top of page

DÜNYANIN DERTLERİNDEN SIYRILMAK


ree

Dünyayı Üzerinden Atmadan Hakikat Taşınmaz

İnsan, en çok neye değer verirse onun yükünü taşır. Ama bazen o yük, insanın yürüyüşünü değil, düşüşünü hazırlar. Abdulkadir Geylani Hazretleri bu bölümde, dünyanın geçici ve aldatıcı yönünü anlatırken, kalbin asıl istikametini bulmasının tek yolunun dünyevî bağlardan sıyrılmak olduğunu söyler. Çünkü dünya dertlerinin çoğu, insanın özünden değil, ait olmadıklarını sahiplenmesinden doğar.

Bu satırlar; dünyayı sırtında değil, gözünde büyütenlerin ruhuna hitap eder. Sadece geçim kaygısıyla değil, itibar, mal, şöhret ve endişeyle kuşatılan kalbin, zamanla nasıl Hak’tan uzaklaştığını anlatır. Dünyayı terk etmek, eşyayı bırakmak değil; eşyaya yüklediğin anlamı çözmektir. Dışta kalabalıkla yaşayan, içte yalnız kalır. Kalabalıktan kurtulmanın yolu da, Hakk’a yönelmekten geçer.

Hazret bu bölümde yalnızca bir dünyevilik eleştirisi yapmaz; asıl mesele, nefsin hangi kıyafeti giydiğini, hangi kelimelerle kendini kandırdığını çözebilmektir. Teslimiyetin ilk adımı, nefsin sustuğu yerde başlar. Hakk’a teslim olmayan her şey, insana dert olarak döner. Ama Hak’ka bırakılan her iş, sükûn ve hikmet getirir.

Bu metin, sana içindeki yükleri bırakman için bir davettir. Kalbinde neyi Hak’tan fazla tutuyorsan, işte seni yoran da odur. Şimdi okuma değil, bırakma vaktidir. Çünkü dünya sırtındayken ruhun yürüyemez.


Kötü hâllerini islâh et, iyi olmaya bak. Özünden ve sözünden dedikoduyu at. Bunu Peygamberimiz emreder ve şöyle der: “Gücünüzün yettiği kadar, sıkıntı veren dünya işlerini bırakınız.”

Ey dünyayı bilmez! Dünyanın içini bilseydin onun kötü şeylerini almaya bakmazdın. Onun bütünü bir derttir; gelse insanı yorar, gelmeyecek olsa üzer. Hakk'a karşı irfan sahibi olsaydın, her şeye O'nun emri ile bakardın. Lâkin O'na karşı cahilsin. Ne Rasûl (s.a.v) Efendimizi, ne de diğer nebileri iyi tanıyorsun. Hele O'nun velî kullarını hiç bildiğin yok.

Yazık sana, senden önce gelenlere dünya neler etti, çoğunu bilmektesin; ama hiçbirinden öğüt aldığın yok. Dünyanın içinden çıkılmaz sıkıntılı işlerinden kurtulmaya bak. Allah'tan bunu iste. Dünyanın verdiği kisveyi çıkar ve hemen kaç. Nefse ait libası (giysiyi) da çıkar. Hakk'ın kapısına yürü. En güç iş, nefsin elinden kurtulmaktır; ondan kurtulunca, masiva (Hakk'ın zâtından gayri her şey) da kendiliğinden silinir. Bu hâl, sivayı nefsin özü olarak anlarsan olur. Böyle ise nefsi bırakınca Rabb’ini oracıkta bulursun. Orada, hemen nefsini O'na teslim et. O'na teslim olunca selâmeti bulursun. 

Bütün işlerini Hak uğruna yap, hidayeti bulursun. Şükür yolunu tut, nimetin artar. Halkı ve bütün varlığını O'na bırak. Hakk'a, sana yapılan işlerde itirazcı olma.


Allah yolcuları, Aziz ve Celil olana karşı herhangi bir talepte bulunmazlar. O'nun arzusuna karşı herhangi bir arzu izhar etmezler. Onlar dünyadan nasip almak için hırsa kapılmazlar. Başkalarının kısmetine de bakmazlar. O yolculara katılmayı dilersen dünya ve âhirette onlarla olmayı arzularsan, sözde ve işte onlarla ol. Onların arzusuna ve dileğine uy.


Her şeyi aksine yapar oldun, işleri ters ettin. Hakk'a muhalefet ve O'na karşı çekişme sana âdet oldu. Gece ve gündüz hâlin böyle... Sana emir veriyor ve “Şu işi yap!” diyor. Fakat yapmıyorsun. Bir acayip hâl aldın. Sanki O kul ve sen efendi! Bu ne hâldir! Böyle bir cesareti nereden alıyorsun? Hakk'ın hilmi olmasaydı sana acımadan vururdum, hiç acımazdım. Arzu ettiğin her şeyin aksini benden bulurdun.


Kurtuluş istiyorsan O'nun önünde eğil; içini ve dışını huzura boğ. Kötü hâllerin bende saklı; bir ruhsat hâli sayıyorum, yoksa hâlin fena olur. Emri yap, yasaktan kaç, kadere uy. Hakk'ın huzurunda olduğunu bil, hiç konuşma, içini de sakla, dışını da... Bunları yaparsan dünya ve âhiretin iyiliğini bulursun.

Halka avuç açma; onlar âciz ve ihtiyaç içinde kıvranan kimselerdir. Kendileri için bir şey yapmaya güçlü olmadıkları gibi başkaları içinde yapamazlar.

Her şeye Hak'la sabret. O'ndan bir şey istediğinde acelece olmasını dileme. O bir şeyi geç verince, cimrilikle ithama kalkma. Ve töhmet etme. O sizi sizden daha iyi düşünür. Sen kendini O'nun düşündüğü kadar düşünmezsin. Bazı büyükler, Hak Teâlâ'nın kuvvetini, kudretini kendi özlerinde sezip anladıktan sonra: “Bana ne iş kaldı?” derler.

Yâni: “Bütün tasarruf O'nun; beni benden iyi düşünüyor. Bana ne güç kalıyor ne kuvvet.” demek isterler.

Size düşen, Hakk'a uyar olmaktır. O size yarayanı sizden daha iyi bilir. O, içinde iyilik bulunanı size bildirmez, ama kendisi bilir. Hak Teâlâ bu hâli anlatmak için şöyle buyurur: “Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (elBakara, 2/216)


Bir kimse Hak yola girmek isterse önce nefsini terbiye etmeli. Nefis, kötü edeplidir ve her zaman kötüyü emreder. Hakk'a karşı huzurun nasıl, O'na nasıl yol almaktasın? Nefsini terbiye et ve hâlini düşün. Nefis Hakk'a boyun eğinceye kadar çabala. Hakk'a uyarsa yanına al, Hak kapısına götür. Sakın nefse uyma; ancak çeşitli yollardan islâh ettikten sonra… Ve Hakk'ın vereceği mükâfat ve cezaya inandıktan sonra...


Nefis, Hakk'ı görmez... Sağırdır ve aklı bir şeye ermez. Ayrıca Yaratan'ın kudretini de bilmez ve O'na düşman olur. Devamlı çalışma ile onun gözlerini açmak kabil olur. Devamlı mücadele, nefsin kulağına Hakk'ı duyurur ve diline de söyletir. Mücahede iledir ki nefis, akla erer ve cehli yok olur; Yaratan'ına karşı düşmanlığı kaybolur.


Nefsinle cenk için azmet, sebata ve mertliğe ihtiyaç vardır. Mücahede, anbean günbegün ve senebesene sürekli olmalıdır. Bir zaman mücahede edip sonra serbest olmak neye yarar? Bir gün akşamlı sabahlı mücadele edip bir an başı boş bırakmak, her şeyi yıkar, ele bir şey geçirmez. Hem bu çalışma, bir disiplin de sayılmaz.


Nefse açlık kamçısını vur, kötü isteklerinden alıkoy. Hakkı olanı da ver. Onun sırtına bin, kılıcından ve bıçağından korkma. Onun kılıcı kuru ottur, çelikten değildir. Nefisten korkma, o kuru gürültü ile lâf atar. Yalan söyler, doğruluk etmez. Ahdi vardır, vefası bulunmaz. Onda sadakatle sevgi eseri olmaz. Nefsin bütün hâli akar gider. Devleti, saltanatı olmaz.


Nefsin şahı iblistir. Doğru olan hiçbir iman sahibine iblisin dişi batmaz. Ne muhalefet edebilir ne de düşmanlık... İblisin hâli böyle olunca emrinde gezen nefis, nasıl iman sahiplerine dokunabilir?


İblisi kendi kuvvetiyle cennete girdi ve Âdem Peygamber’i oradan çıkardı sanma. Aziz ve Celil olan Hak, ona kuvvet verdi ve bu çıkarma işine sebep kıldı. Esasta onun geçerli kuvveti yoktur, hepsi Hakk'ındır.


Ey akıldan az nasip alan, Aziz ve Celil olan Hakk'ın kapısından kaçma. Sana verdiği tecrübe yollu bela, O'na karşı gönlüne soğukluk düşürmesin. Sana yarayanı O daha iyi bilir. O'nun sana gönderdiği belâ bir hikmet ve kaideye bağlıdır.


Belâ gelince olduğun yerde kal ve hatalarını ara; bulunca, tevbeyi, istiğfarı arttır. Sabır iste, tevbeyi tutmak için sebat dile. O'nun kudret eli önünde dur, rahmet eteklerine yapış; o dar hâlin gitmesini dile ve o hâlde bulunan iyiyi ara.


Kurtulup ararsan, Allah'ın hükmünü bilen zâtı bul. Onun bilgisi sana bilmediğini öğretir, terbiye eder ve Hakk'a giden yolu tanıtır.


Hak yola gitmekte olana bir önder ve delil gerek. Hak yolcusu, akrep ve âfetlerle dolu, susuzluğu çok, yırtıcı hayvanları bol bir sahradadır. Önder o yolcuyu alır; suyu, ağaçları ve meyvesi bol olan yere götürür. Yalnız başına yola çıkan hemen herkesin, yırtıcı hayvan, yılan ve akrep nevinden haşarata rastlaması mümkündür ve birçok âfetler insanı sarabilir. 

Ey dünya yolunda giden, sakın kervandan ayrılma; delili ve iyi arkadaşlarını bırakma. Aksi hâlde malını ve mülkünü verdiğin gibi canı da elden çıkarırsın ve sen ey âhiret yoluna revan olan, önderi bırakma; gideceğin yere kadar onun peşini takip et. 

Ona karşı iyi davran. Onun sözünden çıkma. Onun görüşünü benimse. O sana her şeyi belletir ve Hak Teâlâ'nın yakınlığına vardırır. Sonra kendisi aradan çıkar, seni vekil eder. Bunlara sebep temiz olman, doğru olman ve işlere sükûtla bağlanmış olmandır. Ve arz edilen sebepler yüzünden sen de yolculara emir olur, cümle kervan ehline sultan kılınırsın.


Kafile delili, seni vekil tayin eder, bineğine seni bindirir, Peygamber’in kapısına varıncaya kadar ondan indirilmezsin. Ayan gözüyle Peygamber’e teslim edilirsin; Peygamber’e tam yakınlık nurunu taşıyanlardan olursun. Daha sonra kalplere sultan olursun. Hâllerin tercümanı, mâna âleminin tefsircisi ve Hak'la kullar arasında bir elçi olursun. Bu hâller devam ederken Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in nurunda, terbiye edilen bir köle olursun. Bir defa kullara gelir, sonra Yaratan'a uçarsın. Bu yüce varlık arasında varlığını kaybeden bir fâni olursun.


Anlattığımız şeyler, dış temizliği ve boş temenni ile olmaz. Kalplere yerleşen nur var ya, işte onunla olur. O nurun yerleşmesi için kalbi temiz etmek gerek. Onun temizliğini de amel gösterir. Amelin, yâni yapılan işin tasdikinden geçmeyen kalp temizliği boş ümitten başka bir şey değildir.


Canı ve başı ile Hak yoluna koyulmuş olanlar, kabileler halkı arasında paylaşılmaz bir kıymet olur. Onu çıkaran, milyon kabileden biri olabilir. Nefsin veya nefesin sonu gelince, cihan ancak bir zat yetiştirebilir.


O büyük zâtlar, Hak kelâmını kalp yönünden işitirler, mâna âleminde duyarlar. Ve onu, duygularını işe vermek sureti ile benliklerine tasdik ettirirler.


Ey cahiller, tevbe yolu ile Allah'a dönünüz. Doğru zâtların geçtiği caddeye iç âleminizden yöneliniz. Sözde ve işte o büyüklere tâbi olunuz. Yolunu sapıtan ve nereye gittiğini bilmeyen içi bozuklara bağlanmayınız. Âhireti bırakıp dünyaya talip olan kimselerin bataklığına dalmayınız. Onlar Hak caddeyi bir yana bırakanlardır. Onlardan önce gelen iyilerin yoluna koyulmadılar. Solu takip edip gittiler, olmayınca geri döndüler. Bir türlü önce gidenlerin doğru yoluna koyulmadılar. Geçen büyük zâtların yolu, Hak Teâlâ'nın kurmuş olduğu büyük caddedir. Asıl marifet onu bulup gitmektedir. Esas caddeye girdikten sonra o yolu bulmak da güç değildir. 

Ey evlat! Şu dünyada içlerine girip hoşbeş ettiğin kimseleri yarın görmen kabil değildir. Onlarla aran açılacak. Bu hâli görmeden kötü arkadaşlarından ayrılmak istemezsin. O kötü kişiler, seni Hak'tan ayıranlardır. Hakk'ın yabancısı olan onlardır. Mutlaka halkla temas gerekli ise şüpheli işleri dahi yapmayan, zâhid, irfan sahibi ve bildiği ile amel edip Hakk'ı dileyenleri ara. Ve Hakk'ın arzu ettiği zâtları bul.


Seni kullardan kurtaran ve Hakk'a götüren kimselerle ol; Hak yakınlığını sağlayan kimseleri bul. Seni kim bataklıktan çıkarır, doğru yola koyarsa onu dile. Gözlerini dünyadan çeviren ve âhirete açtıran zâtı sor. Dünyanın katlarını gözünden silip öbür âlemin köşklerini göstereni iste. O kimse ki, seni perişan hâlinden çeker ve nurlu âlemin hoşluğuna götürür, işte sana o yarar. Saydığımız vasıtaları benliğinde taşıyan kimseleri ara ve arkadaş ol. Sözleri acı da gelse dayanmayı bil. Emrini ve yasağını kabullen; hayrın peşinini ve geleceğini hemen görürsün. Kahraman ol, sabırlı kişi kahramandır. Şecaatin, bir anlık sabırdan ibaret olduğu malûmdur.


Seleyi sepeti al, amel kapısında otur. Çünkü bugün yaptığın iş kadar yarın işleme tâbi tutulursun. Sebeplerin hakkını öde. Tevekküle düş, işler nerede yapılıyorsa oraya koş ve orada kal. Elinde taşıdığın ve üzerinde tuttuğun şeyleri alıp karşılığını vermezlerse üzülme. Yerinden kıpırdama. Seni bir bayağı kimse işine çağırırsa kendini tevekkül denizine at. Sebeple, onları Yaratan'ı bir gör. Hocana karşı iyi edepli ol; sessiz hâlin, sözünden çok olsun. Bu hâl, öğreneceğin şeyler için daha yararlı olur; sana bilmediğini öğreten zâtın kalbine daha yakın kılar.


İyi edep seni arzularına daha yakın kılar, kötü edep ise uzak kılar.


Sen bu hâlinle edebi nasıl bulabilirsin ki, hiç edep sahipleriyle bir olduğun yok. Hocanı memnun etmiyorsun. Neyi öğrenebilirsin ki. Onun için kalbinde iyi duygu beslemiyorsun. 

Dünya, önden sona hikmetle doludur ve çalışma yeridir; âhiret ise, kudret âlemidir. Dünya hikmete mebni olup âhiret ise kudrete... Hikmet âleminde çalışmayı bırakma. Kudret âleminde işleri Hak görür, O'nun kudretini küçümsemek aklına gelmesin.


Bu hikmet âleminde O'nun hikmetine göre çalış; işlerin görülmesini O'nun kudretinden bekleme. Kadere güvenip nefsin hatası için özür arama. Kaderi bir hüccet sayıp iş yapmayı bırakma. Kaderin hükmünü öne sürmek tembellere hastır. Kadere geçmek, ancak emir ve yasaklar dışında olur. Herhangi bir emre bağlı olmayan işle kadere uyman olur.


İman sahibi, dünyaya kapılmaz, onda olan geçici şeylere bakmaz. Ancak ondaki kısmetini alır, kalbini Hakk'a verir. Burada işi bitinceye kadar durmak zorundadır. İş tamam olursa göçer, gider. Dünyanın ateşli işleri ondan beridir.


Yakıcılığa giden dünyaya kalbin girmesi için izin verilir.


İman sahibinin iç âlemi, elçiler evine benzer. Sır kemâle erince, kalbi himayesine alır. Kalp de, bu yolda ergin olursa maddî telâşı bırakmış olan nefsi emrine alır. Ayrıca bütün duygulara da fermanını geçirir.


Bu işler böyle devam ederken iman sahibinin beslemek zorunda olduğu kimseler, muhtaç durumda olmazlarsa onlardan ayrılır. Böylece halkın şerrinden kurtulur. Hatta onları Hakk'a itaat bile ettirir.


Bu iman sahibinin, maddî bakımdan kullarla arası açık olur. Bu sebeple tek başına Hakk'a kulluk yolunu tutmaya bakar. Bir kendi, bir de Rabb’i kalır. Bu da geçer, O'nunla olur. Sanır ki, halk hiç yaratılmamış. Tabiî bu duygu o iman sahibine göre olur. 

Zamanda öyle duygulara kapılır ki, iç âleminden Hak yalnız kendisini yarattı sanır ve yalnız kendisi var gibi hisseder. Kendisini ezelî varlığın akıntısına atar. Yapan Hak, kendisi ise bir âlet... Ortada bir matlup kalır, kendisi ise talip olur. Görünürde bir asıl vardır, kendisi de onun uzanmış bir kolu... Bu hâlde, O'nun gayrini anlamaz ve O'ndan başkasını görmez.


Hak Teâlâ iman sahibini halktan beri alır. Sonra dilerse gönderir. Onların arasında değilmiş gibi meydana atar. Aralarına girince iyiliklerini düşünür ve onlara yarayan ne ise onu yapar. Onları hidayete götürür. Zahmet verirlerse sabra devam eder. Çünkü Yaratan'ın rızasının bu yolda olduğunu bilir.


Velayet makamına tam sahip olan zâtlar, kalplerin ve sır âleminin bekçileridir. Onlar Hak'la kaim olur, başkasını bilmezler. İşlerini başkaları için değil, Hak için yaparlar.


Ey içi bozuk, bunlardan haberin var mı? İmandan ne haber? O da yok... Hak'la ülfet kabilinden bir şey bildiğin var mı? O da yok. Yakında öleceksin; ölümden sonra yaptıklarına pişman olacaksın. İyi kelâm etmek seni aldattı. Dilin güzel söze alıştığı için söyledin ve aldandın; halbuki kalbin hiçbir şeyden anlamaz ve kekeme. Bu hâl seni kurtaramaz. Fesahat ve güzel konuşmayı kalp yapmalı. Dilin iyi lâflar etmesi faydasızdır. Bu hâlde nefsin üstüne eğil ve ona bin defa ağla; halka da bir defa...


Ey ölü kalpli, Allah yolcularını bulamayan ve kendi başına işler açan, tedbirler kuran, fâni varlığını ve yaratılmışları Hak varlığına perde eden adam, ağla; bin defa ağla. Halka bir acırsan, kendine bin defa acı ve ağla...


İlâhî, ben dilsizim, konuşturanım Sensin... Halka sözümden fayda ver; onların iyiliğini elimde bitir. Aksi hâlde beni yine lâl eyle... 

Ey cemaat! Sizi, kırmızı gül kadar renkli ve tatlı ölüme davet etmekteyim. Bu ölüm; nefs, renk, tabiat, şeytan ve dünya ile savaş; Hakk'ın zâtından gayri sayılan şeyleri terk ve halkın arasından manen sıyrılmaktır. Bu hâllerde savaşa devam ediniz. Mağlup olma ümidi sizi sarsmasın. Aziz ve Celil olan Hak, her an yeni bir tecelli ile kâinata nazar eder. O'nun kudreti sonsuzdur; o sonsuz kudretten yardım dileyiniz. İşin hikmet tarafını değil, kudret tarafını isteyiniz, isteklerinizi sizin bilginize değil, onun bilgisine göre ayarlayınız. Arzularınızı O'ndan isterken sır âleminiz ve kalbinizle isteyiniz; dil gürültüsüne dalıp bir talepte bulunmayınız. Sizin bilginiz dışında kalan ve gücünüz yetmeyen şeyleri isteyiniz. O'nun karşısına iflas ayağı ile çıkınız. Yaptığınız iyi işleri O'na saymayınız. Gücünüzü, kuvvetinizi O'na anlatmak arzusuna kapılmayınız. Hakk'a akıl öğretmek hevesine düşmeyiniz. O'nun tedbirini bir yana atarak kendi tedbirlerinizi cahillere beğendirmek sevdasına kapılmayınız.


Bilgi ile iş yapmayan cahildir. Hafızası kuvvetli de olsa, içinden gelen bazı şeylerle amel de etse, yine cahil sayılır.


İş yönünü tutmadan kuru bilgiye kapılmak, seni ancak halka iletir. Halbuki bildiğinin gereğini yapmak, seni Hakk'a götürür. Bilginin icabına göre hareket, kalbe dünya sevgisini koymaz, iç âlemini sana gösterir. Bilgi ile amel, dış âlemin süsünden geçirir, kalbe süsler verir; kalp güzelliği yolunu gösterir. Kalbiniz temiz, içi nurlu olunca, Hak'tan sana saltanat gelir. Çünkü sen Hakk'a lâyık bir kul oldun. Ve yararlı bir hâl aldın. Bir âyet-i kerimede bu mâna şöyle anlatılır: “Sâlih kulları, Hak idaresi altına alır.” (elA’râf, 7/196) 

Hak Teâlâ iyilerin dışını ve içini saltanatı altına alır, dışlarını da hikmet eliyle terbiye eder. Hâl böyle olunca onlar, yalnız Hak'tan korkarlar. Başkasından herhangi bir işi ümit etmezler. Alacaklarını Hak'tan alırlar. Bir şey verecekleri zaman O'nun rızası için verirler. Hak'tan gayri her şeyden kaçarlar. Hak'la ülfet ederler. Bütün sükûn hâllerini O’nda bulurlar.


Bu zaman sona ermekte... Çeşitli değişik hâller ortalığı sardı. Adeta bir fetret devri... Nifak zamanı oldu. İç bozukluğu her yanı sardı. İşler de bozuk, içler de...


Ey içi bozuk, sen dünyanın kölesi oldun. Halka da gösteriş yaparsın; işlerini onlara göre tutarsın. Hak Teâlâ'nın sana nazarını unutuyorsun ve âhiret için işler yaptığını göstermek yolundasın. Bu hâlinde ne yaparsan hepsi dünya için olmakta ve bütün gayen o... Bu mevzuda, Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in şu hadîs-i şerifi ne kadar kesindir: “Bir kimse, kalbinden istemediği ve gönülden dilemediği halde âhirete dair işleri dıştan yaparsa, ismi ve künyesi okunarak gök ehli tarafından lanetlenir.”


Ey içi bozuk münafıklar, sizi anlarım; bu anlayışı ilim ve hikmet yönünden elde ederim. Lâkin ayıbınızı yüzünüze vurmam, Allah'ın emri ile örterim.


Yazık sana, görünür duyguların hatayı bırakmadı, dıştaki kirleri atamadın, ama iç temizliğinden anlatırsın. Kalp temiz olmayınca sır âlemi nice temiz olur? Kullarla dahi iyi geçinme yolunu bulamıyorsun. Hak'la nasıl geçinirsin? Kulların yanında iyi edep takınmayan, Hakk'ın katında nasıl edep yolunu bulur?


Öğreten senden hoşnut değil, O'na edepli davranmıyorsun: O'nun emirlerini tutmaz oldun. Yastığa yaslanır, göğsünü çıkarırsın. Sözü bırak. Tevhid imanın ayak üstüne duruncaya kadar sözü terk et. Ta ki sen, vücut yumurtasını kırasın; çıkasın, lütuf ve kerem hücresine giresin. Ülfet kanatları altına sığınasın, ihlâs sevgisini bulasın, doya doya müşahede suyundan içesin ve bu hâlde bir beka bulasın. İşte o zaman çevresine ses işittiren biri olursun. Etrafına sevgi aşılarsın ve çevrenin muhafızı olursun. Tâbir caizse, etrafını iyi kollayan ve himayesine alan, her varlığı esirgeyen bir varlık olursun.


İşte bu anlatılan hâller sende başlarsa söyle, konuş. Çünkü sen yüce kimse oldun. Halkı uyandırırsın. Onlara ezan okursun. Gaflete düştüklerinde ayık kılarsın. Gecen ve gündüzün, insanları ayıktırmakla geçip gider. Halkı Hakk'a tâata davet eylersin 

Ey cahil, elinden defteri at, bana gel. Tek başına dize gel. Bilgi, Hak erenlerinin ağzından alınır, defter köşelerinden değil... Hemen her çeşit bilginin esası, bilgi sahibinin hâlinden alınır, sözünden değil. Tam bilgi, halktan geçen, Hak varlığı ile var olandan alınır.


Asıl önemli iş, kendini yok etmekte, halkı yok görmekte ve Hak varlığı ile vücut bulmaktadır.


O'ndan gayri her şeye karşı yok ol. Sonra O'nda var ol ve O'nunla diril. Hakk'a hizmetçilik eden erlere arkadaş ol. Onlar Hakk'ın kapısından gayri durmazlar. Bütün işleri O’nun emrine uymak ve yasaklarını yapmamak. Ve O'nun kaderine sığınmak.


Hak yola hizmet edici olanlar, Hakk'ın dilemesi ile halk arasına girer ve fiil tecellisi ile kullarla olurlar. Onlar için kullara dalıp Hak'la niza çıkarmak usulü yoktur. Az oldu  veya çok oldu gibi şeyler için itiraz etmek onlara yakışır şey değildir. Yüksek olmak veya altta kalmak onlar için önem taşımaz. Bu yüzden, verene çıkış yapmazlar.


Hak yola hizmeti bir yana itip nefsinle olma. Nefsin arzularını tatmin için Hakk'a kulluktan yan çizme.


Velî kullar, halka hizmet buyurunca şahsî arzularını katmazlar. Onlar için halka bir iş yapmak veya yaptırmak, bir rahmet ve şefkat eseridir. Yapılacak bir iş, onlara işaret yolu ile bildirilir de öyle yaparlar. Hiçbir velî, nefsi için kullardan bir iş talebinde bulunmaz. Onun nefsi itminan derecesini bulmuş, yaramaz inadı ve kötü isteği kalmamıştır; dünyaya meyilli hâli yoktur. Sen nefsini onlarınki gibi sanır, hizmet edersin. Halbuki senin nefsin cahildir, bir şey anlamaz. Hâl böyle iken sen ona uymaktasın ve tasarrufunu onun dileğine, kötü arzularına harcamaktasın.


Senin için en uygun iş odur ki; nefsin her uygunsuz arzusunu cevapsız bırakmak gerektiğini bilesin ve onun ses duvarına perde çekesin. Onu elde etmek dilersen böyle yap.


Nefsin sözünü dinlerken ona aklı olmayan bir deli nazarı ile bak. Şehvet, lezzet, atak kelâmlarını işitme. Senin ve nefsin helaki ondan gelen sözü dinlemekte, dediğini yapmakta olduğunu keza bilesin.


Nefis, Allah Teâlâ'ya itaat ederse rızkı bol gelir; elini her attığı yerde rızkını bulur. İsyan eder, zulüm yolunu tutarsa sebepler ondan yüz çevirir; zahmet verici işler başına çullanır. Bu hâlinde o, dünya ve âhiretin yaramaz metaı hâline gelir.


Bir nefis ki, itaatli ve yeterlik duygusuna sahip olur, onun sahibi her yerde sevilir ve elini attığı yerde, yüzünü çevirdiği yönde kısmetini bulur. Böyle bir nefse sahip olan hâlinden memnun olduğu gibi her şey de ondan razı olur. O zât farzı eda eder. Farz ibâdetleri yaparken gönlü hoştur. Yaptığı ibâdeti özüne bir külfet olarak kabul etmez. Kalbi, masivâdan âri olur. Dünyalık toplamaya koyulmaz.


Dünyanın ne artığını ne de eksiğini kalpten talep eder; bu bapta cümle duygusu sakindir.


Ey nimete belenen, eline girenleri şükürle karşıla. Aksi hâlde hepsini yitirirsin. Nimet kanatlarını şükürle bağla; yoksa uçar, elinden gider.


Asıl ölü, dışta diri de olsa, Yaratan namına arzuları yönünden ölebilendir. - “Ölmeden evvel ölünüz” hadîs-i şerifine işaret- İnsana, dış varlığı ne önem verir? Bir insan ki, hayatını boş şeylere, maddî lezzet, şehvet uğruna harcar, onun hayat tadı nasıl olur? Hayatının ne mânası kalır? Asıl diri olması gereken iç âlemi ölüdür. Sureti yerinde durur, ama neye yarar?


“Allah’ım, bizi seninle diri kıl; Zâtından gayri şeylere karşı öldür.” 

Ey yaşta büyüyen, ama huyca çocuk kalan adam, bu çocuksu tabiatın ardından daha nice sene yol alacaksın? Dünyanın yaramaz huylarını daha ne kadar izleyeceksin? Bütün kastını o kötülüklere harcadın. Neden anlamaz oldun? Himmetini önemli olana harcaman gerek. Yakayı kime kaptırır, peşinden gidersen onun kölesi olursun. Dünyaya kapılırsan onun kölesi olursun. Hakk'a kapılırsan O'nun bendesi ve kulu olursun. Nefsin arzularına kapılırsan halka düşersin, onların kölesi, hizmetçisi olursun. Kendini izle; kime bağlı isen onun oldun sayılır. 

Sizin çoğunuz dünyayı diler, pek azı da âhireti. Dünya ve âhiretin Rabb’ini isteyen ise nadir sayılır. İşte sana bu zümreyi bulmak düşer. Onları bul ve edepli ol. Onlarla çekişme ve niza çıkarma. Onların hâlini eksik bilme, sonra mânevi hâlinde noksanlık ortaya çıkar. Onlara karşı kötü edep tavrı takınayım deme, helak olursun.


Akıllı olunuz; siz yaptığınız işlerde Hakk'a düşmanlık taslamaktasınız. Halbuki O'nun yanında değeriniz, bir sinek kanadı kadar kıymete dahi değmez. Meğer ki, bütün hâlinizde, bilhassa yalnız kaldığınızda, işleriniz ihlâslı olsun. İşte o zaman değeriniz artar.


Bitmeyen bir hazine var. O da doğruluk, ihlâs, Allah Teâlâ'dan korkmak. Ve O'ndan ümitli olmak... Ve O'na dönmek... Bütün hâllerde bunlar olmalı.


Sana iman gerek... Seni, Hak erlerine iman götürür. Onlara vardığın zaman kanatlarını ser. Onu hâline bırak, olduğu gibi kabul et. Onun önünde sus. Kötü edeple O'na eziyet etme. Bilmediğin şey önünde ses etmemen ilimdir. Ve ilminin yetmediği şeyde, o bilgin kişiye teslim olman, İslâmiyet sayılır. Bilgiyi ve İslâmiyet’i o sana belletir. Yeter ki noksanını bilme irfanına sahip olasın.


Ey imanı zayıf adam, dünya yok, âhiret yok. Sana göre varsa iyi edepli değilsin. Bilhassa, büyük zâtlara vardığın zaman bunları gönlünden at. Dünyayı sevmek, âhirete gönül kaptırmak, Hakk'a karşı iyi edepli olmamak sayılır, velî kulları ve Peygamber makamına kaim olan bedelleri töhmet sayılır. Onları Peygamber makamına Hak çıkardı. Peygamberlerin vazifesini onlara verdi. Onları bildikleri ve işleri ile bırak. Hak Teâlâ onları nefis şerrinden ve kötü arzudan temizledi; zâtıyla kaim eyledi ve daima huzurunda tutar. Zâtından gayri her şeyden kalplerini beri etti. Dünya, âhiret ve halkı onların idaresine verdi. O büyüklerin görüşü, Hakk'ın kudretidir. Bildikleri O'nun hükmüdür, ilmidir. Onlar için Hak'la kuvvet şu kelimenin mânasından gelir: “Şiddet ve kuvvet, bizzat ulu ve bizzat yüce olan Allah'ındır.” İşte o büyükler bu sözü tasdik ettiler. Bütün güçlerini, kuvvetlerini bu uğurda harcadılar. Halkın kuvvetini de o kuvvete verdiler. Sıkı bir şekilde Hakk'ın kuvvetine ve kudretine sarıldılar. Muaz (Ashâp'tan olan Muaz değil) şöyle dedi: “Allah'ım, beni istediğim gibi yapmazsan, dilediğin hâle çevir.”


Allah ona rahmet eylesin. 

Ey evlat! Bir sürü çekişme sonunda, dünyadan hırsla lokma almaktansa, ilâhî hükme boyun eğip kısmete düşeni almak hepsinden evladır. Kazaya rıza lokması, doğruların kalbine en tatlı gelen şeydir. Bu hâl, dünya malı almak için kalbi hırsla doldurmaktan üstündür. Çünkü dünya geçimine en çok tat katan bu hâldir. Bütün değişen cinsler için kazaya boyun eğmekten gayri ne çare var ki?


İnsanlara, ilim, ihlâs ve amel ile konuş. Onlara amelsiz ilimle konuşma. Çünkü bu konuşma ne sana ne de başkasına fayda sağlar.


Peygamber (s.a.v) Efendimiz bir hadîs-i şerifinde şöyle buyurur: “İlim amele uzaktan nida eder, duyar da cevap verirse, pekâlâ, aksi halde göç edip gider.”


İlim, bereketini alır; sana da yükü, vebali kalır. O kez sen, ilmi yüzünden fitne fesada uğrayan olursun. Ağaç sende kalır, onun meyveleri uçar gider.


Allah Teâlâ'dan, kendi katından hâl ve makam vermesini iste. Bunu nasip eylemesini dile ve sen, o bulduğun hâlin açığa çıkmasını sevmeyesin. Hak'la aranda olan işlerin dışa çıkmasını seversen helakine sebep olmuş olursun. 

Sakın yaptığın işlerde ve bulduğun manevî hâlde kendini görmeyesin, büyüklük satmayasın. Bu hâl, sahibini azdırır ve Hak Teâlâ'nın rahmet nazarından uzak kılar. Sakın sözünü dinletme ve kabul ettirme hevesine de kapılmayasın. Bu da sana zarar getirir, fayda getirmez.


Hak tarafından bir nur almadan ve o nur kalbinden diline çıkmadan ve işlerini de ona göre yürütmeden hiçbir kelâm sarfında bulunma. Sen, evinde sofraları hazır etmedin; halkı neyinle yemeğe çağırırsın? Bu işler önce temel ister, sonra üzerine bina.


Kalbin derinliğini kaz ki, oradan hikmet gözleri kaynasın. Sonra ihlâs, mücahede ve iyi işlerle yükselt. İşte bundan sonra halkı o köşke davet et.


Allah'ım, Zâtından gelen ihlâs ruhu ile amel kalıplarımıza can kat.


Halkın sevgisini kalbinde taşıdıktan sonra, onlardan ayrı yaşaman ne fayda sağlar? Kalbin onların arzusu ile dolu oldukça ne sende ne de yalnız kalmanda bir iyilik olur.


Halvet (huzur için yalnız durmak) hâlinde halkı kalbinde saklarsan tek başına ve huzursuz sayılırsın; Allah ile ünsiyet sana uzak sayılır. Bu hâlde senin ünsiyet ettiğin, nefis, şeytan ve kötü arzuların olur.


Allah ile ünsiyet etmeye bak; O'nunla olmayı arzula. Kalbine O'nun sevgisini yerleştir. Kalbin Hak'la olup halktan temiz olunca, dış cephen ehlin ve akraban arasında olmuş, ne zararı var?


Kalbinde hakikî ünsiyet yerleşirse vücut yapını yıkar, basiret gözlerini açar, Hakk'ın fazlını ve fiil tecellisini görmeye başlarsın. O'nunla razı olur, başka bilmezsin.


Bir kimseye manevî hâllerden biri geldiğinde, dinî emirleri yerine getirerek o hâlin kalmasını, gitmesini, aşağısını veya üstünü istemezse, ona rıza makamı verilmiş sayılır. Muvafakat ona nasip olmuş olur ve kulluk, onun bulunduğu hâl demektir.


Sana yazık oluyor; yalan söyleme. İlâhî hükme razı olduğunu söylersin, ama bir lokma, bir kuru ot ve kendine has saydığın bir şeref mevzuu şeklini değiştiriyor.


Yalan söyleme, yalan sözlerini işitecek hâlim yok. Onunla iş tutmaya da niyetli değilim. Hele hiçbir yalana doğruluk damgasını katiyen basamam.


Halk arasında, kalbine hayır ve şer cinsi şeylerin ilhamı gelen bir tek veya bir ferttir. Kalplerine hayır ve şer cinsini bilmek için ilham yollu kelimeler düşen azdır. Bu ilhama lâyık olan büyükler eksik olmaz. Niçin lâyık olmasınlar ki, onlar sözde, işte ve bütün ahvalde Peygamber’e uymuşlardır. Peygamber’e melek vahiy getirirdi; bu aşikâr gibiydi, herkes bilirdi. Ama bunlara gelen ilhamdır; gizli gelir. Kalpleri o ilhama lâyıktır. Çünkü peygamberlerin vekilleri, vârisleri olmuşlardır. Ve herhâlde ona uyarlar. Peygamber’e uymanın sahih olması için ölümü hatırla. Ölümü hatırlamak nefsi yenmekte sana yardım eder. Şeytanı yıkar, kalbinden dünyalık hevesini çıkarır, ölümden öğüt almayan için azat yolu yoktur. Peygamber (s.a.v) Efendimiz bu mânayı şöyle anlattı: “Öğüt için, ölüm yeter.”


Kısmet için üzüntünün ne yeri var? Ondan uzakta da olsan gelir, yakında da... Kalbini kısmet sevgisinden yana alırsan aziz olursun; kısmetin de gelir, Kalbini dünyalığa bağlarsan aziz olamazsın. Dünyalığı da sıkıntı ile alırsın.


Münafık, halk yanında Allah'tan korkar gibi görünür ve hareketlerini öyle ayarlar. Ama, halktan ayrılınca Hakk'a karşı elinden geldiği kadar kötülük yapmaya bayılır.


Sana yazık; imanın sağ olsaydı, Hakk'ın sana nazır olduğuna inansaydın, sana yakın olduğunu ve daima seni görmekte olduğunu bilseydin, O'ndan utanırdın. 

Şunu katî bilesiniz ki, ben daima hakkı söylerim. Sizden ne korkarım ne de bir şey beklerim. Bana göre siz, bir sinek kadar küçük, zerreler kadar da ufaksınız. Ben hakikaten hayrı ve şerri Allah'tan görürüm; sizi bu hususta yetkili göremem. Köle ve efendileri yanımda eşittir.


Kötülemeniz gerekeni, dinin emri ile kötüleyiniz. İster sizin ister başkasının olsun, dinî bir hüküm olmadan nefse, şeytana, kötü isliklere ve tabiatın kuvvetine dayanarak herhangi bir şeye karşı durmayınız. İslâmî emirler bir şey için konuşuyorlarsa ona uyunuz, susuyorsa siz de onunla susunuz. 

Ey evlat! Başkasında bulunan bir hatayı defetmek istersen nefsinle yapma, imanınla yap. Kötülükleri iman yıkar. Yakîn ise bütün pislikleri giderir. Rabb’in ise işlerinde sana yardımcı olur. İyiliğe yönelirsen, sana yardım eder ve meleklere över. Anlatılan mânalar aşağıdaki âyet-i kerimelerle şöyle ifade edilir: “Eğer Allah yardımcı olursa, size galip gelen olmaz.” (Âl- i İmrân, 3/160)


“Hak işlerde yardımcı olursanız Allah yardımcınız olur, bu uğurda dizlerinize kuvvet verir.” (Muhammed, 47/7)


Bir kötülük gördüğünde, kalbine düşen ilâhî bir gayretle onu yok etmek istersen, Allah sana yardım eder. O kötülüğü yok etmen için sana arkadaş olur. Kötülükleri senin için ezer, yok eder. Ve herhangi bir işi, nefsine kapılarak, desinler ve keyif için gidermek sevdasına kapılırsan rezil olursun, Hak yardımcın olmaz. Bu yüzden onu yok etmeye güçlü olamazsın.


İman, kötülükleri yok eder. Hangi kötülük imanla yok edilmezse o mevcut kalır. Yâni, kötülüğün giderilmesinde iman ölçüleri kullanılmazsa, kötülük yıkılmazsa, kuvvet bulur ve devam eder. Belki de öncesinden daha fazla şahlanır.


Kötülüğün yok edilmesinde, senlik dâvası olmayacak; Allah için isteyeceksin. Gerçi bir kötülüğün giderilmesi kulların yararınadır, ama sen onu Allah için dileyeceksin. O'nun yolu için olacak, nefsin için değil. Her işin O'nun için olsun, senin için değil. Hevesi bırak, işlerinde ihlâs sahibi ol.


Ölüm seni bekliyor. Onun sıkıntılı izini takip etmek elbette gerekli, senin için elzem. O hâlde seni rüsva eden bu hırsı bırak. Sana gerekli olan, seni bulur. Sana ait olmayan, sana varmaz. Allah Teâlâ ile ol. Senin için olanı arama. Başkasına olacak şey, sinene sıkıntı yağdırmasın. Hak Teâlâ Peygamberi’ne (s.a.v) şöyle emretti: “Onlardan bir sınıfa, fitneye düşürmek için verdiğimiz dünya ziynetlerine gözlerini dikme.” (Tâhâ, 20/131)


İşlerin en zoru, irfan sahibi olduktan sonra, avam tabakası ile oturmak ve onlarla konuşmaktır. Bir ülkede belki bin kadar irfan sahibi olur, ama içlerinden ancak biri konuşabilir. O da peygamberlerin gücüne sahiptir. Ona elbette peygamber gücü lâzım olur, çünkü halkın her cinsi ile oturur ve aklı erenine, ermeyenine anlatır. Her çeşit mü'min ve münafıkla oturur, konuşur. Bu hâl büyük güçlük getirir. Ama o, sabra devam eder. Mahfuz olduğu için onların kötülüğü o irfan sahibine zarar vermez. Allah Teâlâ kötülüğe girmemesi için o irfan sahibine yardım eder. Çünkü o, kullara iyi şeyleri tebliğ ederken Hakk'ın emrine uyar. Nefsi, isteği, şahsî düşüncesi ve iradesi ile konuşmaz. O, konuşmak için manen zorlanır, bu yüzden kötülükten esirgenir.


Allah Teâlâ'ya arif olmak dilersen, halkın kıymetini gönülden sil. Evet, onlardan gelecek iyiliği de kötülüğü de… O'na karşı ancak böyle yakınlık elde edebilirsin. 

Yazık, dediklerimi anlayamıyorsun. Dünyalık elde olur, cepte olur. İyi ve yararlı binalar yapmak için caiz... Ama onları kalbe sokmak olmaz. Dünyalığın kalp kapısında beklemesi olur, ama içeri girmesi asla... Dünyalıktan geçici şeyleri kalbin köşesine yerleştirirsen, sende de hayır kalmaz.


Anlattığımız vasfı benliğinde taşıyan bir kul, varlığını siler, halkı yok bilirse, yokluğa ve mahva ulaşır. Bu ulaşmada, iç âlemine gelen âfet ve kederler onun ruh âlemine zarar vermez. Bir âfet geldiği zaman onda ilâhî bir emir olursa yapışır, yasak görürse çekinir. Herhangi bir şeyin gelmesini temenni etmez ve bir şeye karşı da hırs beslemez. Kalbine Tekvin sıfatının tecellisi gelir. Her şeyin aslındaki oluşu ve şekil değişmesi, ona teslim edilir.


Ey ilim ve amel yönünden hıyanete dalanlar, sizinle o büyükler arasında dağlar var. Ey Allah'ın ve peygamberlerin düşmanları ve Allah'ın kullarını kesenler, siz açık bir zulüm içindesiniz. Nifakınız açık. Ey bilginlik taslayanlar, bu nifak hâli ne zamana dek sürer? Ve ey zâhid geçinen zavallılar, dünyalık kapmak için valilere ve sultanlara daha ne kadar nifak alâmeti ile boyun bükeceksiniz? Dünyanın geçici lezzeti ve aşağılık şehveti için onlara daha ne kadar ağız eğeceksiniz? Şu zamanda yaşayan şahlar ve sizin çoğunuz zulüm çarkını çalıştırmaktasınız, zalimsiniz. Allah'ın kullara verdiği malı gasp etmektesiniz.


Allah'ım, münafıkların saltanatını yık. Ve onları yaptıkları kötülük için utandır ve onlara tevbe yolunu göster. Zalimlerin belini kır, onları, yeryüzünden temizle, ya da ıslâhlarını kolaylaştır. Âmin! 

Ey efendiler ve hizmetçiler, ey zalimler ve âdiller, ey ihlâs sahipleri ve münafıklar, dünya bir zamana kadar uzar, âhiret ise sonsuzdur.


Hak'tan gayri her şeyden ayrı ol. Mücahede ve zühdünle, kalbini Rabb'inden gayri cümle eşyadan temiz eyle. Sakın, seni Hakk'ın gayri hapse koymasın; O'ndan gayri bir avcının tuzağına kapılmayasın ve seni O'ndan alıkoyan olmasın. Kısmetlerin gelince emir ve uyarlık yolu ile al, ye. Alacağın herhangi bir şeye hırsla sarılma; yeterlik duygusunu kalbinden atma. Dünyalık şeyleri seçme ve kalbini dünyalığa sevgi ile verme.


Zühd hâli bir kimsede devam ederse, kalbe manevî bir hüzün dolar, bünyede uçukluk hasıl olur. Bu uçukluk ve hüznün sonunda, Hak tarafından kurtuluş ve ferahlık gelir ve ona karşı irfan duygusu hâsıl olur; hüzün ve keder kaybolur, gider.


İman sahibi, kalbini yaratılmışlardan, ehilden, evlattan ve maldan almıştır. Onun kalbi, şahın elçisini bekler, dışı ise dünyalık şeylerle meşgul olur. O şehrin kapısını geçmeyi özler. O ehli arasında oturduğu hâlde hepsini kalbinden atıp Hakk'a emanet etmiştir. İman sahibi, sonuna kadar varlığını emanete vermiştir ve elinde ne varsa onlar da kendisine emanet bırakılmıştır. İman sahibi halk arasındadır ama onları sahibine bırakmıştır. Kullara bir zerre bağlılığı varsa da asıl bağlılığı Yaratan'adır.


Tevhid hâli kalbe yerleşirse dıştan yapılan işler sahih olur. Tevhid hâli, içi ve dışı eşit eyler. Zenginliği ve fakirliği aynı kalır. Halkın gelişini ve gidişini bir gösterir. Övmelerini ve kötülemelerini aynı yapar. Neden halkın övmesini ve kötülemesini kalbinden atmayasın ki, yaptığın büyük kârla kalbin onları sevmez. Sen onları atmak istemesen bile kalp kötü şeyleri sezer, dışa atar. Kalbin Aziz ve Celil olan Allah'la olur. 

O'nun zikri ve O'nun şevki kalbine yerleşir. İşte bundan sonra orası Hakk'ın saltanat yeri olur.


Dediklerimizi yap; seven olursun, hakikî sevilen olursun, öğreten, bilgin, iyi bir hâkim, yakınlık içinde bir yakın bulan ve edepli bir edip olursun. Halktan gına duyarsın; onlara karşı kalbinde yeterlik duygusu bulunur.


Ey cahil! Bilgin, cehlinden geliyor. Öğrenmeyi bir yana attın, öğretmeye kalktın! Yorulma, senden bir şey çıkmaz. Hiç kimse elinle felaha varamaz. İyi olmayan bir kimse, nefsinin dahi terbiyecisi, öğreticisi olamaz, nerede kaldı ki, başkalarına muallim olsun.

Ey cemaat! Allah'ın kudretini âciz görmeyiniz; sonra küfür ehline katılırsınız. Hükümlere göre çalışınız. Bu çalışma sizi ilme ulaştırır. İlmin hakikati sizde tahakkuk ederse kudreti görürsünüz. İşte o kez tekvin sıfatı, kalp ve sır elinizle tecellisini gösterir. Şayet kalp cihetinde Hak'la aranda perde kalmamış olursa. O seni tekvin sıfatı için güçlü kılar; sır hazinelerine muttali olursun. Fazilet taamını yersin. Ülfet şarabını içersin. O'nun yakınlık sofrasına oturursun. Bu hâller, Kitap -Kur'ân- ve Sünnet’le yapılan amellerin meyvesidir.


Kitap ve Sünnet’le amel et. Onların dışına çıkma. İlmin sahibi, elinden tutup zâtına götürünceye kadar devam et.


Hikmetler hocası hazakatle, kendi kitabına göre iyiliğine şahadet ederse, ilmin esas kitabına iletir. Onda da hakikati bulduğun takdirde, kalbini ve mânanı kıyama kaldırır.

İşbu hâllerde Nebi, kalbin, iç âlemin sohbet arkadaşıdır; elinden tutar, doğruca şaha götürür ve der: “İşte siz; iş 





$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button

$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

Recommended Products For This Post
 
 
bottom of page