top of page

İyiliği Yalnız Hakk’tan Bilmek, En Büyük Hürriyettir. | İbn Arabi Hz.

Güncelleme tarihi: 26 Haz

İyiliği Yalnız Hakk’tan Bilmek, En Büyük Hürriyettir. | İbn Arabi Hz.
İyiliği Yalnız Hakk’tan Bilmek, En Büyük Hürriyettir. | İbn Arabi Hz.

Minnet, dışarıdan gelen bir iptir. Kalbine dolanırsa, hareketin bile başkasının iznine bağlı hâle gelir. Abdulkadir Geylani Hazretleri bu bölümde, halkın eliyle verilen her şeye meyletmenin nasıl içsel bir tutsaklığa dönüştüğünü anlatıyor. Çünkü bir kul, minnet duyduğu kadar bağımlıdır.

Hazret der ki: “Halka minnet kapısını ört; o zaman Hakk’ın kapısı sana açılır.” Zira gönülde iki kapı birden açık kalmaz. Ya sebeplere güvenirsin ya da sebebi yaratana yönelirsin. Ve insan, en çok sebebe sığındığında kendini yalnız hisseder. Çünkü gerçek teselli, Hakk’a güvenmenin verdiği huzurda saklıdır.

Bu satırlar, sadece dış yardımları reddetmeye çağırmaz. Asıl olan, içteki yönelişi düzeltmektir. Kime güveniyorsun? Kimden medet umuyorsun? Kalbinin kapısı kime açık? Bu sorular, hayatını şekillendiren asıl duyguyu ortaya çıkarır. Ve eğer cevabın halksa, gönlünün yönünü değiştirmen gerekir.

Geylani Hazretleri’nin çağrısı şudur: Sebepleri bırakma, ama onlara bağlanma. Verilene değil, verdirene bak. Çünkü bir lokma bile olsa, eğer Allah’ın rızasından değil de insanların rızasından medet bekliyorsan, o lokma doymak değil, unutmak getirir.


Ey evlâd! Halka minnet kapısını ört, göreceksin ki, o dem Hakk’ın iyilik kapısı sana açılacak.

Geylânî Hz. ayağa kalktı; sağa, sola hafif hafif sallandı ve öne doğru eğildi; elini göğsüne koydu ve bastırdı. Sonra oturdu ve devam etti:

- Ey gözsüz, işte kapı açık, içeri gir. Kapılar ancak iki tanedir. Onların biri açık, öbürü de kapalıdır. Şu açık kapıdan gir.

Peygamber (S.A.) efendimizin sünnetini ihya için sebepleri bırakma. Bu yoldan yürü ve sebeplerin sahibini bulmaya bak. Bunu yaparken Peygambere (S.A.) uyduğunu bil; onun hâlini benimsediğini sez. Çalışmak onun âdeti, sebepleri bırakıp sahibine karşı tevekkül göstermek ise, onun hâlidir. Bunları yaptıktan sonra, varlığını atmaya gücün yeterse yap. Sebepleri bir yana at. Hâli bırak, işlerini Hakk'a ısmarla; o sana yeter. Seni yükseltir, yakınlığını verir. Ve anlamadığın şeyleri sana anlatır. Her şeyi Allah bilir, halbuki siz bilemezsiniz. Onun kader dalgalarına teslim ol. Artık nerede kalsan, İlâhî fazlı orada bulursun. Ne yana dönerseniz, İlâhî tecelli oradadır.

O'na dön, dönmek iste; yakınlığını, ünsünü ve şefkatini görürsün.

Maddî bir zenginin misali, bir âmânın misalidir. Yemeği gelir, yer, ama nereden geldiğini bilemez. Geldiği yeri öğrenince o tarafa bakar. Yalnız kısmetinin geldiği ciheti açar, öbür yönleri kapar. İç varlığından, mâna zenginliğinden haberi olmayan zengin de âmâ gibidir. Alır, yer fakat hâzinesini bilmez.


Kul, aslında manen zengindir. Hazînesi vardır. Ama ondan haberi olmadığı için sadece önüne geleni alır. Manevî gözleri açılmadığı için ötesini göremez. Eğer bir kul, her şeyi kolaylaştıran, rahatlık veren, ihsan eden ve kendi varlığına çevirenin yalnız Allah olduğunu anlayabilse, kalbini O'na bağlar, başkalarını bırakır.

Nefsine âşık oldun. Onun sana düşmanlığını anlasaydın, ona uymazdın, yanlış hareketlerine karşı yanardın. Onu öldürücü düşman olarak tanımış olsaydın, yemek, içmek bile vermezdin. Ancak hakkı olan miktarı verir, ötesinden mahrum bırakırdın.

Sana bugünkü hâlinle zaviye yaramaz. Bir köşeye çekilip oturmak seni ıslâh edemez. Çünkü sen sokaklardan hoşlanırsın. Bu hâlinde de sana Hakk’ın sırrı verilmez. Hakk’ın sırrına ittilâ peyda eden kimse, dilsiz olur. Sır saklamayana, sır verilmez.


Sırrını saklamaya güçlü olmayan, halka uzak durmalı; mağaralara, sığınaklara kaçmalı. Sahillere, ovalara, yabanlara gitmeli.

İlmin ve hikmetlerin asasını bulamayan, her ikisini benliğinde saklama gücüne sahib olmayan, şahın sopasına düşer; İlâhî kamçı ile terbiye alır. Açlık Hakk’ın kamçısıdır. İşler hükme göre yürütülmezse Allah kıtlık verir; şiddetin ve darlığın zuhuru kulların hatasından ileri gelir.

Yazık, İlâhî sevgiyi iddia edersin, ama dünyalık ararsın ve âhiretin güzelliğine tâlib olursun.


Ey ahmak, bir taraftan Hakk’a bağlılığını ve sevgini iddia ederken öbür taraftan da O'ndan küçük işler taleb edersin. Bir zorluk gelince ondan sızlanmaya başlar, iyiliğin gelmesini dilersin. Sen, Allah yolcularından olamazsın; onlara yanaşma. Bu hâlinle onlardan uzak ol. İyi olmak için onlar gibi hareket etmen icab eder. Sen halkın kulu ve kölesisin. Nefse taparsın; boş arzuların ardından gidersin. Şehvet duygularını benimsemektesin.

Yanımızda, sizin durumunuzu ölçebilecek âlet var. Nakkadımız var. Kalp ve bozukluğunuzu meydana çıkaracak kuvvetimiz mevcut. Hâlinizi tahlil eder, size anlatabiliriz.


Ey iddiacı, iş iddia ile bitmez. Söylediğin şeylerin hiçbiri yerinde olmuyor. Her şeyin kendine has bir zamanı var. Duâ için durumun müsait olması, konuşmak için hâlin olması gerekir. Sessizlik için de daha başka şey gerek. Ona nazar için hâl gerek. Ona karşı göz yummanın da ayrı bir mânası var. Nerede her şeyi yerli yerince yapan zâtlar ki, onlarla sohbet edelim. Bu sözümüz, doğruların bulunmadığı mânasına gelmez. Doğru iş tutanlar, her zaman mevcuttur; hattâ zamana göre artar bile... Onlar için ibâdet herhâlde vâcibtir. Nimeti gönderene şükür için ibâdetten ayrılmazlar... Onlar her nimeti şükürle karşılar, tâatle mukabele ederler. 

Bu yol, sana helalin azını almayı emreder. Bugün, içinde bulunduğun helâli azalt. Çoğaltırsan herkesin müşterek işi olan mubaha dalarsın; senin bir özelliğin kalmaz. Ona da dalınca, şüphelere girmen ihtimal dahiline girer. Şüphelinin sonu ise, insanı harama iter. Haramın sonu ateştir.

Asıl zâhidlik, helâl işlerde kendini gösterir. Zaten haramda, herkes zâhid sayılır.

Her bakımdan kemâl yolunu arayan zâtın kalbine bâzı varidat gelir. O varidatı almak kolay olmaz. Doğum anında, sancıların verdiği acı neticesi üstünü başını yırtan ananın hâline benzer. Akıl onu kolayca idrak edemez. O anda gelen sese dayanılmaz ve onun getirdiği vecde kolay tahammül edilmez.


Bizim hâlimiz, İlâhî vaadi intizardır. Halka karışır, duâ ederiz, ama kalbimiz Hakk’a bağlıdır. O’nun vaadini gözetiriz. Tâ onun fazilet taamını tadıncaya ve orada sebat buluncaya kadar hâlimiz böyle devam eder.

Hakk'ın arzusuna uyma bahsinde zafer umuyorsan, arzularını bırak, dileğini terk et. Sevginin şartı, şahsî iradeden ve arzudan geçmektir.

Hâlin yukarıda anlatıldığı gibi olursa, dilin söz ettikçe, kulakların ses aldıkça, gözlerin gördükçe İlâhî lütuflar ve keremler sana gelmeye başlar. Ve ruh âleminin temizlik haberi, meyveler ve cevherler hâlinde süzülür gelir. Hizmeti ve hizmetçileri bulursun. Her şey sana hizmet eder ve her şey seni över. Hak Teâlâ, senin iyiliğini bütün varlığa ilân eder.


Hak Teâlâ buyurdu:

- «Peygamberin getirdiğini alınız, yasak ettiği şeylerden kaçınınız.» (Haşr Sûresi/7)

Allah'ın ve Peygamberin emirlerine yapışınız, onlarla amel ediniz. Bu yolda benlik dâvasına kapılmayınız. Hakk'ın emrine uyunuz. Bu yolda ben ve biz yok, Sen var. Evvel, âhir, zahir, bâtın, hep O...

Hak Teâlâ:

- «Semâ ve yolcusuna yemin olsun ki,» buyurur.

Bu âyetteki semâ malûm. Yolcusu da Peygamber (S.A.) efendimizdir.

Peygamber (S.A.) efendimiz, yedinci kat semâya kadar yükseldi ve Hak Teâlâ’yı baş gözü ile gördü. Kalbi ile, bütün varlığı ile gördü ve Rabbi ile orada kelâm etti.


Peygamber (S.A.) efendimiz yükselmeden evvel yeryüzünde onu kalbi ile gördü.

Çünkü kalbi sahih olan zâtlar, Hak Teâlâ’yı kalpden görür. Perdeler aralanır, semâların varlığı silinir. Hakk'ın zâtı kalır. O dem, himmetler yürür, sırlar yola revan olur.

Doğruların kalbi, âlemleri Yaratan’ın nuru ile parlar. Onların sinesi kâinata ışık saçar.

- «Mü'minin ferasetinden sakınınız,» meâline gelen Hadîs-i Şerif bunu anlatır.

Kalp, Hak yakınlığını bulursa semâ olur. Orada ilim yıldızları parlar ve marifet güneşi doğar. Onlardan hâsıl olan nurdan melekler ışık bulur.


Üzerinde Hak tarafından bir muhafızı olmayan şahıs yoktur. O muhafız, şeytanın kapmasını önler. Bâzı fertler vardır ki, onların muhafızı saflar hâlinde durur ve yabancıya kapılmalarını önler. Hak, onların sahibi olup bütün hâllerini kuşatır, başarı ihsan eder.

Güzel konuşmak ve iyi lâf etmek evini yıktın. Daima yerinde saymakta ve dar çemberin içinde dönmektesin. Değirmen devesine benzersin. Mihverini aşmadan orada dur bakalım; sonun ne olacak?.. Galiba bâzı velî kulların intizarını almışsın. Basiret gözün kör olmuş. Hakk'ı unutmuş bir hâlin var. O, seni bir yana bırakmış. Gayret yolun, sabit bir yol olmuş; hep aynı şeyi bilirsin. Boşuna olan gayretin artmış. Maksat kanatların kopmuş. Dünya ile âhiret arasında bir et parçası hâlinde kalmışsın. Seni duası ile diriltecek gerçek ere ihtiyacın var. Onun hayır duasını almak için perişan hâlini itiraf etmelisin.


Hakikaten Allah yolcuları ile ülfete devam et. Sonra meleklere karış, ülfet edersin. Bunlara karışıp anlaşınca, başka kapılar açılır.

Halka karışır, insanlarla sohbete, ülfete devam edersen, neticede onları bırakır, cin tayfası ile ünsiyet yolunu bulursun. Bunun sonunda da mülke düşer, onların tabiî hevasında boğulursun.

Kâinatın içinde mevcud olan eşya aslında hiçbir iş yapmaya kadir değildir. Ateş kendi başına bir şeyi yakamaz; su insanı kandıramaz, ancak Allah'ın onlara verdiği kuvvet sayesinde vazifelerini yapabilirler. Nitekim Nemrut'un ateşi İbrahim peygamberi yakmadı, Ebû Müslüm-i Havelânî’yi ateşe attıkları zaman yanmadı. Ateşin içinde yaşayan semender böceği ateşte yanmaz.


Yaptığın işlerde ihlâs olursa, halkın şerrinden halâs bulur, kalbini onların arasından çıkarırsın. Zaten Hakk'a vâsıl olman, halkın arasından manen sıyrılmana bağlıdır; Aziz ve Celil olan Hakk'ı talebine dayanır.

Senin Hakk'ı araman bir garip kişinin hâline benzer. O, bir sokağa girdi, dostunu arıyordu. Sokağın bir yanından öbür ucuna gidip gelmeye devam ediyordu, bir türlü kapıyı bulamıyordu. Hâli, dostun kapısını tanımamaktan ibarettir. Hâl böyle iken dostu onu gözetliyordu; şaşkınlığını ve hayretini görünce içini sevgi kapladı. Çıktı, yanına gitti, başını başına dayadı ve ona sarıldı. Yusuf peygamber de kardeşi Bünyamin'e aynı şeyi yapmış ve demişti ki:

- «Ben senin öz kardeşinim.»


Allah, kalp zeminini marifet ve ilim karargâhı kıldı. Hak Teâlâ o zemine gece gündüz üç yüz altmış nazar kılar. Eğer, orası marifet ve ilim karargâhı olmasaydı, az zamanda parçalanır ve dağılırdı.

Kalp sıhhat bulup Hak yakınlığına erdiği an, yollarından ırmaklar coşar, hikmetler aşar ve yaratılmışlar ondan faydalanır.

Allah'ın büyük kıldığı insanlar vardır. Onlar dini ayakta tutarlar. Onların en büyüğü Peygamber (S.A.) makamına yakın, en küçüğü ise sahabe derecesine yetişkindir. Arta kalanlar ise, tabiîn zümresine dahil sayılır. Onlar, söyledikleri her şeyle amel ederler. Sözle işi birleştirirler. Onlar için gizli ve aşikâr aynıdır. Peygamberler onlara bakar, sürür duyarlar. Hak Teâlâ onları, meleklere karşı över. O büyük zâtlara uyana saadetler ola... Dünya ve iyal (bakmakla yükümlü olunan eş, çocuk) yükünü onlardan alana ne mutlu...


Bir kısım cemaat vardır, onlar kazanç yoluna pek gitmez, halkın iyiliği için koşarlar. Halk, onlar için evlâd sayılır. Onlar, dünyaya bağlanmaz. Dünya, nefsini onlara arz etse de kabul etmezler, kaçarlar.

Bugün elinde bulunan senin değildir, müşterektir. Komşuların dahi bir nevi ortaklarındır. Elinde bulunan kazanç sorguyu mucib olduğu gibi elinden alınır da... Allah yolcuları, bugün onların yerine saklamakta olduğunuz şeyleri dağıtmışlardı. Aslında her şey Hakk'ındır, sizin nice iş tutacağınıza bakar. Elinde olandan, az da olsa komşularına dağıt, muhtaçlara ver. Doğruların evi dıştan dar olsa dahi içi geniştir.

Nerede o kimse ki, halka açılan kapıyı kapadı, Hakk'ın kapısına durdu ve bütün dertlerini Yaratan'ına ısmarladı...


Sebepleri kes, putları temizle, sonra neler göreceksin, bekle, O'nun kapısına dur; sabrı, sıkıntılar üzerine yastık kıl. O'nun kaza ve kaderi keser, fakat sen üzülme. Bunlar olunca hikmetli şeyler görürsün. Tekvin sıfatı, hâli ne yapıyor, görürsün. Rahmet eli seni nasıl büyütüyor, anlarsın. Sevgi hâli seni nasıl yükseltiyor, bakarsın.

Dönüp dolaşılacak, sonunda gelinecek tek nokta: Sükût... Bu sükûn, maddî ihtiyacın hitamında başlamalı, zaruret hâsıl olmadan konuşmamalı... Lüzumsuz lâf etmemeli. Kulun lüzum dışı lâf etmemesi Hakk'ın seveceği hâldir. Kul bu hâli benimsedikten sonra Hak; Teâlâ, ona halk sütünü emzirmez, sebepleri siler, onu yakınlığa götürür.


Hakk'ın lütuf kucağından ilettiği ulvî koku sana kâfi... Üzüntü anlarında oradan gelen güzellik sana yeter. O'nun rahmeti seni içine alır. Senin için elbette dar anlarında imdada koşan daha hayırlıdır, başkası daha hayırlı olabilir mi? O'na duâ et, darda kalınca O'na yalvar, sana yetişir. O, duada ısrar etmeyi sever, zâtına her an yalvarılmasını arzular.

Kapıların yüzüne kapanmasına darılma. Hak Teâlâ, sana yakınlık kapısını açmak için bunu yapar. O'nun kapısında devamlı kalman için maddî yönleri örter. Sevenler, O'nun kapısını daima açık olarak bulurlar. Yabancılar, oradan içeri giremez. Bir ana evlâdı için hazırladığı şefkat kucağını başkasına açar mı? Bu da ona benzer... Hak Teâlâ, sevdikleri için hazırladığını başkalarına vermez. Yavrusuna tutkun ana, komşulara tenbih eder. Yavrusunu içeri almamalarını ister. Çünkü kendine dönmesini arzular. O yavru, bu hâlde evden kaçsa cümle kapıları kapalı bulur. Ağlar, sızlar, yine anasına dönmek zorunda kalır.


Hak Teâlâ, bazen kulunu dara atar. Bundan maksadı, kulun kalbi, yaratılmışlara bağlanmasın ve zâtına dönsün...

İçi doğru olan fakir kişiye gerekir ki, nefsine hadden fazla yumuşak davranmasın... Nefsi için bir şeyler bulması icap ediyorsa, yeteri kadarını bulup almalı.

Sana bir sıkıntılı hâl geldiği zaman nimet bil ve Yaratan'a ibâdet et. Aksi hâlde Hak seni onların içine iyice sokar; bir daha da kurtulman kabil olmaz. Hakk’ın yakınlık duygusu o dar hâllerin içinde gizlidir.

Maddî eşyaya fazla düşkün olma. Onlara gönül kaptırırsan işlerin karışır. Herhâlde Hak yakınlığını ara. Şunu bil ki, O’na yakınlık derecen güç hallerdeki sabrınla ölçülür.


Allah'tan korkmayanın aklı yoktur. Tuzsuz ülkede yaşamak kabil olmaz. Çobansız sürü yutulur. Din korkudan ibarettir. Korkan, hemen sahibinin yoluna çıkar. Hiçbir yerde durmaz, yoluna devam eder. Allah yolcularının son durağı Hak yakınlığıdır. Burada anlatılan yolculuk, bir köy ve kasabaya taşınma gibi değil, kalp yolculuğudur. Sırların yolculuğudur. Asıl yolculuk O’nun yolculuğudur.

Kalp ve sır Hak yolculuğuna çıkıp o yüce kapıya varırsa, içeri girme iznini sır ister, izin verilir. Sonra o âlemde, aldığı ülfet neticesi kalbi de içeri aldırır. 

İnsan her hâlini, Peygambere (S.A.) benzetebilmeye çalışmalı. O’nun kalbinde yıldızlar ay, ay da güneş olmuştu. İçindeki nurlar, dışa vurmuş, gizli hâlleri açık olmuştu. Her yan ve yön ona göre tekti.

İnsan, benliğine dikkat etmelidir, o daima bir med ve cezir halindedir... İyilik hâlleri çoğalırsa mâna âlemi açılır, aksi olunca kapanır.


Büyük insanlar, başlarını yakasına eğip sır yuvasına dalınca, bütün varlığı seyre dalar. Deniz dibindeki mevcudu görür ve elini uzatır. Yanındakilere işaretle der ki:

- Sen şunu al..

Sonra öbürüne döner:

- Şu da senindir, al... der.

Onlar, sultanlardır. Semânın ve zeminin sultanı onlardır. Hakk'ın kuvvet ve kudret eli önünde dururlar. O'na vekil ve halife olmuşlardır.

Ben de şahın kapısındayım. O büyükleri gözetirim. Uykuda ve ayıklık hâlimde size de bakarım. Bu şehirde zahmet çeker, sıkılırım. Onların güç işleri altında sabra çalışırım. Karanlığı ışıkla açmaya bakarım. O ışıkla gamı, kederi gidermeye gayret ederim. Bir sürü fikir zahmeti ve susuzluktan ötürü peyda olan yorgunluğa rağmen, yılmadan olanlara tahammül ederim. Ara sıra kaçıp kurtulmayı arzularım, fakat attığım her adım geri çevrilir.


İbrahim Edhem'in, çok ağlamaktan gözleri yorgun düşüp kapanmıştı. Hak Teâlâ ona ilham yollu şu duayı okumasını emretti:

- “Allah'ım, kazana rıza yolunu göster. Belâna karşı sabrımı arttır. Nimetlerine şükrü kalbime alıştır. Nimetlerin dahasını, afiyetin tümünü isterim. Sevgi işinde bana sebat ver.”

Peygamber (S.A.) efendimiz hani o zaman kalbinde bir ses işitmişti. Ehline haber verdi ve Hıra dağına doğru koştu. O dağ, Sina dağından bir parça idi.

Orada vahiy nesîminin kokusunu almaya başladı. Orada bir mağara vardı; içinde bir âbid dururdu. İsmine Ebû Keşbe derlerdi.


Peygamberimiz orada ibâdete devam ederken, rüya gibi bir şey gördü. Sanki ortalığa sabah aydınlığı yayılıyormuş gibiydi... Ve şu nida geliyordu:

- Ya Muhammed ya Muhammed...

Bu sese dayanamadı; kaçtı kaçtı... Evine geldi... Orada olanlara:

- Beni örtünüz, her yanımı sıkıca kapayınız. Ben «Ya Muhammed,» diye, hatiften (gizliden) bir ses duydum.

Allah dilediğini yapmaya güçlüdür. O örtünmenin ve bürünmenin ne faydası olabilir ki?.. 

Bu kalp var ya, bir avlu içindeki tohuma benzer. O bir evdir, ama tavanı yok... Oranın dört duvarı bulunur. O duvarlar yıkılmaz. Kışın yağmuru, yazın güneşi oraya iner. Orada bitkiler biter, ama kimse onu göremez. Orada dallar yeşerse, ağaçlar meyva verse ve gelişip olgunlaşsa da kimse farkına varamaz. 

Oradan bir şey almaya bakınız, ama yol yok ki... Oranın güzelliğini toplamaya bakınız. Oraya yabancı için yol bulunmaz. Allah dilerse, öyle kalpleri açığa çıkarır ve herkes; oraya yol bulur.


Velayet hâli gizildir. O öyle bir hâldir ki, padişahın otağı sayılır. Padişah, sergisini yayar ve yatar. O hâlin gitmesi için padişahın oradan eşyasını toplayıp bineğine binerek gitmesi icab eder. Allah'a yalvarırken, Zâtından başkasını isteme. Yemek, içmek, giymek gibi geçici şeyleri O'ndan boşuna taleb etme; O’nün Zâtını ister. O zatî varlık senin olunca, senin olmayan ne kalır ki?..

İbâdetini maddî eşyanın talebi için yapma. Hakk'ı bulunca rahmeti neylersin ki?

“Allah'ım, bizi Zâtınla kıl, başkalarına muhtaç etme. Zâtından başkası ile uğraştırma.”


Nedir bu hâl?..

Bunu söylerken sert ve haşindi, sonra yüzünü eli ile kapadı, sıçrayıp kalktı. Sonra oturdu, tekrar kalktı ve devam etti:

- En kısa zamanda, durumunuzu öğreneceksiniz... Bâzı büyük zâtlar vardır ki, onlar Hak'dan bir şey taleb etmezler. Hakk'a karşı uygunsuz iş etmesinler diye, O'na karşı bir talebde bulunmazlar. O'na karşı yaptıkları bir yersiz taleble, bağlılığa zarar geleceğini bilirler.

Onlar aşk ve şevk insanıdır. Onların aşkı, adımlarına kuvvet verir. O kuvvet sayesinde Hakk'ın yoluna devam ederler.


Dünyalığa karşı gani gönüllü olursan, ihtiyaç sahiplerine yaptığın ihsanın arkasında gözün kalmaz. Velayet yolu da buradan geçer. Velayet sahiplerinin zâtlarına has işleri vardır. Bâzı hâller vardır ki, onlara akıl ermez.

Varlığı Hakk’a verip bedel (abdal) makamına varmak için Allah'ın kullarına yardımcı olmak ve onların yükünü hafif eylemek gerek. Bedel vasfını haiz kullar böyle yapar. Hak da onların güç işlerini alır, hafifletir. Çünkü bedeller için Hakk’a karşı perde yoktur. Onlar daima Hakk'ın huzurunda bulunurlar. Zahirde bakan bir büyük zâtın kullara yardım edip yorulduğunu görür, ama aslında ona Hak yardımcı olur. Ona yorgunluk yoktur.

Size gereken, anlatılan hâlleri tasdik etmek ve doğruluğuna inanmaktır. Sonra Hakk’a karşı töhmet sahibi olmamaya dikkattir.


Hak Teâlâ, gece ibâdeti için şöyle buyurur:

- «Nefsin gece ibâdetine kalkması ve onda Kur’ân okuması, daha sağlamdır.» (Müzzemmil/6) 

Bu gece ibâdeti, uykudan sonra başlar. O zaman, halk uyumuş olur. Herkes ve her şey derin bir uykuya dalmıştır. İrade dahi uykudadır. O zaman kalp yalnız kalır. Onun taamı ve şarabı Hak’la münâcat olur. Hele o anda rükû, sücûd ve kıyamdan alınan tad hiçbir şeye benzemez. Her şey tabiî âlemin karanlığına dalmışken, Hakk’ın huzuruna çıkmak ne hoş olur.

Görmez misin ki, bir zât Hak’dan alıkoymasın diye dünyayı bırakır. Zât-ı İlâhiden alıkoymasın diye âhireti de bir yana atar. O diler ki, âhiret yolunda bulunmaya. Çünkü âhiret oldukça tatlıdır; güzelliği açıktır ve bir rahmettir. Ola ki sır ve kalp onunla yetine, esas Zâta varmaktan geri kala... 

O zâtın iç âlemi bir başkadır. Dışına çıkan her şey kalbindekidir. O’nun dünya sevgisi sizinkine uymaz. O dünyayı Hakk’a ibâdet için sever. Bunun için de dünyada kalmak diler. Çünkü ibâdet edecektir. Aynı zamanda Hak ile nice işleri vardır. İşte, o işleri için dünyada kalmak diler.

Senin bu hâlin nedir? Hakk’a karşı bir vahşet duygusu taşımaktasın, yakışır mı? Bu böyle ama, halka karşı ne zaman vahşet duygusunu kalbinde bulacak, onlardan manen ayrı duracaksın?.. Ve bütün ülfetin Hak’la olacak?.. Söyle ne zaman?..


Bunlar ne zaman olacak? Kapı kapı dolaşacaksın; O'ndan başkası kalmayacak. Bütün ülkeleri dolaşacaksın; ondan gayrını göremeyeceksin, kalbin için ne bir kapı kalacak ne yükselecek bir semâ... Böylece kıyamet kopacak ve Hakk’ın huzurunda duracaksın. Bunlar ne zaman olacak?..

Kalp orada iyiliğini ve kötülüğünü okuyacak, defterinde neler var, görecek. Cehenneme atılma tehlikesi belirecek; o zaman kalbin ümitle korku arasında sızlamaya başlayacak. Fakat Hakk’ın inayeti yetişecek, rahmeti ve lûtfu ile onu kurtaracak. Hakk’ın rahmet suyu ile cehennem sönme durumuna gelecek ve o imanlı kalbin sahibine seslenecek:

- «Geç ya mü’min, yoksa ateşim sönecek...»

Hakk'ın yardımı ile o, üç bin yıllık yolu bir anda geçer ve kurtulur.

Bu yolculuktan sonra şahın kapısına varır, aklını, iradesini ve Mevlâ'sına karşı olan sevgi duygusunu harekete geçirir ve der ki:

- Mahbubumu almadan buradan içeri girmem...


Sonra ona:

- Hadi, seni taşıyacak gemi cennetin kapısında bekliyor; durma gir içeri, denir.

O yine istemez ve der ki:

- Annem, babam önce girmeli ve hani komşular, hani hâlime şahit olanlar?..

Bu direniş, iman sahibinin kâtettiği kalbi yolculuğun sonucudur. Bu bir riyazet hâli idi. Bu riyazet hâli bitince, tekrar dünyaya, döner, kısmetlerin alınması için bu dönüş zaruridir. Tâ ki, İlâhî bilgide değişiklik olmaya. Onun gereği silinmeye ve mahva varmaya... 

Rabbin, yaratma işinden fariğ oldu. O fasıl kapandı. Herkesin rızkı, kısmeti O'na göre malûmdur. Nasibini tam almadan buradan ayrılamaz.


Allah'ın zâtından kendinizi koruyunuz. Bütün arzularınızı O'nun kapısında toplayınız. Yaratan’ı terk edip yaratılmışlara boyun eğmeyiniz.

Sebepler, Hakk'ın zâtına karşı birer perdedir. Şahın kapısından yüz çevirirsen, sana orası kapanır; sonra hangi kapının açılacağını düşün.

Sır âlemini geliştirirsen nice setleri aşar. Onların aşılması için kendine izafe, ettiğin hiçbir kuvvet yetmez.

İman sahibi, Yaratan'ını taleb ederek tabiî arzularından geçer. Bu yola devam ederken bir âfet belirince günahlarına döner, hatalarını araştırır. Malına, nefsine gelen âfetin, din haddini aştığı için olduğunu anlar. Îman sahibi, başındaki âfetin gitmesi için yalnız duâ edip Hak'dan yardım talebinde bulunmaz; ayrıca günahlarını da hatırlar. 

Nefsine döner, yaptığı yanlış hareketler için onu sigaya çeker. Bunda muvaffak olunca benliğine döner, teslim olur. İşlerini Hakk'ın zâtına ısmarlar. Bunları kalben yapar ve huzurunu bulur. Artık onun bu güzel hâlinden sonra önüne açık kapı çıkar, oradan içeri dalar ve aradığını bulur. Allah'a karşı ittika (günahlardan sakınan) sahibi olan manevî yollar açılır.

Hak Teâlâ tarafından kula salınan belâ, tecrübe için olur. Onun gelmesiyle kulun hangi renge girdiğine bakar.

- «Biz, onları, iyilik ve kötülüklerle deneriz.» (A’raf/168) Âyet-i Kerimesi bu mânayı taşır.


Âdemoğlunun kalbi, hayır ve şer, izzet ve zillet, zenginlik ve fakirlik hâlleri ile istikametini bulur. Bu hâller durmadan değişir. Bu değişiklik arasında kul, bütün nimetin Allah tarafından olduğunu anlar ve şükür yolunu tutar. Burada şükrün gerçek mânası, tam mânasiyle tâattır. Dilin ve diğer duyguların İlâhî kudret önünde sesini kesmesi ve aksülâmel göstermeden bütün hâllere sabırla karşı koymasıdır. İman sahibi, bunu benimsedikten sonra yaptığı yanlış işleri ve cürümleri itiraf etmesi icap eder. Öyle olmalı ki, bir adımında hata olsa derhal anlamalı ve ikinci adımı iyilik olmalı. Bunlar olunca ona şu müjde verilir:

- İşte şahın kapısı, gir...

İman sahibinin bir adımı şükür, diğeri sabır olursa muvaffakiyet onu takip eder. Ve şahın kapısını hemen görür. Hemen o anda, bu gözün görmediği, kulağın işitmediği, beşer kalbinin hatırlayamadığı şeyleri sezer. Artık bundan sonra iyilik ve kötülük nöbetleri kalkar, İlâhî âlemde karşılıklı konuşma, anlaşma, oturma hâli başlar.

Ey Iraklı, bunlara aklın eriyor mu?.. Ve ey çizilen daire içinde dönen, bunlara aklın eriyor mu?

Ey ahmak, kalkman ve oturman ihlâs dışı. Halk için namaz kılar ve yine onlar için oruç tutarsın. Gözlerin halkın yemek tabağında ve onların evinde...

Ey insan zümresinden ayrılan ve ey doğruların ve erenlerin safından çıkan, bilmez misin ki, ben sizin büyüğünüzüm. Sizi ayara vurur, neye yaradığınızı ve ne olduğunuzu açığa çıkarırım. Çalış, gayretini arttır; bu hâlini benden uzak et. Kılıcını benden Uzağa at.


Ey cahilcik, hele sen hiçbir hâl üzere değilsin. Hâline acırım, kopuk iplerini bağlarım. Sana daima nasihat ederim. Çünkü ben, zındık, riyakâr ve bir deccâl olarak ölmenden korkarım. Bu işin sonucu olarak da nifak ehlini bekleyen kabir azabı ile karşılaşmandan korkarım. Bunlardan emin olmak için bulunduğun kötü hâlleri kısmaya ve yok etmeye bak; o hâllerden soyun, takva libasına bürün. Yakında öleceğini bil, dolayısiyle takva hâline geç. Bu sözlerimi senin için derim. Aramızda bir düşmanlık yoktur. Bu sebeple sözlerim başka bir maksada dayanmaz. Ölünce dediklerimi hatırlarsın.

Salih insanın görünüşü, hâlini anlatır. Hakk'a tam arif olanın dili tutulur, ama Hak konuşturur. Hak'la zengin olurum, sıkıntılı hâlimi O'na arz ederim.

Küçüktüm, bulunduğum yerde bana sesler gelirdi.

- Ey mübarek, diye bir ses duyar ve kaçardım. Ben yine gizlice ona benzer sesler duyarım ve bana:

- Seni hayır içinde görüyorum, deniyor. Fakat, hiçbirine önem vermem. 

Kurtuluş yolunu arıyorsan bana uy. Sohbetime devam et. Benden kaçan birini görürsen, hemen damganı bas. O münafıktır.


İman sahibinin hem kalp gözü hem de baş gözü bulunur. Baş gözünü yumduğu zaman kalbi açılır; kalp gözünü kapadığı zaman da baş gözü açılır. Her iki gözü ile Hakk'ın tasarrufunu, hikmetli işlerini ve tecellilerini görür.

İman sahibi tam olursa Musa peygambere gelen hitap ona da gelir. Hak ona:

- «Sana peygamberlik vermem ve kelâmımı nasib etmemle seni İnsanlardan üstün tuttum; onların üzerine seni seçtim.» (A’raf/144)

Buyurmuştu. Sonra şu hikâyeyi anlatmıştı:

- «Sen bir gün, koyun gütmekteydin. Onlardan biri kaçtı. Sen ardından koştun. Sen de yoruldun, o da... Tuttun, bağrına bastın. Ve... «Ey mübarek, neden kendini, ayrıca beni de yordun?» demiştin. İşte perdelenmiş olmanın çeşitli sebepleri ve ilâçları var. Onun başlıca tedavisi, sebepleri araştırmak, yapılan hatadan tevbe etmek ve Hakk'a karşı irfan sahibi olmaktır.

Her bakımdan yol almış, masum ve mahfuz zâtlar için, tekvinin lâfı olmaz. Tekvin sıfatı yolda yürümekte olanlara kendini gösterir. Ülkeleri ve bölgeleri aşmadıktan sonra sana söz hakkı tanınmaz. Karayı, denizi geçmeyince sana söz söyletilemez. Halkın ve nefsin toprağını eş. İlim ve hikmet deryasını aş, daha sonra sahile geç ve konuş...


Allah yolcuları için ne gece ne de gündüz vardır. Onlara göre hepsi de birdir. Yemekleri hasta gibi yerler. Uyumaları bir nevi baygınlığa benzer. Konuşmaları bir zaruret icabı olur. Hakk'a arif olanın dili tutulur, ama o arzu ettiği takdirde, aletsiz, edevatsız konuşturur. Dilediğinin kapalı ağzını açar ve arzu ettiği gibi konuşturur. Tertibin, hastalığın ve mühletin orada lâfı olmaz. Hakk'ın konuşturduğu zât için dilin bulunması şart değil. Hakk'a karşı her şey aynıdır. O'na karşı parmakla dilin ne farkı olabilir ki?

Öyle kullar vardır ki, onlar için ne perdelerin lâfı olur ne de herhangi bir bağın... Kapı, kapıcı nedir ki?.. Onlar için izin ne ola ki?.. Sonra tayinin, azlin, şeytanın veya sultanın lâfı mı olur? Ha cennet binaları, ha diğerleri... Hepsi onlara karşı bir... eşit...


Bugünü yitiren, ebedî ziyan içinde sayılır.

İlk adımı atmadan, ikicisini neyinle özlersin? Birinci adım atılmadan, İkinciye sıra gelmez, ilk adım, kendi vücut evinden ayrılmanla başlar. İkinci, Hakk’ın nimeti olarak alacağını alırsın. Ve şöyle dersin:

- «Âlemlerin Rabbi Allah'a hamd olsun.» (Fatiha/2)

Sonra O’nun kapısında durur, şu münacaatı yaparsın:

- «Sana kulluk eder ve Senden yardım taleb ederiz.» (Fatiha/5)

O’nun tecelli yüzünü görünce secdeye var ve O’na yakın ol. O’nun nimetine erdikten sonra, o nimetleri Hak'dan gayrına izafe etme.


Sen müşriksin ve Allah'ın nimetlerini tağyir etmektesin. Dolayısiyle Allah da sende mevcut nimetleri başka hâle soktu. Küfür zünnarını kopar ve yanlış yoldan dön. Bu hâlde senin dış hâline kim bakar?.. İçten tevbekâr ol. Sırrını Rabbin için temizle.

Ey evlâd, evlâdcık!.. Peygamberi düşün... Ona nübüvvet geldikten sonra, hayli zaman o hâlini sakladı. Yıllarca böyle gezdi. Seneler birbirini tüketti; sonunda:

- «Rabbinden sana indirileni tebliğ et,» (Maide/67) emrini aldı ve işe başladı 

Sen bir şey görürsün, fakat saklamasını bilmezsin. Evinde bir kumaş hışırtısı duyacak olsan kapını açar, hemen satışa çıkarırsın. Senin olduğunu nereden bilirsin? Belki o bir komşunun malıdır, sana emanet edilmiştir.

Kalbin felah bulması şu dört şeye bağlıdır: Birincisi, mideye inen her lokmaya dikkat. İkincisi, Hakk'a tâat için bir gönül feragati.

Üçüncüsü, elde bulunan iyilikleri korumak, keramet hâlini esirgemek... Dördüncüsü, Allah'ın zâtından alıkoyan her şeyi terk etmek...


Bunların içinde en çok önem taşıyan, lokma işidir. Onun için de hiçbir tedbirin yok. Bu hâl, tam şifa veren verâ' hâlini bulmakla hasıl olur. Verâ' sahibi olmak, insanı birçok hatalı işlerden koruduğu gibi Hakk'ın tecellisine dair bâzı şeylere de vukuf peyda eder. Dolayısiyle insana, din hududunu koruma arzusu aşılar...

İman sahibi, yerken, içerken durur, dikkat eder. Kitap ve sünnetin iznini alır, sonra yer. Bir zaman böyle hareket eder; sonra Mevlâsına yakınlık duygusunu bulur. Artık O’nun emrine göre yapar. Yine O’nun emrine göre yapmaz veya yaptırmaz. İman sahibi, daima Hakk'ın dileğine ve emrine uyar. Bilgisi, Hakk'ın bilgisine bağlanır. Bir kimseye yardım etmek isterse, O’nun yardımı ile yapar.

Ölüm kapınızı çalmadan Hakk'a karşı ahdinizi tazeleyiniz. Sonra kasırga diner, toz kalkar ve perişan hâlinizi görürsünüz.

Ey tembeller, cahiller ve gafiller, yakında hâlinizin perişan haberini alacak ve durumunuzu öğreneceksiniz.


Bir sual:

- Nefis ki, hain olarak tavsif ediliyor. Onun verdiği fetvanın gerçeğe uymasını nasıl sağlayabilirim, doğruluğuna nasıl kani olurum?

Bunun cevabı şudur:

- Nefsini öldürüp yeni bir şekilde diriltmeye çalış. Onu, hayrını şerrini bilen bir bilgin ve hayırda tam yer almış olarak bulmaya bak. Kötü şehvet ve tad kapılarını ona kapa... Uygunsuz arzulara karşı onu koru, hapse koy. Tâ o nefsin rengi soluncaya ve arzularını sırrın emri ile alıncaya kadar onu serbest bırakma. O nefis, böyle çetin bir mücadele sonundadır ki, kalbe döner.

Allah yolcuları, çok kere gecenin gelmesini ve ayalin (eş, çocuklar vd.) uyumasını arzularlar. Kalpleri tamamen Allah'da olmasına rağmen, evlâd ve ayal yükü ağırlığını omuzlarında taşırlar. İçten Yaratan'a bağlı olur, ama dıştan sebepleri elden atmazlar. Dış duyguları daima, sebepler içinde oyalanır.

Bir felâketin gelişinden önce Hakk'a kalbini bağlamış isen onun gelişi anında yalnız Hakk'a dönersin. O felâkete, Hak'dan gayri açıcı göremezsin. Ve görürsün ki, hayır ve şer. O’nun katından geliyor. Zarar, fayda, izzet, zillet, zenginlik, fakirlik hep O’ndan oluyor. 

Bir sual daha soruldu:  - Bâzı zâtlar şöyle der: «Bir şahsın görünüşü ve onun sende bıraktığı tesir, fayda sağlamıyorsa, ondan alacağın öğüdün bir hayrını görmen kabil değildir.» Bu cümlenin hakikî mânası nedir?


Bunun cevabı şudur:

- Büyük zâtlar, öyle kerimdir ki, onların gözünde dünya silinmiş, yerine âhiret gelmemiştir. Kalpleri de aynı duygu ile doludur. Onlar, yalnız Yaratan’larını anarlar. İşte bu zâtları düşündüğün zaman sana fayda gelir.

Bir velayet sahibi kul, kuru bir yere baksa, Allah onun bakışı sebebiyle orayı ihya eder. Onlar sapık dinlerden birine, bağlı olana nazar etseler, o dem hidayeti ve gerçek, yolu buldururlar.


Bir zât şöyle dedi:

- Sizi, kürsü yanında bulunan ağaca dayanıp konuşur görüyoruz, bunun hikmeti ne?

Şu cevabı aldı:

- Ona dayanırım, çünkü o benim yakınımdır. Sonra onun bâzı özelliği var. Her şeyi olduğu gibi görür, fakat bir şey demez. Sonra o, hiç uyumaz. İşte bunun için ona dayanırım. Biz kalbine daha yakınız. Bu sorudan kasdini anlarız.

Ey süt kardeşim, anlattığım vasıfları kendinizde toplayabilmeniz için başta Allah'a karşı ittika sahibi olmalısınız. Her hâlinizde O'nun size bakar olduğunu bilmeniz ve ona göre hareketlerinizi ayarlamanız icap eder. Dediklerimi yapar, O'ndan hem çekinir hem de O'na talib olursanız sizi sever ve hizmetinizde olurum.

Bir kul, zâhid sıfatına bürünür ve Hakk'a döner, cömertlik vasfını taşırsa; Allah ona hikmet kapılarını açar, Zâtına yakınlık duygusu verir, daha da yakın kılar. İlâhî bilgiye ıttılâını arttırır. Hak Teâlâ kulunu severse, bilgi hâzinesi kapısını açar ve ona gösterir.


Herhâlde iyi edeb sahibi olmak icap eder. İyi edeb yoluna ermek için yok olmak, her varı hiç etmek gereklidir.

Allah yolcuları, bütün halleriyle, Hakk’ın sevmediği şeyleri anlatır, kulları onlardan uzak tutmaya gayret ederler. Bu hâli, onların içinden, dışından, kalbinden okumak kabildir. Onlar kendilerini kötülükten koruma kudretine sahip ve Hak katında kerim olarak tavsif edilen zâtlardır.

Sizin her biriniz, ayrı ayrı tahlile konsa, mabudunuzun, altınınız, gümüşünüz olduğu anlaşılır. Böyle olan bir kimsenin elinden bir altını çıksa, kıyameti koparır. Bir cuma veya cemaat namazını geçirse aldırış etmez. Bir fâcir, fâsık cinsinden evlâdı ölse, günlerce ağlar. Daima halktan biri ile ülfet edip kalmayı arzular. Çünkü melekler onunla olmayı arzu etmezler. Çünkü melekler temiz kalp sahibi ile sohbet ederler. Benliğini kirden temiz eden her kul, meleklerle sohbet eder ve konuşur.


Ey Hak'dan, dinden, imandan uzak olan, ey dünyaya dalan, nefsin, tabiatın ve kötü arzuların peşinde koşan, halka tapan ve Hakk’ı unutan! Elbette bir gün Hakk’ın huzuruna çıkacaksın. İyisi halkı, nefsi bir yana at ve O'na bağlan. Bunu hemen yapmaya koyulursan, emin hâli bulursun.

Zikirsiz, fikirsiz, Hak demek boştur. Îlimsiz, irfansız, Hak demek bâtılın tâ kendisidir. Hangi iş olursa olsun, Hakk’ın zâtından başkası için olunca yok olmaya mahkûmdur.

Dünyayı arayan çok, âhireti arayan pek az; Hakk’ı arayan da azdan az... 

Sen, gece gündüz, dünya ilesin ve ona hizmet etmektesin. Ona taptığın için seni hizmetçi hâline soktu; halbuki dünya bana hizmet eder. Ayrıca onun içinde dönmekte olanlar da bana hizmetçidir.


Ey tedbirci hâlin nice?.. Yaptığın her işte din eli olmalı ve yaptığın işlerin, gerçeğe uygun olması için ilmin fetvası gerek... Ondan alacağın iyilik için emri kabullen, kötülüğe dair tavsiyesini de tut. Dünyanın sana güzel gösterdiğini alma; Rabbine müracaat et, gerçeği ara. Alışında, satışında titiz ol. Yediğin bir lokma dahi olsa dikkatli ol, dur, düşün. Almanda, vermende ve konuşmanda dikkati elden bırakma.

Bir şeyin Allah için olduğuna kani olursan, temiz bil, al.

Bir şeyin O'nun Zâtından gayri için olduğunu anlarsan, onu da bırak.

İnsanda sevgi galip gelince seçme kabiliyeti azalır. Dünya ile âhiret ayırd edilemez. Kabulle red birbirine karışır. Kalbini Hakk'ın sevgisi ile dolduran, hayırda ve şerde mevcut güzelliği birleştirir. Bu hâle gelenin bütün cihetleri bir yön olur. Tek yön olur, o da Hakk’ın Zâtıdır...


Sevgi her şeyi birleştirir. Haberi verilenle, gözle görüleni aynı yapar. Zararlı ile faydalıyı, tek cepheden gösterir. Sevgi taşıyan kalp, daimî bir vecd ve yenilikler içindedir. Orada bir bakarsın, Hakk’ın celâl sıfatı tecelli eder, onun zikri olur. Bir bakarsın cemâl tecelli etmiş ve O'nun zikri başlamış. Onun günleri daima bir dehşet içinde geçer. Her ne kadar yaklaşsa, daha öteye geçmeye devam eder. Aradığını görüp yaklaşmayı arzuladıkça yol uzar, gider. Musa peygamberin gördüğü nur ateşi de böyle idi. Musa (A S.) görüp yaklaştıkça, o uzaklaşıyordu. Ve nihayet:

- «Muhakkak ben Allah'ım,» (Ta-Ha/14) hitabını duyuncaya kadar o ateşin peşinde gitti.

Kalp de böyledir. O yakınlık nurunu görür ve ona doğru ilerler. Ona her adım attıkça uzağa kaçırır. Bu hâl, kitabın yazısı yerini buluncaya kadar devam eder. Adımlar son haddini bulur. İşler değişmeye başlar. O zaman tâlib olan matlûb olur. Gayecinin kendisi gaye olur. Arzu duyup yürüyen, arzulanan zât olur. Çünkü, Hak tarafından cezbe gelmiştir; O’ndan bir cezbe insanların ve cinlerin yapmakta olduğu işlerin tümünden değerlidir.

Hak Teâlâ Hazretleri kuluna baktığı zaman, onu, tabiat yuvasından ayrı, halka veda etmiş, şahsî heveslerini bir yana itmiş bulursa, işte o dem yakınlığını verir. Kul, Hakk'a tâlib olur, O’nun gayretine düşer ve kalkması, oturması O’nun için olursa lütuf bucağına varır. Hak Teâlâ, kuluna baktığı zaman: Onu namaz, oruç, cihad içinde ve yalnız, kimsesiz, aynı zamanda dikkatli ve her karanlığa ışıkla vardığını görürse onu, geçmişte aldığı karar icabı fazilet sofrasına alır.


Sen yükselmeyi arzularsın, ama henüz tohum hâlindesin. Cennete girmeyi dilersin, fakat ona vardıracak işleri yapmazsın. Bâzı büyükler dediler:

- Nefsini ülfet edilmiş şeylerden al.

Tabiatın icabı yeme. Hak'dan vaki bir emir olmadıkça, bir lokma dahi ağzına koyma. Hakk’ın emri dışındaki ilâçları da alma. Olur ki, tıp kitapları fetvası ile alınan deva yüzünden mühim bir mizaç değişikliği olur. Salih kullarına O sahip olur. Salih kulun tabibi O sevgilidir ve her an O'nun hanesindedir, Hak Teâlâ, çeşitli tecellileri ile kulunun gıdasını verir, meşrubatını içirir. 

Geylânî Hazretleri bundan sonra heyecanla ayağa kalktı. Sağa, sola ve öne doğru sallanmaya başladı. Hakk'a teslimiyet ifade eden bir hâlle elini semâya doğru açtı. Konunun devamı müddetince ellerini indirmedi...


Sonra, şöyle dedi:

-Vah içimde yanan ateşe, vah başıma gelen musibetlere. Bunları sizin için duyarım. Sonra elini duâ için uzattı ve duâ etmek için oturdu. Bir müddet konuşmadı. Daha sonra ayağa kalktı, rengi kâh sararıyor, kâh kızarıyordu. Bu hâller içinde konuşmasına devam etti ve şöyle dedi:

- Bir kalp, dünya varlığından açılır, Hak yakınlığına misafir olursa, kullardan bir talebde bulunmaz. Onlardan af dilemez ve masum olduğunu onlara anlatmak ihtiyacını duymaz. Yer zemininden yaratılmışların son durağı olan Arş'a kadar dolan halkın hiçbirinden beklediği olmaz. Ona göre her şey Zâttan ibarettir ve mahlûk yoktur. Ve sanki Hak hiçbir şey halk etmedi. Varlıkta Zâtından başkası yok. Bu anlayışa sahip olan kalp vahid olan Hak için tektir. Seven ve sevilen O'dur. Tâlib ve matlûb O'dur. Zâkir ve mezkûr yine O... O'ndan başkasını göremez.


*


Geylânî Hazretleri vaazına devam etti:

- Bana, bu beldeye inecek bir belâdan haber geldi...

Sonra, o ülke için duâ etti. Belânın açılmasını Hak’dan diledi. Hâlinde, karşısındakini perişan edecek bir heybet vardı. Devam etti:

- Ömrüme yemin ederim ki, bu ülkede ölüme ve asılmaya müstahak insanlar var, lâkin bir göz için bin göze ikram olunuyor.

Allahım, onlar için bizi helak etmektesin ve onların hatası yüzünden bizi yakalamaktasın, bağışla... Sonra sert bir hâlde şöyle dedi:

- Dostla düşmanı, her şeyi eriten kader ocağına koydum. Eridi ve ikisi de tek şey oldu 

Keramet ve mucize kabilinden şeyleri taleb etme. Mucize taleb ederek peygamberlere zahmet verme. Keramet sahibi olmayı arzu edip velîleri üzme. Hakk’a yakın olmayı ve O'nunla sohbet hâlini bulmayı arzularsan böyle yap. Sohbet hâline devam edersen lokmanı o gönderir, yersin. Giyeceğini o gönderir, alır giyersin. Keramet ve mucize gibi işleri taleb etmen sana hicab olur. Sonra keramet ve mucize emrinden gelen şeyleri reddetmen yine bir hicab olur... En iyisi, hiç tâlib olmamak... Bir kimse, velî kulların yolunu tutar, onların yardımıyla Hakk’a kavuşursa, ins, cin ve melek ona hizmetçi olur. Velî kullar, bir yandan kaybeder, bir yandan bulurlar; tâ Hakk’a varıncaya kadar... Tâ dünya sevgisinden doğan ateş sönünceye kadar... Bu hâller ki oldu, cümle varlık onların hizmetinde durur. Lütuf, sevgi bu yoldadır.


Hak yakınlığı kapısına girme izni verildiği zaman, o zâtları âfetler karşılar. O âfetler nefislerini eritip bitirir. O âfetler Celâl sıfatının tecellisidir. Bu tecelli sayesinde hem nefis erir hem de bir benlik duygusu varsa yok olup gider.

O âfetlerin geliş şekilleri çeşitli olur. Bazen zahirî nimetler kısılır. Bazen zahirde giyilen libas (giysi) cinsi yok olur. Bunlara tahammül edilince kalp her kirden temizlenir ve saf bir iç âlemi olarak kalır. Ülfet şarabı verilir ve fazilet taamı yedirilir. Keramet tacı ve minnet libası giydirilir. Ledünnî ilim ve hikmet bol bol gelir. Sonra şah, o verilen ledünnî ilimle hikmetlerin isimlerini bir bir öğretir. Hak Teâlâ gelmişte ve gelecekte verilen cümle nimetleri ayrı ayrı o kullara tanıtır.

Hak Teâlâ, bütün nimetleri birer isme bürür ve sevdiği kulların ıslâhı için varlık âlemine çıkarır. Dolayısiyle onlar da hidayeti bulur, Hakk’ın sefiri, delili olurlar. Daha sonra o kulların kalbine Tekvin sıfatı tecellisi hakkını yerleştirir. Dillerine duâ ettirir ve icabet husule getirir.


Bu zaman âhir zaman oldu. Nifak ve daimî bir kibir devri oldu. Herkes kendini beğenmekte. Her yerden küfür kokusu geliyor.

Kendini beğenme perdesine bürünmen, seni Hakk’ın gözünden düşürür. Küfürle kibir bu yolun zıddıdır. Her ikisi de Hakk’ın kudsî tecellisinden alıkoyar.

Bir kimse sana nifakın ne olduğunu sorarsa, ona, Peygamber (S. A.) efendimizin şu Hadîs-i Şerifini oku:

- «Münafık, emanete karşı hiyanet eder. Konuşmalarına yalan katar. Verdiği sözde durmaz.»

İman sahibini, Hak'dan alıkoyacak tek şey yoktur. Onun için ne libasın (giyeceğin) önemi, ne yemeğin değeri, ne de evliliğin kıymeti vardır. Ona göre sevinç ve muayyen bir hâlde karar da yoktur. O, manevî âlemdeki yerini görüp orada lâkabını işitinceye kadar sükûn bulamaz ve rahat edemez. Onun rahat edebilmesi için ezeldeki hâlini görmesi, halvet hâlinde ismini işitmesi icap eder.

O tek başına sahralara kaçar ve dağ başlarında uyur. Melekler onun hâlini görür ve birbirine sorar:

- Bu adam kim?..


Diğeri cevap verir:

- İşte bu falandır. O sevilmiş olan kullardan biridir... Ya da kırklardan, yedilerden veya üçlerden bir tanesidir. Onun şöyle, şöyle hâlleri vardır.

O zâtı, kader eli, sağa sola çevirir; yine kader eli lokmasını yedirir. Şu Âyet-i Kerime onlar hakkında buyurulmuştur:

- «Allah onları kuşatmıştır.» (Büruc/20)

O kul, sahraları, dağları dolaştığı sıralarda, kalbi hatiften bir nida duyar. Meselâ şöyle denir:

- Artık evine dön. Hazîneni esirge, özünü saklamaya bak. Sanki iç âlemin derin bir uykuda ve sırrın, kalbin, Hakk’a doğru yükseliyor. Hikmetler kitabı önünde dur ve ilim kitabı içinde uyu. Tâ, baliğ oluncaya kadar, hâlin böyle gitsin. Çocukluk devren geçinceye kadar bu hâli bırakma; o zaman Hakk’ın kudreti sana lokmalar ihsan eder ve İlâhî kisveler giydirir.

Sen bu hâlleri arzularsın ha, olmaz. Sen, tabiat, heva ve şehvetle dopdolusun. Namaza kalktığın zaman içinden neler edersin, bilir misin? Alışveriş yaparsın, yersin, içersin, hattâ damat bile olursun.





$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button

$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

Recommended Products For This Post
 
 
bottom of page