top of page

İhlâs Sahibi Olunuz!


ree

İhlâs Olmadan Yapılan Her Şey Sahte Kalır

Bazı işler, dışarıdan bakıldığında çok güzeldir. Ama içi boşsa, kabuğu ne kadar süslü olursa olsun, hakikatte bir kıymeti yoktur. Abdulkadir Geylani Hazretleri bu bölümde, yapılan amelin değil; niyetin ve içtenliğin esas alınması gerektiğini anlatıyor. Çünkü ihlâs, görünmeyen ama her şeyi belirleyen sırdır.

İnsan, ihlâssız bir ibadette belki secde eder ama kalbi başka hesapların peşindedir. Sofi libasını giyer, ama nefsin arzularını taşır. Derviş gibi görünür ama hâlâ dünya endişesiyle titrer. İşte Hazret, bu bölümü tam da bu ikilemi yaşayanlara yazmış gibidir. Dışını düzeltmiş, içiyle meşgul olmamış olanlara...

Gerçek ihlâs, insanın yaparken unutmasıdır. Kimin için yaptığını hatırlamadan, beklenti duymadan, sadece Hakk’a yönelerek. İhlâs, ibadeti ibadet yapan gizli cevherdir. O yoksa, amel ses getirir ama göğe yükselmez. Göz önünde olmakla değil; göz ardına niyetle ortaya çıkar.

Bu metni okuyan kişi olarak senin de kalbine şu soru düşmeli: “Ben bunu neden yapıyorum?” Eğer cevabın sadece Allah ise, işte orada ihlâs var demektir. Ama içinde bir teşekkür beklentisi, bir alkış umudu, bir övgü arzusu varsa... O hâl hâl değildir. Bu yüzden Hazret uyarır: Dış değil, içi düzelt. Kalabalık değil, kalp önemlidir.


Ey zâhidler ve ey âbidler! İhlâs sahibi olunuz. Aksi hâlde bana uyduğunuzu iddia etmeyiniz. İyi niyet sahibi olmadan, ihlâsa bürünmeden tuttuğunuz oruç, kıldığınız namaz, giydiğiniz sofi libası, yediğiniz derviş yemeği hoşunuza gitti... Bunları yaparken iyi niyet ve ihlâs sahibi olmalısınız. Sizde bu hâl olmadığı gibi nefsin hazzını, şahsî heveslerinizi yerine getirmeye çalışırsınız. Size yazık oluyor, Allah yolcularının yaptığınız işler dışında işleri var; o işler, kalp işleridir.

Onlar, kaderle hareket eder, hüküm gereği sohbet eder, daima hadlerini bilirler. Zahirde, bâtında, gizlide, aşikârede, halk arasında ve Halik'a karşı edeplerini bilirler.


Her fazilet sahibinin fazlını yerine getirirler. Her hak sahibinin hakkını öderler. Allah’ın kitabındaki emri yapar, Peygamber'e (S.A.) karşı olan vazifelerini yerine getirirler. Böylece onların da haklarını öderler. Onların kalbinde İlâhî ilmin de bir hakkı vardır; onun da hakkını verirler. Onlar kimsenin hakkını yemezler. Evlerindeki çocuklarının hakkını, nefislerinin hakkını, kalplerinin hakkını ve halkın hakkını edâ ederler. Onlar, tam bir temkin içinde olur, cümle işlerini Hakk’a ısmarlarlar. Uygunsuz arzularını hapseder, şüphelileri bir yana atar, mutlak olanlara bakarlar. Alınması gerekeni alır, verilmesi icab edince de verirler.


Kalplerinin ve sırlarının sınırını çizer, hadlerini aştırmazlar. Halka daima iyilik ederler. Bu işler, mutlaka yapmakta olduğunuz uygunsuz işlerden daha ileridedir. Bildiklerinizin tâ ötesinde olan işlerdir.

İman sahibi, kardeşine öğüt verir de kabul etmezse, şöyle der:

- Yakında dediğimi hatırlayacaksın; yaptığım işi Allah için yaparım.

İrfan sahibi, halkın nefislerine karşı tevhid ve iman kılıcı ile cihad açar; İlâhî esrara ait bir şeyi onlarda sezerse alır, şahın kapısına iletir. O, kullarını bizzat görür.

İman sahibinin sevdiği işler içinde en iyisi ibâdettir ve ibâdetler içinde en çok namazı sever. O evinde oturur, ama kalbi müezzini gözetir. Çünkü müezzin Hakk’ın dâvetçisidir. Ezanı işitince kalbini sürur kaplar. Camiye veya mescide uçar gibi gider. Cami civarında bir dilenci ile karşılaşırsa yüzünü ekşitmez. Yanında bir şeyi varsa verir, yoksa hoşça savar. Çünkü Peygamber (S.A.) efendimizin:

- «Dilenci, Allah’ın kullarına hediyesidir,» Hadîs-i Şerifini bilir.

Ona bir şey verirken sevinir. Çünkü öbür âlemde verdiğini, Hak ona bolca öder. Bu, iman sahibi bir âbidin yapması gereken iştir. İrfan sahibi daha başkadır.


O, şer’î hadleri yerine getirmeye gayret eder. Bilhassa kalbine Rabbinden gayri şeyin girmemesi için elinden gelen gayreti sarf eder. Kalbine nazar ettiği zaman, Hak'dan başkasının korkusunu ve ümidini bulmaktan çok korkar. Kalbini halkın ve sebeplerin kirine belemekten çekinir. Halkla karşılaşmayı pek sevmez. Ancak, onları birer hasta kabul ettiği için, doktor olarak kabul eder. Ne dünya hayatını sever ne âhiret hayatını... Çünkü o, Hak yakınlığı izzetini bulmuştur. Sevdiği, hoşluk bulduğu tek şey odur.

Peygamber (S.A.) efendimiz, bir kudsî hadisi şöyle anlatır:

- «Kıyamet günü Hak Teâlâ mü'min kullarına, şu hitabı yapar:

- Ahîreti dünyanıza tercih ettiniz; bana ibâdeti ise, şehvet duygularınıza tercih ettiniz. İzzetime, celâlime yemin ederim ki, cenneti ancak sizin için yarattım.»

Bu kelâm mü’minler içindir. Bir de sevenlere hitab var, o da şu:

- «Dünya ve âhiret dahil, bütün yarattıklarıma karşı büyük zâtımı üstün tuttunuz. Halkı kalbinizden attınız. Sırlarınızı onlardan boşalttınız. Bu sebeple işte size vechim, işte size yakınlığım, siz benim gerçek kullarımsınız.»

Velî kulların bir kısmı, günlük ihtiyacını cennetten alıp yer, orada neler var görür.

Oranın şarabını kana kana içer. Onlardan bir kısmı da yemeyi, içmeyi bırakır. Halkı azleder. Onlara karşı varlığına perde çeker. Bunlar, İlyas ve Hızır Nebi'ye benzer. Bu zâtların çoğu yeryüzünde saklıdır. Halkı görürler, ama halk onları göremez. Çoğu velîler gizliliği tercih eder. Açık gezen pek azdır.

Bu makama varan sayılı miktardadır. Halkın çoğu onlara irşad olmak için koşar. Hak yakınlığını bulmak kasdı ile koşmayı arzularlar. Onlar yüce varlıklardır. Yeryüzü onlar için bitki bitirir. Rahmet onlar için yağar. Halkın üstündeki belâ onların himmeti ile açılır.

Meleklerin yemesi, içmesi, Hakk'ı tesbih ve tehlildir. Onlar bundan gıda alırlar. Tesbih ve tehlilden gıda alan velî kullar, sayılacak kadar az olan bazı fertlerdir.


Size, bu sözleri duymaktan hiçbir fayda gelmez. Sizin çoğunuz, iblisin gözdesi ve kölesidir. Ne sizde bir iyilik var ne de taptığınız ibliste... Ey şeytana ibâdete çekilenler, iblisin kulluğunu bırakınız, ondan ayrılınız. Kalp adımlarınızla Hakk’a varınız. Bulmak istediğiniz rıza yolunu göstermesini O’ndan taleb ediniz. İsteyiniz ki, zâtına sizi hadim kıla... isteyiniz ki, sizi sonsuz hazîneye erdire... Yorulmayan, yılmayan yardımcı vere... İsteyiniz ki, dünyayı size darılta, âhireti sevdire... Bunu bulduktan sonra âhiretin de darılmasının teminini isteyiniz, isteyiniz ki yalnız Zâtı için ameli nasib ede ve Zâtını sevdire... Zâtından başka cümle eşyadan halâs vere... Sen halka ve sebeplere kölesin. Eğer Hakk’a kul olsaydın, işlerini O’na bırakırdın. Cümle ihtiyaçların O'nunla görülürdü.

Hâliniz nedir? İşinizin yalanladığı sözü neden söylersiniz. Rabbinizin şu kelâmını duymadınız mı:

- «Ey iman sahipleri, neden yapamayacağınız şeyi söylediniz. Yapamayacağınız işin sözünü ettiğiniz için Hak katında cezanız arttı.» (Furkan/2- 3)

Yaptığınız hatalara, işinize bağlı melekler de şaşmakta. Hâllerinizde gözüken yalan, onları şaşırttı. Hele tevhid üzerinde oynadığınız yalancı oyun, onları büsbütün hayrete düşürmekte... Bütün sözleriniz aldatmaca ve ruhsatlı işlerle dolu. Zenginlerin ve sultanların sözünü etmektesiniz. Falan giydi, öbürü şöyle yedi. Falan kimse evlendi. Şu zengin oldu, öbürü de fakir... gibi birtakım sözler. Bunlar sizi nereye götürecek?.. Bu sözlerin cümlesi felâket, âfet, azab getirir.

Tevbe ediniz. Yaptığınız hataları bırakınız. Rabbinize yöneliniz ve O'nun zâtından gayri eşyayı bırakınız. O'nu anınız ve başkasını unutunuz. 

Sözlerimi tutup gereğini yapmak, iman alâmetidir. Sözümü bir yere alıp kaçmak ise, nifak alâmetidir.

Ey hakkımda atıp tutan, buraya gel; hâlimi ve hâlini anlatayım. Şeriat ahkâmına göre hepsini beyan edeyim. Bir kimse şüpheli işlere dalar, sarp yola saparsa, onu atmak haktır. Allah’ın adı ile onu yok etmek ve kovmak caiz olur.

Benden saklı durma. Kadınlaşan er gibi kaçıp gizlenme. Sen hiçbir şey olamazsın. Bir hevesten ibaretsin. Yazık sana, yakında fermanın gelir, hâlini görürsün.


Allahım, tevbemizi kabul buyur. Bizi dünya ve âhirette rüsvay etme. Âmin!

Ey evlâd! İşlerin bir temel üzerine oturtulmuş değil; dolayısıyla yakında duvarın yıkılacak. Temeli birtakım icad ve şaşkınlıkla attın. Binayı da riya ve nifak üzere yükselttin. Bu hâlde evini, nasıl sağlam gösterebilirsin? Bu yaptıkların tabiat ve boş arzuların eseridir. Yemen, içmen, nikâh etmen ve mal toplaman, kötü tabiat ve yersiz arzu ile olmakta. Salih niyetin yok. Yapılan işlerin hiçbirinde iyi niyet bulunmuyor, iman sahibinin bütün hâllerinde ve işlerinde iyi niyet olur. Yemesi, içmesi, giymesi ve evlenmesi İlâhî emirledir. Onun dünyası da âhireti de o emre göre olur. Hak, kuluna dünyada şeriati ile emir verir. Öbür âlemde ise, bütün vasıtaları kaldırır, iman sahibi, dünyanın çabuk fena bulmakta olduğunu görür, perhiz eder. Nasıl olsa kısmetinin geleceğini düşünür, bekler. Gelince dinin şahadeti ile alır ve kalbine tasdik ettirerek yer. Gelen herhangi bir dünyalık için:

- Benim buna ihtiyacım yok, der ve kaçmaya başlar...

Ama, kısmetinde olduğu için onu alıp yemesi icbar edilir. Onun dünyadaki hâli böyledir.

Dünyadaki hâli böyle... Âhirete gelince, oradaki cennetin yüzüne göz atmaz; tâ, Yaratan’a varıncaya kadar... Oradan bir şey alıp yiyecek olsa, kat’î emirle alır. İşaret verilir ve o yöne itilir, ondan sonra alıp yer. Cennetin hakkını ödemek için emri kabul eder. Yine o emir icabı huri-vildânın hakkını öder. Oradaki bütün tadların hakkını da aynı emirle yerine getirir. Bu hususta, peygamberlere, şehidlere, salihlere uyar. Zaman zaman onlarla olduğu olur. Ancak zamanının çoğu, Hak katında geçer.


Hak'tan çekinir, emirlerini yapar ve ittika sahibi olursan O'ndan yardım gelir. Cümle işlerinde onun açık yardımını görmeye başlarsın. Hak Teâlâ'nın şu kavlini işitmedin mi:

- «Bir kimse Hakk'a karşı ittika üzere olursa, Hak ona kapalı yolları açar. Ummadığı yönden rızkını alır.» (Talak/2-3)

İşte bu Âyet-i Kerime, sebeplere bağlanıp kalma kapısını kapadı. Zengin kişilerin, şahların kapısını yüzüne örttü ve tevekkül kapısını ardına kadar açtı. Ki, bir kimse, Hakk'ın kuvvetini ve kudretini düşünerek kötü işleri terk ederse yolu açılır, kurtuluş bulur. Bol mükâfat verilir. İnsanların kınandığı yerde o kınanmaz.

Sizin hâliniz nice olur?.. Daha ne söylememi ve ne yapmamı beklersiniz. Sizin için neler söylemedim, neler yapmadım ki?.. Şu şiir, hâliniz için ne iyi:

İşittirirdin, hepsini haylasaydım diriye... Ama ölüdür, benzemez çağırdığın diriye...

Kalbin, iman, İslâm ve ikandan yana yaya... Marifetin ve bilgin yok. Bir hevesten ibaretsin ve seninle konuşulan sözler boşa gider... 

Ey münafıklar, tevekkül kelimesini dilden ettiniz, kalbiniz şirkle dolu. Halkı Hakk’a ortak eder oldunuz. Kalbim size karşı öfke ile dolu. Bu öfkemi Hak için yaparım. Susar ve beni sıkışık duruma atmazsanız ne âlâ; aksi hâlde evinizi yakarım. Közleri başınıza düşürürüm. Ey acı ve tatlı suya hıyanet edenler, size neler etmem ki?..

Allah'ım, Sana olan dargınlığımızı hallet. Kaderin için yaptığımız nizâyı bağışla. Sana karşı yapmakta olduğumuz isyanla aramızı aç, rahatlıkla bizi isyandan kurtar. Rahmetinle dileğimizi yerine getir. Âmin!

*

Ey evlâd! Rabbine karşı ittika sahibi isen, O'nu zikreden ve O'na karşı tevhid sahibi isen, daima O'nu gözetiyorsan anlatılan işleri belâ gelmeden yapmakta isen, belâ anı senin için gül gülistan olur. Ateşe atılsan:

- Ey nâr, nur ol, serin, selâm ol, denir ve öyle olur.

Allah'ım, biz hak etmesek de bizi öyle olan kullardan eyle... Bize kereminle muamele et. Bizi cezalandırma. Bizi nimetinden saklı tutma. Bizi şefkatsiz bekletme. Âmin!

Âsi kimseye nasıl tevbe gerekse, irfan sahibine de edeb öyle farzdır. Ona niçin edeb gerekli olmasın ki, halkın Halik'a en yakın olanıdır. Bir kimse, şahın yanında edebsiz olursa, o hâli, ölümü çeker. Ve her kim ki, edebsizdir, o hem halkın hem de Hakk’ın öfkesine uğrar. Edebsizlikle geçen her an belâlı andır. Herhâlde Hak'la iyi edebli olmak icab eder.


Âhirete dönünüz. Dünyaya kalben arka çeviriniz. Bütün varlığınızla dünyaya abanmayınız. Kâfirler gibi dört elle dünyalık toplamaya çıkmayınız. Onlar, dünyayı bilmedikleri için ona sarılıp kalır, severler.

Kul daima, yaptığı hata için pişmanlık duyar; ona yaraşan da budur. Gündüzleri oruç tutar, geceleri de namaz kılar. Alın teri ile kazanmış olduğu helâl lokmayı yer. Hep işlerini dinin emri ile yapar. Sonra bu hâlinden de terakki edip kazancının azını yer. Verâ sahibi olur, şüpheli işleri bırakır. Harama dalmaktan korkar... Sonra yine terakki eder, zâhid olur; her şeye karşı, istiğna (doygunluk) duymaya başlar. Sonra yine terakki eder, arif olur. Kalbini Hakk'a verir, ihtiyaçlarını O'ndan diler. Oturması, konuşması O’nunla olur. Kalbi, halktan yana boş olur. Halktan gına gelir. Hâli böyle olunca Hak, onu, nebileri ve saf kullarının ervahı (ruhları) ile oturtur. Bundan sonra Hakk’a ünsiyet eder, O'na yakınlık duygusu bulur...

İşte iyi bir kulun hâli... Siz bundan ne kadar uzaksınız; hem de ne kadar?


Yazık sana, hâller ilmini bilmezsin; o hâlde neden iç âleme dair işlerden dem vurursun? Hakk'a karşı irfanın yok; nasıl halkı O'na davet edersin?.. Senin bildiğin şeyler zenginlerin yanı, sultanların kapısı... Peygamberle ve onu gönderenle ne ilgin var? Şüpheli şeyleri yer, verâ' sahibi olmazsın. Ancak haram yemeyi bilirsin. Dinini satarak yemek haramdır. Sen münafık, deccâlsın. Ben, münafıklara karşı öfke duyan, onların başında öten ve akılları parçalayan kimseyim. Kazma ve küreklerim onların evini yıkar, imanlarını siler, götürür. İddia ettiği imana sahip çıkamaz. İçi bozuk zâtın elinde silâhı yoktur. Cenge yeter metaı yoktur. İçine sığınacak kalesi, sığınacak yeri yoktur. Halkla Halik arasında döner. Zahirle bâtın içinde dolaşır. Sebeple onu Yaratan arasında kalır. Hükümle ilim arasında bocalar.

İman eseri, belâ ve âfet anında kendini gösterir. İkan işini o zaman belli eder. Tevhid ve tevekkülün gücü o zaman belli olur. Allah'a dayanma o zaman kendini gösterir. 

İman, bir dâvanın şahidi sayılır. İman sahibi, kalpden Allah'tan korkan ve bir arzusu olduğunda yalnız O'ndan taleb edendir. İman sahipleri ihtiyaçlarını yalnız O’na açarlar, başkalarına bir şey demezler. Onlar, yalnız Hakk'ın kapısına koşar, başkalarına gitmezler.

Siz, Rabbinize karşı ne biçim irfan duygusu taşırsınız, hayret!


Bir kimse, dünyanın aslını anlarsa, bırakır. Âhiretin yapılmış, yaratılmış, sonradan var olmuş olduğunu anlarsa onu da bırakır, onu yapana kaçar, sığınır. Dünya ve âhiret onun kalp gözünde küçülür. Sır gözünde Hakk'ın büyüklüğü peyda olur. Bundan sonra O'nu aramaya başlar, başkasını iter. Halk, önünde zerre miktar kıymet taşımaz. Halka baktığı zaman onları çamurla oynayan sıbyana benzetir. Şahları, bir yana atılmış ve azlolunmuş görür. Zenginleri de aldanma içinde bulur. Geçici işlere dalanları da Hak'dan mahcub bulur.

Sizi Allah'ın kitabı ve peygamberin sünneti ile oynar buluyorum. Salih kişilerin sözünü elinizde birer oyuncak olmuş görüyorum. Bu oyunu cehaletiniz yüzünden yapmaktasınız. Eğer emrine uyup dilediği gibi hareket etmiş olsaydınız, cümle arzunuz yerine gelirdi.


Sabırsız kimsenin başına gelen fakirlik ve belâ hâli, bir felâket olur. Ama sabırlı insan için belâ ve fakirlik nimet ve keramet sayılır.

İman sahibi, belâ hâlini nimet sayar. O fakirlik hâlinde Yaratan'ına yakın olur, O’nunla konuşur, O’na yalvarır, o hâlden ayrılmak istemez.

Kelâm pazarım işlemez oldu; ne tuhaf. Çünkü ortalık, kötü arzu ve havaî işler peşinde koşan nefislerle doldu. Sözlerim onlara yaramıyor.

Bu zaman, âhir zamana benzedi. Nifak çarşısı kuruldu. Halbuki ben, Peygamberin (S.A.), ashabın ve onlara uyanların dinini yerine getirmeye çalışıyorum. Bu zaman, âhir zaman oldu. Çoğunuzun mabudu altın, gümüş oldu. Bu zamanların insanı, Musa peygamberin kavmine benzedi. Buzağı kulluğu kalplerine yer etti. Bu zamanın kalplerindeki buzağı, altın, gümüş oldu.


Yazık sana, şu mülkte niçin şöhret, mal taleb eder ve ona güvenirsin?.. En önemli işlerini ona gördürmek dilersin. Yakında ya her şeyin elinden çıkacak, bir yana atılacaksın yahut ölüme mahkûm olup gideceksin.

Ona dayanan herkesin, malı yok olacak, mülkü eriyecek, şöhreti sönecek ve tek başına kabre konacak. Orası karanlık, vahşet ve dehşet yuvasıdır. Yalnızlık ve kederle, gamla doludur. Bir sürü böcekle doludur. Ona bağlı olan herkes, saltanattan ölüme gider. Ancak kurtulan odur ki, iyi işleri buluna ve hak için iyi niyet beslemiş ola... O zaman Allah, onu rahmeti ile kaplar ve hesabını hafif kılar.

Dünyada olduğun müddet, ölümü mukadder olana dayanma. Yerinden atılması muhtemel olana güvenme. Sonra ümitlerin söner, dayanağın çöker.

İman sahibinin ümidi, himmeti yücedir. O, arzularını, yerden ve ehlinden, âhiret ve onun uşaklarından yüce tutar. O bilir ki, Allah himmeti âli kimseleri sever. Bu yüzden himmetini yüce tutar; tâ, Hakk'a vâsıl oluncaya kadar.


Oraya varan, himmetini Hakk’ın varlığı önüne serer ve secdeye kapanır. Himmetin oradan ayrılmasına izin vermez. Sırrı ve kalbi ile duaya başlar. Bu dua sonunda Hak, onlara Zâtından niyabet ihsan eder. Dünyada temekkün, halka baş olma hâlini bulur. Şu âlemde üstün yaşar, öbür âlemde yine öyle olur. Dünyanın şahı, âhiretin şahı olur 

Ey cemaat! Rabbinize şükrediniz. O'nun verdiğini başkasına ait kılmayınız. O'nun şu kelâmı, elinde ne varsa O'na ait olduğunu açıklar:

- «Sizde olan nimetler Allah tarafından verildi.» (Nahl/53)

Sana gelen bir dilenciye bir şey vermeden tetkik et. Sonra vereceğini ver. Sana hilekâr bir nifak sahibi gelebilir. Zengin olduğu hâlde, kendini fakir gösterip bir şeyler çekmek ister. O içi bozuk, yalancı ağlayış ve sızlayışı ile asıl fukara olanların işini sarpa uğratır.

O cins kimse, senden bir talepte bulunursa bir an dur, kalbine danış; belki hakikaten zengindir. Senin ona vereceğin onun hakkı değildir. Zihnini yokla ve özüne danış. Müftüler bir iş için fetva dahi verse, kalbine sor.

İman sahibi, halkı iyi bilir. Halkın onda işaretleri vardır. Kalbi çok duygulu olup bakışları Allah’ın nuru ile olur. O İlâhî nuru kalbinin derinliğine yerleştirmiştir.


Yazık sana, tembelsin. Bu tembellikle eline bir şeyin geçeceği yok.

Komşuların, arkadaşların, akraban, hep yol alıp gittiler. Çeşitli araştırmalar yaptılar, kazılar yaptılar, kıymetli mallar gömdüler. Onların içinde iyi iş tutanlar, bire karşı yirmi kazandı. Onlar geldi, ganimetlerle dönüp gittiler. Sen hiçbir kazanca sahip olmadan yerinde saymaktasın.

Yakında elinde az mevcudu olan da tükenir; sonra halktan mal talebine geçersin. Sana yazık olur sonra. Allah yolunda çalışmaya başla. Onun kaderine güvenip kalma.

- «O kimseler ki, uğrumuzda cihad ederler, onlara hidâyet yollarımızı açarız.» (Ankebut/69) âyetini duymadın mı?

Gidilen yola koyul; elbet sana katılan olacak ve çalışman müsbet bitecek. Her şey Allah'ın kudreti ve kuvveti dahilindedir. O'ndan gayri kimseden bir şey taleb etme. Şu yüce Âyet-i Kerimeyi işitmedin mi:

- «Hiçbir şey yoktur ki, onun hâzinesi bizde olmasın ama, ancak malûm miktar indiririz.» (Hicr/21)

Bu âyeti beyandan sonra söylenecek söz kalmıyor. Ne söylenebilir ki?..

Ey altın, gümüş arayan, vakıa onlar bir şeydir, ama onlar Hakk'ın kuvvet, kudret elindedir. Hâl böyle olduğuna göre, onları halktan isteme. Sebeplere itimat ederek şirk dilinle halka koşup altın, gümüş isteme...

Allah'ım, ey halkı yaratan ve ey sebepleri sebeb eden! Halkı Sana ortak ederek yaptığımız şirk bağından bizleri kurtar. Sebepleri Sana ortak kılıyorsak, ondan da kurtar...


Ey Allah’ın kulları, siz hikmet evindesiniz. Elbette vasıtalara tâlib olmanız gerekir. O hâlde durmayıp Mabudunuza yalvarın, kalbinizi şifaya erdirecek doktoru, tedavi edecek kimseleri isteyin. Elinizden tutup O'na götürecek delili talep edin.

Hakkın terbiyeye muktedir kıldığı kimselere yakın olunuz. Halka edep, erkân öğretmesi için Hak Teâlâ’nın vazife verdiği kimseleri arayınız. Onun yakınlık perdedârını bulunuz. Onun kapılarını araştırınız.

Nefsinize hizmet etmekle yetindiniz. Boş arzularınıza uyup kaldınız. Tabiî isteklerinizin tatminine razı oldunuz.

Ben huyunuzu güzel etmeye gayret ederim, Hakk'a lâyık olmanız için kirinizi çıkarmak isterim. 

Nefsini sevince boğan, dünya sultanları önünde zerreler gibi küçülen; onların önünde zelil ve hakir düşen pespayelere uymayınız. Onlar Hakk’ın emrettiğini demez, onun yasak kıldığını bildirmez. Şayet böyle bir şeyi yapacak olsa dahi nefsi, şeytanı için, nifakı için yapar. Allah o gibileri yeryüzünden alsın. Yeri onların kirinden temiz etsin.


Rabbimiz, cümle münafıkı yeryüzünden ya temizlesin ya da onları ıslâh etsin, tevbe nasip etsin ve hidayet versin. Şu kimseye kızarım ki, dille:

- Allah, Allah... der, fakat başkasında kuvvet görür. Ey Allah'ı anan, kendini O'nun yanında bilerek an. Dilden O'nu anıp, kalbin başkasında olmasın.

Bana dost ve düşman aynı görünür. Yeryüzünde seçmiş olduğum ne bir dostum ne de düşmanım var. Ama bu hudut, tevhidin sıhhat hâlini bulmasına kadar uzar ve orada kalır. Kim ki, tevhid işinde sağlık bulur, halkı âciz görür ve o benim dostum olur. Ama benim asıl dostum Allah’a karşı ittika (günah işlemekten çekinip sakınan) üzere olandır. Düşmanım ise, Hakk’a karşı isyan bayrağı açandır. İşte imanımın dostu ve onun düşmanı...

“Allah'ım, bu hâlimi gerçeğe ilet. Yolumu açık tut. Doğru yolda bana sebat ver. Verdiğin iyi hâli, bir daha almamak üzere hibe et; emanet olarak verme.”


Anlatmak istediğim mevzu mühimdir. Yalnız kuru dâva, boş söz, temenni ile elde edilmez. İsimler almak, lâkablar kullanmak, dil gürültüsünü öğrenmiş olmak bir fayda sağlamaz. Ancak ihlâsa sahib olmak, riyayı terk etmek ve nefse, şeytana, boş arzulara karşı savaş açmakla olur.

Akıllı olunuz. Sizde hakikî kalbi bulamıyorum. Kalplerin sahibine karşı irfanı sizde göremiyorum.

Nefisleriniz, güzelleşmiyor, hayrını ve şerrini öğrenmiyor. O, kibirle dolu, azametle kaplı. Hak yol, onun tuttuğu yol değil. Hak yolu arayan:

- Ben, benim için, benimle... demez.

Bu yol, önden sona mahviyet ve yoklukla doludur, imanın zayıflık devresinde:

- Allah'tan başka ilâh yoktur, denir.

İman tam kuvvetini bulunca:

- Senden gayrı ilâh yoktur, sözü ile hitab edilir; çünkü iman müşahede hâlini bulmuştur.

Her kim ki, kullara bakar, aradığını onlardan bekler, o Hakk’a karşı kör olur. Halka bakan, Hakk’a dair olan bir şeyi göremez, O'nun kapısına varamaz. Çünkü Hakk’a hizmet etmiyor, O'nun emrini tutmuyor. Onunla sohbet etmek istemiyor. Eğer ki, gençlik çağında Hakk’a hadim olsa, yaşlı devrinde elbet Hak onu kimseye muhtaç kılmaz. Kul niçin hizmetinin karşılığını almasın ki, Allah kendini bilip hizmet etmeyenlerin bile ecrini ihsan eder; bilerek kulluk edene neden vermesin?..

İman sahibi, yaşını aldıkça, imanını kuvvetlendirir ve halka karşı gına duyar; çünkü Hakk’a yaklaşmaktadır. Elinde zerresi, bir lokması ve bir hırkası dahi olmasa yine kullara el açmaz.

Sözlerimi ayık olarak dinleyiniz. Kelâmımı arkaya atmayınız. Ben halk içinde Hakk'ı yerine getirmek isterim. Sözlerimin her biri tecrübenin mahsulüdür. 

Sizin çoğunuz, Hakk'ın nurundan, islâmın ruhundan mahrum ve onlara karşı perdelenmiş, İslâm iddiasını yapar, ama onun hakikatinden haberi yoktur.


Yazıklar olsun size, İslâmın yalnız ismi size ne fayda sağlar ki, onun adı ile yetinirsiniz. Dıştan şartlarını yerine getirmeye gayret edersiniz, ama hakikatini asla... işiniz hiçbir şeye denge verecek durumda değil.

Kadir gecesine ait Hakk’ın sâlih kulları yanında alâmet vardır. O kulların bâzısı, kadir gecesi meleklerin nur yüzlerini ve ellerinde taşınan velayet nurlarını görür. Onlar semâ kapılarının nurunu da görürler. Hakk'ın varlık yüzündeki nuru da görürler. Hak, o gece, yer ehline açıktan tecelli eder.

Kul, Hakk’a karşı irfan duygusuna sahib olursa, İlâhî yakınlığın tümünü, vergilerin hepsini, ülfetin cümle ahvalini, izzetin bütün şaşaasını bulur. Hepsini alır. Hak Teâlâ ara sıra kulu ile arasına perde çeker. Sebebi ise, onu denemek, ötelerden onun hâline bakmak ve tecrübe etmek. O, verilmiş olan bütün hâlleri bazen alır, irfan hâlinde ve sebat ediyor mu, etmiyor mu bakar. Yoksa o hâlleri kaybolduğu için, ters istikamete mi gidiyor? Şayet Mevlâ, onda bir sebat sezerse, tekrar perdeyi aralar. Önce ihsan ettiği yüce hâlleri iade eder.


Cüneyd Hazretleri birçok zamanlarında şöyle derdi:

- Bende, benim için ne olabilir ki, kul ve elindeki Mevlâsına aittir.

O zat, nefsini Rabbine teslim edip, şahsî arzusunu izâle etmişti. Bütün varlığını ona bırakıp, Hakk'ı kader işinde rıza yolu ile gözetirdi. Kalbi salâh bulmuş, nefsi itminan derecesine ermişti.

- «Benim sahibim o Allah'tır ki, kitabı indirdi ve salihlere o sahib olur,» (A’raf/196) kavline göre amel ederdi.

Füdayl b. lyaz, Süfyân-ı Sevrî ile karşılaştığı zaman:

- Gel, Allah’ın ezelî ilmindeki hâlimizi analım ve ağlayalım, dedi.

Bu kelâm ne kadar hoş. İşte İlâhî irfana sahib olanın sözü... Aynı zamanda ilim ve irfan sahibi idi. O, Hakk'ın tasarrufuna da vâkıftı. Derdi ki:

- Önüme birkaç zümre çıkarsalar, şunlar cennet ehli, deseler aldırmam; şunlar da cehenneme gidiyor deseler önem vermem.

Ve o zât, bütün kabileyi tek açıdan görür, hepsinin arasına katılır, kendisi hangi kabilenin malıdır, bilmez. Allah yolcularını hiçbir şey aldatamaz. Onlar yaptığı işe aldanıp kalmazlar, çünkü yapılan işler, sonucu ile değerlendirilir.

Dünya sultanları halkın çoğuna put oldu. Dünyada zenginlik, afiyet hâli, güç, kuvvet, her biri birer ilâh oldu.


Yazıklar olsun size, dalı tuttunuz, kökü bıraktınız. Halbuki asıl olan köktür. Rızka muhtaç olanı, rızık veren olarak tanıdınız. Kulu, efendi bildiniz. Gücünüzü kavi sandınız, ölüyü diri gördünüz. Artık sizde iyilik kalmadı. Artık size uyamam. Yolunuza giremem. Ben, sizden ırak ve selâmet düzlüğündeyim, sünnet üzereyim. Bid'ata sapmam. Tevhid yolunu tutarım. İhlâsa sarılırım, Riyayı bırakırım. Nifaka bakmam. Halkı âciz, zayıf ve güçsüz görürüm, ezilmiş bilirim.

Dünyanın zâlim kişileri azıp kudurduğu zaman, o firavunlar fırladığı, o sahte sultanlar köpürdüğü, o zenginler burun kaldırdığı ve Allah'ı unuttuğu gün neden onlara saygı duyarsın?.. Bunu yaptığın için sana, putların kulu, hükmü verilir. Haksız yere kimi büyütürsen, o senin putun olur. 

Yazık, putların sahibine köle ol. Göreceksin ki, onların cümlesi önünde zelil olmuş. Hakk’a yaptığın tazim kadar halk sana saygı gösterir, büyütür. Hak Teâlâ’yı ne kadar seversen, kullar da seni o kadar sever ve sayar. Hak Teâlâ’dan çekindiğin kadar, kullar senden çekinir. Hakk’ın emirlerine ne kadar saygı duyarsan, verdiğin emre karşı halktan o kadar saygı bekle... Hakk’a kulluk için ne kadar yakınlık duyuyorsan, halk da emirlerine o kadar saygı duyar. Hakk’a yaptığın hizmet kadar kullardan hizmet bekle... 

Ölüm düşüncesi nefsin hastalıklarını giderir, şifa olur. Ve onun kötü huylarını yok eder.


Birçok yıllarım ölümü düşünmekle geçti; gecem, gündüzüm öyle tükendi. Onu düşünmekle kurtuluşu buldum. Nefsimi öyle erittim.

Bâzı geceler ölümü düşündüm ve tâ seher vaktine kadar ağladım. O gecelerimde hem ağlar hem şöyle yalvarırdım:

- Allah'ım, ölüm meleğine ruhumu aldırma. Ruhumun kabzına onu memur etme.

Gözlerim kızardı ve yoruldum. O anda bir ihtiyar gördüm. Güzel siması vardı. Kapıdan girdi, ona sordum:

- Kimsin? Ölüm meleğiyim.

- Ben, Allah'dan, ruhumun kabzını uhdesine alsın ve seni göndermesin diye niyazda bulunmuştum, dedim.

Bunun üzerine:

- Bu dileği niçin yaptın?.. Benim ne kabahatim var? Ben memur bir kulum. Bâzı kimselere sertlik yapmak için memurum, bâzılarına da şefkat... diyerek başını bana yasladı; ikimiz de ağladık...

Sonra uyandım, yine ağlıyordum. 

Ahmed b. Hanbel -Allah ona rahmet eylesin- şöyle derdi:

- Bana göre aziz olan kalpler, dünya sevgisini yaktı ve sinesine Kur’ân'ı doldurdu. Salih kardeşlerden çoğunun vakti namazla geçer. Onlar, rükû, secde halindedir. İyiliği emreder, yasakları yaptırmazlar. Şüpheli işleri o kadar bıraktılar ki, elleri iş tutamaz oldu. Bütün gayretleri Hakk'ı talepten ibaret kaldı. Elinizde bir malınız varsa, onlara infak ediniz. Yarın onlara büyük bir devlet ihsan edilecektir.


*

Biri şöyle sordu:

- Korku ateşi mi çetin, yoksa şevk ateşi mi?

Şu cevabı aldı:

- Mürid için korku ateşi, Murad için de şevk ateşi... Korku ateşi bir şeydir; öbürü de ayrı şey... Ama bunların hangisi sende var 

Ey sebeplere dayanıp kalanlar, hâliniz nedir? Size fayda sağlayan birdir; zarar veren bir, şahınız bir, sultanınız bir, İlâhınız yine bir... O bire ermek dilemez misiniz? O'na kavuşma vasıtasını neden aramazsınız? Hak Teâlâ’nın şu Âyet-i Kerimesini dinlemediniz mi:

- «Bir kimse, Rabbine kavuşmak diliyorsa, amel-i salih işlesin; Rabbine yaptığı kulluğa hiç kimseyi ortak katmasın.» (Kehf/110)

Rabbinle aranda yalnız sen varsın; arala kendini, O kalır; görürsün. Sorucu devam etti:

- Kendimi nasıl ayırabilirim?

Cevap verdim:

- Nefsini, muhalefet ve mücahede, sözlerine önem vermemek sureti ile aradan çıkar. Onun şehvetini, lezzetini kır. Tembelliğini gidermeye bak. Bu hâl sonunda onu, düşkün ve kalbinden yüzünü çevirmiş bulursun. Bu durumda ortada bir yana bırakılan et parçası kadar hükmü kalır. Hareket kudreti olmaz. Ona sükûnet, itminan ruhu serpmeye başlarsın.


Onun varlık ruhu çıkınca itminan ruhu gelir. O kerre nefse baktığın zaman, kalbi ona terbiyeci görürsün. Her ne zaman nefis itminan hâlini bulursa, ona birinci hâlinde mevcut havanın gayri bir ruh üflenir. Rububiyet ruhu, akıl ruhu, halka karşı zâhidlik ruhu ve Hak'la var olma ruhu üflenir. Hakk’a yönelme ve O'nun zâtından gayri her şeyden bir tiksinme hâline sahip edilir.

Yaptığı işde doğru olan, önder olan büyüklere veda eder. Onların emrine göre öteye geçer. Onlara işaretle hâlini anlatır ve der ki:

- Siz yorulmayın. Ben sizin delâlet ettiğiniz yere varırım.

Erenler anlayış kapın sayılır. Gerekir ki, o kapıya uğramadan öteye geçemeyesin. Bunlar birer misaldir. Hak Teâlâ, kullara bâzı hususu anlatmak için misaller getirir.

Allah'a ve Peygambere iman ediniz. Allah ve Peygamberini tasdik ediniz. Verilen haberlerin gerçek olduğuna inanınız.


Allah'a vâsıl olmanın gerçek yolu, imandır. Hayrın temel kaynağı yine imandır. İhlâs, nebiliğin (yeni dinle gelmeyen peygamberliğin) temelidir. Nübüvvet ise, risâletin (yeni dinle gelen peygamberliğin) esası sayılır. Risâlet ise, velayetin, bedeliyyet hâlinin, kutub olmanın ve Hakk'ın saklı kullarından olmanın kaynağı sayılır.

Ali b. Fudayl b. lyaz öldü. Babası rüyasında onu gördü ve sordu:

- Hak sana neler etti?..

Cevaben şöyle dedi:

- Babacığım, bir kul için Rabbinden daha hayırlı kimse görmedim.

Oğlum, sana Allah gerek. O'nun zâtından gayri ile uğraşma. Ev onun evi. Rızkı çoktan halk etti; vaktini bile tâyin etti. Melekler senin rızkını getirmeye tevkil edilmişlerdir. Hayır O’ndandır, şer de O'ndan...


Kula âfet okları atılmaya devam eder. Kula gereken onlara karşı gözlerini kapamaktır. Gözünü yumduğun an, yakınlık, şevk, hayır doktorları gelir; seni kucaklar ve himaye eder. İşlerin ilki daima bir güçlükle başlar. Her şeyin çevresi daima kavi şeylerle sarılı durur. Cennetin etrafı da yırtılması hayli güç işlerle sarılıdır. Cennetin etrafı böyle olduktan sonra, ondan kat kat üstün olan Hak yakınlığı nasıl olur?.. Düşün...

Mü’min dünya içinde şahın tahsildarıdır. Sır ki semâ, kalp ki zemin olur, semâ tabakalarından kalbe yemekler gönderir, ikram eder. Hak dilerse sırla kalbi birleştirir. Kalple sır bir olduktan sonra, irfan sahibi, Allah’ın rahmetini yakınında bulur. Âdeta elini atınca tutacak gibi olur. Sanki o kul, kâinatta mevcut cümle eşya ile baş başa yaşar.


Ey bu meclisde bulunanlar, yaptığınız hatalar için bize özürünüzü beyan ediniz. Ben hâle bağlıyım, geçmişinizi anmam. Ben bugünü düşünürüm, geleceğe önem vermem. Ben dilsiz olurum, suçunuzu yüzünüze vurmam. Sağır olurum, geçmişte yaptığınız hataları dinlemem. Bunları yaptığım için ceddim benimle iftihar eder. Âdem babamı gördüm; bana şöyle buyurdu:

- Oğlum, neslini korudun.

Hiçbir şeyden çekingen durmayınız. Bir kötü işin geleceği mutlak ise, o gelir. Kaçmakla ondan kurtulmak kabil olmaz.

Ölüm geldiği gün, her sarıldığın şeyden seni ayırır. Her yakınından uzağa atar. Durum böyle olacağına göre onlar seni bırakmadan sen onları bırak, onlardan kesil. Kabir, Hakk’a varan yolun kendisidir. Orası, Hakk’ın tünelidir. Varlığa oradan varılır. O hâlde ölmeden evvel öl, o yolu tut. Hem kendi varlığından yok ol hem de ötekilerden... Onunla, Hak'la dirilirsin. Meyyit gibi olursun. Ezeli kısmet eli sana lokma sunar. Benlik gayretin dışında olarak kısmetini alırsın. Bu hâller tam olduktan sonra hayat gelir. Allah'ın yakınlığı ile canlılık bulunur. Uçan kuşlar bir yana atılır. Artık onun için kıyamet kopsun veya kopmasın, bir önem taşımaz. Ölüm olsun veya olmasın, mühim değildir. O hâlini kemâle erdiren zât için, Hakk’a vuslat tadından başka bir şey yoktur. Ama bilinmeli ki, İlâhî hükümleri katiyen ihmal etmez. Hak, onu haddi aşma suçundan mahfuz tutar.


Sizi hikmetle yürüten, ilim yolu ile fesahat ve belagat veren zât, Sübhan'dır.

İçinizden bâzı kimseler, salih kisvesine girer ve sofi libâsına bürünür. Halbuki bize göre o, tam bir küfür içindedir.

Bu âlem, bir başka âlemdir. Öyle zaman olur ki, kul kazancını yiyip imanını kavi kılmaya devam eder; bir emir gelir, o kazanç ona haram olur:

- Tekvin hâzinesini aç, oradan ye ve iç. İlmi de o hâzineden al, emri verilir.

Nedir ki, bu dünya? Hakk’ın kuvveti ve kudreti önünde ne önem taşıyabilir? Bu yüzden,' Peygamber (S.A.) efendimizin şu Hadîs-i Şerifi gereğince dikkatli olmak ve Hakk'ı gözetmek gerekir:

- «Mümkün olduğu kadar dünya derdinden kendinizi beri alınız.»

O, böyle buyururken ne kadar derin mânalar anlatmak istiyor...


Ölümü çok düşün. Ondan sonra zuhura gelecek sıratı ve ötesini an. Âhireti de düşün. Ondaki sıkıntıları ve iyilik yapıyorsan bulacağın kazancı hatırla.

Kalbinizi temiz etmek ve Hak'la olmak suretiyle dünya kederlerini bir yana atınız, ondan uzaklaşınız. Bunda başarı kazanabilmek için nefsinize karşı cihad açınız, şeytana karşı harb ilân ediniz. Her yerde Hakk'ın varlığını arayınız ve her yanı bırakıp O'na mal olunuz.

Hakk'ı tevhid etmek, cümle mahlûku yokluğa gömmektir. Ve tabiî isteklerle arzuların melek huyuna inkılâb etmesidir. Daha sonra melekler âlemini bırakıp bizzat Hakk’a varmaktır. İçireceğini, O sana içirir. Ve O, zahirde yaptığın işler dışında birçok hâller tahsis eder.

İslâm zahirdir, iman ona kuvvet aşılar. İlâhî marifet ise bundan sonra gelir. Daha sonra İlâhî varlığa varmak... Varlığın O'na ait olursa her şeyin O'nun için olur.


İman sahibi kazancını yer ve sebeplere de tevessül eder; ama herhalde o kesbin ve sebebin sahibinin Hak olduğunu bilir. İman kuvvet bulunca hem çalışmayı hem de sebepleri şöyle bir yana iter. Bu tevekkülü de ondan bilir. Bununla beraber iman ve İslâm hududunu aşmaz, şeklini değiştirmez. Her bir vakıa sonu, bin yıl bir ırmak kıyısında otursa, yine kalbi Hakk’a bağlı kalır ve hâlini bozmaz.

Öğüt al ki, Allah sana acısın... O'na hangi yüzle varacaksın?.. Halbuki sen O'nunla çekişir, O'na kafa tutarsın. Hakk’a karşı çıkma, O'na karşı cidal açma. Üzeyir (A.S.) nebi, Hak'la fikir çekişmesi yaptı. Bu çekişmesi bir yaratma hâdisesi üzerinde olmuştu. O çekişme üzerine Hak Teâlâ yaratacağını yarattı. Ve Üzeyir (A.S.) nebiye hatasını anlatmak için onu peygamberlik divanından sildi. Yüz yıl o hâlde ölü kaldı. Sonra diriltti ve aldığı manevî hâllerini, peygamberliğini geri verdi.


Dilden istiğfar eyle. Hatalarını kalben itiraf et. Sırrını sükûna alıştır. Zikri önce dille yap, sonra kalbe geçir. Zikir kalbe işledikten sonra, aşk, şevk dilinden taşmaya başlar.

Hak ehlinin birçoğu ile arkadaşlık ettim. Hiçbirinin yüzüme güldüğünü görmedim. Birçok iyi şeyler yerlerdi, ama bana bir lokma dahi vermediler. Çok edebli insanlardı.

Bırak senden başka herkes doysun, sen aç kal, ne çıkar? Başkası aziz olmuş bu âlemde güya, sen zillet içinde kalmışsın n'olur?.. Başkası bu dünyanın zengini iken, sen de fakiri olabilirsin; bunun ne önemi olabilir ki?... İşte ben bu hâlleri öğretmeye çalışıyorum size... Sizi bu yolda yetiştirmek ve böyle terbiye etmek arzusundayım.


Bugün sizden kesildim; çünkü bana faydanız dokunmaz, aynı zamanda bir zarar da vermeniz imkân dışındadır. Rızkımı artırmanıza ve onu eksiltmenize imkân yok. Artık olan olmuştur, bundan sonra ona el sürmeniz mümkün değildir.

Size bunları söylerim ve hükmümü veririm; ama aranızda yok gibiyim. Kendimi bir sahrada ve ovada görüyorum. Sizin her şeyinizden manen o kadar uzaktayım.

Şehvet ve hırsla alınıp yenen şeyler kalbi karartır. Sırrı bağlar. Zekâyı öldürür. Uykuyu çoğaltır. Gafleti arttırır. Kötü arzuları kamçılar. Ümitleri uzatır.


Ey şahsî arzuları içinde hapsolup kalan, kullara kul olan, sonunu bilmeyen, halkı tanımayan! Aziz ve Celil olan Hakkı bilmiyorsun; bunların cahilisin. Aklını toparlayamıyorsun, ölümü düşün. Ölümü düşünüp işleri ona göre ayarlamak her hayrın ve selâmetin anahtarıdır. Ölümü düşünürsen fuzuli işleri bir yana atarsın.

Hırsın zayıflar, boş ümitlerin azalırsa döner, hataları bırakırsın ve bütün işlerini Hakk’a ısmarlar, rahata erersin 

 



$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button

$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

Recommended Products For This Post
 
 
bottom of page