Er-Rezzâk
- Sesli Terapi
- 25 Haz
- 7 dakikada okunur

Er-Rezzâk – Rızkı Yaratan ve Paylaştıran Kudret
Er-Rezzâk...
İnsan, bu ismi ilk kez duyduğunda yalnızca sofradaki ekmeği, bardaktaki suyu ve cebindeki parayı düşünür. Fakat bu Esma'nın kudreti bunlarla sınırlı değildir. Rızık, sadece mideyi değil, kalbi de doyurandır. Er-Rezzâk ismi, yalnızca maddi varlıkları değil; sevinçleri, huzurları, dostlukları, sabırları ve duaları da kapsar. Çünkü Allah, kuluna ihtiyacını veren değil, ihtiyacı yaratıp ardından onu doyuran bir Kudret'tir.
İnsanoğlu, rızkı çoğunlukla çabasıyla, emeğiyle ve zekâsıyla ilişkilendirir. Ancak El-Rezzâk olan Allah, her şeyi sebep gibi gösterse de rızkın hakiki kaynağı sadece Kendisi’dir. Tohumu toprağa diken çiftçiye mahsulü veren sadece güneş ya da su değildir. Güneşi doğuran, yağmuru emreden, toprağın bağrına bereketi serpen bir İrade vardır. Bu irade, her canlıya kendi nasibini ayırır. Hiçbir kuş, sabah uyanırken "Bugün ne yerim?" diye düşünmez. Çünkü bilir ki Er-Rezzâk onun payını çoktan yazmıştır.
Tasavvuf ehline göre rızık, sadece maddi olanla sınırlı değildir. Asıl rızık, gönle indirilen teselli, kalbe üflenen huzur, ruhu yıkan sevgi ve içten gelen tevekküldür. Bir gün İbrahim bin Edhem’e, “Geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz?” diye sordular. O da şöyle dedi: “O’nun Rezzâk olduğunu unuttuğum hiç olmadı.” İşte bu cümlede, kulluk ve güvenin en derin boyutu gizlidir.
Er-Rezzâk ismi Kur’an’da açıkça “Allah rızık verendir” şeklinde defalarca geçer. Zâriyât Suresi 58. ayette şöyle buyrulur:
“Muhakkak ki Allah, rızık verendir; kuvvet sahibidir, sarsılmazdır.”Bu ayet, yalnızca fiziksel rızkı değil, manevî kudreti de anlatır. Çünkü rızkı vermek, onu yaratmak kadar, onu kalbe layık bir şekilde yerleştirmeyi de gerektirir. Bazı rızıklar vardır ki erken verilirse yakar; bazıları gecikince kıymetlenir. Er-Rezzâk, hem zamanlamanın hem miktarın hikmet sahibidir.
Rızık, yalnızca ihtiyaçları karşılamak değildir. Bazen kul, bir şeyin peşinden koşar, yıllarca dua eder ama ona kavuşamaz. İşte bu noktada da Er-Rezzâk devrededir. Çünkü O, kulunun talebini değil, hak ettiğini değil, hikmetine en uygun olanı verir. Rızık bir ilimdir, ama çoğu zaman görünmez mürekkep ile yazılmıştır.
İbn Arabî’ye göre, rızkın aslı ilâhî nurla yazılmış bir kader çizgisidir. Bu çizgi insanın yalnızca midesini değil, hayatın her alanını kapsar. Dostlar, yolda karşılaşılanlar, kitaplar, cümleler, hatta sabah ezanıyla uyanan bir gönül; hepsi Rezzâk olan Allah’ın birer ihsanıdır. O, kulun sadece “karnını” değil, “anlam” arayışını da doyurur.
Mevlânâ ise şöyle söyler:
“Rızkın seni arar. Sen peşinden koşsan da kaçsan da, nasibin seni bulur. Çünkü senin değil, O’nun yazdığı bir misafirdir o.”Bu söz, modern insanın kaygılar içinde boğulduğu bir çağda, bir teselli fısıltısı gibidir. Çünkü biz hep “ne kazanacağız?” diye sorarız; ama aslında “ne yazıldı?” sorusu daha değerlidir.
Rızık, sadece bir nimet değil, aynı zamanda bir imtihandır. Çokluğu da azlığı da ayrı sınavdır. Az verilen sabır ister, çok verilen şükür. İşte bu yüzden, Er-Rezzâk ismini zikreden bir gönül, hem yokluğa hem bolluğa aynı tevekkülle bakmalıdır. Zira verenin O olduğu bilinir, alınanın da O’nun takdiriyle gittiği anlaşılır. Böyle bir hâl kişiyi teslimiyete, sessizliğe ve kalbi zenginliğe götürür.
Rızkın bir yönü daha vardır ki çoğu zaman unutulur: Başkalarının rızkına vesile olmak. Allah bazen kullarını birbirine rızık olarak verir. Bir dostun duası, bir annenin şefkati, bir hocanın sözü ya da bir öğrencinin samimiyeti... Bunların her biri, başka birinin iç âlemine bırakılmış ilâhî bir hediyedir. O yüzden rızık, sadece alınan değil, verdirilen bir hâdisedir. Er-Rezzâk bazen eliyle vermez; bir başka kulun eliyle gönderir. Böylece hem verene hem alana ikram etmiş olur.
Zikre gelince…“Yâ Rezzâk” zikri, hem bereket hem tevekkül için bir kapı aralar. Özellikle maddi darlık hissedenler değil, ruhsal sıkışıklık yaşayanlar da bu Esma’nın zikir gücünden faydalanır. Çünkü rızkın en büyüğü: Ferahlatılmış bir içtir.
Tasavvuf ehli, bu ismi çekerken bir duaya değil, bir hal diline girer. “Yâ Rezzâk” dedikçe gözlerdeki dert azalır, içteki yorgunluk hafifler, kişi istemeyi değil, verileni görmeyi öğrenir. O yüzden “Yâ Rezzâk” bir talep değil, bir fark ediştir. “Senden başka rızık veren yok” itirafıdır.
Zikirle Bereketlendir: Günlük “Yâ Rezzâk” Uygulaması
Zikir, sadece dile değil, niyete de oturmalıdır. El-Rezzâk ismiyle yapılan zikir, rızkı artırmaktan çok, rızkın farkına varmayı öğretir. Çünkü arayan aslında verilmiş olana uyanır.
Sabah (Günün İlk Nefesinde)Ya Rezzâk – 308 defa Gün başlarken, göz açıldığında, sabah serinliğinde…Bu Esma’yı bu saatte zikretmek; hem güne bereketli başlamak hem de o günün rızkına tevekkül etmeyi kolaylaştırır. Zikirle uyanmak, kaygısız bir kalple işe veya yola çıkmak, rızka davetiye çıkarır.
İkindi Vakti (Dinginlik Saati)Ya Rezzâk – 66 defa Günün yorgunluğu çökerken…Bu vakitte yapılan zikir, kazanılmış olanın şükrü, kaybedilmiş olanın da hikmetine teslimiyet ifadesidir. Düşünce rızkına, gönül rızasına ulaşmak için ikindi en uygun andır.
Gece (Gizli Rahmetin Saati)Ya Rezzâk – 1001 defa Gece, gafletin değil, hakikatin konuştuğu vakittir. Yastığa baş konmadan evvel yapılan bu zikir; içini rızkın kaynağına bağlamak, bilinçaltını korkudan kurtarmak ve Allah’ın ihsanını idrak etmek içindir.
Her zikrin ardından şu niyetli cümle kalpten geçirilmelidir:
“Ey Rezzâk!
Beni aç bırakma; sadece midemi değil, kalbimi de doyur.
Ne varsa ihtiyaç olan, Senin lütfundan başka değildir.
Veren sensin, verdiren sensin.
Gönderdiğini görebilmeyi, yeteni yetirebilmeyi öğret bana.”
Ey Rezzâk, Rızkımı Bana Değil, Beni Rızkıma Layık Kıl
Yâ Rezzâk…
Bugün gökyüzü gibi boşluğum varsa,
Senin yağmurunla dolsun.
Bir kuru lokmada şükür, bir tatlı sözde huzur, bir arkadaşta sükûnet nasip eyle.
Rızkımı genişlet, ama kalbimi de darlaştırma.
Ne eksiklik korkusu bırak içimde, ne de fazlalıkla gururlanmayı.
Her gelenin Senin lütfun, her gecikenin Senin tedbirin olduğunu unutturmazsan, ben de sana itimat ederim.
Duamı rızkınla kabul et,rızkımı da duamla genişlet.
Veren eller, bekleyen gözler ve şükreden diller kılsın beni.
Kalbimi Senin rızkına alıştırsın ki, başkasının elindekine bakmasın.
Beni rızka değil, rızkı bana yaklaştır.
Âmin.
Birkaç Söz
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Görmedin mi Allah nasıl bir misal getirdi: Güzel bir sözü, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaca (benzetti). (O ağaç), Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir.” (İbrahim, 24, 25)
Tevhidin hoş meyveleri bulunmaktadır. İman yetmiş küsur şubedir. İmanın bütün şubeleri kelime-i tevhidin bir eseridir. Bu ağacın, tertemiz, değerli ve olgun meyvelerini verebilmesi için sulanması gerekir. Bu ağacın sulanması ilk önce zikirle olur. Çünkü zikir hayattır, canlılıktır. Hadiste şöyle geçer: “Rabbini zikredenle rabbini zikretmeyenin misali, canlı ile ölü gibidir.”¹ Zikirler türlü türlüdür. Hepsi de iman ağacı için birer can suyudur. Kimin zikirden büyük bir nasibi varsa o hayattan da o kadar nasibi vardır. Kim de zikirdeki nasibini elden kaçırırsa, hayattan da o kadar nasibini yitirmiş olur. Zikrin tevhidin canlılığında büyük bir etkisi olduğu gibi ilmin de tevhidin derinleşmesinde ve beslenmesinde o derece büyük bir tesiri bulunmaktadır. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e destek olmanın da tevhidin beslenmesinde ve takviye edilmesinde büyük bir etkisi mevcuttur. Aynı şekilde infakın da… Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Allah'ın rızasını kazanmak ve ruhlarındaki cömertliği kuvvetlendirmek için mallarını hayra sarf edenlerin durumu…” (Bakara, 265)
Binaenaleyh Müslümanın nelerin tevhide dahil olduğunu, tevhidi nelerin güçlendirdiğini bilmesi ve bunları gerçekleştirmesi gerekir.
İslam’ın ilk özelliğinin tevhid olduğunu, tevhidin güçlü olduğu oranda müminin dünyadaki, berzahtaki ve ahretteki nurunun kuvvetli olacağını bildiğimiz takdirde konunun önemini daha iyi anlarız. Hiç şüphe yok ki bu, Kitab ve sünnetin nasslarını çokça inceleyip haşır neşir olandan başkasının hakkıyla kavrayamayacağı kadar geniş bir konudur. Bu konuya ilişkin bazı hatırlatmalarda bulunalım:
İnsanların çoğu Allah azze ve celle’nin varlığını inkar etmezler. Çünkü Allah’ın varlığı insanoğlunun benliğine kazınmıştır. İhtiyaç halinde hemen O’na sığınırlar. Fakat O’nu hakikaten bilip tanıyanlar yalnızca ehl-i İslam’dır. O’nun sıfatlarını ve isimlerini bilirler. Sahip olduğu hak ve hukuku bilirler. İşte bunların hepsini bir araya toplayan, kelime-i tevhiddir.
ALLAH ism-i celali ilim, irade, kudret, hayat, semi’, basar, kelam, zatı, sıfatları ve benzerleri bakımından vahdaniyet, başkalarına muhtaç olmamak, başka her şeyin O’na muhtaç olması, kıdem, bekâ, hiçbir şeye benzemezlik sıfatlarına sahip olan Zât’ın özel adı- dır. O en güzel isimlere sahiptir. En yüce örneklik O’nundur. İlahlık sadece O’nun hakkıdır. İşte bundan dolayı Müslüman Lâ ilâhe illallâh der. Allah Teâlânın uluhiyetle muttasıf olmasının gereği, rububiyet, malikiyet ve hakimiyetle de muttasfı olmasıdır. “De ki: Ben insanların rabbine, insanların malikine, insanların ilahına sığındım..” (Nâs, 1-3) “Hüküm ancak Allah’ındır.” (Yusuf, 40) “Yaratmak da emretmek de O’na mahsustur.” (A’râf, 54) Allah’ın hakimiyeti Kitab, sünnet, icma ve kıyas ile ortaya çıkmaktadır. Mü- kellef olan kimsenin bu varlıktaki makamı, uluhiyet, rububiyet, malikiyet ve hakimiyet hukukunu yerine getirmektir. Bu da ibadet ve ubudiyeti gerektirir. İbadet ve ubudiyet, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e iman etmeyi, vahyi tasdik etmeyi, teslim etmeyi ve teslim olmayı gerektirmektedir. Tevhidin hukukundan biri de her şeyin, “Allah her şeyin yaratıcısıdır.” (Zümer, 62) ayetinin bir gere- ği olarak Allah Teâlâ’nın fiili olduğunu bilincinde olman, hem kendi benliğinde ve hem de benliğinin dışında bunun bilincine varman ve mükellefiyeti gözetmek suretiyle her şeyi Allah’ın bir fiili olarak kabul edip karşılamandır.
Tevhide ilişkin haklardan biri de Allah’ın seni duyduğunun ve gördüğünün bilincinde olmandır. “Şüphe yok ki ben ikinizle beraberim.. duyar ve görürüm.” (Tâ-Hâ, 46) “Bilmiyor mu ki Allah görü- yor!?” (Alak, 14) Tevhid ile alakalı haklardan bir diğeri de kaza ve kaderi ile hükümleri konusunda Allah’a teslim olmaktır. Haklardan bir başkası da Allah’a karşı ibadet çeşitlerini yerine getirmek, O’na karşı ubudiyet çeşitleri ile boyun eğmektir.
Tevhide dair haklardan biri de Allah’a mahsus olan bir şeyi Allah’- tan başkasına vermemektir. Bu mesele birçok insan tarafından gafil olunan önemli bir meseledir. Tevhidin semereleri, tamamen hayır işlemek, şerri tamamen terk etmektir. Bununla beraber hayır işlerken olabilecek taksiratı görmek, şer işlenmesi halinde Allah’a tevbede bulunmaktır.
İmanın bütün şubeleri, ehl-i imanın bütün vasıfları tevhidin eserlerinden biridir. Küfrü, küfür ehlini terk etmek, nifaktan ve nifak ahlakından uzak durmak, fıskı bir kenara itmek de tevhidin eserlerindendir.
“Farz, vacip, sünnet, edep, mürüvvet, alicenaplık, veya zevk mükellefiyet kapsamına dahildir. Tenzihen veya tahrimen mekruhlar veya haram olan şeyler de mükellefiyet kapsamındadır.” dediğimiz takdirde tüm bu söylediklerimiz tevhidin meyvelerindendir.
Hatırda bulundurulmalı ki; farzlar içerisinde farz-ı ayn, farz-ı kifaye, farz-ı bâtıne bulunduğu gibi vaktin farzları, çağın farzları da bulunmaktadır. Haramlardan da hased, ucb, kibir gibi kalbî haramlar mevcuttur. Kitab ve sünnet üzerinde kapsamlı bir inceleme bizlere tevhidin semerelerini tanıtacaktır. Allah’a davetin ilk görünümü tevhiddir. Tevhide davetin bütün peygamberlerin (Allah’ın salât ve selâmı üzerlerine olsun) yürüttükleri davetin özelliğidir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Senden önce bir peygamber göndermedik ki, ‘Benden başka ilah yoktur. O halde bana ibadet edin!’ diye kendisine vahyetmiş olmayalım.” (Enbiya, 25) Birçok davetçi bu dinin bu muazzam özelliği üzerinde yoğunlaşmak konusunda gafil davranmakta ve ellerinde olmasına rağmen bu asıldan başka şeyler üzerinde konuşmaktadırlar. Birçok davetçi, tevhidin mütekamil besleyicilerine karşı gaflet içinde bulunmakta dolayısıyla tevhidin bereketlerini kalplerinde ve benliklerinde hissedemeyip tevhidi geliştiren yola girmemekte ve bu yolda kılavuzluk yapmamaktadırlar. Bu da davetçilerin bir kusurudur. Sonra birçok Müslümanın tevhidine bir bozukluk karışmıştır. Tevekkül eksiktir.. ihlas eksiktir. Bütün bu olumsuzluklar davetçilerin tevhid üzere, tevhidi besleyen unsurlar olan zikir, yöntem incelemesi, destek olmak ve infak üzerinde yoğunlaşmalarını gerektirir. Bazı davetçiler zikrin önemine karşı uyanık davranırken yöntem incelemesi, destek olmayı ve infakı unutabilmektedirler. Kimisi de yöntem incelemesi hususunda dikkatli davranırken zikir, destek olmak ve infakı unutmaktadır. Bazıları da destek olmak konusunda dikkatli iken zikri, yöntem incelemesini ve infakı unutmaktadırlar. Bazısı zikrin bir kısmına karşı dikkatli iken diğer bir kısmını unutur. Kimisi yöntem incelemesinin bir bölümüne dikkat ederken diğer bir bölümünü unutur. Bazısı da elinden geldiği halde destek olma türlerinin bir kısmını unutabilmektedir. Marufu emretmek, münkeri nehyetmek, hayra davette bulunmak, nasihat, hakkı tavsiye etmek, sabrı tavsiye etmek destek olma kapsamına dahildir. Ayrıca cihad, öğretim, davet, eğitim ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e, dinine ve şeriatına destek olmanın diğer türleri de bu kapsama dahildir. (Said Havva)

$50
Product Title
Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button

$50
Product Title
Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

$50
Product Title
Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.