nun mülkü devamlıdır. Sonu yoktur.
Akıllı ol. Dünyanın azıyla yetin; âhiretin çok şeyi gelinceye dek az dünyalıkla yetinmeyi elden bırakma. Böyle olursan yediklerini yeterlik duygusu içinde alırsın. Kısmetini, dünyada dünyanın eli ile ve tabiat, hevâ, şeytan, avam, halk ve sultanlarla değil, yüce Mevlâ'nın kapısında durarak, O'nun kudret ve fiil tecellisi, O'nun zâtı ile alır yersin.
Dünyalığı alıp yediğin zaman kalbin Rabb'inin kapısında olursa, melekler ve peygamberlerin ruhları etrafında olur. Bir grup Hak'la yer, diğeri maddiyata düşkün... Bu iki grup arasında ne azîm fark var.
Allah yolcuları akıldan ibarettir; onlar şöyle der: “Biz dünyalığımızı ne sokakta ne de evimizde yeriz; ancak O'nun katında, yani Hakk'ın indinde yeriz.”
Zâhidler yemeklerini cennette yer, arifler O'nun katında... Hâlbuki onlar dünyada dururlar. Muhabbet ehli ne dünyada yer ne de âhirette...
Onların taamları (yiyecek) ve şarapları, Hak yakınlığı ve O'nun rahmet nazarıdır. Onlar, dünyayı âhiretle sattılar, Âhireti ise Hak yakınlığına verip kurtuldular. Bu anlatılan şeyler sevgi ehlinin vasfıdır.
Hak sevgisinde doğru olanlar, dünyayı ve âhireti birden O’nun aşkına verip çekildiler. Bu hâlde yalnız O'nu dilediler, başkasını değil. Bunlar birer mevhibe olarak verildi. Hak Teâlâ onlara dünyayı ve âhireti almak emrini verdi. Onlar da mücerret emirle doyuncaya ve artırıncaya kadar dünyalık aldılar. O kadar bol aldılar ki, artık her ikisinden de gına geldi onlara... Bunları kadere uyarak aldılar. Kadere karşı itiraz etmemek ve iyi edep sahibi olmak ne iyi...
Dünya ve âhirete ait şeyleri alırken şöyle derler: “Biz bunları alıyoruz, ama niyetimizin ne olduğu Sana malûm. Bilirsin ki, senin her şeyine razıyız; başkası için bu duyguyu taşımak bize gerekmez. Açlığa razıyız; susuz kalmaya, zillete, çıplak kalmaya ve her cins güçlüğe razıyız. Yeter ki, kapında olalım; ötesi bize hiç gelir.”
Vakta ki, o büyükler razı oldular, nefislerini de bu hâle alıştırdılar, işte o zaman onlara rahmet nazarı gelir. O anda zillet içinde olanlar aziz olur. Fakir iseler zengin olurlar. Artık, dünya ve âhirette Hak yakınlığı, onlara iyilik olarak verilir.
İman sahibi, dünyaya hırsla kapılmaz. Onun bu hâli, iç kirini, pisliğini ve kederini giderir. Âhiret hâli tecelli eder. Kalbi dünyayı bıraktığı için ona çabuk meyleder. Sonra Hakk'ın gayret eli gelir; onu da kalpten siler, süpürür; âhireti sevmenin de bir hicap olduğunu anlatır, Âhirete bağlı olmanın, Hak yakınlığına zararı olduğunu anlayınca bilcümle yaratılmış şeylerle uğraşmayı bırakır. Dinî emirlerin gereğini yapmaya başlar. Avam kullarla, kendi arasında bulunan malûm hududu muhafaza ederek vazifesini yapmaya koyulur. Basiret gözleri açılır, o gözle nefsinin ayıplarını görmeye başlar. Yaratılmışların hatasını görür. Rabb’in gayrına bağlanmaz. Başkalarından bir şey işitmez. Başkalarına aklı ermez. Hakk'ın vaadinden gayrısı onu avutamaz ve O'ndan gayri kimsenin tehdidi korkutamaz. O’nunla meşgul olur, başkasıyla uğraşmaz. Bu hâlleri benliğinde toplayan kimse, hiçbir gözün görmediği, kulağın işitmediği ve beşer kalbinin hatırlamadığı bir varlık olur...
Ey evlat! Nefsinle uğraş, ona faydalı ol, sonra başkasına... Mum gibi olma ki, kendisi yanar, biter, bir fayda alamaz, başkalarına aydınlık olur. Herhangi bir işe atılırken, nefsinle, şahsî ve bencil isteğinle atılma. Allah bir şeyi dilerse onu senin için hazırlar. Kullara faydalı olacaksan, haberin olmadan onların arasına atar. Onlarla uğ- raşmak için sebat verir; kötülüklerine tahammül kudretini kalbine aşılar. Kalbin genişler; onlarla iyi geçinirsin. Sinen açılır; oraya hikmetler saçılır. İç âlemin tatlı mülâhazalarla dolar. Sır âlemin sırra kadem basar. Ve sen, O olursun, sen olmazsın. Hak Teâlâ'nın şu kavlini işitmedin mi? “Yâ Dâvud, biz seni yeryüzünde halife yaptık.” (Sâd, 38/26) Yukarıdaki kelâma dikkat et ki: “Sen kendini halife ettin” denilmiyor.
Varlığını Hak varlığına katmış olanlar, irade ve arzu sahibi değillerdir. Onlar, Yalnız Hakk'ın emrine tâbi olurlar. Onun fiil, idare ve tedbir tecellisine kapılmışlardır.
Ey Hak yoldan şaşan ve sapan, herhangi bir şeyi kendine hüccet etme. Senin için herhangi bir hüccet mevcut değildir. Haram açıktır, helâl ise meydandadır. Hakk'a karşı saygısız olmaya seni götüren ne oldu? O'ndan ne kadar az korkar oldun? O'nun seni görmekte olduğunu, ne kadar küçümser hâle geldin?
Peygamberimiz şöyle buyurur: “Allah'ı görür gibi kork. O'nu görmesen de O seni görür.” Ayık olan kişiler Hakk'ın tecellisini kalpleri ile görürler. Bu görüş ile dağınık hâlleri toplanır, birleşir ve tek şey olur. O büyük tecellinin sahibi ile aralarında perde kalmaz, kalkar. Dış yapıları yıkılır, iç âlem kalır. Ayrılıklar kesilir, putlar temizlenir. Ve nihayet onlar için Hakk'ın gayri kalmaz. Bu anlatılan hâl, onlar için tam olmayınca hareket etmez, ferah duymazlar. Bu hâl ki tamam oldu, onlar için iş bitmiş sayılır.
Onların ilk kurtulduğu şey, dünya ve onun köleliğidir. Daha sonra bilcümle masivâ... Hakk'ın gayri sayılan her şey masivâdır.
Hakla aralarında geçen cümle işlerinde iptilâ üzere olurlar. Bununla Hak Teâlâ onları tecrübe eder; nice iş tuttuklarını seyreder.
Bir insanın iç varlığı şahtır, kalp ise onun veziri... Nefis, dil ve diğer duygular ise, onların hizmetçisi...
Kalbin susuzluğunu sır giderir. Mutmainne olan nefis ise, kalpten suyunu alır. Dil ise nefis yolundan sulanır. Arkada kalan duygular ise, dilden su ihtiyaçlarını alırlar.
Dil sağlam ise, kalp de sağlamdır. O fasit ise, kalp de öyledir. Bu hâlde dilini takva ile gemlemelisin ve hezeyan cinsi kelâmdan, dilini tutmalısın; tevbe etmelisin. Hele nifak hâlinden... Kalbin iyi olmasını dilemek sureti ile dilin fesahat kazanır. Dolayısıyla kalbin... Dilin sağlam olunca kalbin sağ demektir. Kalp sağlam olunca onun iyilik nuru bütün duyguları sarar.
Bundan sonra konuşmalar, Hak yakınlığını kazananların konuşması gibi olur. O yakınlık hâlinde dil yoktur, dua yoktur, anma yoktur. Dua, zikir, kelâm, uzaklıktadır. Yakınlık hâline gelince orada sükût ve sessizlik vardır. Orada, bir nazar yeter. Geçim için o kâfi...
Deneme ve tecrübe yollu iptila (imtihan edilmek) gereklidir. Bilhassa iddia sahipleri için… İptila ve deneme olmasaydı halkın çoğu velayet iddiasında bulunurdu. Bu sebeple bazı büyükler; “Velayet iptila iledir. Ta ki iddia olunmaya…” demişlerdir.
Veli kulun başlıca işareti halktan gelen eziyete sabırla karşı koymasındadır. Bir de onların hatalarına göz yummasında…
Evliya zümresi halktan gördükleri şeye göz yumarlar. Ve onlardan gelen sese kulak vermezler. Ve halkın arzusunu halka bırakırlar.
Bir şeyi sevmen seni kör ve sağır kılar. Onlar Hakk’ı sever, bu yüzden başkasının hatası onlara gözükmez. Halka güzel söz söylerler. Onlarla iyi geçinirler. Yumuşak davranırlar. Bazen Allah için darıldıkları da olur. Bu darılmaları Hakk’ın öfkesine uyar.
Onlar doktorlardır. Her hastalığı ve şifasını bilirler. Doktor bütün hastaları tek ilaçla tedavi etmez.
Onlar kalp ve mana ciheti ile daima Hakk’ın elinde olurlar. Ashâb-ı Kehf’e benzerler. Sanki onları Cibril (as) bir sağa bir sola çevirir. Sevgi eli onların kalbini hâlden hâle geçirir. Dünyayı dünya isteyenlere verirler. Âhireti âhiret dileyenlere bağışlarlar. Hak Teâlâ ise kendilerine kalır. Hiçbir hâlde cimrilik etmezler. Ellerinde dünyalık varsa verirler. Âhiret sevabına dair bir şeyleri varsa onu da esirgemeden verirler. Dünyayı dünyalıktan mahrum fukara zümresine dağıtırlar. Âhireti ise onu aramakta kusurlu kimselere verirler.
Olan işleri yapana bırakırlar. Olmuşları da halka verirler. Kabuk sayılanları halka hibe ederler. Hakk’ın zatından gayri her şey kabuk sayılır. Hakk’ı aramak ve O’na yakın olmak ise özdür.
Bazı büyükler, “İçi bozuklara ancak irfan sahipleri güler yüz gösterir.” der.
Evet o gülen yüzün bir hikmeti vardır; emir verir, yasakları yaptırmaz. Bunlar kolay iş değildir. Bu ağır işe ancak irfan sahibi dayanabilir. Zahid geçinenler, kulluk ediyorum sevdasına düşenler ve kendilerini Hakk’ı arayıcı olarak kabul ettirme hevesine kapılanlar; iyiliği söylemek ve yasakları yaptırmamak zahmetine katlanmazlar.
İrfan sahipleri merhamet üzeredirler. Hâl böyle olunca niçin asi insanlara rahmet ve şefkat nazarı ile bakmasınlar. Onların makamı tevbe ve istiğfar makamıdır.
İrfan sahibi Hak ahlâkı ile huy güzelliğini bulur ve bütün çabası ise isyankârı, şeytanın ve nefsin elinden kurtarmaya bakar. Sizin biriniz yavrusunu kâfir eline düşmüş görünce nasıl kurtarmak isterse irfan sahibi de hatalı kulu aynı şekilde kurtarmak ister. Halkın cümlesi irfan sahibinin evladı sayılır.
İrfan sahibi halka hitap ederken hikmet dilini kullanır. Her iyiliği söyler. Sonra kullara bakar, kader ve kazanın hükmünü onlarda görünce hâllerine acır. Hakk’ın fiil tecellisini onlarda seyreder. Kullara rahmetle bakmaya başlar. Her gördüğünü ilim ve hikmetler kabına aktarır; lakin bu hâlinden kimseye söylemez. Hâl böyle devam ederken yine de hikmeti icabı kullara emri yasağı söyler, ilim cihetine gitmez, yani işin sır yolunu açıklamaz.
Hak Teâlâ hikmeti icabı peygamberler gönderdi, kitaplar indirdi, korkuttu, çekindirdi. Sebebi kullara bir hüccet yüklemekti. Hâl böyle iken onları cümle hâli ona malum idi.
Burada dur fazla ileri gitme. Hakk’ın hikmetli işlerine itiraz etme. Bunda hikmetler vardır. Bu işte tekrarlar ve kaçmalar olur. Bunu bilmek ve sebat etmek gerek. Sen ve başkaları için hüküm müşterek olur. Bir şeyler bilmek istersen has ilimle yetişmen gerek.
Sizden biriniz zahir ilimle amel ederse Peygamber (s.a.v) Efendimiz ona batın ilmini gayret beklemeden verir. Kuş yavrusunu beslediği gibi Peygamber de (s.a.v) o şahsın iç âlemini hikmetleri ile besler. Kul Peygamber’in sözünü doğrular ve getirdiği ile işler tutarsa, Peygamber de ona hikmetler kaynağını açar. Zaten kulun hikmet âlemine geçip nasip almasına Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in zahirdeki kelamı, yani şeriatı ile iş tutması (amel etmesi) sebep olur.
Âdemoğlu bir defa ruh sıhhatine ererse artık sıhhat vereni olmaz. O bir defa safa âlemine geçerse başka safa âlemi olmaz ve bir defa Hakk’a yaklaşınca artık ona kimse yakınlık vaadinde bulunmaz.
Cahil baş gözü ile bakar. Akıllı kişi akıl gözü ile görür. İrfan sahibi ise kalp gözü ile… O, cevher ve âlimdir. Halkı tümü ile bir lokma gibi yutar. Halkın cümlesini içi âlemine gömer. O irfan sahibinin katında Hak’tan gayri her şey yok olur. O anda o kul şöyle der: “Evveli O, âhiri O, zahiri O, batını yine O!”
Hak, onun zahiri, batını, evveli ve âhiri olur. O kulun yanında O’ndan başkası olmaz. Böyle olunca da dünya ve âhiret O’nun sevgisini benliğinde devam ettirir. Bütün hâlde ona uyar. O’nun hoşnutluğunu diler, başkaları ona darılsa da aldırmaz. O kulu hiçbir kınayıcı yolundan alamaz. Bazı büyükler der: “Halkı Hakk’a uyar kılmaya bak. Hakk’ı kullara uyar kılmaya çalışma.”
Şeytandan nefisten ve şahsî şeylerden hangisi olursa olsun, yıkmak isteyeni yık. Kahra uğratmak isteyenlere kuvvetini göster.
Düşmanların... Onlardan çok sakın, onlar seni helake atmasınlar...
İlme çalış, öyle bir ilme çalış ki, düşmana nasıl karşı konacağını bilesin... Onlardan sakınma şekline aklın ere... Ve Rabb’ine ibadet nasıl edilir, onu bilesin... Çünkü cahilin ibadeti makbul olmaz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur: “Cehalet hâli ile ibadet edenin, ifsadı ıslahından çok olur.”
Cahilin işi, hiçbir şeye denk gelmez. O tam manasıyla fesat içindedir. Baştan sona karanlık içindedir. İlimsiz yapılan ibadet böyle olur. İlim sahibi de amel etmezse onun da hâli perişandır. Ayrıca yapılan amelin ihlâsı olmayınca, onun da hayrı yoktur. Hangi iş olursa olsun, ihlâs olmayınca ne faydası olur ne de kabul olur. Ve bilip de amel etmezsen, o bilgi boynuna yük olur. Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur: “Cahil bir defa azap çeker, âlim ise yedi.”
Cahile, niçin öğrenmediği sorulur, âlime ise bilgisi ile niçin amel etmediği... Öğren, amel et ve öğret... Senin için hayır böyle toplanır. Bir kelime öğrenir, onunla amel eder ve öğretirsen, iki yoldan mükâfat alırsın. Biri öğrendiğin, öbürü de öğrettiğin için...
Dünya karanlık içindedir; ilim ise onun nurudur. O kimse ki, cahildir, şu zulmet âleminde batmaya mahkûm sayılır ve yıktığı yaptığından çok olur.
Ey ilim iddiasında bulunan; nefsin, tabiî arzularını ve şeytanın elini bırak. Kendi vücudunu da at. Riya, nifak hâlini bir yana it. Dıştan zâhidlik gösterisi yaparsın, ama iç âleminde her şeyi toplamak hevesindesin. Bu boş bir zâhidliktir. Ve böyle bir zâhidlik sana mükâfat değil, ceza getirir. O, senin içindekileri, saklıda yaptığın hataları bilir. Kalbinde olan şeyler O'na örtülü değildir. O'nun için ne açık ne de kapalı vardır.
Hem söyle hem de ağla. “Vah, uyanmazlığıma! Vah yüzsüzlüğüme! Vah, felâketime!” diyerek. “Eyvah! Hak, her hâlime vâkıf. Gece gündüz yaptığım cümle iş, O'na ayan! Hâl böyle iken O'ndan nasıl oluyor da utanmıyorsun?” diye kendini kınayarak.
Yaptığın edep dışı hareketleri terk et. Farz ibadetleri yap; yasakları da bırak ve O'na yakın ol. Bunlar seni yaklaştırır. İç ve dış hataları bırak. Açık olan hayırlı işleri yap. Ancak O'nun kapısına böyle varabilirsin. O'na yakın olursan, seni sever, kullara sevdirir, halkın ötesine de sevdirir. Sonra halkın arasına katar.
Seni Allah ve melekleri severse, bütün halk sever. Yalnız kâfir ve münafıklar seni sevmez. Çünkü onlar, Allah sevgisinde sana iştirak etmezler. Her kim ki, kalbinde iman taşır, o iman sahibini sever ve her kim ki, küfürle doludur, o da iman sahibine öfke duyar.
Kâfirlerin birçoğunda fikir denen şey yoktur. Münafıklar ve şeytanlar fikirsiz ve dilsiz olurlar. Ancak küfür, nifak ve şeytanlık dili ile lâf ederler; onlar insandan azma şeytanlardır.
İmanını kalbine yerleştiren tam mü'min, kalbi, sırrı ve manası halktan ayrıdır. O öyle bir hâle gelir ki, nefsi için bile halktan gelen zararı atmaya gücü yetmez, hiçbir iyiliği celbe kadir olamaz. Hakk'ın kudreti önünde, güçsüz ve kuvvetsiz olarak serilir. Kendine has ne kuvveti ne kudreti vardır. Bu hâli bulan iman sahibine her şeyden iyilik yağar.
Canları ve başları ile Hak yola girenlere zahmet verme, mücerret iddia ile onların karşısına çıkma. Uzlete geçmek ve boş temenni etmekle bu hâl elde edilmez. Sebeplerden kör oluncaya kadar söz yok. Halkın kapısına gitmeye karşı ayakların kesilinceye ve onlara koşmaya karşı kötürüm oluncaya kadar sus. Kalbin, aklın ve yüzün halktan ayrılıp Hakk'a dönünceye kadar sesini çıkarma. Halka arkanı, Hakk'a ise yüzünü vermedikten sonra sana söz hakkı yoktur. Dış varlığın zahirdeki şekli, kullara olacak, iç âlemin ve özün ise Yaratan'a... İşte hâlin böyle olunca, kalbin meleklerin kalbi gibi olur. Kalbini peygamberler doyurur, içtikleri mana şarabını içirir ve o cins taamları yedirirler.
Söylenen bu işler, kalp, sır ve mana âlemini ilgilendirir, dışla anlaşılmaz ve bilinmez.
Allah'ım, halkın aklı ötesinde cereyan etmekte olan, Zât’ınla aramızdaki işleri safiyete erdir. Ve sırlarımızı temizle, kalbimizi de pak eyle.
Ey burada hazır olanlar ve olmayanlar, yarın kıyamet olduğunda, münafıkların dahi hakkı için münazaraya tutuşacağım. Onlar için münazara ettikten sonra iman sahipleri için nasıl yapmam; onların hakkını nasıl görüşmem? Bu hâlimi çok tuhaf bulacaksınız orada.
Allah'ım, beni Seninle zengin eyle, başkasına terk etme. Muallimi çocukların eline bırakma. Öğretmenler yavruların evindekine göz dikmesinler. Öğretmenin evi öğretme yeri olmakla beraber, her cins maddî nimetlerle de süslü olsun.
Allah'ım, sana ayan, bu sözler beni alt etti, söyledim. Ağzımdan çıkıp ortaya saçılan bu sözlerdeki hâlimi mazur gör. Bunları çocuklara has sayıyorum. Yolcuların ve uyanların faydası için bunları söyletirsin. Bunları söyleten sensin. Bulunduğum hâlin kolay olmasını içimden gelerek gönül rahatlığı ile senden diliyorum.
Ey cemaat! Siz öyle sanırsınız ki, alacağımı sizden alırım ve sizi görürüm. Hayır, bildiğiniz gibi değil. Bütün alacaklarımı Aziz ve Celil olan Allah'tan alırım, sizden değil... O, elinizde olan şeye baktığımda, kalbim kayarsa, beni ikaz eder.
Sizinle birlik olduğum an sizi bilmem; sizi bir yana atıp aranızdan ayrıldığımda anlarım.
Ben münafıkları suya daldırırım, irfan sahiplerini denerim. İçi bozukları bıçakla vurup kesmem, su ile terbiye ederim.
Soframı sizin için sererim; siz ayrıldıktan sonra yemeğimi yerim. Nevalem sizinkine uymaz. Siz çıktıktan sonra, hizmetini yapmakta olduğum Sahibim, yemek tabaklarını bana sunar.
Ey basiret sahipleri, hâlimi bilmez misiniz? Kollarım sıvalı, salman elbisem de bir yanda bağlıdır; böylece efendime hizmet ederim.
“Hak Teâlâ'nın peygamberlere elçisi Cibril idi. Velîlere kim elçilik eder?” diyene şöyle denir: “Açıktan vasıta yoktur. Rahmet, lütuf ve iyilik tecellileri, O'ndan gelen manevî ilham ve onların kalbine konan şefkat nazarı, başlı başına birer Hak elçisidir. Velîler tecelliye her zaman erer. Ayık hâlleri devam ettikçe, iç âlemleri temiz oldukça, kalp gözleri O'nu görür.”
Ey cemaat! Dünyaya olan hırsınız ve onu sevmeniz, sizi Allah sevgisinden ve O'nun dostlarına bağlı olmaktan alıkoydu. Dünyada çoğalma ve ondan çok şey alma sevdası, sizi yıktı. Kerem sahibinin iyiliğine güvenerek dünyayı bırakınız ve âhireti düşününüz.
Allah'ım, güzellik ve cömertlik senin

$50
Product Title
Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button

$50
Product Title
Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

$50
Product Title
Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.




