top of page

Kalp Gözü Açılmadıkça, Dağın Arkası Hep Karanlıktır | Abdulkadir Geylani Hz.

Güncelleme tarihi: 26 Haz

Kalp Gözü Açılmadıkça, Dağın Arkası Hep Karanlıktır | Abdulkadir Geylani Hz.
Kalp Gözü Açılmadıkça, Dağın Arkası Hep Karanlıktır | Abdulkadir Geylani Hz.

Bazı çağrılar vardır, sadece duyanı değil; göreni de değiştirir. Abdulkadir Geylani Hazretleri bu anlatımda, Musa Aleyhisselâm’ın Tur’a çıkışını sadece bir peygamber yolculuğu olarak değil, iç âlemin çağrısı olarak yorumlar. Çünkü bazı dağlar dışta değil, insanın içinde yükselir. Ve o dağa çıkanın bakışı değişir.

Baş gözü halkı görür. Ama kalp gözü, Hakk’ı... Geylani Hazretleri’nin bu sözleri, gözle değil, sezgiyle görmeyi öğretir. Musa gibi bir çağrı almışsan, ne çocuk ne mal ne eş sana engel olur. Çünkü o an, başka hiçbir şeyin önemi kalmaz. Kalbin davet edilmiştir, o davete icabet gerekir.

Bu bölüm, sıradan bakışı bırakıp hakikatin davetine yönelmeyi öğütler. Kalbi meczuplaşanlar gibi yola düşmeyi, aklın sınırlarını aşmayı, gönül gözüyle yola bakmayı anlatır. Çünkü bazen dışta çok şey görünür, ama içeride hiçbir şey hissedilmez.

Hazret burada yalnızca bir kıssa anlatmaz; okuyana da sorar: Sen neyi bırakıp nereye yöneliyorsun? Hangi sesi susturup, hangi çağrıyı işitiyorsun? Ve sonunda da fısıldar: “Durun, burada bir şey oluyor.”


Geylânî Hazretleri Musa'nın (A S.) hikâyesini anlattı:

- O bir sırdır, hem de sırrın sırrı. Tur canibinden şuleyi gördü, ehlini bırakıp o tarafa yöneldi.

O neler gördü?.. Ve neler görmedi ki?.. Baş gözü yalnız yanan bir şavk (ışık) gördü, kalp gözü nur... Baş gözü halkı gördü, kalp gözü de Hakk’ı... Ehlini terk ederken şöyle diyordu:

- Siz burada durun; ben bir şule görüyorum.

Kalbi bir meczub gibi gidiyordu. Ne zevcesi onu Hak yoldan alabildi ne çocuğu ne de elindeki malı... O her şeye rağmen ehline şöyle diyordu:

- Siz durunuz; ben bir şule görüyorum.

Ona yüksek çağrılar gelmişti Kaderin kapıcıları onu yakalamıştı; onların elinden kurtulmak kabil değildi. Onun kavmi geldi, ehlini ve çocuklarını alıp götürdü. Fakat Musa (A S.) Tur'a çıkmıştı; dışarıda olanlardan haberi yoktu.


Ey hüküm, yerinde dur. Ey ilim, İlâhî sırla beri gel... Ey nefis, sebat et. Ey sır ve kalp, ikiniz de cevap verin!.. 

Vah, bu sırları anlamayanların başına... Bu hâli göremeyenlere, inanmayanlara... Vah, o dinsizin kaybettiklerine, İlâhî nura karşı benliğine gerilecek perdeye ve çekeceği sıkıntıya...

Ve o peygamber, ehline şöyle diyordu:

- Durunuz, oraya varayım. Size belki bir haber getiririm. Yerinizde durunuz. Oradan yolu öğrenir, gelirim.


Onlar yollarını şaşırmıştı, ortada öncüleri de yoktu; öncü kayıplara karışmıştı. Onlar için yalnız en iyi vekil ve en güzel bir kefil kalmıştı. Madde sönmüş, mâna yolu açılmıştı.

Geylânî Hazretleri bir yöne işaretle şöyle diyordu:


- Keşke hiç yaratılmayaydın. Ve mademki yaratıldın, hikmetini bileydin Kimin için yaratılmış olduğunu sezeydin. Ey uykucu, uyan. Seller çevreni sardı. Önündeki kim, hele bir gör. Yarın kıyamet kopacak, senden defterini isteyecekler, ona neler yazıldığını soracaklar:

- Hocan kim, peygamberin kim? diyecekler.

O gün senin için nesebin önemi olmaz. Bir gün Peygambere (S. A.) sordular:

- Senin akraban kim?.. Şöyle buyurdu:

- «Kim ittika (günahlardan çokça çekinen, sakınan) üzereyse odur.»

Sesini çıkarma, çünkü aklın ermiyor. Evin deniz kenarında olduğu hâlde susuzluktan ölmek üzeresin. İki adım at, Rahman'a vâsıl olursun. İki adımda nefsini ve halkı O'na bağlayabilirsin. Ey Hakk'ı dileyen, iki adım at hem dünyayı hem de öbür âlemi Hakk’ın zâtından ibaret görebilirsin.


Kurtuluş arıyorsan sözlerimin çekici altında sabra alış. Sözlerimin sertliğine dayan. Deliliğim tutunca, seni görmez olurum. Sırrım ve ihlâsım öç almaya kalkınca yüzüne bakmam.

İyilik istiyorum. Kötülüğün kalbinden gitmesini istiyorum. Evinde çıkan yangını söndürmek azmindeyim. Haremini esirgiyorum. Gözlerini açmak ve önüne çıkacak o felâketi anlatmak istiyorum. Ayıl artık; azap askerleri, sorgu-sual erleri çevreni sardı.

Ey ahmak, sana yazık, yakında öleceksin. Elinde her ne ki var, eriyip gidecek. İşte şu adam, çocuğundan ayrılacak ve evini terk edecek. Hanımını bırakacak ve toprağa batacak... Kabre girecek... Karşısına ya azap melekleri çıkacak yahut rahmet...


Ey yolcu ve ey bu âlemden intikali mukadder olan zât, sizlerden iyiliğini esirgemeyen zât, Sübhan’dır.

Ey manevî yoldan daima ilham alanlar, halbuki siz, o ilhamı görmemektesiniz.

Ey kendi başına tedbirler eden, bana haftada, ayda, hattâ senede bir defa bile uğramazsın; bir habbeciğini bile vermezsin. O hâlde karşılıksız bir şeyler al. Al bunları, saklarsan öbür âlemde bir milyon olur.


Ağırlığımı duyar, sana vurmamdan korkarsın; korkma, korktuğun başına gelmez. Her hâlimde Allah'ım bana yeter. 

Benden bir kelime kapmak için bin yıllık yolu kat etmeye azmet. Şu hâlinle senin hayli yol yürümeye ihtiyacın var. Sen zavallı bir cahilsin, ama bu hâlini gidermeye çalışmayan cinsinden... Sana, dünyalık bir şeyler de versem, yine gönlün hoş olmaz.

Dünya senin gibi nicelerini şişirdi, sonra da yedi. Onları şehvetle, çok malla semirtti, sonra da yuttu. Biz dünyanın bir hayrını görmüş olaydık, ondan ötelere geçmezdik. Ayık olunuz, bütün işlerin sonu Allah'a varır. İçinde bulunduğumuz hâlin hepsi, Allahü Teâlâ’dandır.


Geylânî Hazretleri kürsüsünden inince bâzı talebeleri çevresini sardı ve vaazın çok sert olduğunu anlattılar. Bilhassa işaretle öğüt verdiği zât için bunların ağır olduğunu belirttiler. Bunun üzerine Geylânî Hazretleri şöyle dedi:

- Eğer vaazım ona tesir ettiyse, bir daha ayrılmaz ve derslerime devam eder.

Ve o zât, bir daha meclisten ayrılmadı, devamlı olarak vaazları takip etti. Daima Hazretin yanına mütevazi bir şekilde oturdu. Allah'ın rahmetini diler oldu.


Allah'ım sabır, Allah’ım af... Allah'ım, bize yardım et...

Bir kimsenin elinde bulunana tamahen önünde eğilirsen, Hak sana darılır. Bir kimse, zengine malı için tevazu gösterir, karşısında iki büklüm olursa, din bağının üçte ikisi kopar.

Sen, bütün talebini halka bağladın, yarın Hakk'ın divanına o yüzle çıkacak ve utanacaksın.


Bir adam görmüştüm; hâli vakti iyiceydi. Ama insanlardan bâzı şeyler taleb ederdi. Yine birinden almış olacak, ipekten bir cübbe sattığını gördüm. Yirmi beş altına satmıştı. Peşine düştüm. Döğme aşı (keşkek) yiyen bir zâtın önüne dikildi. O zât dayanamadı, yediğinden ona da verdi. Artık sırası geldiği için:

- Sen biraz önce, yirmi beş altına cübbe sattın; bu hâlin ne? dedim.

Bana döndü, şöyle dedi:

- Senin yüzünden san’atımı bırakamam; bunu terk mi edeyim istiyorsun? Hayır, yapamam. 

Bir zât, velayet hâlinin sonuna varırsa ona kutubluk hâli verilir. O, bu hâli ile halkın işlerini üzerine alır. O, bu hâlinde halkın cümlesine muadil imana sahiptir. O iman sayesindedir ki, halkın işlerini yüklenir.

Hak Teâlâ, benim uzakta oluşuma ve zahirde giydiğim libasa bakmaz. Asıl libas, ölümden sonra giyilecek olan libastır. Üzerimde gördüğünüz güzel libas bir kefen sayılır. Bu benim için güzel oldu, ama nelerden sonra?.. Katı giydim, kuru yedim ve aç kaldım... Ondan sonra...


Ey Bağdat ehli, benim meşguliyetim yalnız siz değilsiniz. Sizden başkası ile olurum. Akıllı olunuz, her şeyi yerinde anlamaya gayret ediniz. 

Ey yer ehli, gök ehli ve sizin bilemediğiniz diğer yaratılmışlar, bu hâliniz tam bir safiyete gitmiyor. Bu gördüğünüz zahir hâlinin doğruladığı bir iç âlem vardır. O iç âlemin de doğruladığı bir dış hâl var.

Sana söz yok; putlarını parçala ve tek Allah'a bağlan. Rabbin bir, sevdiğin bir, yârin bir olmalı. Kalbin tam birlik âlemine geçmeli. Hakk’ın yakınlık otağı kalbinde ne zaman kurulacak?.. Kalbin ne zaman meczub olacak?.. Sırrın O’nun yakınlığına ne zaman erecek?.. Ve sen halkı benliğinden silip Hakk’ın zâtına ne zaman ulaşacaksın?..

Peygamber (S.A.) efendimiz şöyle buyurur:


- «Bir kimse, bütün varlığı ile Allah’a bağlanırsa her derdine o yeter ve bir kimse varını yoğunu dünya bilirse Hak ona dünyayı salar; dünya da, onun üzerinde akla gelmedik oyunlarını icra eder.»

Allah katında olana nail olmak için O’na bağlanmak icap eder. Kalpden O'na bağlanmadıktan sonra işler yolunu bulmaz.

Allah, şöyle buyurur:

- «Bir kimse, herhangi bir işi yapar, onunla Ben'den başkasını dilerse, Bana şirk koşmuş olur; Eline ne geçer ki, Ben onların hepsinden üstünüm.»

İhlâs, iman sahibinin arsası sayılır; yapılan işler ise, onların ağacıdır. Ağaçlar değişebilir, ama arsa değişmemeli.


Her bina takva hâli üzerine yükselir.

Peygamber (S.A.) efendimizin yukarıdaki Hadîs-i Şerifine itiraz yollu:

Ben Allah’a tam bağlandığım hâlde bana yardım etmiyor, denirse, onun cevabı şu olur:

- Peygamber boşa kelâm etmez; kabahati kendinde ara.

Allahü Teâlâ’nın zâtından haberiniz var mı? Vallahi yok. Siz dünyanın âşıkısınız, onun peşindesiniz. Ve o dünyanın süsüne aldanırsınız.

Eğer dâvanda sadık olsaydın, dünyadan koparacağın bir zerre için çeşitli hile yollarını tutmazdın.


Nefsini kader denizine at. Orada işler yolunu bulunca Hak yakınlığındaki baş dereceni bulursun. İşler böyle olunca dünya ve âhiretin en güzeli seni karşılar. Hak’la aranızdaki sevgi bağı tamam olur. Aranızdan perdeler kalkar, vakıalar kalkar. Hakk’ın kader vadisinden nefsin yardım sesini işitirsin ve oraya emaneten bıraktığın nefsi teslim almaya hak kazanırsın. Ve o zaman sana yaptığım yardım yeter.

O nefis sana oradan şöyle bağırır:

- Ben burada mahpus oldum.

Bu iş hem iyiliğin için hem de zararın için olabilir. Ona göre dikkatli ol Hareketlerini ayarla.

Nefis yardım talebinde bulunmaya başlayınca sana yakınlık derecesi verebilmek suretiyle ona şefaat edilir, isteklerine cevap verilir. İşte o cevabı aldıktan sonra, hikmet eli sana uzanır. İlim eli seni kendine celb eder, aynı zamanda nefsini de bütün darlıktan kurtarır.


Nefsine muhalefet etmeden, tabiî arzuların aksini yapmaya başlamadan bir şeyler beklemen, sana sadece mahrumiyet doğurur. Dediklerimi yapmadan kendini Hakk’a yakın olan kullardan sayman, aldatıcı bir mahrumiyet peşinde sürüklendiğini gösterir. Hakk’ın sevgili kullarından olmak için iradenin bile üstüne çıkman gerek...

Eğer için İlâhî nurla parlamış olsaydı, dünya tarafından parçalanacağını bilseydin ondan yine bir şey istemezdin. O zaman, dünya senin için daha iyi olurdu; çünkü taleb etmeden, kendiliğinden gelirdi.

Dünyanın şarabı zehirle doludur, ama o tatlı gözükür. O ne şekilde gözükürse gözüksün ne olduğunu bilmeden acılığını översin. Çünkü aslını bilmiyorsun.

Sen onun kötülüğünü bilmeden övmeye bakarsın. Kalbine girer, iki kanadının arasına alır, öyle bir inkılâb yapar ki... oraya zehir saçar ve seni öldürür.


Eski büyükler, inzivaya çekilmeden önce hatıralarını ayırt ederlerdi. Sizin hâliniz ne olacak, ey nefsin, şeytanın iğvasını anlamayanlar?.. Bu hâlinizde kalplere gelen iyi hatırayı nasıl anlayabilirsiniz?.. Küfürle, isyanla bir sürü hatıralarla, nefsin ve şeytanın dürtmesini nasıl kesebileceksin? Küfrün direğini nasıl yıkacak ve isyan kırıntılarını nasıl temizleyeceksin?..

Meleklerden İlâhî sesin duyulması için tâat lâzım, yararlı iş gerek...

Biri, asılan zâta (yâni Mansuru Hallac’a) yanaştı ve tavsiye istedi.

O zât, şu tavsiyelerde bulundu:

- Nefsine dizgin vur ve bin. Aksi hâlde o sana yüklenir. Bir gün olur, sultanlarla işret âlemi yaparsan, ayıklığında sahralara kaç. Gizli yerlere kapan. Tâ sarhoşluğun geçinceye kadar orada kal. Tâ ki, onların sırrını ifşa etmeyesin... Onlar, sırlarının açığa vurulduğunu duyarlarsa, seni helak ederler. Onlarla oturmaktansa ayrı kalmak daha iyidir. Bu ayrılıkta, isterlerse seni tâan etsinler. Rabbine kavuşmak istiyorsan şu dünya kervanına katıl. Ona yol buradan gider. Burası öyle yapılmıştır.


Din hükümlerini yerine getirdikten sonra halvet âlemine geçmek, Hakk’ın kapısını bulmak sayılır. Bir iş için yardım taleb edip azimle sarılmak icap eder. Sebebi peşinden gelir. Hakk’ın kapısı böyle bulunur.

İlmin kapısına hükümlerin yolundan gidilir. Hükümler, emir ve yasaklardır. Hükmün, bizde olan emrini kabul ederiz. Onu işitir itaatkâr oluruz. Bunları yaparken de âfetler çevremizi sarar. İşte böyle anlarda, kulun yıkılmaması için bilgi sahibi olması gerekir. İçimizden biri çıkıp bize şöyle diyebilir:

- Benim kusurum ne, tâat kılıp kulluk ettiğim hâlde başım dertten kurtulmuyor?..

Bu zâta cevap veririz:

- Sana az da olsa ilim gerek... Hikmet sahipleri, daima yığar; ilim sahipleri ise, halka faydalı şeyleri ihraç ederler. Zâhidler, hükümle olur. Doğru zâtlar da ilme bağlanırlar. Sevilmiş zâtlar; Hak'la ünsiyet eden erenler, ilme daha fazla önem verirler.

Zâhidlik, verilen hükme bağlıdır, sevgi ise ilme... Bunların biri insanın dert ortağı öbürü akıl hocasıdır.

Zâhidlik yoluna ilk giren, sıtma nöbetine tutulmuş gibi olur. Tam zâhid olanın belki ateş ciğerlerine işlemiştir, belki ciğerleri de çürümeye başlamıştır. İrfan sahibi için dirilik, ölümden sonra başlar.


O ki, yeni yeni zâhidliğe başlar, şehvet yollarını bıraktığı için nefsi ateşli hastalık nöbetine tutulur. Tam zâhid olan, nefsini bir yana attı, her kötü şeyden elini çekti... Nefis onun bu hâline dayanamadı ve verem oldu. Ona göre dünya öldü. Bu duygu sonunda o zât, kendini Allah'ın lütuf sergisinde buldu. Ve zâhid kişi zühd kapısına tam yerleşirse, taamı, ilim ve hikmet olur. Dağ başlarındaki libaslar (giysiler) bir başka olur. Ve o zât, lehinde olacak işlerin tümünü ikmal etmeden dünyayı terk etmez;

Kâfir zümresi, asi güruhu, aradıkları şeyin hiçbirinde isabet sahibi olmadılar. Daima haram şeyleri aldılar. Ama o zâhid zat, öyle yapmaz. Dikkat eder. Dolayısiyle Allah onu bir başka hâlde diriltir.

Onun etleri yok olmuş, kemikleri zayıflamış, cildi incelmiş, nefsi eriyip gitmiştir. Boş arzularını bir yana atmış, tabiî istekler, artık mağlûp olmuştur. Kalbine gelince, orada marifet, tevhid, mâna ve ruh vardır.


Her tamam olan mülkün peşinden bir manevî âlem başlar; o işlerin cümlesini Hak idare eder. Hak, onu ölümden sonra diriltir. O kulun maddî olan şehveti, lezzeti, manevî ölümle yokluğa gömülmüştür.

İrfan sahipleri için ölümler çeşitlidir. Bir ölüm vardır; İlâhî bilginin gereğidir. Bir ölüm vardır ki, o sıddıklara hastır... Ne şekilde olursa olsun, hepsi Hakk’ın elindedir. O, istediğini dilediği şekilde öldürür, sonra diriltir. Burada öldürür, zatî varlığında neler vardır onları gösterir, sonra da diriltir.

Bir kimse, varlığını O’nun kapısına atarken bütün irade ve isteklerinden geçerse orada neler görmez ki?.. Bol hikmetler ve sırlar... Askerler ve tebaalar... Orada bulunan Hakk’ın mülkünü gördükten ve oranın sırrına muttali olduktan sonra ruhu ile cesedini Hak birleştirir. İçi ile dışını bir araya getirir. Ve sonra, Zatî varlığı ile var eder. Sebebi, bu âlemdeki kısmetini alması...


O zâhid kişi, bu hâlden sonra rahatla kısmetini alır, yer. İlâhî sırları sezmeden önce bütün kâinatın kısmeti önüne serilse, bir zerresini dahi kolay kolay alıp yemeye cesaret edemez.

Allah tarafından gizli bir irade gelir, evliya, enbiyâ ve havas kullar arasında dolaşır. Onların iç âlemlerinde gezer. Şahsî arzularını perdeler. Kötü isteklerini eritir. Hak'dan gelen irade, o büyük insanlarda irade ve arzu namına tek şeyin bakiyesini dahi bırakmaz. Dolayısiyle onların iç âlemi, Hak Teâlâ için saf ve temiz bir hâle gelir.

Şayet Hak Teâlâ onlar için yapılacak bir işi diliyorsa, yeniden bir varlık verir, yapacakları işi ikmal ettirir. Buna misal olarak İsa nebinin hayatını alabiliriz. O evlenmedi, dünyada hiçbir mülke sahip olmadı. Ama, âhir zamanda gelecek, Kureyş neslinden bir kadınla evlenecek ve bir çocuğu olacak. Allahü Teâlâ’nın arzusu budur.


İrfan sahibi, İlmî hükümlerden sonra alacağını alır ve yer. Ayrıca zühdü bırakmaz. O alıp yediğini sizden ayrı bir yerde yemez, sizinle beraber yer. İstekli olduğu şeyleri, şüpheden beri bulduğu zamanlarda kabul eder. Şüpheli şeylerin şüphe durumunu bilirse ona ne mutlu. Soğuk su ve güzel yemek, bâzı zâhidler yanında domuz eti yemek ve şarap içmek kadar hatalı sayılır. Ama bu hâl, bütün zâhidlerde tecelli etmez. Birçok zâhid vardır ki, onun yaptığı zühd hâli, Hakk’a karşı perde olur. Birçok arif geçinen vardır ki, marifet hâlini görmesi ve ona güvenmesi Hakk’a nazar kılmaya mâni olur. Bizim tam istediğimiz irfan sahibi ve tam zâhid azdır. Her hatadan salim olan zât galiptir.

Gerçek budur ki, dünya oğullarına ne kadar yakın olsan kalbini onlara kaptırsan, Hak'dan o kadar uzak olursun.

Senin için en dürüst yol; âhirete dair işleri yapman ve tâat hâlini bulmandır. Necatın bu yolda umulur. Dünyadaki kısmetin, gelmek istemese de gelir. 

Hak Teâlâ, tabiî ahvali bırakmanı ve yerine dinî ruhsat verilen bâzı işleri almanı diler. O işleri de ortadan kaldırır; yavaş yavaş onların yerine kendini biraz güç olan işlere vermeni emreder. O güç işlere dayanabilir, sabrı kazanırsan Allah sevgisi sarar. O sevgi benliğinde yer tutunca velayet hâli gelir.


Eğer aklın varsa, kendini, ehl-i nârdan say. Kendini hatalı sayarsan bu hata için ateşte yanacağını duyarsın; iyilik yapmak zorunda kalırsın. Sonra böyle yapmakla bir zararın da olmaz. Şayet cennet ehli olduğun meydana çıkarsa, şükrünü tâatle eda etmiş olursun.

Evinden ayrıldığın zaman kendini diyâr-ı harbe giden birisi farz et ve bir daha hanene dönmeyecekmiş gibi bil. Allah'a yakın olmak için maddeden bu kadar soyun.

Allah'ın seni çalışmanla bir iptilâ yoluna koyduğunu bil. Onun kudreti, çalışmadan da sana erzak salar, buna da tam inan.


İman sahibi, bir an gelir, dağlar gibi olur ve bir an gelir, esen yelden bile titreyen damara benzer. İlâhî kaderin esen rüzgârı önünde bir dağa benzer; imanı sarsılmaz. Hak Teâlâ ile sohbet âlemine geçince, titreyen bir damar gibi olur. O, kader esintisi geldiğinde dağlar gibi olur; belâ ve âfetle, zerresi dahi bölünmez.

Ey cemaatimiz, risâlet ve nübüvvet sizden önce geldi geçti ve onu kaçırdınız. Dikkat ediniz, hiç değilse velayet hâlini kaçırmayasınız.

Mevhum (zannetmek) varlığına bürünüp padişahla sohbet etmen kabil olmaz. Kendini bütün maddî varlıktan soyacaksın. Sanki gözün yok, bir şeyi göremiyorsun. Sanki su ihtiyacını bitirmişsin ve bir daha içmeye muhtaç değilsin. Ve bir ölüsün, hareketin yok.


Kendileri İlâhî nurdan yana mahcub oldukları hâlde bu hâllerini sezemeyenlere yazıklar olsun.

Senin bir hayır işlediğin yok. Hayır işleyene yardımda da bulunduğun olmuyor. Sen sadece şersin. Dünyayı seversin, âhirete aldırış ettiğin yok. Dışın var, ama için yok. Bu durumda senin dünya saltanatın ve zengin oluşun ne fayda sağlayabilir? Arkadaşların sana ne yararı dokunabilir ki?.. Hiç... Yakında öleceksin ve zelil bir duruma düşeceksin.

İzzet arayanlar varsa o izzet, Allah'ın, resulünün, velî kulların, salih zâtlarındır.


Dünya bir denizdir, din yolu onun gemisi, gemici ise Allah'ın lûtfudur. Bir kimse, din yolundan ayrılırsa, dünya denizinde boğulur. Bu denizde dine sarılan kurtulur ve kaptana vekil olur. Orada her ne ki var, hepsini teslim alır.

İşte bunun gibi bir kimse, dünya meşgalesini kalbinden atar, İslâm yolunu tutarsa, tuttuğu yolun sahibi tarafından sevilir. Buna ermek için ayrıca bilgi yolunda emek harcaması ve gelecek ufak yollu ezaya sabırla karşı koyması gerekir. Böyle olursan Allah'ın lütfu yetişir ve seni her ezadan kurtarır. Onun marifeti gelir sana has olan bir hil'at giydirir.

Elinden bir şey çıkarsa üzülme, şah kendi mülkünde tasarruf ediyor. Kul ve elindeki cümle emlâk, efendinindir. O, bugün senden bir şey alır, yarın verir.


İlâhî emirler gereğince amel eden için yarın cehennem ateşi:

- «Ey iman sahibi çabuk geç, nurun nârımı söndürüyor,» diyecek.

Bu hâl, dünyada da böyledir. İman sahibinin imanı kuvvet bulursa, kalp yoluna âfet ateşleri gelir, durur. Mücahede ateşi de Allah'ı dileyenlerin yoluna durur. Onlarda bulunan bâzı dünyalık hâlleri yakmak için ateşe tutulurlar, fakat fazla yanmadan: - Ey iman sahibi geç artık, sendeki nur nerede ise ateşimizi söndürecek... diye, feryad eder.

O ateşler, iman sahibinin kalbinde arta kalan dünya arzusunu ve halkı görmeyi eritip bitirir. O iman sahipleri, kale ardında durur. Bu sebeple dünyadan atılan oklar, onlara zarar vermez.


Öyle işlere koyulun ki, o işler sizi dünya ve âhiretin ateşinde yakmasın...

Allah'ın bir kısım kulları var ki, onlara tabibler adı verilir. Allah, onları afiyet içinde diriltir, öylece öldürür ve afiyet içinde cennetine koyar.

Her kim İlâhî irfana sahip olursa kötü arzuları ve basit dünya tadını bir yana atar, onlardan kesilir. Ancak onun dünyadan alacağı nasibi varsa, onun ifası zaruridir.


İman sahibi için önce komşu hâsıl oldu. Sonra bu dünya evinde mübarek hâle sahip oldu. O, şahtan, bulunduğu hâlde yerli kalacağına dair söz aldı. Şah ona şöyle dedi:

- «Sen bugün bizim mülkümüzde, yerli ve eminsin.» (Yusuf/54)

Bir kimse İlâhî irfana sahip olursa Hakk'ın mülkünde olanlara göz atmaz ve onun için bezenip gelene baş kaldırmaz.

Nefis, güzelliğini bulduktan sonra taam ve şarabını şahın yakınlığından alır. O, bütün arzularını, isteklerini Hakk’ın katında bulur. Nefis, tâat ehli olunca, kalple birlikte erir, esas varlığa geçer. Yine kalbin emrinden çıkmaz ve tabiî hâller ona zindan olmuşken kalp ona bir durak olur. Nefsi, kalp bu hâle getirdi. Onu bu hâle getirirken bir zindan hayatı yaşamıştı. Şimdi o hayattan kurtuldu, bir başka âleme geçti.


Kalp hatalardan temizlenip her türlü kirden beri olduktan sonra şah:

- «Onu bana getirin,» (Yusuf/54) buyurur.

Huyu iyi, edebi hoş olduğundan, Hak Teâlâ onu iyi şeylerle karşılar. Ona yakınlık verir, zâtına yakın kılar. Her türlü ihsanı yapar ve rütbeler, nişanlar verir. Bu hâlden sonra ona:

- «Sen bugün bizim yanımızda emin ve yerlisin,» (Yusuf/54) buyurur.

Bu hitabı ona vasıtasız yapar. Artık zâtından başkası ile meşgul olmaz.


Geylânî Hazretleri bu arada şiddetli bir ses çıkardı ve üç defa:

- Ya Allah, ya Allah, ya Allah!... dedi.

Sonra öğütlerine devam; etti:

- Sevgili görünmez, gaiplerde... Bir ayak ki, O’nun yolunda meşgul oluyor, onu Hak'dan gayri şeyler meşgul edemez.

Kalbin Hak'la olan sohbet âlemi hayli zaman devam eder. Bu arada önce kat ettiği yollarda hâsıl olan yorgunluk hâli de gider. Cihad yolunda eriyen eti, yeniden biter. Kemiklerine kuvvet gelir. Oradaki geçimi hoş olmaya başlar. Bir heyecanı ve korkusu varsa, o da geçer.

Ve artık Hakk'ın sırdaşı olur. Hak Teâlâ işlerini onun eli ile görmeye başlar.

Onu velî tâyin eder. Emirlerini onun vasıtası ile yağdırır, bendelerine onu sultan kılar. Ülkelerine şah eyler. Denizlere salar, boğulan varsa ve kurtulması mukadderse, onunla kurtarır. Kara ormanlara salar, yırtıcı hayvanların ağzında yenip yutulmaya hazır büyükleri ve yavruları kurtarır. 

Vakta ki, o kalp kendi tabiî yuvasından çıkıp kurtulmuştu, işte o zaman Hakk’a vekil ve O’nun sırdaşı olmaya hak kazanmıştı.


Hak Teâlâ, benliğini bir yana atıp manevî bir hâl almaya istidatlı kulların kalbine, yüksek rütbelerle nişanlar takar. Nasıl ki, aynı rütbeleri, nebilerin ve resullerin kalbine de takmıştı. O büyük zâtların lâkabı: Evliya ve ebdaldir.

Ey tebaalar, burada şahın sırdaşları var. O’nun zâtına haber ulaştıran büyükler bulunur. (Bunu söylerken mecliste bulunan velîleri işaret ediyordu) Hakk’ın melekleri burada hazır. O’nun birtakım kulları var ki, onlar da burada. Ama onları kimse bilemez. Biri şöyle sordu:

- Bast hâli, ne zaman kabza döner ve hezel (ciddiyetin zıddı) ne zaman ciddiyete çevrilir. Yâni, ruhî genişlik ne zaman daralır ve insan için oyalanma faslı ne zaman aşılıp ciddiyete geçilir?


Şu cevabı aldı:

- Hak, senin derununda bir açıklık isterse, kendiliğinden olur. Fakat bir genişlik hâlin varsa, o da güç bir şekle inkılâb edebilir. Çünkü benliğinde pencere açıldı, bâzı şeyler sezmeye başladın. Daha ileri gitmek için çalışacaksın. Dolayısiyle rahatın kaçacak ve yorulacaksın. Artık, hiçbir kolay işin kalmaz. Hepsi çok çalışmaya, çabalamaya kalır. Buna katlanırsan, fazilet ve ülfet âlemine geçersin. O zaman da hiçbiri olmaz; ne yorulmak, ne de yorulmamak... Her şeyden mücerret bir iç âlemi olur, hattâ çalışmaktan bile... Senin bu durumundaki hâline bir misal gerekse şöyle deriz:

- Bir zât var, önüne bir sofra seriliyor... Önce bir kısmını yiyor, sonra şöyle bir emir duyuyor:

- Ondan bıkarsan şu odaya geç. Orada sana hazırlanan diğer sofradan yemeye bak.

Ruhsat, kolaylık kabiliyeti az olanlar için olup, azimetler ise, olgun iman sahipleri için olur. Mülk sevdası ise, fâniler içindir.

Burada kaldığım yer, geçmişte gelen büyük zâtların makamıdır. Hâlim budur. Onların oturduğu yeri arar bulurum; oradan başka yeri arzu etmem. Şu anda huzurumda olanlar ise, bunu yapmaz oldu. Geçmişin hâllerini arayan kalmadı.

Ben şu anda, hâlinin anlatılmasını arzu etmeyen kimselerin içindeyim. Şu iki şeyde iyi edeb sahibi olanı artık göremiyorum: Biri, dünyalığı almak... Öbürü de terk etmek... Ne dünyalık almanın edebini bilen var, ne de almamanın...


Sende cahillik hâli devam ettikçe halvet âlemini bulman kabil değil. Sen, o halvet tâbir edilen safiyet hâlini, ahlâkını bezemedikçe bulamazsın... Evvelâ, hayrını şerrini bil, fıkıh ilmini belle, sonra başka hâle geç.

Sen, daha ne zamana kadar bu meclise devam edecek ve bir kelime ile dahi amel etmeyeceksin?


Birçokları, velî kula rastladı, yaptığı nasihati dinledi, amel etti... Bu sayede bir beyzade oldu. Sana gelince birçok eserleri incelersin, zikir meclislerinde bulunursun, bununla beraber bir adım dahi ilerlemen mümkün olmaz. Yazık sana... Ayakların, sanki yere çakıldı. Her ne zaman yol sana açılsa, tehir edersin. İşitmedin mi:

- «İki günü eşit geçen zarardadır.»

Uyan, uyan da Allah sana merhamet eylesin. 




$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button

$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

Recommended Products For This Post
 
 
bottom of page