top of page

Kalbin Varlığı, Malın Yokluğundan Daha Kıymetlidir | Abdulkadir Geylani Hz.

Güncelleme tarihi: 26 Haz

Kalbin Varlığı, Malın Yokluğundan Daha Kıymetlidir | Abdulkadir Geylani Hz.
Kalbin Varlığı, Malın Yokluğundan Daha Kıymetlidir | Abdulkadir Geylani Hz.

İnsan, bazen neye güvendiğini ancak onu kaybettiğinde anlar. Abdulkadir Geylani Hazretleri bu metinde, dünyaya dair elde tutulan her şeyin geçici olduğunu hatırlatıyor. Çünkü dünya bir sözdür, oysa hakikat sessizlikte saklıdır. Kiminin malı var ama kalbi yoktur; kiminin oğlu var ama Allah’tan haberi yoktur. O hâlde mesele, neye sahip olduğun değil, neye tutunduğundur.

Bu bölümde Hazret, sadece zenginliği ya da evlat sevgisini değil; kalbi meşgul eden her şeyi sorgulatır. Zira dünya seni oyalarken kalbini boş bırakır. Kalbi boş olanın ise her şeyi boş olur. Ve her şeyin var olduğu sandığın bir anda, sana sadece içindeki sükûnetin eşlik ettiğini fark edersin.

Burada bir çağrı var: Herkesin kaçtığı yere doğru yürü. Herkesin değer verdiğini sorgula. Çünkü kalabalığın peşinden giderek kurtulmak değil, kalabalığı terk ederek dirilmek mümkündür. Lokmaya değil, lokmayı verene bak. Çünkü sana neyin verildiği değil, kimin verdiği önemlidir.


Dünya bir anlık sözden ibarettir, ona dayanma.

Birtakım cemaat var ki, onları heybet zayıf düşürdü ve duygularını bağladı. Onların kalbini, halktan yana bir dehşet sardı. Bu yüzden, onlar, bütün hâllerini bir yerde kalmaya icbar ettiler. Her şeyi bırakıp bir izbeye çekildiler. Onların kısmet alma zamanı gelince Hak Teâlâ, lokma vereni gönderir.

Ne geçmişte ne de gelecekte bu kula itiraz edecek bulunmaz... (Hazret, kendini kasd ediyor.)

Din başını sakla ve esirge, aksi hâlde, seni ne yoluma uğratırım ne de izime...

Cahil olma; evinde oturur birtakım hezeyanınla avunursun. Biz, birtakım şifa ilâçları aldık, mâna dolduk...

Sizi, mâna bakımından denemeden geçen şeye delâlet ediyorum. Oğulların ve malın fayda vermeyeceği bir gün gelecek; ondan sakınınız. Mal nedir ki?..


Sen helâl kazancından birçok mal topladın ve onun yarın faydalı olacağını sandın. Zengin olmanın, sana bir imtiyaz sağlayacağına aldandın ve yarın oğullarının seni o gün içine dalınan muhtemel azaptan kurtaracağını sandın. Bunu geçmişteki cahil Arap kavmi de iddia ediyordu; Allah şöyle buyurdu:

- «O gün, malın ve evlâdın faydası olmaz; ancak selim kalbi taşıyanlar kurtulur.» (Şuara/88)

O kalbin sahibi özünü, malına ve evlâdına baktırmadı. Kalbini onlara vermedi. O, malın ve evlâdın Hak tarafından vekili olarak yaşadı, gitti. Yaratan'ın emrine uyarak onlarda yaşadı. Ve kalbini, malın ve evlâdın şerrinden korkarak Hakk'a teslim etti. Burada bir temsilî hikâye anlatmak gerek...

Bir zât, haber aldı: Şah, ona bir cariyesini nikâh etmek ve o cariyenin eli ile onu öldürmek istiyordu. O zât, kendi kendine şöyle diyordu:

- Ben kaçacak olsam, o askeri ile bana yetişir. Ona muhalif hareket edecek olsam, kuvveti beni ezer. Şayet uyacak olsam, cariyesi vasıtasiyle beni öldürür, ne yapmalıyım?...

Vah, bugün benden uzak durana ve yazık o zavallının hâline...


Burada en uygun iş, iyi edeb sahibi olmak ve kalbi korumak şartı ile şahın fermanına boyun eğmektir. O zât da böyle yaptı. Sonra dedi:

- Emrini işittim, itaat ediyorum...

Şahın huzuruna girdi ve nikâhı, hediyeyi kabullendi. Zifafa girdiği gün korunma zırhını aldı. Kalp gözüne ayıklık sürmesini sürdü.

O cariyenin bütün hareketini takip için yapıyordu. Sabah olunca sevinci tazelendi; çünkü o gece ayık durmuştu. Hâl böyle iken, çevresinde bulunan hizmetçiler, onun bulduğu şeyle sevindiğini ve aldandığını sanmışlardı. Gün ağardığı zaman onu zehirlenmiş bulmadılar. Çünkü HakTeâlâ'nın tavsif ettiği «Sellim kalbe» sahipti.


Dünya, o öldürücü zevcedir. «Sellim kalp» in sahibi gaflete dalıp onunla uyumadı ve onunla gizli âlem yapmadı. Bu yüzden öbür âleme göçerken, takva hâli sökülmemiş ve din gayreti sönmemişti. İşte selâmet yolu... 

İşte irfan sahibi bu âlemde zâhid geçindi; bütün gücünü öbür âleme verdi. O irfan sahibi saf ve temiz bir hâlde idi. Bilgi elçisi geldi ve şu haberi verdi:

- Allahü Teâlâ dünyadan bir kısım zâtları emrine vermek diledi.

Ve' devam etti:

- Sen o doğruların kalbine hayat olacaksın. Bu bir nevi meşgale, yorulma ve kederdir. Bu âlem bir iltifattır. Bak, nasıl iş tutacaksın ve kalbin selâmetini nasıl sağlayacaksın?.. Sır ayılırsa, kalbi de ayıltır; birlikte şahın kapısına varırlar. Ve şöyle derler:

- Ey şahımız, bizimle ne yapmak arzularsın, bizi zâtından mahcup etmek mi dilersin, kapından kesmeyi mi arzularsın? Yoksa bizi bu hoş hâlimizden kedere mi daldırmak istersin? Bu durumda, zâtından bir ahd ve ferman olmadıkça buradan ayrılıp gitmeyiz.

Bunu söylerler ve Hak Teâlâ’dan:

- «Korkmayınız, ben sizinleyim, görürüm ve işitirim,» fermanını alırlar.

Bundan sonra onlar dünyaya döner. Çevrelerinde bekçiler ve muhafızlar bulunur. İşte bu vasfa sahib olan kalp ve sır, gösterişten, riyadan, nifaktan ve her türlü maddî âfetten beri olan bir «Selim kalp» olarak anlatılır.


Ey mürid ve ey kader ovasında varlığını yitiren, seni aldatan şeyleri ortadan kaldırman gerek. Kalbine altın, gümüş, cevahir koyma. Orayı temiz tut; kilitle ve anahtarını cebine yerleştir. Kalbini dünyalık işlerden fariğ kılman icap eder. Şehvet, lezzet ve yaramaz hâllerin oraya girmesi doğru olmaz. Orayı zikre, fikre vermelisin. Bilhassa ölüm ve sonrası düşüncelerini oraya yerleştirmelisin.

Orada az ümitli olmanın kimyasını bulmaya bak. «Ben şu anda dünya hayatını bırakıyorum; gözümü açıkta bırakan şey yok,» diyebilmelisin.

Yapılan işlerin safiyete ermesi, boş emellerin kısılması ile hâsıl olur. Şayet, uzun emelli olursan, gösteriş yaparsın; içinde olanın aksini göstermeye kalkar, nifaka belenirsin.

Ümitleri haddini aşmayan için her şey, kalben bir yana atılmıştır. O her şeyi keser. Zühd ve fena libasını (elbisesi) giyer, sonra marifet hâline bürünür.


Peygamberimiz şöyle buyurur:

- «Bana altı şeyi yerine getireceğinize söz verin, cennete girmenize kefil olayım:

1 Hanginiz olursa olsun, söz ederken yalan katmasın.

2. Verilen emanete hain gözle bakmasın.

3. Yaptığı vaadi yerine getirsin.

4. Elinizi yasaklardan çekiniz.

5. Gözlerinizi haramdan alınız.

6. Cinsî varlığınızı kötülükten koruyunuz.» 

Bu Hadîs-i Şerifi İmam-ı Tabaranî rivayet etmiştir. Bunun bir başka şekli de şöyle rivayet edilmiştir:

- «Bana altı şeyi yapacağınıza söz veriniz; cennet için size kefil olacağım:

1.Söz ettiğiniz zaman, yalan söylemeyiniz.

2. Size verilen emanete hıyanet etmeyiniz.

3. Bir vaatte bulunursanız, dönmeyiniz.

4. Elinizi.

5. Gözünüzü...

6. Ve cinsî duygularınızı yanlış yollara dalmaktan alıkoyunuz.»

İç âlemin temizlenir, ittihad (birlik) âlemine geçerse, Rabbinin sana çağrısını duyarsın. Bu duyuşta vasıtanın lâfı olmaz.


Korkun ve ümidin bir olunca, Mevlânın sana hitabı gelir.

Ey oğul, önümde akıncıların dönüşü görünmektedir. Onlar ya seni ezecekler yahut da dokunmadan geçecekler.


Bir kimse Allah yolunda telef olursa, onun yeniden var olmasını Allah sağlar.

O akıncılar seni geçerse, onlara takılmaya bak. Onların peşinde giderken Hakk'ın kader okuna hedef olursan üzülme. Onun hedefe attığı ok, mutlaka gelir. Korkma, o oklar öldürmez, bir kaşıntı verir, o kadar.

Ey anlatılan iyi şeylerden boş olan, kendini iyi et. Yaptığın iyi işlerin yenisini yapmaya bak. Her şeyini yenile ve güzel şekle koy. Her şeyin kötü taraflarına vur. Ben burada oturup konuştuğum zaman evde yalnız başına oturmana tevbekâr ol. Velayet hâlleri burada, dereceler bu yolda... Orada tek başına oturmaktan ne faydan olacak?.. Buraya gel, bir şeyler al ve hâl sahibi ol...


Ey iyâl (eş, çocuk) derdine düşen, zahirdeki çalışman ailen için olsun, fakat kalbin Rabbin için...

Allah yolcuları birkaç kısma ayrılır. Onların kendi hâllerine göre helâl bildikleri yollar vardır. O büyük zâtların bir kısmı, çalışır, kazanır. Helâlin bu yolda olduğunu bilir, diğer bir kısmı ise, alacağını dua ile elde etmeye çalışır. Helâlin bu olduğuna kanidir. Bunlardan başka bir kısım vardır ki, halktan istemeden gelen şeyi alır. Bunu bir nimet bilir ve helâl olduğuna inanır,

Bunların dışında bir cemaat kalır ki, onlar bir nevi dilencilik hâlini taşırlar. Onların bu hâli, riyazet hâlidir; devam etmez, çabuk geçer.


Birinci derecede anlatılan şahıslar çalışır. Bu sünnettir. Bundan sonra, ikinci derecede anlatılan ise, bir nevi zafiyet hâlidir. Daha sonra üçüncü derecede bahsedilen ise, azimet, zorluk içinde yaşar. Birinci kısımla ikinci kısma nazaran bir kolaylık yoludur. Hiçbir şey yemeden beklemek, bir güç hâldir ki, Hak tarafından gönderilen bir fitnedir. O hâli ile tecrübeye tâbi yaşamaktadır. Dayanabilirse âlâ, aksi hâlde fena...

Diğer riyazet hâli süren ve dilencilik eden zâta gelince Peygamberimizin aşağıda anlatılan Hadîs-i Şerifinde geçen derin ve ince mânaya dayanarak kurtulur.

Peygamber (S.A.) efendimiz buyurur: 

- «Gece dilencilerini ters çevirmeyiniz. Onlar ne insan ne cin tayfasındandır; Hakk’a mensup kimselerdir. Onların vasıtası ile Cenab-ı Hak içinde bulunduğunuz hâli dener.»

İşte bu mânaya göre, Hak Teâlâ o kulunu sana gönderir ve bir şeyler istetir. Elinde bulunan bol nimetle ona, neler edeceğine bakar.

Ulema meclislerine devam et. Kabirleri çok çok ziyaret et. Salihleri ara bul. Umulur ki, bu vasıtalarla kalbine dirilik gelir.


Büyük zâtlar, emri tutup yasakları bıraktıkça, kader yollarını açık bulurlar. Meselâ Abdullah b. Zübeyir (R A.) haftada bir defa yemek yerdi.

İçin ve dışın bir olmayınca tam istikameti bulman kabil değildir. Bu zâtın hâli, kaderde çizilen müsait yola dayanır.

İçindekini daima temiz akıtan bir kalp olmalısın.

Önce içinde ne varsa onu dışa atmak için benliğinden bir yer açmalısın, sonra onu kapatmalısın. İçinde Hızır nebinin bulunduğu zavallılara ait gemi, sana bir misal olabilir. O önce bir hata deliği açmıştı, sonra eski hâline çevirdi.


Bir hâl var, ona cem tâbirini kullanırlar. Bir hâl var, ona da fark derler. Bir hâl var, onun adı azlıktır. Bir başka hâl de var ki, ona çokluk, tâbir ederler.

Her kim elimde yetişse; sonra bir hatası için cehenneme gitse, mutlaka ona İlâhî merhamet yetişir.

Allahım, bizi bağışla. Sır saklamayı nasip et. Sebat ver. Rızanı nasib eyle.


Hakk'a vâsıl olunca, farzları edâ etmenle iktifa edilir.

Padişahın aşçısı ihtiyar oldu. Aklı gitti. Göremez oldu. Kulağı işitmez oldu. İşareti anlamaz hále geldi. Bundan sonra onun Hakk'a karşı olan bilgisi hüküm sürmeye başlar.

Ey sadık yolcu, ne zamana kadar kendi bencil hâline kapılıp gideceksin? Kuvvetini bilip ne zamana kadar kendini komşundan üstün tutacaksın? Ne zamana kadar, abana, sarığına aldanacaksın ve daha ne vakte kadar kıldığın namazla arkadaşlarına üstünlük taslayacaksın?..


Şu gördüğün Allah yolcuları, tabiî arzularını, nefislerini ve hevâlarını yok ettiler ve içtiklerini de bırakıp manen ölüp gittiler. Onlar manen fena buldular, kader eli ile idare edildiler. Kader yıkayıcısı onları bir sağa, bir de sola çevirir. Kıtmirleri de ayak uçlarında bekler. Onların kıtmiri, nefislerinden kalan bakiyedir.

Duyguların tedavisi, akla uygun olmayan, dine aykırı olan kötü işleri bırakmakla olur. Elini hırsızlık etmekten koru, kimseyi onunla dövme. Ayaklarını batakhanelere gitmekten esirge. İnsan oğlundan maddî bir taleb için ayaklarını devrin maddî sultanlarına koşturma... Şu göz var ya, onu aslında iyi olmayan, güzelliğe özenenleri iyi görüp şerrine kapılacağı şeylerden beri etmek gerek.


Nefis iyilikten yana uyudu. Esas hükme karşı cahil kaldı. Ama kalp, sevgili yolunda uçar oldu. 

Allahü Teâlâ’nın velî kulları, iyi edeb sahibi olurlarsa peygamber vasfına bürünürler. İlâhî hüküm, tabiî işlerle ilim arasında yürür, bir ona varır, sonra döner öbürüne... O, bir nevi şöyle emir verir:

- «Peygamberin getirdiğini alınız; yasak ettiği şeyleri bırakınız.» (Haşr/7)

İlâhî hüküm, kalbe gelir. Aradığın ne? Ben seninleyim. Hizmet ediyorum. Seni yormadan arzularını yerine getiriyorum. Sana gelince, şahla bilesin.


Gece, o büyükler için padişah otağı sayılır. Gizli hâli onlar, bir gelin odası sanırlar. Gündüz olunca sebeplere dalar, bir oyalanma hâline düşerler. Musibetler onlarda gizlenir. Ve bir emir:

- «Yavrucuğum, gördüğün rüyayı kardeşlerine anlatma.» (Yusuf/5)

Onlar arasında senin için bir azizlik var.

Kitap hükmünü icra edinceye, yazılan yazı sonuna varıncaya kadar çalışınız, arayınız.

Ölünce, kabre girersin; münkir nekir gelir. Beni onlara sor. Onlar, benden sana haber verirler.

İsmin günahkâra çıktı... Adın, muhasebeye ve münakaşaya oturacak kimseler arasında yazıldı. Ve sen, kabirde perişan bir hâle geleceksin.

Bilemezsin, cennet ehli misin, yoksa cehennem ehli mi? Sonun müphem. Bugün belki bir temiz adın olabilir, ama aldanma. Yarın adın kimlerin arasında okunur, bilemezsin. Yavrucuğum, sabaha erince, akşama kalacağını nefsine vadetme. Akşamı yapınca da sabaha çıkacağını ona söyleme.


Dün geçip gitti, iyiliğine ve kötülüğüne dair olan şeyler orada kaldı. Onlar sana şahitlik edecek. Yarına çıkıp çıkmayacağını da bilemezsin. O hâlde sen, bugünün adamısın. Bulunduğun günü iyi kapamaya bak.

Seni hangi şey gaflete itti? Tam bir gafil olmanın delili, bir sürü gafille oturup kalkmandır.

Ey ahmak, mademki üzerinde bir gerçek işareti bulunmuyor, o hâlde onunla neden arkadaş olursun?.. Temeli, bir hiç üzerine atılanla sohbet etme; hem onunla sohbet ne lâzım. Dışına baksan, mühürlü; içine dalsan ayıpların yerleştiğini görürsün. Ve daima, Hakk’a karşı geldiğini anlarsın.


Gelmesi arzu edilen iyi hâller, omuz büküp oturmakla olmaz. Gözlere ayıklık sürmesini çekmeden bir sürü süs sürmek mâna taşımaz.

Halk çevreni sararsa aldanma; o hâlde bir hikmet bekleme. Zor işleri yapmakla da bir şey ele geleceğini umma...

Ey aklı kıt, bizim işaret ettiğimizi temenni edersin; şu tarafa da döner dilencilik yaparsın. Halkın, çevreni sarmasını istersin. Topladığın şeylerin daha da artmasını umarsın. Bu hâlinle nasıl senin için felah ümidi olur?..


Nedir bu hâlin? Şaha bir kapıcı olsaydın, onu arayanlara, yerinde olduğunu haber vermek şerefini kazansaydın, olmaz mıydı? Ve soranlara onun hikâyesini nakletseydin, olmaz mıydı? Onun vahdet âlemini bulsaydın, olmaz mıydı? Halkı bir aile ocağın sayıp onlardan ayrı bir yerde yaşasaydın; kapına geldikleri zaman kendilerine yarar eşyayı bulup alsalardı, olmaz mıydı? 

Senin için ev, halkın gözünden uzak olan âlemdir. Senin için yuva, kalbindir. Senin için yer, iç âlemdir. Senin için yurt, Rabbinle sohbet, emirlerini yerine getirmek, yasaklarından kaçmaktır. Ve O’nun kader icabına, ettiğine uymaktır.

Yaptığın duada ve sarf edeceğin gayrette halkın nasibi vardır. Olur ki, bir göz için bin göze ikram edilir.

Gizli olarak büyük, kerîm zâtlara iyilik edersen, Rabbine tâat etmiş olursun. Allah yolcularına ikram eder, nefsini ortaya atmazsan, sana kerîm sıfatı verilir. Sen kerîm olursan, hürmetine bin göz kurtulur. Aile efradına belâ inmez. Hattâ, senin hürmetine komşuların, bulunduğun ülke halkı bile kurtulur.


Artık nasibin, olmayacak işler peşinde koşmak oldu; durmadan zahmet çekici oldun. Ömrünün sonuna kadar kapı kapı dolaşacaksın. Senin nasibin bu... Hâlin böyle... Ya senin için ne zaman zahmet çekilecek? Halk, ne zaman sana koşacak ve manevî gıdasını taleb edecek? Halk, senden manevî bir fayda almak için ne zaman kapını aşındırmaya başlayacak?.. Senin için ne zaman ağyara veda edilecek?.. Ne zaman çevrende çadırlar kurulacak? Ne zaman şahın katına bezenip varacaksın?.. Temizliğin, ehliyetin, liyakatin ne zaman açığa çıkacak?.. Şahın huzuruna alınmaya ne zaman lâyık olacaksın?.. İlâhî hazineden ne zaman lâkabın çıkacak?.. Hakk'ın seninle iftihar ettiği ne zaman belli olacak? Ne zaman peygamberin temiz sülâlesine tertemiz olarak katılacak ve onun bereketini almaya lâyık olacaksın?..


İlim sahipleri, sözde, işte, hâlde, Peygamberin (S.A.) vârisleridir. İsim ve şöhretle ona vâris olmak olmaz; yalnız isimle, ondan sırf maddî bir lâkab kapmakla işler yürümez. Nübüvvet bir isim olup, risalet ise, İlâhî bir lâkabtır.

Ey cahil, sen nübüvvet ve risalet hâlini bulamazsın. Bedel olmaya, gayb erlerinden olmaya bak.


Bir Âyet-i Kerimede şöyle buyurulur:

- «Siz âhiretten geçip, dünya hayatına razı mı oldunuz?» (Tevbe/38)

Dünya hayatı, nefsin, tabiî hâlin ve kötü arzularındır.

Bu dünya hayatı yok denecek kadar geçicidir. Şehvet ve kederlerle doludur. Ve senin de onda bir kısmetin vardır. Dünya odur ki, bütün duygularınla sarılır, alırsın; ama hiçbir şey ebedî senin olmaz. Hiçbir mülke sahip olman kabil olmaz. Dünyada mutlak ve katiyetle gerekli hemen hiçbir şey yok gibidir. Bütün şehvet alanı senin olsa ne önemi var? Sahip olmak istediğin şeylerin çoğu da bunlar gibi.


Dünyada senin olacak bir yuva olmaz. Her bakımdan seni örtecek bir libası, doyuracak ekmeği bulamaz, sükûneti verebilecek bir zevceye eremezsin.

Dünya hayatı denince, Hakk'ı bir yana atıp halka yüzünü çevirmek akla gelir.

Heva adı ile anılan boş arzu ve aslı olmayan şeylere bağlanmak, imanın, ibâdetin tam tersidir.

Sebeple, onu Yaratan arasında tam bir tezat vardır. Dış âlem, iç âlemin zıddıdır.


Zahirdeki işlerini tahkim ettikten sonra, manevî işleri yapmakla emr olunursun. Verilen hükümleri yaptığın işlerle kavi kılarsan, Hakk’ın kulu olursun; Hakk'a uyar ve onunla manevî sohbet hâlini bulursun. Ve sen tabiî hâlinden ayrılan yeni bünyeli bir zât olursun. Seni ilim bağları sarar, ilân-ı aşk eder. Ve sen, iki ruh arasında bir ruh olursun. Padişahla veziri arasında perdedârlık edersin. Artık dünya da seni sever, âhiret de... Hak Teâlâ da sever, halk da melekler de... Kalplere bir şenlik olursun. 

Bizim bâzı hâlimiz var ki, o hâl, şu anda sizden çok uzakta... Davud nebî bir gün oğlu Süleyman'a şöyle bir sual sordu:

- Oğlum, iflâstan sonra ve ondan beter ne vardır?

Cevabını yine kendisi verdi:

- Bundan daha beter olanı, bir adamın ibâdete devam etmesi, sonra da onu bırakıp boş işlere dalmasıdır.


Davud peygambere, Süleyman peygambere ve bütün peygamberlere, meleklere, velî ve salih kullara selâm olsun.

- «Âhiretten beri durup, dünya hayatına razı mı oluyorsunuz?» (Tevbe/38)

Dünya hayatı, senin içinde bulunduğun maddî varlığın olup âhiret ise bundan yok olmaktır.

Himmetler değişir, sırlar değişir. Avam halk değişir. Havas kullar değişir. Bunların her birinin kendine has bir hâli vardır. Bunları anlayabilmek için fena âlemine geçmen gerek...

Dünya, işte bu dıştan görünen sayılır; âhiret ise, içinden açılıp gelen âlemlerdir. O âlem önünde açılınca, aklın ermediği çeşitli şeyler görürsün. Onları ayan olarak görünce hayret edersin.

Sana herkesin düşündüğü şeyleri yaptıran akıl, dünyadandır; akılların aklını bulduran derin düşünce ise, âhiretten.


Derinliğine dal, oradan ne alırsan âhirettir. Dışında olup bitenler de dünya... Dünyalık hâller Hakk'ın zâtından gayri olanlardır... Âhirete gelince, bu âlemin dedisini kodusunu bırakıp Mevlâ’ya bağlı olmaktır. Hattâ denir ki, âhiret, övülmeyi, sevilmeyi, sövülmeyi ve üzüntülerle geçen günleri eşit görmektedir.

Senin için önemli olan nedir? Bunu anlamak kolay. Bize göre Hak Teâlâ olmalı. Ama, sen bunu düşünmüyorsun. Düşün; önemli bildiğin ne?.. Kastın neye yönelmiş ise, önemli bildiğin odur. Hak ise, Hak... gayri ise, gayri...

Hakk’ı dilemekte sağlam iradeye sahip olabilirsen, o senin elinden tutar. Kader alemindeki sohbete erdirir... İraden sağlam olursa, adımların Âdem peygamberin adımı kadar uzun olur. Bu hâli bulabilmek için komşunun dedikodusunu duymaman, iyi edeb sahibi olman gerek.


Tüh sana zavallı cahil. Hakk’ın fazlını ve onun kullarına verdiği nimeti bilmediğine tüh... O iyi kullar, Hakk’ın emrini kalpten duydular, itaat ettiler.

Kul, kulluğunda kâmil olunca, levh-ü mahfuzdaki kısmetini görür. Sonra bununla yetinmez, ehlinin orada olan nasibine bakmak ister. İçinden bir ses gelir. Hâline hayret edilir. Hak bir emir verir:

- «Ona dokunmayın; o, bir kuldur ki, kendisine in’am ettik...» (Zuhruf/59)

O kullar, Hak Teâlâ'nın bilinmesini dilediği her şeyi bilirler. Onları anlatan şu Âyet-i Kerime var:

- «Onlar, katımızda seçilmiş ve özlenmiş kimselerdir.» (Sad/47) 

Bu anlattığımız hâli bulmak için ezelde belirtilen kabiliyet esastır; sonra ise, büyük bir zâta uyup peşinden gitmek gerek...


Geylânî Hazretleri bir vecd hâlinde idi. Uzaktan bir kâğıt uzattılar. İçinde dinî bir mesele vardı. Yeni bir mevzu açmak için cemaati hazırladı ve devam etti:

- Nikâh vacib midir, değil mi? Bu mesele üzerinde muhtelif fikirler ileri sürülmüş. Her imam, Kur’ân ve Hadîs-i Şerifin aydınlığında görüşünü açıklamıştır. Onlardan bir kısmı vacib olduğunu, diğer kısmı sünnet olduğunu belirtmiş... Bir kısım zâtlar da nafile ibâdetle meşgul olmayı, iyal derdine girmemeyi iyi bulmuşlar... İmam-ı Şafiî ve İmam-ı Ahmed'e göre nefsine hâkim olmayan için nikâh nafile ibâdetten iyi. Ebû Hanife hazretleri ise, ne olursa olsun, nikâh nafile ibâdetten daha iyi... Onlara göre böyle...


Ama bizim fikrimiz daha başka... Sen, bir Hak yolcusu olduğuna göre, ibâdetle meşgul olman daha iyi... Şayet Hakk’ın tâlib olduğu bir kulsan, o zaman hepsini bırak... Hak seni dilediği yana çevirir. Dilerse, evlendirir. Dilerse evlendirmez, başka şeylerle meşgul eder. Kısmetin bir tutam ot dahi olsa seni bulur. O kısmet gelir, eteğini tutar ve Hakk'a şöyle yalvarır:

- Allah'ım, Sen beni bu zâta nasib ettin; halbuki o benden kaçmakta... Hakkımı ondan al. Ben ne yapabilirim; o beni bırakıp gidiyor?

Hak Teâlâ da onun bu duasını kabul eder, sende mevcut olan hakkını öder.

Bir Hak yolcusu için evlenmek haramdır. Tabiî, bu manevî âleme göre... Bir yolcunun fazla gömleği mi olur?.. Onun dört parmaklık yeri mi olur? Hak yolcusu neyler bunları?.. O bir seyyahtır. Bugün burada, yarın başka yerde... Onun ne yeri olur ne de yelesi... O ev eşyasını neyler ki?.. O her şeyden beri durur. Maksuduna vardığı zaman yolculuğu bitmiş olur. O zaman şahı, dilerse ev, eşya, mülk verir. Kaybettiği şeyleri buldurur.


Ahmakla sohbet eden de bir nevi ahmaktır. Hakk'a karşı irfan bakımından yaya olan dünya hayatına dalar, âhiretten geçer...


Ey evlâd! Kısmetin var ya, onu başkası alamaz. O hâlde, tabiî ve boş arzunla yeme, işine, şeytanın elini karıştırma. Bir an bekle, cennet yurduna gir, Rabbin yakınlığını bul... Senin olan o zaman daha iyi olur.

Biri ayağa kalktı, Geylânî Hazretlerine şöyle dedi:

- Benim çocukluğumdan şimdiye kadar devam eden bir virdim var. Hâlâ da aynı işi yaparım. Vaktimin bir anında geçer, ibâdet ederim.


Geylânî Hazretleri cevap verdi:

- İş bununla olmaz. Ezel gözünün işaret vermesi gerek. Senin için bu işaret bir gerçek erin nazarı olmalı... O nazar, seni Hakk’a vardırır.

Geylânî Hazretleri, onun hâlini hoş buldu, arkadaşlarına dönerek şöyle buyurdu:

- Bunu aranıza alın...

Sonra vaaza devam etti: 

- Allahü Teâlâ’nın yaşadığınız zaman içinde bazı kudsî tecellileri var; ayık olunuz ve kendinizi o tecellilere arz ediniz.


İşler anladığın gibi değil; kalbin ihtiyar (dilemek) oldu. Şahı, onu yakınlığı kapısına oturttu. Dış cephesi zayıf olmuş ne çıkar, iç âlemi kuvvetli olduktan sonra... Kalpde kemik yok, bu sebeple onun kemik zafiyeti olmaz. Onun cildi inceldi. İlâhî gayret ve İlâhî minnet onu sevindirdi.

Kalbin, Rabbinin kapısını buldu ve gördü. Yakınlık duygusu onu sardı ve bayılttı.

Kalbin esirgenmesi için her şeyi varlığı ile meşgul eden zâttan, bir meşgale bulmak gerek. Kalple yapılan zerre miktar ibâdet, zahirde yapılan nice ibâdetten hayırlıdır.

Mademki farz ibâdetleri, sünnetleri edâ etmek sana yazıldı, onları yap. Onlardan kurtuluş mümkün değil... Sonra, yapsan ne mahzuru var?..


Bir gün Cüneyd’in yanına birkaç kişi geldi ve ona:

- Hudrî değirmen taşının üstüne çıkıyor; yemeden, içmeden onunla beraber dönüyor, dediler.

Cüneyd bunun üzerine:

- Namaz zamanında nasıl tavır aldığına baktınız mı? O zaman ki durumu nasıl oluyor? deyince şöyle anlattılar:

- O zaman sakin oluyor ve diyor ki: «Ondan kurtuluş yok.»

Büyük zâtların birçoğu, doğuşundan ölümüne kadar ibâdeti bırakmaz. Bir kısmı da zayıflayınca nafile ibâdeti bırakır.

Manevî olan kerametler, Hak yakınlığından olursa, İlmî bir değer taşırsa, müşahede ehlinin tasdikini alabilirse bir zararı yoktur. Aksi hâlde o hâller, şeytanın azdırmasıdır. O hâller şeytandan olabilir ve azdırır. Nefisten ise, seni ezer.


Verilen hükümlerin gereğini yapıp onlara sahip olmak bir ilim doğurur. Bu hâle devam eden zâtlar için iç âlemleri neticeye bağlanır. Ve o büyüklere sırların kapısı açılır. Bunlardan haberin var mı? Şahsî arzularından geç. Hak arzu edince sonra birleşirsin. Birleş, sonra vuslat âlemini bul.

Vay, hırs, aldanış ve boş ümit dükkânlarında oturup geçinenlerin hâline... Sen de böyle yapıyorsan, yakında iç âlemin ölür ve kalbin kararır.


Peygamber (S.A.) efendimiz bir Hadîs-i Şerifinde şöyle buyurur:

- «Şu kalpler var ya, onlar muhakkak kirlenip paslanır. Onların cilâsı Kur'ân okumaktır.»

“Allah'ım bize hidayet yolunu göster ve doğruluğu nasib et. Bize merhamet eyle ve o duyguyu bize aşıla. Bize irfan duygusu ver ve benliğimize anlat. Her nerede bulunursam mübarek kıl. 


$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button

$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

Recommended Products For This Post
 
 
bottom of page