top of page

Burçların Ötesinde Bir Aşk. / Hz. Mevlana

Güncelleme tarihi: 24 Haz

Burçların Ötesinde Bir Aşk.

Mevlânâ’ya Göre Ruhun Yolculuğu.

Burçların diliyle konuşan bir çağda yaşıyoruz.

Hangi burçtanız?

Hangi burcun duygusunu taşıyoruz?

Hangi gezegen hangi evdeyse, kaderimiz hangi yöne doğru eğiliyor?

İnsanlar gökyüzüne bakıyor ama kendi iç semasını unutuyor.

Oysa Mevlânâ der ki: “Senin asıl yıldızın, kalbindeki aşktır.”

Burçlar, kadim zamanlardan beri insana göğün dilini öğretmeye çalıştı.

Doğduğumuz an gökyüzü nasılsa, ruhumuzun da o anki hali öyleydi.

Ancak bu sadece bir başlangıçtır.

Gökyüzü bize potansiyelimizi söyler, ama kaderimizi yazmaz.

Kader, sadece yazgı değil; bir yöneliştir.

Mevlânâ’nın gözünde burçlar, birer kapıdır.

Ama bu kapıdan geçmek için yalnızca bilgi değil, yanma arzusu gerekir.

Mevlânâ’nın dünyasında yıldızlar birer semboldür.

Ancak ruh, bu sembollerin ötesine geçmediği sürece hakikate ulaşamaz.

Yani burçlar bir dildir, ama hakikat o dilin ardındaki sessizlikte saklıdır.

Ve o sessizlik, sadece aşk ile duyulur.

Bu noktada Mevlânâ’nın en büyük sırrı ortaya çıkar: aşk.

Aşk, onun gözünde nefsin yandığı, kalbin genişlediği, ruhun evine döndüğü bir haldir.

Aşk yalnızca bir duygu değil; bir dönüşümdür.

Aşk, insanın kendi gölgesini bırakıp Allah’ın nurunda erimesidir.

Bu yüzden burçların gösterdiği potansiyel, ancak aşkla şekillendirilirse hakikate döner.

Her burç bir mizaç taşır.

Kimi ateştir, kimi toprak.

Kimi su gibi akar, kimi hava gibi esintidir.

Ama bütün bu mizacın amacı insanı kendine hapsetmek değil, kendinden kurtarmaktır.

Mevlânâ der ki: “Sen topraktan ibaret değilsin, göklerle konuşan bir sır taşıyorsun.

”Burçlar seni tanımlar gibi görünse de, hakikat seni tanımaz.

Çünkü sen değişmeye açıksın.

Ve Mevlânâ’nın yolculuğu tam da burada başlar: değişim.

Değişim olmadan aşk olmaz.

Aşk bir devrimdir.

Kalbin tahtına aşk oturduğunda, eski hükümdar olan nefs yerinden edilir.

Bu yüzden ruhun yolculuğu burçlarla başlamaz, ama onlardan geçer.

Çünkü Mevlânâ’ya göre nefsin her katmanı bir göksel yapıya tekabül eder.

O gökyüzü, insanın içindedir.

Ruhun bu yolculuğunda burçlar birer duraktır.

Koç gibi başlayan bir azim, Boğa gibi tutunan bir kararlılık, İkizler gibi çoğalan fikirler…

Ama tüm bu hallerin ilacı aşk ile mümkündür.

Mevlânâ bunu şöyle anlatır: “Nice yıldızlar var, parlak sanırsın ama içleri sönüktür.

Nice kalpler var, görünmez ama içinde güneş gibi bir aşk yanar.”

İnsan bu yolda yürürken burçlarını inkâr etmez.

Ama onlara esir de olmaz.

Çünkü burçlar yaratılışta iz düşen ilahi mizacı gösterir.

Ama insan sadece bir iz değildir.

O izleri okuyup, ötesine geçebilendir.

Mevlânâ, burçların etkisini tanır ama onların sınırlayıcılığına karşı çıkar.

Çünkü onun için ruh, sınırsızdır.

Sonsuzdur.

Ve aşkın ateşiyle her şekli değiştirebilir.

Yolculuk burçla başlar, aşk ile şekillenir, Allah ile tamamlanır.

Mevlânâ’nın tasavvuf anlayışında nefs, hem düşman hem de mürşittir.

Başlangıçta kişiyi hakikatten uzaklaştıran, tutkularla saptıran bir perdedir.

Ama terbiye edildiğinde, kişiyi hakikate götüren bir binek olur.

Nefsle savaşmak, aslında kendine karşı dürüst olmaktır.

Nefsin her hâli, ruhun haritasında bir noktaya denk gelir.

Bu noktaları geçmeden aşk kemale ulaşmaz.

İlk basamak, insanın kendisini tanımaya başladığı o sarsıcı fark ediştir. Nefs-i emmâre…

Mevlânâ bu merhaleyi şöyle anlatır: “İçindeki ejderhayı görmeden Mevlâ’ya varamazsın.”Nefs-i emmâre, kötülüğü emreden nefstir.

İnsan bu halde arzularının esiridir.

Aşk bu noktaya girdiğinde acıtır.

Çünkü nefs kendi arzusuna aşk der.

Oysa bu aşk değil, bağımlılıktır.

Mevlânâ burada aşka yanmanın zorunluluğunu vurgular.

Çünkü aşk, nefsin kışını yakar, içindeki kardan dağları eritir.

Bu ilk yangın olmadan dönüşüm başlamaz.

Sonra gelir nefs-i levvâme. Kişi hatalarının farkına varır.

Kalp vicdanla titrer. Ruh pişmanlıkla yıkanır.

Mevlânâ bu hali şöyle tarif eder: “İçine baktığında bir kırık ayna gibiysen, o aynada Mevlâ görünmeye başlar.” Bu kırıklık, senin asıl bütünlüğünü çağırır.

Aşk burada acıyla yoğrulur.

Sevdikçe içindeki eksikliği fark edersin. İşte bu fark ediş, nefsin çözülmeye başladığı andır.

Nefs-i mülhime merhalesinde kişi artık ilham almaya başlar.

Sadece düşünerek değil, hissederek yaşar.

Gönlüne doğan bir kelime, bir rüya, bir bakış onu hakikate çeker.

Mevlânâ bu aşamada aşkı bir suya benzetir: “Kalbinde bir nehir aktığında bil ki, artık o su sana ait değil.” Bu ilhamlar, Allah’ın lütfudur.

Ama kişi bu lütfu sahiplenmeye kalkarsa, hemen düşer.

O yüzden aşk burada tevazu ister.

Aşkta yokluk esastır.

Mutmainne nefsi, kalbin huzur bulduğu katmandır. Artık geçmişle kavga bitmiş, gelecek korkusu susmuştur. Aşk burada sekinettir. Mevlânâ der ki: “Aşık, Mevlâ’nın yanında oturan kimsedir. Ne talep eder, ne şikâyet.” Bu aşkın en tatlı hâlidir. Çünkü içinde sükûnet vardır. Ve bu sükûnetle kişi yıldızlardan gelen etkilerin bile ötesine geçer. Burçların getirdiği duygular, karakter yapıları artık hükmetmez. Kişi yıldızlara değil, kalbine bakar.

Râzıye ve merzîye mertebelerinde, kişi artık sadece Allah’tan razı olmakla kalmaz, Allah da ondan razıdır. Bu razılık aşkın en yüksek hâlidir. Çünkü bu aşkta beklenti yoktur. Seven sadece sevmekle doyar. Mevlânâ bunu şöyle anlatır: “Aşık, sevgilinin elini tutmak için değil, elini bırakmaya da hazır olmak içindir.” Burada nefs artık yok olmuştur. Burçlar dursa da kişi sabittir. O artık göğe bağlı değil, Hakk’a bağlanmıştır.

Kâmile mertebesi, insan-ı kâmilin mertebesidir. Aşk burada külli olur. Kişi sadece bireysel hakikate değil, evrensel hakikate açılır. Mevlânâ bu hali anlatırken güneş metaforunu kullanır: “Güneş gibi ol; ısıt, aydınlat ama yakma.” Burçların getirdiği mizacın ötesine geçmiş biri, artık ilahi isimlerin aynası olur. Merhameti, adaleti, hikmeti taşır. Çünkü artık onun hareketi nefisten değil, Rabbinden gelir.

İşte Mevlânâ’ya göre ruhun yolculuğu böyle bir dönüşümdür.Burçlarla tanımlanan yapıdan, ilahi aşkla arınarak, Allah’ın razı olduğu bir kul olmaya doğru…Aşk, bu dönüşümün hem ateşi, hem suyu, hem de pusulasıdır.Aşksız bir nefs eğitilemez.Aşksız bir ruh yürüyemez.aşksız bir insan yıldızların ötesini göremez.

Mevlânâ, Mesnevî’de hakikati sadece anlatmaz, hikâyelere büründürerek yaşatır. Çünkü onun öğretisinde söz, ancak kalpte yankı bulduğunda hakikat olur. Ve bu yankı, çoğu zaman sembollerle dile gelir.Bir kuyu, bir gemi, bir ayna, bir rüzgâr, bir mum, bir sevgili...Hepsi aslında insanın iç âleminde yürüyen ruhu temsil eder.

Tıpkı yıldızların insan üzerindeki sembolik etkileri gibi, Mevlânâ da kişinin doğuştan taşıdığı mizacı fark etmesini, ama bu mizaçla sınırlı kalmamasını öğütler. Burçlar, kişinin yaratılış çizgisini gösterir; ama Mesnevî, o çizgiyi aşmayı öğretir.

Bir hikâyesinde, gemiye binmiş ama denizden korkan bir adamdan söz eder Mevlânâ. Geminin hareketiyle titreyen adam, suya düşme korkusuyla kıvranır.Bu adam, kendi burcunun içinde boğulan insan gibidir.Yani kendini sadece doğduğu burcun mizacına hapsedendir.Mevlânâ orada şunu söyler:“Denizden korkan, kendi içindeki fırtınadan habersizdir.”Asıl korkulması gereken şey dışarıdaki değil, içerideki denizdir.Kendi duygularını, arzularını, gölge yanlarını fark etmeyen biri, kaderin okyanusunda bir türlü yüzemez.İşte aşk burada devreye girer: Aşk, insanı içine attığı denizde yüzdürür.

Bir başka sembolik hikâyesinde, mumla pervaneyi anlatır.Mum ilahi aşktır, pervane ise insan.Pervane mumun etrafında döner, onu seyreder, ısınır ama yaklaşamaz.Çünkü yaklaştığında yanacağını bilir.Ama asıl sır, o yanıştadır.Pervane ne zaman ki kendi benliğinden vazgeçer ve muma yaklaşır, o an yanar…Ve işte orada hakikate ulaşır.Bu hikâye, kendi burçsal yapısına aşırı bağlı kalan ama aşkla yanmayı göze almayan her ruhu anlatır.Mevlânâ’ya göre sen burcunun etrafında dönebilirsin, ama o burcu yakmadan ilahi sırra ulaşamazsın.Burç senin çevrende dönen bir gezegendir, ama aşk senin içindeki güneştir.

Mevlânâ'nın hikâyelerinde benlik, en sık karşılaştığımız sembollerden biridir.Bir padişahın içindeki dilenci, bir kölenin içindeki sultan, bir aşk hikâyesinde gizlenmiş hakikat…Bunların hepsi, kişinin kendi mizacını nasıl dönüştürebileceğini anlatır.Mevlânâ bize şunu fısıldar:"Senin doğduğun yıldız seni tanımlar, ama seni sınırlamaz.Senin içindeki aşk, yıldızları bile eritir."İşte bu yüzden onun hikâyelerinde burçlar yoktur; ama ateş vardır, toprak vardır, su vardır, rüzgâr vardır.Çünkü Mevlânâ burçları değil, onların temsil ettiği varoluş hallerini anlatır.

Ateş: Koç’un öfkesiyle değil, Musa’nın yandığı çalıyla yanmaktır.Toprak: Boğa’nın inadıyla değil, sabırla yoğrulmuş bir tevekkülle sabit durmaktır.Su: Yengeç’in duygusal derinliğiyle değil, Yusuf’un kuyusundaki aşk derinliğiyle sarsılmaktır.Hava: İkizler’in hızlı fikriyle değil, İbrahim’in dua dolu soluğuyla hafiflemektir.

Mevlânâ’ya göre burçsal semboller, kalbin pişme sürecinde kullanılacak ham maddelerdir.Ama bu maddelerin ham kalmaması için aşk ateşi gerekir.Aksi hâlde kişi sadece eğilimlerini tanır ama onları aşamaz.Aşk, bu aşma sürecinin ilacıdır.

Mesnevî’nin birçok hikâyesi de bunu gösterir:İçinde bir aşk olmayan kişi ne rüyasını anlar, ne duasını, ne de yazgısını…Aşk olmayan yerde burç, sadece etiket olur.

Mevlânâ, görünene değil, görünenden geçene inanır. Onun öğretisinde burçlar, yıldızlar, semboller sadece birer işarettir. Ama işaretin gösterdiği yere varmazsan, işaretle oyalanmış olursun. Tıpkı bir tabelanın altına oturup yolculuğa çıkmamak gibi. Oysa asıl olan yürümektir. Hakikat, tabelada değil; yürüdüğün yoldadır.

Mevlânâ için insan, içsel bir miraç potansiyeli taşır.Peygamberin göğe yükselmesi gibi, her ruh kendi kalbine yükselmelidir.Çünkü kalp, hakikatin en saf aynasıdır.Ama bu aynanın parlaması için, üzerindeki her şeyin silinmesi gerekir.Burç, o aynaya düşen ilk şekildir.Ama hakikat, o şeklin bile ötesindedir.

Bu nedenle Mevlânâ, yıldızları değil, Allah’ın isimlerini merkeze alır.Çünkü her burç bir mizacı gösterir, ama her isim bir tecellidir.Senin doğduğun burç belki ateşi gösterir. Ama sen o ateşi Ya Vedûd’un merhametiyle yoğurabilirsen, yakan değil ısıtan biri olursun.Belki toprağı taşıyorsun. Ama Ya Hakîm’in hikmetiyle derinleşirsen, inat değil istikamet olursun.Rüzgâr gibi savruluyorsan, Ya Latîf’in inceliğiyle konuşmayı öğrenir, kelimelerinle gönüllere dokunursun.İşte burçlar bir potansiyeli, ilahi isimler ise bu potansiyelin hakikatle buluşmuş hâlini temsil eder.

Mevlânâ’nın aşkı bu yüzden şekilsizdir.Aşk onun için bir surete sığmaz, bir burca sığmaz, bir kalıba hapsedilmez.O yüzden o, aşkı hem bir yanış hem de bir doğuş olarak görür.Aşk seni yıkar, sonra seni Allah’la yeniden kurar.Ve bu yeniden kurulma, burçların çizdiği mizacın ötesinde olur.Artık sen bir Balık burcu değil, Ya Vedûd’un şefkatiyle yıkanmış bir gönül olursun.Bir Aslan değil, Ya Adl’in terazisinde dengelenmiş bir nefes olursun.Bir Terazi değil, Ya Gafûr’un affıyla yumuşamış bir kalp olursun.

Mevlânâ’ya göre burçların ötesine geçmek, ilahi isimlerle aynalanmak demektir.Çünkü insan ne zaman ki “Ben Koç’um, Boğa’yım, Yay’ım” demez de,“Ben Allah’ın ismini taşımakla sorumluyum” der,işte o zaman yıldızlar susar, kalp konuşur.

Bu yüzden onun öğretisinde en büyük dönüşüm aynadadır.Yani kişi önce kendini bir aynaya koyar.O aynada nefsini görür, arzularını, korkularını, maskelerini…Sonra o aynayı yıkar.Ve içinden çıkan hakikat artık şekilsiz bir aşktır.Bu aşk, burçları tanır ama onlara secde etmez.Çünkü bu aşk, sadece Allah’a secde eder.

Mevlânâ der ki:“Sen hangi burçta doğduğunu değil, hangi aşk ile öldüğünü sor.”Çünkü doğum bir başlangıçtır, ama aşk senin neye dönüştüğünü gösterir.Yıldızlarla değil, teslimiyetle yürünür.Haritalarla değil, secdelerle yön bulunur.Bu yüzden hakiki yolculuk, göğe değil; kalbe doğrudur.

Ruhun bu içsel miracında yıldızlar sönükleşir.Artık rehberlik gökten değil, içten gelir.Allah’ın isimleri içindeki her karanlığı bir bir aydınlatır.Ve sen kendi içindeki Arş’a doğru yürümeye başlarsın.Çünkü Allah, kulunun içindedir.O, kalbi Arş’ına uygun olanı içine alır.

Ve bu yolculukta sana düşen, sadece teslim olmaktır.Yıldızlara değil, şekillere değil, geçmişine değil…Sadece O’na.Çünkü Mevlânâ’ya göre aşkın sonu yoktur.Ama aşkın içinde fâni olanın sonu, Allah’a varır.Sen yıldızlardan değil, aşkın alevinden doğduysan,sen artık hakikatin kendisisin.

İlahi aşk, Mevlânâ’nın dilinde sadece bir kavram değil, varoluşun ta kendisidir. O der ki: “Aşk öyle bir denizdir ki, dibi yok, kıyısı yok. Ona giren, ya boğulur ya da hakikate dönüşür.” Bu aşk, insanı burçların sınırlarından, mizaçların darlığından, kişiliğin kalıplarından çıkarır. Çünkü ilahi aşkın hedefi insanı sadece iyi yapmak değil; insanı hakikat kılmaktır.

Burçların tarif ettiği kişi; öfkeli olabilir, sabırlı olabilir, şüpheci olabilir, romantik olabilir… Ama Mevlânâ’ya göre bu sıfatlar gelip geçicidir. Çünkü bunlar doğuştan gelen eğilimlerdir. Hakikat ise kazanılan, uğruna yanılan, uğruna vazgeçilen bir şeydir. Aşk burada dönüşüm aracıdır. Aşk, insanın kendi yazgısını dönüştürmesine yardım eden bir sırdır.

Mevlânâ’nın anlayışında kader yazılmış olsa bile, aşk kalemi yeniden eline alır. Çünkü aşk, secdeyle birlikte yürür. Secde, başını yere değil; kalbini göğe koymaktır. Sen kalbinle yöneldikçe, gökyüzü senin içinde yazılır.Mevlânâ bu yüzden şöyle der: “Senin yazgını yazan kalem hâlâ yazıyor. Ama onu hangi mürekkebe batırdığın önemlidir.”Birisi burcuna, karakterine, geçmişine inanır, o yolda yürür.Ama bir diğeri aşkın feryadını duyar, kendi hikâyesini yeni baştan yazar.

İşte burçların ötesine geçmiş bir ruh budur:Yazgıyı değiştirmeye kalkmaz, ama ona teslim olmuş gözüküp içindeki iradeyi Allah’a bağlar.Göklerin etkisinde kalmaz, ama göğü inkâr da etmez.Sadece yönünü doğru seçer.Çünkü bilir ki hangi yöne dönersen, oradan senin üzerine bir hakikat iner.Ve aşk, en doğru yönü gösteren pusuladır.

Bu aşk, bir huzur değildir.Çoğu zaman bir yanıştır.Ama bu yanış seni içindeki putlardan kurtarır.Burçlardan gelen kibirden, öfkeden, bencillikten, kontrol arzusundan temizler.Artık sen, burcun değil, ilahi ismin bir aynası olmaya başlarsın.Koç değil, Ya Kabîr olursun: sabreden ve büyüklüğü yalnızca Allah’a veren.Boğa değil, Ya Sabûr olursun: direnen, lakin teslim olan.Yay değil, Ya Hak olursun: hakikatin ta kendisi.

Burçların ötesine geçmiş ruhlar, dünyada yürürken göğe yaslanmazlar.Kalbe yaslanırlar.Çünkü Allah, yıldızların değil, kalplerin sahibidir.Ve Allah yalnızca aşkla titreyen kalbe iner.

Mevlânâ bu noktada büyük bir sır verir:“Kalp o kadar büyüktür ki, yıldızları içinde taşıyabilir.Ama o kalp Allah’la dolduğunda, yıldızlar kendi yerini bulur.”Yani asıl olan, gökyüzünü değiştirmek değil;kalbinin göğünü düzenlemektir.

Sen kalbinde doğru olanı kurarsan,o zaman kader yeniden şekillenir.O zaman burçlar sadece seni tanımlayan değil,sana hizmet eden varlıklara dönüşür.Sen artık yıldızlara bakan değil,yıldızlara yön veren bir ruh haline gelirsin.

Bu hâle gelen bir insan, sessizdir.Ama sessizliği konuşur.Huzurludur, ama huzuru göstermez.Aşktadır, ama iddiası yoktur.Çünkü onun gözlerinde sadece aşk kalmıştır.Aşk, onu dönüştürmüş, eritmiş, yok etmiş…

Artık burçları, yıldızları, mizacı öğrendin. Kendini dışarıdan tanımayı başardın. Ama şimdi sıra içeriden tanımakta. Bu yolculuk seni daha çok burç bilgisine değil, daha derin bir farkındalığa çağırıyor. Çünkü bu dünya sadece etiketlerle yaşanacak bir yer değil. Bu dünya, hakikatle karşılaşmaya cesaret edenlerin dünyası.

Sen sıradan biri değilsin.Sen doğduğun andan itibaren gökyüzüyle bir bağı olan, ama gökyüzünü aşma potansiyeline sahip bir varlıksın.Kendini sadece geçmişte yaşadıklarınla tanımlama.Kendini sadece doğduğun burcun özellikleriyle sınırlama.Sen, kalbine bir kez gerçekten bakan herkes gibi, yeniden yazılabilirsin.Senin kaderin, teslimiyetle şekillenen bir yapı.Senin yolculuğun, dün başladığı gibi bugün de değişebilir.

Bugüne kadar ne yaptıysan fark etmez.İçine neyi biriktirdiysen, hangi yükleri taşıdıysan fark etmez.Şu an bu sesi duyuyorsan, hâlâ bir dönüşüm kapısı sana açık demektir.

Mevlânâ’nın en büyük çağrısı buydu:Değiş.Yan.Yeniden doğ.

Çünkü aşk, sadece bir başkasına hissettiğin duygudan ibaret değil.Aşk, kendinle yüzleşme cesaretidir.Korkularının üzerine yürümektir.Kalbinle konuşmayı öğrenmektir.İlahi olanla arandaki bağı hatırlamaktır.

Sana düşen, geçmişi suçlamak değil.Yıldızlara küsüp beklemek değil.Sana düşen, içindeki cevheri ortaya çıkarmak.Kendini keşfetmek.Kendine dürüst olmak.Ve en önemlisi: yürümeye devam etmek.

İşte burçların ötesindeki aşk tam burada başlar.Senin içindeki hakikatte.Senin vazgeçmediğin umutta.Senin tekrar tekrar denemeye hazır oluşunda.Senin her şeye rağmen "ben hâlâ yürümek istiyorum" deyişinde.

Bu yol senin yolun.Ve unutma, yolunu bilen herkes bir gün varır.Geç mi kaldın sanıyorsun?Hayır.Sen şimdi tam vaktindesin.

Kendine inan.İçindeki aşkı duy.Ve adım at.

Burçları aştığın o yerde,Allah’ın sana özel yazdığı kader başlar.Sen o kaderin yolcususun.Ve hiçbir yolcu yolda yalnız değildir.

Unutma:Sen bu dünyaya eksik değil, tamamlanmaya gelen bir ruhsun.Ve bu yolculukta her şey seni sana geri döndürmek için yaşanıyor.

Şimdi…Kalbini aç.Yola devam et.

Çünkü sen, burçlardan daha büyüksün.Ve sen, bu yolculuğun en güzel hikâyesisin.

 

 

 

 

$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button

$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

Recommended Products For This Post
 
 
bottom of page