top of page

ALLAH'IN TAKDİRİNE RAZI OLMAK

ree

Kabul Etmeyi Öğrenmeden Dua Gerçekleşmez

Rıza, sadece boyun eğmek değildir; kalbin, aklın önüne geçtiği andır. Abdulkadir Geylani Hazretleri bu bölümde, Allah’ın takdirine razı olmanın acıyla değil, derin bir teslimiyetle başladığını anlatır. Çünkü her şey yolunda gittiğinde değil, sarpa sardığında belli olur insanın teslimiyeti.

Rıza, hayatın sende açtığı boşluğu kabul etmek değil; o boşluğu dolduracak olanın zaten Hakk olduğunu bilmektir. Nefsin istemediğini Hakk’ın bilerek verdiğine inanmak, sana ağır gelebilir. Ama işte o an, kalbin saf hâliyle konuşmaya başlar. O vakit hiçbir söz gerekmez. Yalnızca: “Bu işi Rabbim daha iyi bilir.”

Hazret burada seni korkutmaz, ama kendine getirir. Sürekli değiştirmek istediğin kaderin belki de tam senin için yazılmış en doğru yoldur. O hâlde niçin hâlâ itiraz? Niçin hâlâ ‘neden ben’ sorusu? Rızaya gelince, her şeyin rengi değişir. Aynı ekmek doyurur, aynı gece huzur verir.

Unutma, Allah’a itiraz eden kalbin duası boşlukta kalır. Çünkü razı olmayan, duanın kapısını içeriden kilitlemiştir. Eğer gerçekten duymak istiyorsan cevabı, önce sus. Kalbini sustur, şikâyetini bırak. Razı ol ki sana verilsin. Razı ol ki sana açıklansın. Çünkü her dertli sual, cevabını teslimiyetin içinde taşır.


O kimse ki, Allah'ın hükmüne rıza duygusuna sahip olmayı diler, ona gerektir ki; ölümü düşünmeye devam ede! Ölümü düşünmek, bela ve musibet acılarını hafifletir.


Nefsine, malına ve yavruna taraf çıkarak Hak Teâlâ'yı itham etme. Sana gereken; “Bu işi Rabb’im daha iyi bilir” demektir.


Sana düşen budur. Buna devam edersen, razı olmanın tadı sana gelir; uyar olmayı sevmeye başlarsın. Âfetlerin parçası da aslı da temelden sökülüp gider. Onların karşılığı, nimet ve güzellik olarak sana gelir. Her ne zaman ki, uyar oldun ve bela içinde razı olmanın tadını aldın, her yandan ve her yerden nimetler sana doğru akmaya başlar 

Sana yazık oluyor, ey gafil, başkasını aramak suretiyle O'nu bırakma. O'ndan daha ne kadar rızık genişliğini dileneceksin? Olur ki, bu isteğin fitneler çeker. Hâlbuki sen O'nu anlayamazsın. Biz hayrın hangi yolda olduğunu bilemeyiz. Bu sebeple sus; O'ndan razı olmayı dile. O'nun yaptığı işleri itirazsız kabul etmeyi bil. Diğer hâllerinde ise şükür yolunu tutmayı arzula. Şükür yolu tutulmadan, bol rızık istemek fitnedir. Sabır olmazsa rızkın darlığı da fitnedir. Şükür, elindekini artırır, seni Rabb’ine yakın kılar. Sabır ise, kalp bağına ve iman bağına kuvvet verir, manevî yolda yardım eder. Sabrın sonu çok hayırlı olur. Dünya ve âhiret iyiliği getirir. Hak Teâlâ'ya itirazda bulunmak, kalbi ve yüzü karartır. Hakk'a itiraz haramdır.


Ey cahil, Hakk'a itirazla meşgul olma, nefsini itiraza alıştırma. Hakk'a duacı olmaya bak. Nefsi duâ ile meşgul et ki, bela acıları gide. Afet ateşleri söne. Aksi hâlde sana yazık olur.


Ve ey iddiacı, senin hâline gelince, Hakk'ın iradesi, ilâhî rahmet hazinelerine vâkıftır. İlâhî rahmet ise o iradeye bağlıdır. O iradeyi iste; iddiayı bırak. Eğer yolda yürümek istiyorsan, ona girmeden önce: “Hayrette kalanların delili, bana delil ol!” de.


Tecrübe yollu bir belaya uğrarsan ve sabırdan yana acı içinde olursan şöyle yalvar: “Allah'ım, bana yardım et, sabrımı arttır. Bu sıkıntılı hâli benden al.”


Ama vuslata erer ve vuslat hâli kalbinde yerleşirse, Hakk'ın yakınlık duygusunu bulursun; istemek kalmaz, dil yok olur; ama iş oraya varmakta. Belki de senin için, orada en uygunu sükût olur. Müşahede âlemine geçer, misafir olursun. Misafir herhangi bir iştihaya kapılmaz; iyi edepli olur ve oturur, önüne geleni yer; takdim edileni alır. Ancak “İştahlı ol!” denirse o dem emre uyar; iştah ve arzuya kapılır.


Bu arada kendine has bir arzuya kapılmaz. İnsan, herhangi bir şeyden ayrı olunca ister. Aradığı şeyi bulunca neyi isteyebilir ki? Susar.


Allah yolcuları, Hakk'ın zâtından başkasını bilmezler ve onlar için putlar yakılmıştır. Sebepler, onların kalbinden silinir. Onlar, günlerce, hatta aylarca yemeseler, içmeseler, aldırmazlar ve renkleri değişmez. Çünkü onların gıdasını Hak manen verir; hangi gıdayı arzu ediyorsa, o sevgili kullara yedirir. Herhangi bir kul, Allah sevgisini iddia etse, sonra da başkasından dilense, sevgisinde yalancı olur.


Herhangi bir kimse, sevilmiş ve ermiş olursa ona, yakınlık derecesi olan bir konuk muamelesi yapılır. Onun varlığı Hak varlığına karışır ve kendisine şöyle denir: “İstek duy; arzu ettiğini söyle. Hürsün, istediğini yaparsın. Seven tutulur. Sevilmiş olan hür olur. Seven için mahrumiyet olabilir, sevilmiş için asla.”


Ona verilir. Kul sevgi içinde oldukça, şaşkınlık, dağınıklık, parçalanmak, çalışmak daima karşısında durur. Hele çalışmak... Onun vazifesidir.


Gün gelir, nöbet değişir, sevme hali sevilmiş olursa, hakkında yürütülen hüküm de değişir. Naz devri başlar. Refah gelir. Sükûn hâsıl olur. Rızık genişler, kullar hizmetine koşar. Bunların hepsi, sevgi hâlindeki sebatından ötürü verilir.


Hak Teâlâ'nın kuluna olan sahipliği ve sevgisi, bayağı bir kimsenin diğerine olan sevgisine ve sahip olmasına benzemez. Rabb’imiz Aziz ve Celil'dir. O'na benzeyen yoktur. Gören ve işiten O'dur. O, insanlar anlasın diye birçok misaller getirir.


O'ndan anlayış isteyin ve kalplerinizin O'nunla hoş olmasını taleb edin. Çünkü kalp güzelliğini dilediği kimseye bolca ihsan eder. O dilediği kimse için, kalbe dair gıdaları çoğaltır. 

Allah Teâlâ'nın sevdiği kullar arasında birinci gelenin öyle geniş kalbi vardır ki, semâ ve zemin bütünü ile oraya konsa, yine boşluk kalır.


O kimsenin kalbi, tıpkı Musa Peygamber’in asasına benzer. Musa Peygamber’in asası ilk zamanda bir hikmet eseri idi; sonra kudret eseri oldu. Musa, yükünü taşıyamadığı zaman ona yüklerdi. Yürümekten yorulduğu zaman yine o asaya binerdi. Musa'ya, oturma hâlinde ve uykuda bir eza gelse, o asa def ederdi. Bir meyve dilerse, hemen ondan alır yerdi. Güneşte uyuduğu zaman ona gölgelik ederdi. Allah Teâlâ kudretini ona asada gösterdi. Ve o vasıta ile Musa'ya ünsiyet ve ülfet hâlini bahşetti.


Vakta ki, Hak Teâlâ Musa'yı peygamber etti, ona yakınlık verdi, konuştu ve birçok şeyler teklif etti. Hak Teâlâ ile arasındaki konuşma şöyle oldu:


“Elindeki ne ola, yâ Musa?”


“Asamdır; ona dayanırım, koyunlarıma yaprak dökerim ve onunla daha birçok işlerim var.”


“Onu yere at, yâ Musa!”


Onu yere attı; aniden korkunç bir yılan oluverdi. Ondan kaçmaya başladı. Bu kez, Hak Teâlâ şöyle buyurdu:


“Onu al, korkma; yine eski hâline çevireceğim.” (Tâhâ, 20/17-21)


Hak Teâlâ'nın böyle yapmasından kastı, kudretini peygamberine göstermek. Firavun'un fâni mülkünü, peygamberinin gözünde küçültmek idi. Firavun ve kavmine karşı nasıl harp edileceğini öğretmekti.


Hak onların katli için Musa'yı hazırladı ve harika olan birçok âdetleri ona öğretti. Musa Peygamber’in kalbi, ilk devrede dardı ve gönlü sıkıntılı idi. Ona peygamberlik verdi, bilgi öğretti, kalbini açtı.


Ey cahil, kudreti böyle olana, isyan edilir ve unutulur, öyle mi?


Seni unutmayanı unutma. Bir an bile senden uzak olmayan için gaflete düşme. Ölümü düşün, ölüm meleği, bütün canlıların ruhunu almak için Hakk'a vekâlet eder. Gençliğin, malın ve bugün içinde bulunduğun bolluk seni aldatmasın. Yakında bütün bunlar elinden çıkacak.


Tembelliğini düşün; şu güzel günleri boşa harcadığını hatırla, pişman olacaksın, ama faydası olmayacak. Yakında ölürsün ve sözlerimi kabirde hatırlarsın. O kabirde benim için dersin: “Yanında olsaydım onun ve sözlerini dinleseydim... Ah!..”


Dünyada ve âhirette benimle olmak dilersen, sözlerimi dinlemeye ve amel etmeye çabala. Sözlerimin faydasını almak dilersen hakkımda iyi düşün. Nefsinden başka herkes için iyi zanda bulun. Nefsin kötülüğünü düşün. Böyle yaparsan fayda bulur, yararlı hâle gelirsin. Başkaları da senden faydalanır.


Hakk'ın zâtından gayri şeylerle olduğun süre, dertten ve kederden salim olamazsın. Şirkten ve ağır yükten kurtulman kabil olmaz. Halkı kalbinden at, Hak'la bir ol. Göreceksin ki, hiç kimsenin hatırlamadığı, hiçbir gözün görmediği ve hiçbir kulağın ismini duymadığı şeyler sana verilmiştir.


Mademki bu kötü hâldesin, işlerin hiç tamam olmaz. Ne yazık ki, temel sağlam değil. O temel bir mezbele hâline gelmiş; işlerin onun üzerinde yükselmekte.


Allah'a dön. Bulunduğun uygunsuz hâlin değişmesini O'ndan iste... İçinde bulunduğun dünyalık talebinin ve âhirete dair şeylerin gitmesini Hak'tan dile... 

Yazık, Hak Teâlâ senin için fakri daha iyi buluyor. Hâlbuki sen, zengin olmak için çırpınırsın. Bilmiyorsun, Hakk'ın seçtiği şeyi kötü görmektesin. Bu ne hâldir? Hak Teâlâ'nın seçtiği şeyleri kötü görenler, nefis, şeytan, kötü arzu, iyi olmayan arkadaşlardır. Bunları bırak. Çünkü bunlar, Allah'ın arzusuna uymaz. Onlara sakın uyma. Onlara ne dönüp bak ne itirazlarına aldırış et. Onların Hakk'a darılmasına bakıp onlar gibi olma. Kalbine ve iç âlemine dön, O ne derse öyle yap. Kalp ve sır, iyiliği söyler, kötülüğü yasak eder. Bugün içinde bulunduğun fakirlik hâline dayan; ona sabırla dayanman zenginliğin tâ kendisidir. Bu hâl masumluk hâlidir. Sen onu takdir edemezsin. Arzu ettiğin şey karşına çıkarsa, belki hatalarla dolar ve helak olursun. Hak seni fakir ederse, hatalara karşı âciz olur, bir şey yapamazsın. Haberin olmadan Hak seni esirgemiş olur.


Hakk’ın arzusu üzerine sabra devam edersen, O'nun katında sana öyle iyilik olur ki, onu saymaya ve anlamaya gücün yetmez. Hatta Hakk’ın arzusuna uyman sonunda alacağın kazancı, bütün yer ehli toplansa yine hesaplayamaz.


Acelecisin. Acele eden kimse, eline ne gibi şeylerin gireceğini bilemez ne istediğini anlayamaz. Aceleyi şeytan verir. Dikkatli hareket, Hak tarafından ilham olunur. Aceleci olursan şeytanın askeri olursun, onun birliğine girersin. Olanlara uyar, bulunduğun hâle sebatla bakar, sabra devam edersen, Rahman'ın askeri olur, Hak topluluğuna katılırsın.


Takvanın iç yüzü, Hakk'ın fiil tecellisine uyarak emrini yapmak, O'nun “yapma!” dediği şeyleri yapmamak... O'nun bütün işlerine, kaderine ve sair belalarına, afetlerine sabretmektir.


Siz yalnız halksınız, her yanınız nefis olmuş. Tabiatla dolmuşsunuz. Ne Allah Teâlâ’dan ne de O'nun irfan sahibi kullarından haberiniz var. İrfan sahiplerine nispetle siz deliler gibisiniz. Onlar akıl sahibidirler. Onların Hak uğrunda cinnete tutuldukları olur. Hak uğrunda cinnete düşenin hâli had safhaya varınca o hâlden kurtulur. O bir harekettir. Hareketin sonunda sükûn gelir. Hastalık gider, yerini sıhhat ve hikmet alır.


Sen âhiretten ayrı ve dünya ile dolusun. Hâlin beni üzüyor. Hele sâlih kullarla arandaki fark beni düşündürüyor. Hele onların meclisini bırakıp kendi görüşünle yetinmen, beni ne hâle getiriyor, bir bilsen... Bilmiyor musun ki, görüşü ile giden mutlak batar. Hiçbir âlim yoktur ki, bir başka âlime muhtaç olmasın, ilminin artmasını istemesin. Hangi ilim sahibi olursa olsun, mutlaka ondan daha âlim vardır. Hak şöyle buyurur: “Size, ancak ilimden azı verildi.” (el-İsrâ, 17/85)


Sana o büyüklerin topluluğu lâzımdır. Ve onların erdiği Sevad-ı A’zam makamı gerektir, onu ara... Hakikî yola gir. Yolun hakkını ödemek için uyar ol, ayrılığı bırak.


Uyunuz; Hakk’ın emri dışında yeni icatlar çıkarmaya kalkmayınız. Yeterlik hâlini böyle bulursunuz. Bu yola, nefisle ve kötü arzu ile gidilmez. İlim ve hikmet bu yolun malzemesidir. Gücü, kuvveti terk etmek bu yolun icabıdır. Bu yolda cehalet göstermek olmaz. Teslim olmak, O'nun önünde serilip kalmak, acele etmemek, teenni sahibi olmak, bu yola girenler için elzem olur. Bu hâl öyle bir şeydir ki, acele ile olmaz. Yola giren bir tutanağa ve er kişiye muhtaç olur. Sabır, güçlüğe dayanma ve mücahede, bu yolun gerçeğidir.


Üzerinde taşıdığın ağır yükü vermen ve marifet âlemine geçmek için irfan sahipleri ile olman gerekir. 

Bir zaman, o zâtın dizinde yoluna devam edersin. Rahatsız olursan sırtına alır, arkasına alır, yola devam ettirir. Sevgi ehli isen arkada gidersin. Sevilmiş biri isen önde ve köşkte yürürsün; öbürleri senden sonra gelir. Bu hâli ancak tadan bilir.


Ehliyet sahibi kimselerle oturmak bir nimettir. Ağyar ile oturmak, beladır ve sıkıntılıdır. Hele nifak ehli arasında oturmak...


Sana her an için vazife olan, Hak yakınlığını düşünmek ve daima onu murakabe etmek... Hakk’ın ve halkın hakkı olanı nefisten istemek... Nefsin yapması vacip olan şeyi yaptırmak...


Dünya ve âhiretin hayrını bilmek dilersen, bunun yolu, Hak Teâlâ'nın seni iyi bildiğini düşünmek ve nefsi amele koşmaktır, derim. Nefisten, Allah'ın emirlerini yapmasını iste. Yasaklarından kaçmasını talep et.


Âfetler geldiği zaman, onu sabra alıştır. Kaza ve kaderin hükmü gelince razı olmayı ona öğret. Nimet geldiğinde ise şükrü bellet. Bunları yaparsan, Hak yolda önüne çıkan mâniler zail olur, Hak yoldaki sohbetin iyi bir istikamete girer. Yolunda iyi arkadaş bulur, yardımcıya rastlarsın. Ve öyle bir hazineye kavuşursun ki, hangi yöne dönsen o seni takip eder. Artık o hazineye erdikten sonra aldırma, nerede olursan ol. Çünkü sen, yitirdiğini aynı yerde bulursun. İlim, hikmet, kader, ins, cin, melek, sana hizmetçi olur. Allah'tan korktuğun için her şey senden çekinir. Allah'a itaat ettiğin için her şey sana itaat eder.


Allah'tan korkan kimseden her şey korkar. Allah'tan korkmayan, her şeyden ürker. Allah'a hizmet edene herkes hizmet eder. Allah, hiçbir kulun yaptığını karşılıksız bırakmaz.


Ne edersen onu bulursun. Nasıl olursanız idarecileriniz de öyle olur.


Allah'ım, bize keremle, ihsanla, hatalarımızdan geçmekle muamele eyle... Dünya ve âhirette bize lütuf ver. “Dünyada iyilik ihsan eyle, âhirette yine iyilik ver. Ve bizi ateş azabından koru.” (el-Bakara, 2/201) Âmin! 

Ey evlat! Uğruna ömür tüketmekte olduğun işlere bakıyorum: Hakk'ı murakabe edenlerin işlerine benzetemiyorum. Hiçbir işin ondan korkanların işine benzemiyor. Şer ve fesat ehli ile birleşmekte, velî ve temiz insanlardan ayrılmaktasın. Kalbin Hak'tan yana boş... Dünya ve dünya ehlinin sevgisi ile ferahyâb olup kalbini onlarla doldurmaktasın. 

Dünya sevgisi ile dolup taşmaktan kork, onun ne demek olduğunu bilmez misin? Bir kalbin içinde yaşayan korku, oranın muhafızıdır. Kalbe nur verir. Kalbin içinden çıkamadığı ve tefsiri güç şeyleri açıklar. Korkuyu kalbine yerleştirdiğinde oraya dünya ve âhiretin selâmetini yerleştirmiş olursun.


Öleceğini düşünmüş olsaydın, dünya ile şâd olman azalırdı. Mümkün olduğu kadar ona karşı yeterlik duygusu beslerdin. Bir kimsenin ki, sonu ölümdür, onun için ferahlık nasıl olur?


Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur: “Her çalışmanın bir sonu vardır. Her dirinin sonu ise, ölümdür.”


Hüzünlerin ve sevinçlerin, zenginliğin ve fakirliğin, darlığın ve genişliğin, hastalığın ve ölümün sonları ölümle biter. Bir kimse ki, ölür, işte onun kıyameti kopar; onun hakkında uzak sayılan işler yakın olur.


İçine belenmiş olduğun bütün şeyler bir hevesten ibaret... Kalbin, sırrın ve iç âleminle bugünkü hâlinden soyun. Dünya, bilinen bir zamana kadar devam eder. Âhiret ise sonu malûm olmayan bir vakte kadar uzar gider. Dünyada yaşaman, bilinen bir vakte kadardır; öbür âlemdeki ömrün ise sonsuzluğa kadar uzar. Buna göre, bütün hâlinin tâatle geçmesine dikkat et. Bunu yapabilirsen bütün varlığın Allah için olur. Mâsiyet denilen nesnenin asıl mânası nefsin varlığı olup tâat ise onun yokluğa karışmasıdır. Şehvetle bir şeyi almak, nefsin varlığını ispat eder. Şehvetin erimesi, nefsin ıslâh olduğuna işaret sayılır.


Şehvet arzularından kendini çek. Onları ancak kadere uymak şartı ile yap. Kendi arzun ve ihtiyarınla yapma.


Hayvanî arzuları yık. Zühd ile alıp yemek, seni gönül zenginliğine iletir. Hayvanî arzuları şehvet eli ile alıp yemek, seni nefsin kucağına atar. Kendi hâlini bilmeden önce zâhidlik yolunu tutmak lazımdır. Karanlık zamanlarda alıp yediğine dikkat et. Işık olduğu zaman rağbet ehli olursun; korkmadan alırsın.


İşte şu an karanlıktır; dikkatli ol. Bu hâli atlatınca ışığı bulursun. Kudret âlemi sana karanlıktır; mukadder olan şeye vâkıf isen karanlık kalmaz.


İlk işin karanlıkla başlar. Hak tarafından bir keşif yolu bulur, bu hâlini onun katında tasdik ettirirsen, işlerin açığa çıkar; yolun aydınlık olur. Marifet ayının nuru doğunca kader gecesinin karanlığı zail olur. İşte o zaman etrafını görür ve senden uzak kalanları seyre dalarsın. Önceleri müşkül olan şeyler sana açık ve vazıh olur. Senin için kirli ve temiz ne ise kendisini gösterir, anlarsın. Hem senin için hem de başkaları için olanı... Hakk'ın istediği sana açılır; bunları kendiliğinden ayırt edersin. Hak kapısı sana anlatılır. Ve o zaman hiçbir gözün görmediğini, kulakların işitmediğini, beşer kalbinin hatırlayamadığını apaçık görür olursun.


Kalbin müşahede taamı yer; ünsiyet şarabını içer. Hak katına kabul olma nişanları kalbine takılır. Sonra halkın iyiliği için aralarına girersin. Onları isyan hâlinden alırsın. Yaratanlarından ayrılık duygusunu taşımaktan kurtarırsın. Ve onlar, sayende hisar içinde hisara girerler. Onlar senin sayende kötülükten devamlı ve sonsuz selâmete ererler.


Ey aklı ermeyen ve bu anlatılanlara inanma gücünü benliğinde bulamayan, sen içi boş bir kabuksun. Dayak olan bir ağaç gibisin ve çürümüş sopasın... Ancak ateşe yararsın. Bundan kurtulmak için tevbe etmeli ve anlattığımızı tasdik etmelisin. 

Yazık, neler getireceğini anlamıyorsun? Tevbe eder, dinî ahkâmı tasdik edersen, içinde tat bulur, hoş olursun. Hayra ve selâmete erersin. Söylediğimi yapamazsan, için cıncık ve boncukla dolar. Onlar dilini keser ve ciğerini parçalar; perişan olursun. Sözümü kabul et; ben, senin yumağını sarmaktayım. Sözlerimi dinle, bana düşmanlık etme. Seninle olan düşmanlığımız nereden geliyor? Ben, namazgâhınım; pisliğini ve kirlerini gidermeye çalışırım. Hâl böyle olunca, düşmanlık için ne sebep var? Senin için yollar açmaktayım; orada yemek, içmek hazırlamaktayım. Bunları senin için yaparım; yaptığım işlere senden mükâfat istemem. İstediğim ve arzum başka yerdendir. İhtiyacımı senden başkasından alırım. Bütün uğraşmam Hak talipleri içindir. Onlar için çalışırım. Hakk'ı araman doğru olursa, emrine girerim; hizmetçin olurum. Bir kulun kast ve talebi ki, Hak içindir, bütün eşya onun için çalışır.


Ey evlat! Sen kendin için öğütçü ol. Benimle ve başkası ile çekişip durma; bizi hüccet olarak kabul etme, kendine bak. Benim söylediklerim dış cephen için; nefsine vereceğin öğüt ise, iç âlemine tesir eder.


Ölümü durmadan hatırlayarak nefsine öğüt ver. Bütün ilgilerden, sebeplerden kesil; hâlini düzelt. Kendisini yaratıcı tanıtanların Yaratan'ı ile ol. O büyük Yaratıcı, yüce ve âlimdir. Onun rahmet eteğine yapış, başkası ile uğraşma. Başkası ile uğraşırsan yarın utanırsın. İyi ol, felah bul. Sizin biriniz elimde ıslâh olursa, en büyük ferahı o zaman duyarım. Biriniz söylediğim şeyi tutmazsa, ona da üzülürüm.


Bana yaklaşınız; benden uzak olmayınız. İman sahibi bana yakın olur. İçi bozuk olan ise benden kaçar.


Ey münafıklar, ben Hak Teâlâ'nın size darılmasında O'na uyarım. O, beni üzerinize yaman bir ateş etti. Tevbe eder, sözlerimi tutar, ayrıca sözlerimin sertliğine de dayanırsanız, ateşim sizin için soğur ve selâm evi olur.


Yazıklar olsun size, utanmaz oldunuz. Dıştan tâat gösterisi yaparsınız; fakat içinizden hata, isyan bayrağı çekersiniz. Yakında ölüm ve hastalık eli ile tuzağa düşeceksiniz. Sonra Allah'ın ateşten zindanına atılacaksınız.


Ve siz, ey amelde kusur edenler; bu hâlinizden utanmaz mısınız? Gece ve gündüz tembellikle ömür tükettiniz ve ona da razı oldunuz. Bu kusurla beraber Allah Teâlâ'dan iyilik umarsınız.


İyi işler etmeye yöneliniz. Nefsinizi de o işlere alıştırınız. Bu yola ilk giren bir dehşete ve hayrete düşer; sonra işler aydınlanır ve kederler gider.


Kötü hâlinizden tevbe ile dönünüz. Tevbeniz işin önünden sonuna kadar olsun.


Ey efendisinin hizmetinden kaçanlar ve peygamberlerin, sâlih kulların, evliyanın görüşünü bir yana atıp kendi görüşü ile yetinen kimseler ve ey Hakk'ı bırakıp halka güvenen kimseler, hâliniz nice olacak? Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in şu kelâmını duymadınız mı: “Melundur, melundur o kimse ki, kendi gibi bir mahlûka dayanır.”


Dünyayı kalbinle isteme, ondan herhangi bir şeye de darılma; böyle yaparsan kalbin fesat olur. Şirk kalbi perişan ettiği gibi, dünya sevgisi de kalbi batırır.


Yazık sana... Dünya sevgisini ve kibri kalbinde bir ettin. Bunlar öyle şeylerdir ki, tevbe edilmediği takdirde sahipleri mahvolur.


Akıllı ol. Sen kimsin ve nesin? Düşün. Ve neden yaratıldın, niçin yaratıldın? Böbürlenme. Büyüklük satma. Büyüklük satan, Allah'ı bilmeyendir. Peygamber’ini tanımayan, iyi kulları bilmeyen büyüklük satar. 

Ey akıldan yana nasipsiz! Kibirle büyüklük elde edeceğini umarsın. Bu düşüncen yanlış! Aksini yaparsan isabet etmiş olursun; çünkü Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurur: “Bir kimse ki, Allah için tevazu eder. Allah onu yükseltir ve bir kimse ki, kibir yolunu tutar, Allah onu düşürür.”


O kimse ki, âhirete inanır, yüksek olur. Azla yetinene çok gelir. Zillet hâlini sabırla karşılayana izzet gelir. Bulunduğun alt hâle razı ol, işlerin aniden değişir. Bağırıp çağırma. Verilmiyor diye bağırırsan, verilince utanırsın. Bir kimse kader önünde boynunu eğer, elinde hazır olana razı olursa her şeye gücü yeten Hak Teâlâ, onu her şeyin üstüne çıkarır. Tevazu sahibi olmak ve iyi edep tavrı takınmak seni arzularına yakın kılar; büyüklük satmak ve üstelik edepsiz olmak, seni arzuladığın şeylerden uzak eder. İtaatli olmak, seni sevdirir ve sevdiklerine yakın eder. İsyan ise seni perişan eder; arzu ettiğin iyi şeylerden uzak tutar.


Ey evlat! Dinini yemişle değişme. Dinini dünya sultanlarının verdiği tatlıya verme. Zenginlerin ve dünya adamlarının verdiği şeyle dinini değiştirme. Haram olan şeyleri almak için dinini bırakma. Aldığın şeyi dininle alırsan, kalbin kararır. Niçin kalbin kararmasın ki, halka taptın. Ey her şeyini yitiren adam, kalbinde ufacık nur olsaydı haramı, şüpheliyi ve mubahı ayırt ederdin. Ve kalbini karartanla nurlandıranı anlayabilirdin. Kalbini Hakk'a yakın kılanla ondan uzak edeni anlardın.


İmanın ilk devrinde, çalışarak kazanmak ve onu yemek gerek... İman kuvvet bulunca da Hakk'ın emri ile olmak icap eder ki, o zaman aradan vasıtalar kalkar. Seninle O'nun arasında vasıta kalmaz artık.


Kalp tam kuvvet bulursa, halkın eli üstünde Hak'tan nasip gelir.


Vasıtaların kalkması şeklindeki sözümün mânası şudur: Kalbin vasıtalara bağlanmaması, Allah'ın emrini temsil eden şeylere bakmak ve bu uğurda şirke kapılmamak, halktan alman fâni bir şey için övülmeyi beklememek ve onların kötülemesine aldırış etmemektir. Bunların hepsi kalbe göredir. Halktan bir şey gelirse onda, Allah Teâlâ'nın fiil tecellisini görmek gerek... Vermezlerse yine öyle...


Kalpleri ile hak yola girenler, Hakk’ın zâtından gayri her şeye karşı kör, sağır ve dilsiz olurlar. O kulların yanında yalnız “O” vardır. Allah yolcularının vereni, alanı, yardım edeni, etmeyeni, zarar vereni ve faydalı olanı hep “O” dur. Onların yanında kabuksuz iç vardır. Safa üstüne safa onlarda vardır. Güzellik üstüne güzellik onların elinde bulunur. İşte bundandır ki, onların kalbinden, Allah'ın zâtından gayri her şey çıkar. Bu çıkış, yalnız Hak için olur, başkası için değil...


Allah'ım, zâtını bildiren ilmi bize nasip eyle!


Yazık sana, kendini güçlü sanmaktasın. Bu hâl nefsini kabartıyor. Verilmiş hüküm olmasaydı tepene inerdim. Ey içi bozuk, seni rezil ederdim. Kendi başına kalıp hakkımda kötü düşüncelere dalma. Ben, yalnız Allah'tan ve sâlih kullardan utanırım. Bir defa Hakk'a karşı marifet sahibi olunca, halk kalbinden çıkar. Kuru yaprak daldan düştüğü gibi halk iyi kulun kalbinden ayrılır. O kul, tek başına halksız kalır. Onlara gösteriş yapmaktan kör olur. Sağır olur, onların sözlerini işitmez. Bu hâl, kalp ve sır gözü ile olur. Bir nefis ki, itminan derecesine çıkar, bütün duygular ona teslim edilir. Sonra kalple birlikte yola düşer; Hakk'a konuk olur. Sonra dünya gelir, nefse seyis olur ve hizmetinde durur. Bu, Hakk'ın âdeti olup zâtını dileyen kullarına böyle yapar. Dünya, Hakk'ı isteyen kullara bir nasip vereceği zaman, perişan ve derbeder bir hâlde gelir, 

vereceğini verir, hizmetlerini görür. O kullar ise, dünyanın verdiğini alır ve yüzüne katiyen bakmazlar. 

Ey evlat! Kalbini Hak için eyle. Nefsini ve diğer duygularını evladın için çalıştır. Bu işleri böylece Allah'ın emri ile yapar, Hakk'ın fiil tecellisine uyar, yavrularının geçimini sağlarsın. Hakk'ın kudreti önünde sessiz durmak ve O'ndan bir şey talep etmemek, sabırlı olmak, razı olmak, duâ ile bir şey isteyip ısrarda bulunmaktan daha evladır.


Bildiklerini O'nun bilgisinde yok et. Tedbirini O'nun tedbirine bırak. İradeni O'nun iradesi uğruna kes. O'nun hükmü ve kaderi geldiği zaman, aklını azlet. Eğer Hakk'ı bir yaratıcı, terbiyeci, yardımcı ve teslim olmaya lâyık görüyorsan böyle yap. O'nun kudreti önünde teslim ol; O'na vuslat arzusunda isen böyle et.


İman sahibinin hatırladığı ve uğrunda gayret sarf ettiği şeyler, bir merkezde toplanır. O da Hak... İman sahibinin kalbine Hak'tan gayri bir hatıra düşmez. Bu sebeple o imanlı kimse, Hakk'ın yakınlık kapısına vâkıftır. İman sahibinin kalbinde marifet yerleşirse, Hak kapısı yüzüne açılır. Dolayısıyla kapıların ötesinde görülen İşleri seyre dalar. Orada öyle şeyleri seyreder ki, düşünceler o hâlleri kalbe anlatamaz; bu imkânsızdır.


İşaret, sır âlemi için gizli bir kelâmdır; buna ancak erenlerin aklı erer.


Nefsinden, şahsi olan kötü arzularından, iyi olmayan huylardan kurtulan ve halkı kalbiyle terk eden için, sonuç çok iyi ve çok güzeldir; nimetler boldur. Bu hâlleri benliğinde derleyen bir insanı, Hak, sağa sola çevirir ki, Ashâb-ı Kehf'i de böyle yapar. Hak, Ashâb-ı Kehf hakkında şöyle buyurdu: “Biz onları bir sağa, bir de sola çeviririz.” (el-Kehf, 18/18)


Ey evlat! Bu sözleri işit! Bu sözlere inan. Onları yalan sanma. Hayır, hangi yönden gelirse gelsin, nefsini ondan mahrum kılma. 


$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button

$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

Recommended Products For This Post
 
 
bottom of page