Gönül Gökyüzü.
- Sesli Terapi Tasavvuf

- 17 Haz
- 19 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 24 Haz

Burçlar ve Kalbin Dönüşüm Haritası.
İnsan gökyüzüne bakar ve sorar: “Ben kimim?
”Yıldızlara döner yüzünü, burcunu öğrenir, yükselenini, ay fazlarını…
Ama hâlâ kalbi sessizdir. Çünkü asıl cevap gökyüzünde değil, gönül gökyüzündedir.
İşte bu podcast serisi tam da bu yüzden doğdu: Burçların ötesinde bir sır var. O sır ne astrolojik yorumlarda, ne de sadece doğduğun anda dizilmiş gezegenlerde saklı. O sır kalbinin hangi burçta doğduğunda gizli.
Senin burcun Koç olabilir. Ama kalbinin burcu belki Balık’tır.
Sen zihnen Aslan gibi görünüyorsun, ama ruhunda bir Akrep acısı taşıyorsun.
İşte “Gönül Gökyüzü” bu farkı fark ettirmek için var.
Burçlar, tasavvufun derinliğinde yalnızca karakter tanımları değil, nefsin halleri ve ruhun tekâmül haritalarıdır. Koç sadece öfke değil, aynı zamanda başlangıcın cesaretidir. Başak yalnızca mükemmeliyet değil, tevazunun testidir. Ve Balık, yalnızca duygusallık değil, Allah’a teslimiyetin en derin nehridir.
Bu seride her burcu, yalnızca göksel değil, kalbî bir sembol olarak ele alacağız.
Her bölümde bir burcu, onun nefsî yönlerini, içsel sınavlarını, ruhsal kapılarını birlikte çözeceğiz. Ancak klasik astrolojik tanımlarla değil.
Mevlânâ’nın diliyle, Şems’in bakışıyla, İbni Arabi’nin sırlarıyla, kalbin konuştuğu kadim bir haritayla…
Çünkü bu harita sadece yıldızlara göre çizilmez.
Bu harita, Allah’a yürüyen kalplerin dönüşümlerini kaydeder.
Belki sen uzun zamandır kendini tanımaya çalışıyorsun. “Ben kimim, neden böyleyim, neden böyle hissediyorum?” diyorsun.
İşte bu soruların cevabı, sana bir burçla değil, bir dönüşümle verilecek.
Gönül gökyüzüne hoş geldin. Bu yolculukta burçlarını tanıyacaksın, ama daha önemlisi: Kalbinin hangi burçta dönüşmeye başladığını öğreneceksin.
İlk bölümde Koç burcu ile başlayacağız: “Koç Burcuysan Kalbin Neyi Yakmak İstiyor?” Ama bu soru, sadece Koçlara değil, her kalbi yakmak isteyen ruha seslenecek.
Hazırsan başlayalım.
Çünkü artık gökyüzüne değil, gönlüne bakmanın zamanı geldi.
Koç burcu, burçlar kuşağının başlangıcıdır. O, ilk kıvılcım, ilk harekettir. Bu burçta doğan ruhlar, hayat sahnesine “ben varım” diyerek çıkarlar. Ama Şems-i Tebrîzî’nin diliyle soralım: “Sen varsın da, kim için varsın? Kiminle varsın? Ve kiminle hiçsin?”
İşte bu sorular, Koç burcunun içsel yangınını anlamanın kapısıdır.
Çünkü Koç sadece dış dünyada atılgan, cesur, rekabetçi değildir. Tasavvuf gözüyle bakıldığında, Koç burcunun derininde yanmak isteyen bir kalp vardır. O kalp, pası silmek ister. Durağanlıktan nefret eder, bekleyemez, sabredemez, çünkü içindeki ateş bir an önce harekete geçmek ister.
Ama Şems der ki: “Yanmak istiyorsan nefsini yak. Başkalarını değil.”
Koç, eğer kalbi sustuysa, bu ateşi dış dünyaya yöneltir. Kavga eder, kırar, böler, sabırsız olur. Ama kalp konuştuğunda, bu ateş nura dönüşür. Kalp konuştuğunda, o ateş artık yıkmaz, inşa eder. Koç’un dönüşümü, işte bu ince ayrımda başlar.
Koç burcunun manevi yolculuğu, nefsin ilk katmanlarını ateşle temizlemeye benzer. Ve bu kolay bir yol değildir. Çünkü Koç sabırla değil, hızla yaşamak ister. Ama hakikat, sabrın kapısından geçmeden görülmez. Şems, bu hâli şöyle tarif eder: “Acele eden benliğine, sabreden Allah’a varır.”
Tasavvufî bakışla Koç burcu, nefsin emmare hâline çok yakındır. Yani emreden, hemen isteyen, dizginlenmemiş arzu hâli. Koç için bu hâli dönüştürmek, bir savaş gibidir. Ama düşmanı dışarıda değil, içeridedir. Mevlânâ’nın diliyle söyleyelim: “Asıl cihat, nefsinle yaptığın savaştır.” İşte Koç’un kalbindeki yangın bu savaştan doğar.
Bu burçta doğan ruhlar genellikle liderdir, önde olmak ister. Ama tasavvufta önde olmak, halkın önünde yürümek değil, nefsinin önüne geçmektir. Kalbiyle yürüyen bir Koç, insanların değil Allah’ın önünde durduğunu bilir. O zaman da öfke yerini tevazuya bırakır. Saldırı yerini irfana bırakır. Çünkü kalbiyle yanan kişi artık dışı değil, içini dönüştürür.
Şems’in diliyle konuşursak, Koç’un sorusu şudur: “Ben bu ateşi kime adıyorum?” Eğer bu ateş benlik içinse, yanar ama karartır. Ama aşk içinse, yanar ama aydınlatır.
Çünkü aşk, Koç’un içindeki o ilksel enerjiyi merkeze oturtur. Dağınık bir ateşi bir meşaleye dönüştürür. Koç’un içindeki cesaret, o zaman sadece kendisi için değil, hakikat için ayağa kalkar. Hakk için bağırır. Hakk için sabreder. Hakk için susar.
Ve susmak… Koç burcu için en büyük meydan okumadır.
Çünkü Koç hep konuşmak, anlatmak, hareket etmek ister. Ama Şems şöyle der: “Bazen susmak, bin sözden daha büyük bir çığlıktır. Ama o suskunluk kalpten gelirse yankı olur. Aksi hâlde sadece sessizlik olur.”
Kalbin konuşması için bazen susmak gerekir. Koç’un ateşini dışa değil, içe çevirmesi gerekir. Ve bu dönüşüm, sabırla, secdeyle ve teslimiyetle olur. Çünkü ateş, kendini yaktığında nura dönüşür. Koç burcu da bu nurun potansiyelini içinde taşır. Yeter ki o ateşi nefs için değil, aşk için yaksın.
Koç burcunun dönüşüm duası, sessiz bir iç niyettir: “Rabbim, bu kalbim hep koşmak istiyor. Ama nereye koştuğunu bilmiyor. Beni sana koşturan, seni aratan bir yanışla yak. Benliğimi değil, seninle arınmayı isteyeyim. Ateşimi nefsime değil, sana adayayım.”
İşte gönül gökyüzünde Koç burcu böyle yanar. Ve bu yanış, kalbinin yeni doğduğu yerdir.
Boğa burcu, toprağın sesi gibidir. Sabit, güçlü, güven arayan… Ama bu toprak bazen bereket taşır, bazen de köklerinden ayrılmak istemediği için ruhu boğar.
Şems-i Tebrîzî’nin dilinde bu soruyla başlar Boğa’nın yolculuğu: “Elindekini bırakmazsan, Allah’tan geleni nasıl alacaksın?”
Boğa'nın kalbi, tutmaya yatkındır. İnsanları, eşyaları, duyguları… Boğa bazen kaybetme korkusuyla öyle sıkı sarılır ki, sahip olduğunu sandığı şeyler aslında onun efendisi hâline gelir. Oysa tasavvufun ilk öğüdü şudur: “Hiçbir şeye sahip değilsin. Her şey sana emanettir.”
Bu emaneti tanımayan kalp, mülkün sahibini unutur. Ve işte Boğa’nın dönüşüm hikâyesi burada başlar.
Boğa burcu insanı istikrarı sever. Değişimden çekinir. Ama Şems şöyle der: “Toprak sabittir ama sabitlik donmak değildir. Hakikat akar. Sen sabitliğin içinde akmayı öğrenmezsen, durduğun yer çürüme olur.”
İşte Boğa burcu kalbinin en büyük imtihanı da budur: Sahip olduklarını korumak mı, yoksa hakikat için vazgeçmek mi?
Boğa, zahirde güven arar. Ama tasavvufi yolda, gerçek güven teslimiyettedir. Teslimiyet ise her şeyi elden bırakmakla başlar. Tuttuğun her şey, seni de tutar. Bıraktığın her şey ise seni özgürleştirir. Şems, bu gerçeği şöyle özetler: “Bazen bir eşyayı değil, o eşyaya bağlanmış kalbini terk etmelisin.”
Boğa burcu, bazen konforla hakikati karıştırır. Rahatlık onun için huzur gibi görünür. Ama hakikat huzur değil, önce sarsıntıdır. Nefsin rahatı ile ruhun selameti birbirine karışırsa, kalp susar. Ve kalp sustuğunda, sahip oldukların seni beslemez, yorar.
Tasavvuf gözüyle Boğa burcu, nefs-i levvâme ile sınanır. Yani kendi içinde çelişen, pişmanlıkla sevgi arasında gidip gelen bir haldir bu. Çünkü kalp nefs ile Allah arasında bir çekişmeye sahne olur. Boğa’nın huzuru bulması için önce bu iç çekişmeyi çözmesi gerekir.
Bu burcun ruhu, eğer kalbi sustuysa, sadece sahip olmak ister. Ama kalp konuşmaya başladığında, sahip olduklarını paylaşmak, hatta gerektiğinde feda etmek ister. Çünkü Boğa’nın hakikati güçlü olmakta değil, gönüllü vermekte yatar.
Şems’in dilinde şöyle geçer: “Eli açık olan değil, gönlü açık olan verir. Gönlün açıksa, Allah seni doyurur.”
Boğa burcu, hayatın maddi yönüyle güçlü bağlar kurar. Ama Şems’in öğretisinde maddi olanla manevi olanı dengelemek esastır. Para, mülk, ilişkiler... Bunlar seni Allah’tan uzaklaştırıyorsa, sahip değilsin, esirsin. Ama seni Allah’a yaklaştırıyorsa, işte o zaman o nimet gerçek anlamını bulur.
Boğa burcunun dönüşüm anahtarı, bu sorudadır: “Neyi bırakırsam içim hafifler? Neyi tutuyorum da kalbim sıkışıyor?” Ve bu soruya kalpten gelen her cevap, seni hakikate biraz daha yaklaştırır.
Boğa burcu insanı sadıktır. Bu sadakat eğer kalpten doğuyorsa ilahî bir kudrete dönüşür. Ama sadece korkudan, yalnız kalma endişesinden ya da kaybetme paniğinden doğuyorsa, sadakat değil bağımlılıktır. Ve Şems’in en büyük uyarısı budur: “Birine değil, Allah’a bağlı ol. Çünkü herkes gider. Ama O kalır.”
Boğa’nın kalbi, yerleşmek ister. Bir şeyin içinde kök salmak… Ama kökü dünyaya salarsan, kalbin toprakla karışır. Kökünü Allah’a salarsan, kalbin nurla beslenir. O yüzden Şems der ki: “Kalbinin kökü Allah’a değmiyorsa, toprağın seni doyurmaz.”
Boğa burcu için bırakmak zordur. Ama bazen hakikat, en zor bırakılan şeyin ardındadır. Sevgi mi, güven mi, maddi bir şey mi? Her neyse… bırakmakla başlayan bir kapı vardır. Ve o kapıdan girince, kalp ilk kez gerçek huzura kavuşur. Çünkü o huzur sahip olmakta değil, hiçbir şeye sahip olmamaya razı olmaktadır.
Boğa burcunun dönüşüm duası şudur: “Rabbim, elimdeki değil, Senin yanında olan değerli olsun. Kalbimi kalıplara değil, Sana yaslayayım. Kökümü dünyaya değil, huzuruna salayım. Ve neye sarılıyorsam, beni Senden uzaklaştırıyorsa, bırakmaya razı olayım.”
İkizler burcu, düşüncenin göğünde uçan bir kuştur. Merakla, hızla, durmaksızın bilgi toplayan bir zihin taşır. Ama Şems-i Tebrîzî’nin sesi bu göğe şöyle yankılanır: “Her yere bakan göz, hiçbir şeyi görmez. Her sesi duyan kulak, kalbin sesini kaçırır.”
İkizler’in kalbi, konuşmak ister. Anlatmak, öğrenmek, paylaşmak... Ama bazen kalp, sessizlikte olgunlaşır. İşte bu yüzden, İkizler burcu insanı çok şey bilir ama az şeyde kalır. Bilgiye olan açlığı onu yorar; kalbi yüzeye hapseder. Çünkü hakikat, kelimelerin ardındaki sessizlikte gizlidir.
Şems’e göre bilgi, ruhu beslediği sürece anlamlıdır. Aksi hâlde bilgi, sadece aklı şişirir, kalbi kurutur. “Kalbin susuyorsa, bilgin sana ağırlıktır,” der Şems.
İkizler’in en büyük yanıltıcısı, her şeyi anlamaya çalışırken hiçbir şeyi dönüştürememektir. Zihni hareketlidir ama ruhu dağınıktır. Çünkü yön yoktur. Yön olmayınca, bilgi bir haritaya dönüşemez.
Tasavvufun dilinde bu hâl, nefs-i mülheme ile örtüşür. İlham alan ama istikameti sabit olmayan bir hâl. Bu hâl, kalbi heyecanlandırır ama doyurmaz. Çünkü her yeni bilgi, eskiyi sorgularken derinleşmeye değil, çoğalmaya neden olur.
İkizler burcu olan kişi, bazen kendini konuşmak zorunda hisseder. Ama Şems şöyle uyarır: “Söz, kalpten çıkmazsa gürültüdür. Kalpten çıkan ise, bir kişiye bile ulaşsa hakikattir.”
İkizler’in kalbi, bazen düşüncelerle öyle sarılır ki, ruhunun ne söylediğini duyamaz. Oysa ruh, kelimeyle değil hal ile konuşur. Ve bu hâl, ancak zihin sustuğunda ortaya çıkar.
İkizler burcunun dönüşüm yolu, bilmekten olmaya geçiştir. Her şeyi bilmek zorunda değilsin. Ama olduğun şeyi tam anlaman gerekir. Çünkü bilgi yalnızca dışa dönüktür. Hakikat ise içe.
Şems der ki: “Kuş uçmayı bildiği için değil, yönü olduğu için ulaşır. Sen yönsüz uçuyorsun.”
İşte bu söz, İkizler’in kalbine bir çapa gibi düşer. Her yeni bilgiye yönelmek yerine, bir bilgiyle derinleşmek… Her sohbeti kovalamak yerine, bir hakikatin içinde susmak…
Çünkü İkizler burcu, kalbinin sesiyle konuştuğunda en saf ilhama dönüşür. Sözleri şifa olur. Zekâsı, hikmete dönüşür. Ama bu dönüşüm, zihnin değil, kalbin merkezinde olur.
İkizler’in sınavı, geçici olan ile kalıcı olanı ayırabilmektir. Her düşünce hakikat değildir. Her bilgi doğru değildir. Ve her konuşma anlam taşımaz.
İşte bu yüzden, İkizler’in ruhu derinleşmek istiyorsa, önce kalbinin yönünü belirlemesi gerekir. Hangi niyetle konuşuyorsun? Hangi amaçla öğreniyorsun? Hangi söz seni Allah’a yaklaştırıyor, hangisi seni kendine çeviriyor?
Çünkü kalbin uçuşta olduğu sürece yere temas edemezsin. Ve yere temas etmeyen kalp, secde edemez.
İkizler burcunun dönüşüm duası, şu farkındalıkla başlar: “Rabbim, her şeyi öğrenmek değil, Seninle olmak istiyorum. Konuşmak değil, anlamak istiyorum. Kalbimi uçuşan sözlerden değil, Senin kelamından doyur. Ve beni, bildiklerimle değil, bilmediklerimi teslim ettiklerimle yükselt.”
Yengeç burcu, suyun en içe bakan halidir. Duygu, şefkat, aidiyet, bağ kurma… Bu burçta doğan ruhlar, dünyaya kalplerinin derinlikleriyle bağlanırlar. Ama Şems-i Tebrîzî’nin sorusu şu olurdu: “Kalbinin derinliği seni Allah’a mı götürüyor, yoksa geçmişin kabuğunda mı saklanıyorsun?”
Çünkü Yengeç’in en büyük nimeti de imtihanı da aynıdır: duyarlılık. Kalbi her şeye açıktır. Ama bazen bu açıklık, dünyadan gelen darbeleri fazlasıyla içeri alır. Kalp incinir, kabuk örer. Ve o kabuk zamanla bir korunma değil, bir hapishane olur.
Yengeç burcu insanı, duygusal bağlarla beslenir. Aile, dostluk, anılar, sevdikleri... Bunlar onun toprağı gibidir. Ama tasavvuf der ki: “Toprak insanı besler ama gömer de. Duygun seni yaşatıyorsa nimettir, boğuyorsa puttur.”
Şems’in diliyle soralım: “Sen duygularınla Allah’a mı yöneliyorsun, yoksa duyguların seni Allah’tan mı uzaklaştırıyor?” Bu soru, Yengeç kalbinin dönüşüm kapısını aralar.
Çünkü bu burç, geçmişe tutunmayı sever. İyi günler, kötü anılar, eski ilişkiler… Kalp, sürekli geçmişte yaşar. Ama geçmiş, kalbinin önünde bir perde hâline geldiyse artık hatıra değil, yük olur. “Geçmişi sev, ama onunla yürüme,” der Şems. “Çünkü Allah gelecektir. O, seni çağırandır.”
Yengeç’in duygusal zekâsı çok gelişmiştir. Ama bu zekâ kalple birleşmiyorsa, acıdan kaçışa dönüşür. Bir yara varsa, o yaranın üzerine ev kurar. İçine kapanır, içine ağlar, içine küser. Ve kimseye göstermediği bir yalnızlıkta kaybolur.
İşte bu noktada Şems’in en keskin cümlesi gelir: “İçine dönüyorsan, Allah’ı bulmak için dön. Kendini saklamak için değil.”
Yengeç’in kalbi Allah’a dönük olduğunda, o kabuk şefkati taşır. Koruyucu olur, sığınak olur. Ama kalp sustuğunda, o kabuk korkudur, yalnızlıktır, kaçıştır. Kalp konuştuğunda ise merhamet parlar. Çünkü Yengeç’in asıl gücü duyguların büyüklüğünde değil, şefkatin ilahî olmasındadır.
Tasavvufî bakışla Yengeç burcu, nefs-i merziyyeye ulaşma potansiyeli taşır. Yani Allah’ın razı olduğu, duygularını nefisle değil, rıza ile dengelemiş kalp hâli. Bu hâl, sadece empatiyle değil, Allah’a duyulan derin teslimiyetle gerçekleşir.
Yengeç’in dönüşüm noktası şudur: “Kimi korumaya çalışıyorsun?” Sevdiklerini mi, kendini mi, geçmişini mi? Ve ne pahasına?
Şems der ki: “Senin olmayanı korumak ne büyük yorgunluktur. Sadece Allah’ın yazdığı kaderi koruyamazsın. Gerisi boştur.”
Yengeç’in dönüşümü, o kabuğun içinden Allah’a seslenmekle başlar. Ve Allah’a sığınan kalbin artık kabuğa ihtiyacı kalmaz. Çünkü gerçek koruyucu bellidir. O zaman Yengeç kabuğunu taşımayı bırakır, kalbini taşımaya başlar.
Ve kalbini taşıyan kişi, en hassas olanın en güçlü olabileceğini öğrenir. Yengeç’in gözyaşı artık zayıflık değil, arınmadır. Duygular artık zincir değil, köprüdür. Ve yalnızlık artık kapanış değil, Allah’la halvetin kapısıdır.
Yengeç burcunun dönüşüm duası şöyledir: “Rabbim, beni duygularımda boğma. Duygularımla sana ulaşayım. Kabuk değil, kalp olayım. Geçmişi değil, senin rahmetini taşıyayım. Ve en çok yalnız hissettiğimde, seninle dolayım.”
Aslan burcu, burçlar kuşağının kalbi gibidir. Işık, gurur, sahne, liderlik... Bu burçta doğan ruhlar kendilerini göstermek ister. Ama Şems-i Tebrîzî’nin diliyle soralım: “Sen parlıyorsun, evet. Ama bu ışık Allah’tan mı yansıyor, yoksa nefsinden mi çıkıyor?”
Aslan’ın kalbi, görünmek ister. Sevilmek, onaylanmak, takdir edilmek... Ama tasavvuf, görünmek isteyen kalbin önüne büyük bir ayna koyar. Ve o aynada sadece kendini gören değil, Rabbini gören kişi aydınlanır.
Şems şöyle der: “Bir yıldız parladığında gökyüzü susar. Ama parlayan kendini görmeye başlarsa, artık yıldız değil, kibirdir.”
Aslan burcunun en büyük imtihanı budur: Gururla nur arasında sıkışmak. Kalp ya kendini yüceltir, ya Rabbini. Ya kendi ışığında kaybolur, ya Hakk’ın ışığında var olur.
Aslan’ın hakikati, liderlikte gizlidir. Ama bu liderlik insanlar üzerinde değil, nefs üzerinde olmalıdır. Mevlânâ der ki: “İnsanlara hükmetmeden önce nefsine hükmet.” İşte Aslan’ın kalbi de bu hükümle dönüşür.
Şems’in bakışında, Aslan’ın içindeki ateş eğer kalpten geliyorsa, ısıtır. Ama nefisten geliyorsa, yakar. Kimin beğenisini istiyor?
Tasavvufî yolda bu burç, nefs-i mutmainneye ulaşma potansiyeli taşır. Yani tatmin olmuş, Rabbinden razı ve Rabbi tarafından razı olunan bir kalp hâli.Ama oraya giden yol, sadece sahneden değil, secdeden geçer.
Aslan burcu, doğal bir özgüven taşır. Ama Şems’in uyarısı şudur: “Güven Allah’a dayanmazsa, gurura dönüşür.”
Kalp konuşmadığında, Aslan her şeyin merkezine kendini koyar. Ama kalp Allah’la konuştuğunda, merkeze O’nu yerleştirir. Ve işte o zaman Aslan’ın gerçek ışığı doğar. Bu ışık artık bir gösteri değil, bir rahmettir. Bir karizma değil, bir emanettir.
Aslan’ın diliyle dua şuna dönüşmelidir: “Ey Rabbim, parlıyorsam Senin için olayım. Kalbimi sadece alkışla değil, aşkınla doyur. İnsanların gözüne değil, Senin nazarına talip olayım. Ve hükmetmektense, hizmet etmekle yücelmeyi öğreneyim.”
Aslan’ın dönüşüm yolu, görünmekten görünmemeye razı olmaktır. Çünkü tasavvufta yükselmek, görünür olmakla değil, silinmeyi göze almakla olur. Bir yıldız gibi parlayabilirsin ama ay gibi yansımalısın. Çünkü ay ışığını Güneş’ten alır. Kalp de nurunu Allah’tan alır.
Şems der ki: “Parlamak güzeldir. Ama hangi ışıkla yandığını unutma. Yoksa karanlık sanıp alkışladıkların, seni senden eder.”
Aslan burcunun kalbi, hizmetle parladığında gerçek liderlik doğar. Ve o liderlik, insanları etkilemek için değil, onları Allah’a götürmek için vardır. İşte o zaman Aslan, sahneden inip secdeye yönelir.Ve en yüksek yere, kalbin en alçaldığı yere ulaşır.
Başak burcu, detayın ve düzenin burcudur. Her şey yerli yerinde olsun ister. Eksik olmasın, yanlış yapılmasın… Ama Şems-i Tebrîzî’nin sesi buradan yükselir: “Her şeyi düzeltmek isteyen, kalbini bozmaya başlar.”
Başak’ın kalbi, düzeltmek ister. Kendini, çevresini, insanları, işleri… Ama kalp bu yükle doldukça, yorulur. Çünkü Şems’in dediği gibi: “Her şeyi düzenlemek için yaratılmadın. Bazen dağınıklığın içinden doğan hikmet vardır.”
Başak’ın kalbindeki en büyük yangın şudur: Mükemmellik arzusu. Ama bu arzu, nefisten doğuyorsa, rahmet değil huzursuzluk getirir. Çünkü hiçbir şey yeterince iyi değildir. Hiçbir şey tam değildir. Ve bu his, kalbi sessizce kırar. Kimi zaman başkasına değil, sadece kendine karşı acımasız olur.
Tasavvuf ise bize başka bir düzen öğretir. Bu düzende kusur, insan olmanın gerçeğidir. Ve Allah, kusurlu olanı da kabul edendir. “Allah sizi mükemmel yaptığınız için değil, eksiklerinizle sevmeye razı olduğu için Rab’dir,” der Şems.
Başak burcunun en sıkıştığı yer, teslimiyetle kontrol arasında sıkıştığı yerdir. O her şeyi planlar. Her şeyi düzenlemek ister. Ama kalbin gerçek düzeni, teslimiyette gizlidir.
Şems şöyle der: “Kendi düzenine değil, Allah’ın kaderine razı ol.” Çünkü bazen yanlış olduğunu sandığın şey, hakikate açılan kapıdır.
Başak, titizdir. Ama bu titizlik bazen duaya dönüşmezse takıntıya dönüşür. Detaylar, büyük resmi unutturur. Küçük kusurları düzeltirken, kalbin kırılabilir. Ve bazen düzeltmeye çalıştığın şey, Allah’ın seninle işlediği sırdır.
Tasavvufî bakışla Başak burcu, nefs-i râzıye potansiyeli taşır. Yani olanı olduğu gibi kabul eden, razı olan kalp hâli. Ama bu hâle varmak için önce “düzgün olma” arzusunu bırakmak gerekir.Mükemmel olmayı değil, samimi olmayı seçmek gerekir.
Başak’ın kalbi Allah’a yöneldiğinde, o titizlik ibadete dönüşür. O düzen, bir secdeye dönüşür. O disiplin, bir teslimiyete akar. Ama kalp sustuğunda bu özellikler bir yüke, bir sorguya, bir acıya dönüşür.
Şems der ki: “Kalbini düzenlemek istiyorsan, dışarıdaki dağınıklığı değil, içindeki kaygıyı bırak.”
Başak’ın dönüşüm noktası şudur:“Sen neyi düzeltmeye çalışıyorsun? Ve neden?” Kendini mi, başkasını mı, hayatı mı? Ve bunları düzeltince ne olacak?
Cevap şudur: Eğer Allah seni düzeltmiyorsa, senin düzenin sadece zahirdir. Ama Allah bir kalbe dokunmuşsa, orada eksik de rahmettir.
Başak burcunun dönüşüm duası, içten gelen bir sükûnetle şudur: “Rabbim, her şeyi bilmek, her şeyi düzeltmek değil; Senin hikmetine razı olmak istiyorum. Dağınık görünen hayatımda bile Senin iradeni görebilmeyi nasip et. Kalbimi düzeltmek için değil, Sana bırakmak için açayım.”
Terazi burcu, dengeyi temsil eder. Estetik, zarafet, adalet ve uyum onun doğasında vardır. Ama Şems-i Tebrîzî’nin sesi bu ince terazinin tam ortasında şöyle yankılanır: “Herkesi memnun etmek istiyorsan, birini unutmuşsun demektir: Kendini.”
Terazi’nin kalbi başkalarıyla birlikte atar. Başkası mutluysa o da mutludur. Başkası susmuşsa, o da susar. Başkası kırılmışsa, o da dağılır. Ve zamanla kendisi olmaktan çıkar, başkalarının yansımasına dönüşür.
İşte Şems’in sorduğu soru burada belirir: “Denge kurmaya çalışırken, sen nereye yaslandın? Allah’a mı, insanlara mı?”
Çünkü Terazi’nin en büyük arzusu adalettir. Ama adalet sadece dış ilişkilerde değil, iç dünyada da olmalıdır. Kalbin terazisi bozulduğunda, kişi dışarıda mükemmel bir uyum ararken, içeride karmaşayla baş başa kalır.
Şems der ki: “Gerçek denge, dışarıdaki denklikle değil, içerdeki sadakatle kurulur.” Ve bu sadakat, Allah’a olan sadakattir. Kendi değerlerinden vazgeçmeden, başkasına adalet gösterebilmek…Kendi kalbini susturmadan, başkasının sözünü duyabilmek…
Terazi burcu, güzelliği sever. Ama bu güzellik bazen bir perdeye dönüşür. Gerçek duyguların, iç çatışmaların üzeri estetikle örtülür. Oysa Şems uyarır: “Bir şey güzel görünüyorsa değil, hakikati varsa kıymetlidir.”
Terazi’nin kalbi sustuğunda, kişi sürekli bir onay arayışında olur. Birilerine göre yaşamak, bir şeyleri eksiltmemek, kimseyi üzmemek…Ama bu uğurda en çok kendi ruhunu ezer. Kendi içine “hayır” dedikçe, başkasına “evet” demek kolaylaşır.
Tasavvufî bakışla Terazi burcu, nefs-i kâmileye en yakın hâllerden birini taşır. Çünkü denge, kemalin işaretidir. Ama bu dengeyi hakikate yaslamazsan, denge sandığın şey aslında bir kararsızlıktır. Bir yüzeysellik, bir kaçıştır.
Şems şöyle der: “Gerçek adalet, Allah’a yakın olandır. Senin terazini ancak O doğrultur.”
Terazi’nin kalbi Allah’a döndüğünde, dışarının sesinden özgürleşir. Artık ne herkesin memnuniyeti ne de herkesin beğenisi önemlidir. Çünkü kalbin terazisi, artık Rahman’a ayarlıdır.
Bu burcun ruhu, eğer kalp konuşuyorsa, ilişkilerde sadece nezaket değil, hakikatle temas kurar. Ama kalp sustuğunda, ilişkiler yalnızca bir denge oyunu hâline gelir. İçten değil, politik olur. Haklılık değil, hoşluk öncelikli olur. Ve bu da zamanla insanı, kendine yabancılaştırır.
Terazi’nin dönüşüm noktası şudur: “Sen neye göre karar veriyorsun?” İnsanlara göre mi? Koşullara göre mi? Yoksa Allah’ın rızasına göre mi?
Cevap, terazinin hangi kefesini ağır bastırdığını gösterir. Ve o kefe, sadece dış dengeyi değil, kalbin yönünü de belirler.
Terazi burcunun dönüşüm duası şu farkındalıkla başlar: “Rabbim, başkalarını üzmemek uğruna kendimi susturmayayım. Kalbimin sesini, senin razı olduğun şekilde duyayım. Adaletimi senin terazine yaslayayım. Ve insanların terazisinde değil, senin mizanında tartılmayı dileyeyim.”
Akrep burcu, burçlar kuşağının en derin, en karanlık ama aynı zamanda en dönüşümcü noktasında yer alır. İçinde yangınlar vardır, ama kimse bilmez. Kalbi yanar, ama dışarıya tek bir kelime sızmaz. Şems-i Tebrîzî, işte tam da bu noktada sorar: “Kalbin yanıyorsa, neden Allah’a seslenmiyorsun? Yoksa o yangını kimse duymasın diye mi susuyorsun?”
Akrep’in kalbi kolay kolay güvenmez. Çünkü bilir: Sevdiği yerden incinir. Ve incindiği yerde sessiz bir yemin eder. “Bir daha kimseye açılmam. ”Ama Şems der ki: “İçine kapanan kalp, kendi kuyusuna düşer. O kuyuya yalnız sen inersin. Ama çıkmak için Allah’a sarılman gerekir.”
Akrep, duygularını derin yaşar. Ama bu derinlik bazen bir ilahi secdeye dönüşeceğine, bir nefs savaşına dönüşür. Kin, intikam, acı, gizli öfke, kırgınlık…Tüm bu hisler birikir.Ve sonunda o suskunluk kalbin üzerine bir perde gibi kapanır.
Tasavvuf bu hâli, nefs-i mücâhede olarak tanımlar. Yani iç savaştan geçerek saflaşma. Ve Akrep, bu savaşın tam merkezindedir.
Ama bu savaş, dış dünyaya karşı değildir. Asıl savaş, nefsin en sinsi hallerine karşıdır. Sahte tevazu, gizli kibir, bastırılmış öfke, sessiz gurur…Ve Şems’in uyarısı tam buradadır: “Karanlıkta sakladığın şey seni yakar. Ama Allah’a açarsan, o şey seni aydınlatır.”
Akrep burcu, korkusuz görünür. Ama içindeki en büyük korku, tam olarak görünmektir. Çünkü görünürse incineceğini zanneder. Ama Şems der ki: “Allah seni en kırıldığın yerden tamir eder. Senin karanlığın, O’nun nuruna perdedir. Aç ki ışık girsin.”
Akrep burcunun içsel gücü çok büyüktür. Ama bu güç ya ilme, teslimiyete, aşka dönerya da kıskançlığa, intikama, içe kapanmaya... Aradaki fark, kalbin Allah’a dönüp dönmediğiyle ilgilidir.
Çünkü kalp Allah’a yöneldiğinde, o derinlik artık zindan değil, dervişin çilesi olur. O acı, sabırla pişer.Ve sonunda içinden bir nur çıkar. Tıpkı Hz. Yusuf’un kuyusunda doğan sabır gibi.
Akrep’in kalbi sabırla yoğrulduğunda, en güçlü şifacıya dönüşür. Çünkü acıyı sadece yaşayan değil, dönüştüren şifa verir. Ve bu şifa, kelimelerle değil, hal ile taşınır.
Şems’in öğrettiği gibi: “Acıyı saklama. Onu Allah’a anlat. Suskunluğunu dua yap. Ve karanlığı aydınlatan tek ışığın O olduğunu unutma.”
Akrep’in dönüşüm noktası şudur: “Sustukların seni Allah’a mı yaklaştırıyor, kendine mi hapsediyor?” Eğer kalbin sessizliği Allah’a açılıyorsa, o sessizlik zikre dönüşür. Ama nefsine kapanıyorsa, o sessizlik küskünlüğe dönüşür.
Ve işte Akrep burcunun en büyük imtihanı burada başlar. Kapanmak mı, açılmak mı? Yalnız kalmak mı, Allah’la kalmak mı?
Akrep burcunun dönüşüm duası, derinden gelen bir yakarıştır: “Rabbim, içimde bir yangın var. Ama kimse bilmiyor. Sen biliyorsun. Beni bu ateşle yakma, bu ateşle arındır. Suskunluğumu şifaya, acımı merhamete dönüştür. Ve beni, en karanlık yerimde bile sana ulaşan bir nurla sarmala.”
Yay burcu, burçlar kuşağının arayıcı ruhudur. Özgürlüğe âşıktır. Keşfetmek, genişlemek, öğrenmek ister. Hayat onun için bir yolculuktur. Ama Şems-i Tebrîzî bu yolculuğun tam ortasında sorar: “Hep yoldasın ama ne arıyorsun? Kaçtığın mı var, yoksa ulaşmak istediğin mi?”
Yay’ın kalbi hareket ister. Sınır çizilmesin, kısıtlanmasın. Ama özgürlük isteği bazen öyle büyür ki, kişi hiçbir şeye bağlanamaz hâle gelir. Ne insana, ne fikre, ne kalbine…Çünkü bağlanmak, kaybetmekle eş tutulur.Ama Şems der ki: “Bağlandığın Allah olursa, kaygı değil huzur gelir.”
Yay burcu insanı anlam peşindedir. Hayatın büyük sorularını sorar. Ama bu sorular bazen bir tefekkür değil, bir kaçış olur. Çünkü bir yerde kalmak, yüzleşmeyi gerektirir. Ve Yay’ın en çok kaçtığı şey, kendi iç sesidir.
Oysa Şems şöyle der: “Dışarıda hakikat arayan, içindeki sesi susturur. İçine dönen ise, hiçbir yere gitmeden varır.”
Yay’ın özgürlük arayışı, bazen ilimle, bazen yolculukla, bazen inançla birleşir. Ama kalp susmuşsa, bu arayış sadece yeni yollar, yeni insanlar, yeni heyecanlar olur. Anlam derinleşmez, sadece değişir.
Tasavvufî bakışla Yay burcu, nefs-i mülheme hâlinden mutmainneye geçmeye aday bir yapı taşır. Yani ilhamla hareket eden ama henüz sükûna ermemiş bir ruh. Bu ruh, çok şey görür, çok şey bilir, ama iç huzuru bulmakta zorlanır.
Çünkü Yay, içinde sürekli bir başka yere ait olma hissi taşır. Oysa Şems’in cevabı nettir: “Ey derviş, hiçbir yere ait olmak zorunda değilsin. Allah’a ait olman yeter.”
Yay’ın kalbi, Allah’a döndüğünde özgürlük gerçek anlamını bulur. Artık dış sınırlar değil, iç bağlar belirler yolu. Kişi koşmak yerine durmayı öğrenir. Dışarıya açılmak yerine, içe inmeyi öğrenir. Ve en derin anlamın, kalpteki secdede gizli olduğunu fark eder.
Yay’ın en büyük yanılgısı, hakikatin uzakta olduğuna inanmasıdır. Oysa Şems der ki: “Aradığın Allah, uzağında değil. Kalbinin içindedir. Ama kalbini susturursan, en uzağa da gitsen O’nu bulamazsın.”
Yay burcunun dönüşüm noktası şudur: “Özgürlük seni kime yaklaştırıyor?” Eğer seni Allah’a yaklaştırıyorsa, o zaman yürüdüğün yol hakikattir. Ama sadece kendinden uzaklaştırıyorsa, o zaman koştuğun şey özgürlük değil, kaçıştır.
Ve kaçış, ancak Allah’a dönerek son bulur. Yolculuklar seni doyurmuyorsa, durduğun yerde dua etmeyi öğrenmen gerekir. Çünkü bazen tek adım atmadan da bin kapı açılır.O kapılar, kalbin kapılarıdır. Ve o kapılar sadece Allah’la açılır.
Yay burcunun dönüşüm duası, içsel bir sığınmadır: “Rabbim, hep yoldayım ama yoruldum. Beni artık kendime döndür. Özgürlüğümü senden kaçmak için değil, sana ulaşmak için kullanayım. Kalbimi yollarda değil, huzurunda dinlendireyim. Ve beni arayan bir yolcu olmaktan, seni bulan bir kul olmaya geçireyim.”
Oğlak burcu, burçlar kuşağının dağ yürüyüşçüsüdür. Sabırla tırmanır, sessizce taşır, az konuşur ama çok yüklenir. Disiplin, sorumluluk, kararlılık onun doğasında vardır. Ama Şems-i Tebrîzî sessiz bir su gibi yaklaşır ve fısıldar: “Her şeyi taşıyorsun ama kalbinin ne halde olduğunu soran yok. Sen de sormuyorsun.”
Oğlak’ın kalbi, hep güçlü olmalıdır. Yıkılmamalı, dağılmamalı, duygularla savrulmamalı…Ama bu katılık zamanla taşa döner. Ve Şems der ki: “Taş gibi duran kalp suyu çekemez. Oysa Allah, kalbinin içinden geçmek ister.”
Oğlak burcunun kalbi yorgundur ama bunu kimse bilmez. Çünkü sessizdir. Çünkü görevini yapar. Çünkü yük taşımayı bir kulluk zanneder. Ama Şems uyarır: “Kulluk, sadece taşımak değil, Allah’a yaslanmaktır.”
Oğlak insanı hedefe odaklıdır. Ama bu hedef bazen öyle büyür ki, yol unutulur. Süreç değil, sonuç kutsanır. Ve bu yaklaşım, kalbi sessizce yorar. Çünkü içte bir boşluk oluşur: “Bunca şeyi neden yapıyorum?”
İşte tasavvuf burada devreye girer. Yapmak, olmak değildir. Ulaşmak, varmak değildir. Kalp, sonuçta değil, niyette değerlidir.
Şems şöyle der: “Bir dağa tırmanan değil, kalbiyle yokuş çıkan kıymetlidir.” Çünkü Oğlak’ın imtihanı yükte değil, niyette gizlidir.
Tasavvufî bakışla Oğlak burcu, nefs-i radiyyeye yönelir. Yani Allah’ın takdirine razı olan kalp hâli. Ama bu hâle ulaşmak için önce “ben yaparım, ben taşırım” zannını bırakmak gerekir. Çünkü hakiki teslimiyet, sorumluluğu bırakmak değil; onu Allah için taşımaktır. Ve kalbi yük olmaktan kurtaran da budur.
Oğlak’ın kararlılığı bir emanettir. Ama bu kararlılık Allah’a dayanmazsa, sadece yalnızlığa yol açar. Yalnızlığı seçmek değil, mecburen taşımak bir yorgunluktur. Ve Şems bu hâli şöyle tarif eder:“Yalnız kaldığında Allah’la dolmuyorsan, o yalnızlık değil, kopuştur.”
Oğlak burcunun kalbi konuştuğunda şu soru belirir:“ Yorgun musun, yoksa gerçekten suskun musun?” Çünkü bazen yorgunluk sadece bedende değildir. Ruhun omuzları da çöker.
Oğlak’ın kalbi, eğer Allah’a yaslanırsa, yük hafifler. Ama kendine yaslanırsa, yük büyür. Bu yüzden Oğlak’ın dönüşüm kapısı, tevazudan geçer. Çünkü gerçek güç, Allah’a dayandığında başlar. İnsan olmaktan razı olduğunda kul olunur.
Oğlak burcunun dönüşüm duası şöyle yankılanır: “Rabbim, ben taşımaktan yoruldum. Beni yüküyle değil, niyetiyle hafifletenlerden eyle. Başarmak için değil, sana yaklaşmak için yürüyeyim. Ve dağlara değil, secdelere yaslanayım.”
Kova burcu, zihinsel özgürlüğün ve bireyselliğin burcudur. Farklı düşünmek ister, uzak durmak ister, yenilik peşindedir. Kitlelerin değil, düşüncelerin insanıdır. Ama Şems-i Tebrîzî bu mesafeden sorar: “Zihnin yakın ama kalbin uzaksa, hakikat sana ulaşmaz.”
Kova’nın kalbi her şeyi düşünür. Ama kalbinin hissettiklerini susturur. Çünkü hissetmek, bağ kurmak demektir. Bağ kurmak ise kısıtlanmak gibi gelir. Ama Şems uyarır: “Hakikate giden yol, yalnızca akıldan değil, kalpten geçer.”
Kova burcu insanı insanlığı sever. Ama birebir insan ilişkilerinde zorlanabilir. Çünkü orada düzen bozulur, duygular devreye girer, sınırlar silikleşir. Ve bu belirsizlik, Kova’nın en büyük korkusudur: Kaybolmak.
Ama Şems der ki: “Kendini kaybetmeden Allah’a ulaşamazsın. Çünkü senliğin olduğu yerde vuslat olmaz.”
Kova’nın kalbi, özgürlük ister. Ama bu özgürlük bazen kopuş getirir. Zihinsel üstünlük, duygusal yalnızlığa dönüşür. Oysa özgürlük, Allah’a kul olabildiğin yerde başlar. Çünkü kulluk, bağ değil, sonsuzluğa açılan bir teslimiyettir.
Tasavvufî bakışla Kova burcu, nefs-i safiyyeye ulaşma potansiyeli taşır. Yani berrak, arı, her türlü benlikten arınmış bir kalp hâli. Ama oraya ulaşmak için önce zihnin üstünden kalbe inmek gerekir.
Çünkü bilgiyle her yere varırsın. Ama Allah’a ancak kalple ulaşırsın. Zihin ancak rehberdir. Ama yolcunun adımını atan, kalptir.
Kova’nın en büyük tuzağı, kendini ayrı görmek, üstün hissetmek, başkasının duygularını küçümsemektir. Ama bu mesafe hakikat değil, nefsin kibridir. Ve Şems der ki: “Bir düşünce seni Allah’a götürmüyorsa, o fikir değil, perdedir.”
Kova’nın kalbi, Allah’a döndüğünde, insanlıktan kopmadan evrenselliğe ulaşır. Yalnızca fikir üretmez, hikmet taşır. Yalnızca konuşmaz, tebliğ eder. Yalnızca bilir, yaşar.
Çünkü hakikat, yaşanmadan bilinmez.
Kova burcunun dönüşüm noktası şudur: “Uzak durduğun ne?” İnsanlar mı? Aile mi? Aşk mı? Allah mı? Ve neden?
Bu sorunun cevabı seni kendine, oradan da Rabbine yaklaştırır.
Çünkü uzaklık, bazen koruma değil, kaçıştır. Ve Şems der ki: “Allah’a kaçan kurtulur. Kendinden kaçan kaybolur.”
Kova burcunun dönüşüm duası, zihinden kalbe açılan bir niyettir: “Rabbim, ben çok biliyorum ama az hissediyorum. Beni sadece düşünen değil, hisseden bir kul eyle. Kalbimi senden ayıran mesafeyi kaldır. Zihnimi sustur, kalbimi konuştur. Ve beni insanlara değil, sana yakın eyle.”
Balık burcu, burçlar kuşağının sonudur ama aynı zamanda sonsuzlukla temas eden en içli yerdir. Merhametle, sezgiyle, rüya ile, dualarla örülüdür. Ama Şems-i Tebrîzî, bu denizin kıyısına gelip sorar: “Duyguların ne kadar derin olursa olsun, kalbin Allah’a yüzmedikçe hep boğulursun.”
Balık’ın kalbi herkesi hisseder. Birinin sustuğunu duyar, birinin acısını kendiymiş gibi taşır. Ama bu derinlik, Allah’a yönelmedikçe bir hazine değil, bir tufan olur. Çünkü Şems şöyle der: “Kalp çok hissederse yorulur. Ama Allah’la dolarsa taşmaz. Akar.”
Balık burcu insanı dua gibidir. Ama bu dua bazen içe kapanır. Gerçeklerden uzaklaşır, hayale sığınır, kendini gizler. İşte bu noktada Şems uyarır: “Hakikat hayalde değil, secdede gizlidir. Hayal seni avutabilir. Ama Allah seni iyileştirir.”
Balık, kabullenicidir. Affeder, unutmaz, ama yine de bağışlar. Bu yücelik bazen sınır kaybına dönüşür. Kendi hakkını koruyamamak, hakikati savunamamak, duyguların içinde kaybolmak…Ve bu hâl kalbi inceltir. Ama incelik şifaya dönüşmezse, yara olur.
Tasavvufî bakışla Balık burcu, nefs-i safiyye ve nefs-i kâmile arasında bir köprüdür. Yani saf bir teslimiyet hâli ile olgun bir ruh hâli arasında gidip gelir. Ama bu gidip gelmelerde Allah sabit değilse, kişi dağılıp savrulur.
Balık’ın kalbi Allah’a yöneldiğinde, o merhamet rahmete dönüşür. Sezgi ilhama, sessizlik zikre, gözyaşı secdeye dönüşür. Ve bu dönüşüm en narin yolda gerçekleşir :İncelik.
Şems der ki: “İncelik Allah’ın kalpteki aynasıdır. Kalbin kırılırken dua ediyorsan, işte o an Allah sana yakındır.”
Balık’ın düşme tehlikesi gerçeklikten uzaklaşmaktır. Hayal ile hakikati ayıramamaktır. Ama Şems’in sesi buradadır:“ Hayal seni oyalarsa, kalbin Allah’tan uzaklaşır. Ama hayal dua olursa, seni Allah’a götürür.”
Balık burcu insanı, kendini herkesin yerine koyar ama kendine yer bulamaz. Ve bu belirsizlik bazen ruhsal bir kayboluşa döner. İşte tam bu noktada kendini Allah’a bırakmak gerekir. Çünkü Allah’a bırakılan kalp, dağılmaz. Toparlanır. Derinleşir. Aydınlanır.
Balık burcunun dönüşüm noktası şudur: “Kalbin dolu ama neyle dolu? Allah’la mı, insanlarla mı, korkularla mı?”
Çünkü kalbin sadece duyguyla değil, imanla dolması gerekir.
Balık burcunun dönüşüm duası, içli ve yalın bir teslimiyettir: “Rabbim, kalbim çok inciniyor. Ama her seferinde yine seviyorum. Beni bu derinlikte kaybetme. Merhametimi rahmetine kat. Gözyaşımı duaya dönüştür. Ve beni insanlara değil, sadece sana sığınan bir kalple yaşat.”
Burçların hepsini gezdik. Ateşiyle yakıp duran Koç’tan, derin sularında dua fısıldayan Balık’a kadar…Ama şimdi hepsini bırakmanın zamanı. Çünkü Şems-i Tebrîzî der ki: “Yıldızlar sana ancak kalbini Allah’a çevirdiğinde yol gösterir.”
Gönül gökyüzü, sana yalnızca bir harita sunmadı. Burçların ötesine geçen bir dönüşüm çağrısıydı bu. Ve bu çağrının son cümlesi şudur: “Kalbin burcu bellidir. O yalnızca Allah’a döndüğünde açılır.”
Zihnin hangi burçtaysa olsun, nefsin hangi arzuyla yanıyorsa yansın…Kalbinin hakikati, yıldızların çizdiği kaderden değil, Allah’ın çizdiği vuslattan gelir. Çünkü kalp, yıldızlara değil, Allah’a yöneldikçe parlar.
Koç’un ateşi seni harekete geçirmiş olabilir, Yengeç’in kabuğu seni içine saklamış olabilir, Aslan’ın ışığı seni görünür kılmış olabilir, Akrep’in karanlığı seni derine çekmiş olabilir, Yay’ın yolları seni uzaklara götürmüş olabilir…Ama kalbin, hâlâ Rabbinin huzurunda değilse, hiçbir burç seni tamamlamaz.
Şems der ki: “Yıldızlar yazılmış olabilir. Ama senin duan, yazgını yeniden yazabilir.”
Burada, gökyüzünü okumayı değil, gönül göğünü açmayı öğrendin. Ve artık biliyorsun ki: Asıl gökyüzü, kalbindedir. Ve o gökyüzünün her burcunda yalnızca bir isim yazılıdır: Allah.
Bu yüzden bu yolculuğun sonunda sana kalan tek şey, bir sorudur: “Sen kalbini neye yönelttin?”
Eğer kalbin Allah’a yönelmişse, her burç secdeye durur. Her yıldız seni selamlar. Ve kader, senin kalbinden yeniden doğar.
O hâlde şimdi sus. Çünkü bu kadar çok şey öğrendikten sonra, artık sadece kalbinin konuşma zamanı. Ve o kalp “Ya Rab” diye fısıldadığında, Gökyüzü susar, gönül göğü açılır, Sen de gerçekten var olmaya başlarsın.

$50
Product Title
Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button

$50
Product Title
Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

$50
Product Title
Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.




