top of page

El-Habîr

El-Habîr, Esma’ül Hüsna açıklaması, tasavvufî anlamı
El-Habîr, Esma’ül Hüsna açıklaması, tasavvufî anlamı

El-Habîr – Perdenin Ardındaki Hikmeti Bilen

Sadece olanı değil, olanın nedenini bilen…

Bazı olaylar olur; akıl durur, kalp yanar, dil susar. O an, insan “neden?” diye sorar ama cevap gelmez. İşte El-Habîr ismi, bu sessizliğin içindeki cevaptır.

Çünkü El-Habîr, sadece olanı bilmez, olanın arkasındaki nedeni, niyeti, gizli kıvrımları da bilir. Görünmeyenin haberini verir; ama bunu insanın anlayacağı şekilde değil, yaşatarak bildirir.

“O, göklerde ve yerde gizli olanı bilir; çünkü O, Habîr’dir.(En’âm, 59)

Bu ayette geçen “gizli olan”, insanın kendi içinde bile fark etmediği sırları kapsar. Sen bile kendini bilmezken, El-Habîr seni yüreğinin derinliklerinden tanır.


Tasavvufta El-Habîr: Kalbin İç Sesini Duymak

Sufîlere göre, El-Habîr ismini bilen kişi artık başkalarının sözlerine değil, kendi gönlünün fısıltısına kulak verir.

Çünkü bu isim, kulağa geleni değil, kalpten geçeni bilen Allah’ı tanımaktır.

“Habîr olan, söz bitmeden niyeti bilir.”

İbn Atâullah el-İskenderî şöyle der:

“O, sana seninle konuşmaz; seni sana rağmen terbiye eder.”

Yani bazen insan bir niyet taşır: güzel bir şey ister, iyi bir dua eder…ama kalbinde gizli bir kibir ya da beklenti varsa, El-Habîr bunu görür. Ve duasını hemen vermez. Çünkü duadan önce kalbi temizlemek ister.

İşte bu yüzden Sufîler için El-Habîr ismi, kendini sorgulama kapısıdır. Başkasını değil, kendi iç niyetini anlamaya yönelmek demektir.

Görünmeyen Günah, Gizlenen Hikmet

İnsan bazen kendine iyi görünür. Herkese yardım eder, güzel konuşur, ibadet eder. Ama o güzelliklerin içinde bir pay kendisi için varsa, işte onu yalnızca El-Habîr bilir.

“Sen kendini temize çıkarsan da, Allah, takvâ sahibini en iyi bilendir.(Necm, 32)

Bu ayet, Habîr isminin insanın en derin yönüne dokunduğunu gösterir. Çünkü niyet bir eylem değil, bir frekanstır. Ve bu frekansı sadece El-Habîr algılar.

Mevlânâ bunu şöyle açıklar:

“Kalbin içinde bir yön varsa, Allah oradadır.O yön eğrilirse, seni dışa bakarken içeriden çeker.”

Sufîler bu yüzden iç seslerini susturmazlar. Aksine o sesi dinler, gözle görünmeyen günahlarını fark etmeye çalışırlar. Çünkü El-Habîr’in onlara verdiği en büyük lütuf, kendilerini kendilerine bildirmesidir.

Hayatın Arka Planında Habîr Olanın İzleri

Yaşadığımız her olayın bir görünen, bir de gizlenen yönü vardır. Kimi zaman yollar kapanır, bir dost kaybedilir, bir iş ters gider…ve insan “neden?” diye sorar.

Cevap çoğu zaman gelmez. Ama El-Habîr, cevap vermez çünkü olayların kendisi cevaptır. Senin fark etmen için beklenir.

“Olay bir haberdir, ama onu anlayan azdır.”

El-Habîr olan Allah, seni susturmaz. Sadece doğru soruyu sormanı bekler. “Niye böyle oldu?” değil,“Ben bu olayla neyi görmeliyim?” sorusunu…

İşte o zaman perde aralanır. Ve yaşadığın olayların arkasındaki ilâhî mühür görünür.


El-Habîr ve Kaderin Derin Kodları

Kader…Bazen kapalı bir kutudur, içinde ne olduğunu ancak yaşayınca anlarsın. Ama El-Habîr olan Allah,o kutuyu sen açmadan önce içindekini hem bilir hem yerleştirendir.

Sufîler der ki:

“Kader görünmezdir, çünkü onu yazan Habîr’dir.”

Yani sen bir yola girerken, o yolun sonunda ne olacağını sen bilmezsin…ama o yolda nasıl biri olacağını Allah bilir. Çünkü o yol sana sadece sonuç değil, bir hâl kazandıracaktır.

İşte El-Habîr burada tecellî eder: Senin için hem yolun görünmeyen taşlarını dizer, hem o taşlara basarken hangi huyunun döküleceğini planlar.

Bu yüzden bazen “keşke böyle olmasaydı” dediğin anlar, senin için hazırlanmış bir manevî eğitim planıdır. Sen dışarıdan bir kayıp görürsün, ama Allah içinden bir niyeti temizlemiştir.

Tevekkül ve Habîr’e Güven: Bilinmeyeni Bilene Dayanmak

Tevekkül sadece “bırakmak” değildir. Gerçek tevekkül, görünmeyeni bilen Allah’a sırtını dayamaktır. Çünkü sen ne kadar plan yaparsan yap, hayat hep arkadan gelir. Ve her şeyin arkasında bir perde vardır.

El-Habîr olan Allah ise o perdenin ötesini görür. Senin bugün dua ettiğini, yarın pişman olacağın şekilde verebilir. Çünkü sadece istemeni değil, istemeni sağlayan iç nedeni de bilir.

İşte bu yüzden Sufîler tevekkülü şöyle tanımlar:

“Tevekkül, Habîr olan Allah’ın senin için ne hazırladığını bilmeden ona razı olmaktır.”

Bu razı oluş, edilgen bir kabulleniş değil, aktif bir iç huzurdur. Çünkü senin gözünle görünmeyeni O'nun bilgisine teslim edersin.


Kendine Yabancı Olduğun Hâller: Habîr’in Aynasında İnsan

İnsan bazen bir şeyi niçin yaptığını bilmez. Birini niye kırdığını, bir kararı niye aceleyle aldığını, neden susamadığını ya daneden bir şeyin içinde huzursuzluk olduğunu…İşte bu hâllerin kökü derindedir. Ve insan oraya ulaşamaz.

Ama El-Habîr oradadır.

“Sen bilmiyorsun ama Ben biliyorum.”(Bakara, 216)

Kur’an’daki bu ifade, sadece geleceğe değil, senin iç dünyana dair de geçerlidir. Senin anlamadığın yerleri O bilir. Çünkü Habîr olan, sadece “ne oldu?” değil, “neden oldu?” sorusunun da sahibidir.

Sufîler bu yüzden içsel bir huzursuzluk hissettiklerinde dua etmeyi bırakıp dinlemeye geçerler. Çünkü El-Habîr bazen konuşarak değil, sükûtla öğretir.


El-Habîr ve Psikolojik Derinlik: İçte Saklanan Ses

İnsan zaman zaman bir boşluk hisseder. Hiçbir şey yapmadan yorulur. Görünürde her şey yolundadır, ama içte bir kıpırtı vardır. Ne bir hastalık, ne belirgin bir dert…Sadece bir hâl. Adı bile yoktur çoğu zaman.

İşte bu hâli tanımlayan tek isim El-Habîr’dir. Çünkü insan, bazen kendi içinin haberini bile bilemez. Ama Habîr olan, insanın iç habercisidir. Kalbinde kırılanları seslendirmesen de O duyar. Henüz kelimeye dönüşmemiş duyguları O bilir.

“Senin ruhundaki sükûtu, ben söz olmadan da işitirim.”

Bu, bir fısıltı değil, ilâhî bir yakınlık dilidir. İnsanın kendiyle konuşamadan önce Allah’la konuşmasını mümkün kılar.


Duanın İç Yüzü: Dile Gelmeyenlerin Sahibine Yöneliş

Dua ederken bazen sadece dille konuşuruz. Ama kalbin başka bir şey söyler. Ya da hiç konuşmaz. Çünkü bazı acılar, bazı arzular, kelimeye sığmaz.

İşte bu noktada El-Habîr ismi bizi dil sınırından öteye taşır. Sen dua edemezsin belki, ama Allah, senin duanı yapmadan önceki susuşunu bile duyar.

Sufîler buna “sessiz dua” der. Ve derler ki:

“Bir dua vardır ki kalp dile yetişemeden Arş’a ulaşır. Çünkü onu duyan Habîr’dir.”

Dua etmek bazen konuşmak değildir. Bazen sadece içinden geçenle kendini Allah’a bırakmaktır.

Senin yazmaya cesaret edemediğin niyeti O zaten satır satır bilir. Ve çoğu zaman söylemediğini verir.

Çünkü El-Habîr, isteyemediğin şeyin bile ne olduğunu bilen tek güçtür.


İlâhî Gözle Bakmak: İnsanlara Habîr Gibi Yaklaşmak

Habîr olan Allah’ı tanıyan kişi, insanlara da başka türlü bakmaya başlar. Sadece yüzlerine değil, yüzlerinin arkasındaki hikâyeye. Kelimelerine değil, kelimelerle saklanan yaralara.

Çünkü El-Habîr ismini bilen bir kalp, artık sadece gördüğüyle yetinmez. Sufîler bu hâle “basiretli bakış” der.

“Görmek gözle olmaz;hikmeti görmek, kalple olur.”

Bu, her insanda bir derinlik olduğunu kabul etmektir. Bir kötülüğün ardında bir yara, bir sessizliğin ardında bir feryat, bir öfkenin ardında bir eksiklik olduğunu sezebilmektir.

Ve insanı yargılamak yerine anlamaya çalışan herkes, Habîr olan Rabb’inin nazarıyla bakmayı öğrenmiş olur.


İlâhî Mahremiyet: Habîr Olanın Sessiz Eğitimi

Bazı şeyler vardır ki, insanın en yakın dostu bile bilmez. Ne annesi duymuştur, ne eşi fark etmiştir, belki kendisi bile farkında değildir…Ama bir iç kırıklık, bir gizli yön, bir ince sızı vardır kalpte.

İşte bu en mahrem, en sessiz bölgeye sadece El-Habîr girer. O’nun bilgisi, sadece dış gözlem değildir; kulun ruhunun iç kıvrımlarında gezinir.

“Allah kuluna kalbinin bile sustuğu yerde konuşur.”

Sufîler bu yüzden dua ederken herkese açık dileklerini sesle, mahrem arzularını ise sadece susarak sunarlar. Çünkü bilirler ki El-Habîr olan Allah, kelimesiz bir iç niyeti satırlardan önce kavrar.

Bu mahremiyeti gözeten Allah, kulunu da gizli bir terbiye ile eğitir. Bir başkasının fark etmeyeceği şekilde bir cümleye denk getirir onu, bir yolda tek başınayken aklına bir hakikat düşürür, bir yalnızlık anında kalbine bir ayna tutar…

Habîr olan, eğitir ama kimseye göstermez. Bu, kul ile Rabbi arasında sadece ikisine ait bir sırdır.


Vicdan: Habîr Olan’ın Kulaktaki Fısıltısı

Vicdan, Allah’ın insana verdiği iç pusuladır. Ve bu pusulanın sesi çoğu zaman dış seslerden daha nettir. Ama alıştıkça körelir, sustukça silinir.

Sufîlere göre vicdan, El-Habîr’in kuldaki yankısıdır. Yani senin içinde konuşan o iç ses, bazen seni uyarır, bazen durdurur. Bu El-Habîr’in ruhla konuşma şeklidir.

“Rabbini arıyorsan, seni en çok utandıran duygunun izini sür.”

Çünkü bazen utanmak da, pişmanlık da,bir hatanın ardından gelen burukluk da birer ilâhî sinyaldir.

İnsanlar “içime doğdu” der ya, işte o doğuş bazen bir ilham, bazen de Habîr’in uyarısıdır. Senin dıştan göremediğini Rabbin içinden konuşturur.


Sufî’nin Dili: Habîr'e Göre Söylenmiş Her Kelime

Sufîlerin sözleri azdır. Çünkü onlar bilir ki dilden önce kalp konuşur. Ve kalbin her hareketi Habîr olan Allah’a aşikârdır.

Bu yüzden bir sufi, her cümlesini atmadan önce tartar:

“Bu söz, kalpten mi doğdu, nefsimden mi, Rabbimden mi?”

Konuşmak, Allah’a söz arz etmek gibidir. Çünkü El-Habîr olan, konuşanı da duyar, niyetini de görür, söylemediği ama söylemek isteyip dili tutulan şeyi de bilir.

Sufîler bu yüzden konuşmaktan çok dinlemeye eğilimlidir. Çünkü konuşmak seni açar, dinlemek ise Rabbin açacağı şeye zemin hazırlar.


Murakabe: Habîr Olan’ın Bakışında Durmak

Murakabe, sufîlerin en sessiz ibadetidir. Ne dil kıpırdar ne beden oynar. Sadece kalp oturur ve Allah’ın nazarında durur.

Bu hâl, El-Habîr isminin en çok tecellî ettiği anlardan biridir. Çünkü murakabe, Rabb’in seni nasıl gördüğünü gözlerinin içine bakmadan hissetmektir.

Sufîler der ki:

“O’na bakamazsın; ama baktığını hissedersin.”

İşte bu his, seni sessizleştirir. Bir özür gibi olur hâlin…Sanki yıllarca konuştuğun, ama hiç dinlemediğin Rabbinin karşısında ilk kez sustuğun bir andır bu.

Murakabe, El-Habîr olan Allah’ın senin iç âlemini açmasına izin verdiğin o ilâhî suskunluktur.


Sezgi: Habîr Olan’ın Kalbe Düşürdüğü Bilgiler

Sezgi…Modern insanın “içgüdü” dediği, ama aslında ilhamla karışık bir bilgeliktir.

Sufîler bu sezgiyi “firaset” diye adlandırır. Ve bilirler ki bazı bilgiler okunarak değil, kalbe doğarak gelir.

El-Habîr olan Allah, kulunun hâline göre bazı hakikatleri sezgi yoluyla bildirir. Bazen bir kararı verirken iç huzursuzluğu hissedersin, bazen küçük bir işte büyük bir işaret yakalarsın. Bunlar rastlantı değildir.

“O kalbine bak der, çünkü ben oraya fısıldadım.”

Kalbe düşen bu fısıltılar, Habîr’in kuluna merhametle yaklaştığı anlardır. Zira Allah sadece gökleri bilmez, senin içinde olup biteni de haber verir.

Ve bazen o sezgi, seni bir günaha sürüklenmekten korur, bazen de bir güzelliğe yönlendirir. Ama bunu fark etmek için kalbin temiz ve açık olması gerekir.


Sufî Terbiyesinde Habîr Sırrı: Yüzeyden Derine Yolculuk

Sufî eğitimi yalnızca bilgiye değil, bilginin ardındaki hâle dayanır. Bu yüzden bir mürşid, talebesinin söylediklerinden çok sustuğu anları izler.

El-Habîr ismini tanıyan bir mürşid, talebesinin içindeki tereddüdü, dışına vurmasa bile fark eder. Çünkü bu isim, gizliyi görme ve sezme sanatıdır.

Sufî meclislerinde çoğu zaman sadece bir bakış, bir sessizlik veya bir yudum çay üzerinden ruhun hâli okunur.

Çünkü Habîr olan Allah, sözle anlatılmayacakları bile kula duyurur, kalbe indirir.

Bu anlayış, mürşid ile mürîd arasında görünmeyen bir bağ oluşturur. Zira her ikisi de El-Habîr’in gözetiminde olduklarını bilir.

Zikir ve İçgörü: El-Habîr ile Kalbin Derinine İnmek

El-Habîr ismiyle yapılan zikir, sadece dilde dönen bir kelime değil, derin bir iç gözlemdir.

Bu zikir, fark ettirir. Dışta olanı değil, içte saklı olanı…Ve o farkındalık arttıkça, kulun Allah’la ilişkisi yüzeyden derine geçer.

Zikir Usulü:

  • Esma: Yâ Habîr

  • Adet: Günde 812 defa (ruhsal sezgi için)

  • Vakit: Sabahın ilk saatleri veya seher vaktinde

  • Yöntem:

    • Her zikirden önce 3 defa “Estagfirullah el-Azîm”

    • Her onlu zikir sonrası kısa duraklama ile içe yönelme

    • Zikir esnasında kalbe şu niyetle yönel:“ Ey içimi benden iyi bilen Rabbim, bana beni bildir.”

Bu zikir düzenli yapıldığında, kişi kendindeki bazı gölgeleri fark eder. Gizli kibir, kırılmamış nefsî damarlar, görünmeyen niyet bozuklukları…Hepsi zamanla yüzeye çıkmaya başlar.

İşte bu süreç, Habîr olan Allah’ın kulunu bizzat terbiye ettiği en içten tecellî sürecidir.

Dua: İçimizi Bilen Rabbe Kalpten Yakaran Söz

Yâ Habîr…

Ey sözüm bitmeden kalbimi bilen,

niyetim daha şekil almadan yönünü gören Rabbim…

Ben kendime bile söyleyemediğim arzular taşıyorum,

bazı acılarımın adını hâlâ bilmiyorum.

Bazı pişmanlıklarımı ben unuttum ama Sen unutmadın.

Kalbimin arka odalarındaki kırıkları Sen bilirsin,

kalabalıklar içinde dilsiz kalan dualarımı da…

Beni bana bildir.

İçimi içime tanıt.

Ve bilmediğim ama beni senden uzaklaştıran ne varsa onları benden uzaklaştır


Yâ Habîr…

Ben içime bakamıyorum bazen,

içimle yüzleşmeye cesaret edemiyorum…

Ama sen nazarınla beni arındır.

Sessizce, kimse duymadan,

beni bana güzel kıl…

Âmin.

$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button

$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

Recommended Products For This Post
 
 
bottom of page