Zâtından Gayrı Her Şeyi Bırak. | Abdulkadir Geylani Hz.
- Abdulkadir Geylani

- 18 Haz
- 19 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 26 Haz

Kalbine Yakılan Işık, Yolda Değil, İçerde Yol Açandır
Bazı anlar vardır, bir ömürlük karanlığı tek bir ışıkla deler. Bu metinde Abdulkadir Geylani Hazretleri, Musa Aleyhisselâm’ın Tur’da gördüğü ilahi ışığın mecazını kullanarak, kulun iç âleminde uyanan hakikat çağrısını anlatır. Çünkü bazı ışıklar gözle değil, kalple görünür. Ve o ışık bir kez kalbe düştüğünde, kul artık ne gördüğü şeye dönebilir, ne de eski hâline.
Hazret burada yalnızca vuslatı değil, vuslata giden ayrılığı da tarif eder. Dünya, mal, eş, komşu, arzu… hepsi birer perde olur eğer kalpten sökülüp atılmazsa. Ama bu ayrılık bir azap değil, asıl rahmete kapı aralayan içsel hicrettir. Çünkü ne kadar boşalırsan, o kadar dolarsın.
Bu anlatımda öğüt açık: Kalbinde gereksiz olan her şeyin lambasını söndür. Sebeplerden geç. Mülkün değil, hükmün ardına düş. Ve o sessizlikte yanıp duran şuleyi (ışığı) görmeye hazırlan. Çünkü o ışık dışarıdan gelmez. Allah, dilediği kulunun içini kendi nuruyla aydınlatır.
Varlıkla bir olmaya alış, ayrılmak istersen ayrıl, sonra yine vuslat âlemine geç. Her şeyi öğren, sonra onu bırak, başkasına bak. Cehaletle ibâdet olmaz. Cehalet hâli ile kim ibâdet etmeye kalkarsa, yıktığı, yaptığından çok olur.
Rabbin çizdiği yolun lâmbasını al, yolunu onunla aydınlat. Hükme boyun eğ, o seni ilim yoluna kavuşturur. Sebepleri kalbinden kes at. Arkadaş ve komşu sevgisini iç varlığına sokma. Sadece, sana gelen kısmetleri, al; onlardan perhizkâr olmak, doğru değildir.
Zevceni kalbinden bir yana at. Kısmetleri de öyle at. Zâhid olmaya çabala. Maddî olan her şeye karşı kalpden gına duy. Daha sonra neyin varsa mezata arzet.
Aç kimseler gibi gördüğün her şeye sarılma. Edebini iyi kıl. Hak Teâlâ’nın zâtından gayri cümle eşyadan ayrıl. Ağyarı (yabancıları) bırak, sebeplerde gerçek tesiri görme. Elinde bulunan lâmbanın sönmesi ile karanlıkta kalmaktan kork. Bunları yaparsan, Hak Teâlâ lâmbana yakıt gönderir. Bildiklerinle sana nur verir. Her kim bildiği ile âmil olursa, Hak Teâlâ ona bilmediğini verir. Bir kimse Allah için kırk gününü iyilikle geçirirse, hikmet kaynakları kalbinden fışkırır, diline gelir.
Kul, iyi işleri yapmaya devam ederken Musa peygamber gibi Hakk’ın yaktığı şuleyi aniden görür. Vakta ki o, şuleyi görmüş ve ehline demişti ki:
- «Siz burada kalın; ben bir ateş gördüm.» (Ta-Ha/10)
Bu arada sır âleminden coşup kalbe gelen bir ses şöyle diyordu:
- «Muhakkak, ben senin Rabbinim... Ben Allahım, kulum ol.» (Ta-Ha/12 -14)
Benden gayrıya zillet gösterme. Zâtıma karşı irfan duygusu taşı, gayrımı bırak. Benimle birleş ve Zâtımdan gayrıdan kesil. Beni ara, başkasından irâz et. İlmime yönel, yakınlığıma dön. Mülküme katıl. Saltanatıma bağlan. Bu hâller sende tamam olursa, Hakk’a kavuşma hâsıl olur.
Bundan sonra olan oldu, Hak Teâlâ:
- «Kuluna vahyedeceği kadar vahyetti.» (Necm/10)
Perdeler kalktı. Nefis şahin oldu. Her şey yerine geçti. Lûtuflar erişti. Ve firavuna gitmek zamanı geldi; ona git.
Ey kalp, sen de nefse, şeytana ve hevâya dön. Onların yolunu bana, zâtıma çevir. Hidayetimi göster, cemaatını başına topla ve de ki:
- «Ey kavmim, bana uyunuz; sizi kurtuluş yoluna götüreyim.» (Gafir (Mümin)/38)
Birleş, ayrıl, sonra yine birleş, en sonunda vuslat âlemini bul ve kurtul.
Sana gelince ey zavallı, yakında kuvvetin gidecek. Gücün kalmayacak. Kalabalığın eriyecek. Dostların seni kovacak. Dünyanın fakirlik hâli, öbür âlemin de azabı seni saracak... Kabir sana dar gelecek. Kaburga kemiklerin birbirine girecek, münkir ve nekire cevap veremez hâle geleceksin; dilin tutulacak. Kabrinde şiddetle azap edilecek. Cehennemde sana bir kapı açılacak. Sana oranın sıkıntısı ve zehiri gelecek.
Ey cemaatimiz, bu dünyada iyi edeb sahibi olunuz; ancak bu şekilde selâmete erilir. İçiniz ve dışınız, Hakk'ın kıyamına ancak böyle durabilir. O kez gözünden perdeler kalkar. Dilinden kir, pas gider. Kulağından perdeler açılır.
Hak Teâlâ sana lokmalar yedirir, kuvvet üstüne kuvvet bulursun. Basiret üstüne basirete erersin. Bir hayattan diğer hayata kavuşursun. Bir beka biter, öbürüne geçersin. Bu rızkın ötesinde bir başka rızık alırsın. Çalışman hoş olur. İyi edebin övülmeye başlar. Adına âkil, din ehli, sabırlı dendikten sonra şâkir adını alırsın. Hak, senin bütün kötü hâllerini değiştirir. Hak, insanlardaki istidada göre hâllerini değiştirir. Bir Âyet-i Kerimede bu hâle işareten şöyle buyrulur:
- «Onlar, kendilerinde bir değişiklik yapmadıkça, Allah onların hâlini değiştirmez.» (Enfal/53)
Büyük insanlar, İslâm dininin emirlerine uyarak yaramaz huylarını değiştirirler... Sonra ilme geçer, daha sonra da kader âlemine girer ve bütün hâllerini değiştirirler. Bu güzel hâlleri, onlara Hak nasib etmiştir.
Sanki onlar, yaramaz ellerini, ayaklarını ve diğer duygularını kötülükten almak için gizli bir âleme dalmışlar. Onlarda, bu değişme anında maddî bir hareket görmek kabil değil. Yemek yerken, sanki yiyen onlar değil de içlerinde bir yiyen var. Onlar, olur olmaz sözleri, niçin, nasıl gibi lâfları bilmezler. Onlarda beşerî akıl yok olur. O gizli âlem geçtikten sonra akılları yerine gelir. Hak Teâlâ’dan lütuflar iner. Ve değişik hâlleri kendini gösterir.
O değişik hâl öyle bir hâldir ki... Açlık sonunda taam verilir. Susuzluktan sonra su verilir. Her şeyden soyununca bir başka kisve giydirilir.
Mademki, bir yolcusun ve bu yolda yürüyorsun, azla yetinmen gerekir. Bu azla yetinme hâli, şehevî uygunsuz arzuların sönünceye kadar devam etmeli... Verilen bu emrin hükmünü eda etmelisin.
İslâm dininde yapılması bildirilen işleri ele al ve yap. Yasakları bir yana at ve onlardan kaç.
İçinde bulunduğumuz bu günler geçmekte... Ve her gün, aydın olduğunda, gecenin karanlığı geldiğinde, adım adım Hakk'a yaklaşmaktasın.
Her zâtın kendine has yolculuğu var. Senin yolculuğun onlarınki ile kıyas kabul etmez. Bâzı zâtların yolculuğu bir günde, bâzısının yolculuğu bir aydadır; diğer kısmın ise, seneler sürer.
Zamanını, niçin, nasıl olacak gibi lâflarla harcayıp bitirme. Orta hâlli bir yol bul ve onu kuvvetlendir. İyi amel sahibi ol. Onun varlığı evinde yapılan iyi işler, seni zâtına has kılar. Bu hâli bekleyebilirsin. Belki de onun özel cariyelerinden biri sana âşık olur ve seni ona nikâh eder, evlenirsin. Şeklin değişir. Küfen ve testin pazara atılır. Ve sen orada koca bir çiftlik sahibi olursun. Belki daha ileri gider, ülkeleri emrin altına alırsın. Hattâ bunu da aşar, şaha nâib veya vezir olursun. İlâhî bir marifete sahip olan zât için bu hâller ve bu vergiler çok sayılmaz.
Hakk'a vuslat bulduktan sonra iştihan açılır. Yaptığın zâhidlik ve fazlayı terk irfan sahibi oluncaya kadardır; sonrası elinden çıkar. Sen bir şey yapmaya kadir olamazsın. Yaptığın her iş O’na vâsıl oluncaya kadar ve kendi adını, kim olduğunu ve lâkabını bilinceye kadar... Sonrası tam varlık.
Kul marifet âlemini bulup, olup bitenleri anladıktan sonra, bütün arzuları verilir. Elbisesi, kumaşı, evi, ehli, yavruları ve komşuları ona iade edilir.
O irfan sahibi, bütün hâllerinde bir vasat yol bulmuştur. Bir adımı ileri atsa, öbürü geride kalır; dengeyi temin eder. Onun için hazlar ikiye ayrılır. Biri ümit, öbürü de korku.
Cahilin her şeye takaddümü nasıl olur?.. Bu bir irfan sahibi için düşünülür. O lehine ve aleyhine olan şeylerin cümlesini bırakır. Bunları bir yana attığı an, kendini sultanın kapısında bulur. Halbuki, o, böyle bir şeyin olabileceğini bilmiyordu. Bu cehalet boştur.
O, bu hâlinde şahın kapısına varır; onun gılmanı ve hurileri ile olur. Bu işler olurken korkar, bir yandan da ümit besler. Çünkü bu işlerin oluşunda şah onunla neler yapmayı diliyor, bilemez. Halbuki padişah ona bakmaktadır. Onun bütün işlerini bilir. Ve gılmana emir verir:
- Bunu her şeyden üstün tutunuz.
Ve o kul, bundan sonra daimî bir meşguliyet âlemine geçer, Hakk’ın tecellisine zamanla bir perdeci olur. O'nun katında teklerden sayılır. Sırlarına vâkıf olur. Nişan alır. Önünde İlâhî merasim çalgıları çalınır. Nutukları söylenir. Ve saltanat tacı giydirilir.
Sonunda aile efradına mektuplar yazdırılır ve davet edilir:
- «Ehlinizi toplayınız ve bana geliniz.» (Yusuf/93) Bu emri gönderirken, Hak Teâlâ’dan:
- Senin bu hâlini değiştirmem, vaadini almıştır.
Bundan sonra O’nun daimî sohbetçisi olur. Daimî dostluk kazanır. Artık bu marifet hâlini bulduktan sonra zühd vs. kalmaz; ama bunu bulan milyonda bir olur. Bu işler, ezelî kabiliyetin, İlâhî bilginin ve bir kader çizgisinin neticesidir.
Allah'ın yemin ederek:
- «Levvâme nefis,» (Kıyamet/2) diye ayırdığı kimselerden olma.
İman sahibi daima şöyle der:
- Söylediğim sözle neyi istiyorum? Attığım adımla nereye gitmek niyetindeyim?.. Yediğim yemekten kastım ne?..
Böylece nefsi karşısına alır ve hesaba çeker:
- Bu işi niçin işledin ve neden yaptın? Bu yaptığın işler kitaba uyar mı?..
Nefsini hesaba çekmeye alıştıktan sonra yakîn derecesini bulmaya bakınız. Yakîn imanın özü ve hulâsasıdır. Farz olan ibâdetler ancak yakîn’le edâ edilir. Dünyadan gönül çekmek için yine yakîn gerek. Bu hâli Hak Teâlâ’dan taleb et. Yapacağın her duânın icabet bulması için; sükûn ve bir nişan gerek. Duan kabul olmadığı takdirde, itiraz edersin, ama bu hatadır.
Doğru zâtlardan ol. Onların baş alâmeti, her işte Hak Teâlâ’ya dönmektir. Şayet hâllerinin gizli kalmasını arzu ederlerse halka karışır, alışveriş yaparlar. Onların kalbi Hak’la olduğu hâlde, dış hâlleri halka karışır.
Bu âlemde insanoğluna gereken bâzı işler vardır. O işlerin başında şunlar gelir: ilk defa insanoğlu, kötü tabiatını düzeltmeli. Sonra nefs şeytanı, boş arzuları, hevâsı ile cihad etmeli. Tâ hayvani duyguları atıp İnsanî duyguları benliğinde toplayıncaya kadar böyle devam etmeli.
Seni önce topraktan, sonra sudan yaratan, daha sonra insan kılan Rabbine küfretmektesin. Seni bu hâle getirene vereceğin karşılık küfür mü olmalı?.. Ona kafa tutmak mı olmalı?..
Bir hata işlediğin zaman, insanların görmesini arzu etmezsin, utanırsın. Halbuki Allah seni her an görür, ama O'ndan utanmazsın.
Ey velayet iddiasında olan, bu iddian dışta. Hakikatte böyle şeye sahip olduğun yok. İçin Hakk’a isyanla dolu. O'ndan utanmazsın.
Halbuki o bütün sırrına vâkıf ve seni görmekte... Dinini dünya ile satmaktasın...
Nedir bu hâliniz, biraz ayıkınız ve anlayışlı olunuz. Harcamakta olduğunuz bütün nimetler Hakk’ın... Hani, O'na şükrünüz?..
Ey evlâd! Bir defa da olsa Yaratan’ı itham etme. Hataya düşebilirsin, doğru da yapabilirsin. Kabahati yalnız özünde bul ki, işlerin düzele.
İyiliğin ve kötülüğün şeklini İslâm çizer, yalnız akılla bulunmaz. Bunlar da zahire taalluk eden şeylerdir. Bir de iç âlemin düzelmesini âmir olan şeyler var ki, o da kalpden gelir. Onları da kalp emreder. Kalbin vereceği fetva din âliminden gelen fetvadan daha ağır olur. Din âlimi içtihad eder, ona göre fetva verir. Ama kalp, kolay yollara sapmayı istemez, biraz ağır şart koşar. Ama bu kalp bütün hatadan beri olursa... ki böyle bir kalp, Hak Teâlâ'nın bizzat rızasını ve muvafakatini ister. Kalbin verdiği fetvaya uymak, ilmin hikmetle karışık fetvâsıdır.
Siz önce, hükümlere bağlanınız. Sonra ilme bakınız; her şeyin aslını belleyiniz. İlmin kölesi olsanız da, esas hükmü mâna cihetiyle elden bırakmayınız.
Daima Hakk'a boyun eğiniz, O'nun emirleri önünde benliğinizden geçiniz. Bu zahir şekilde beyan edilen ilmi alınız ve hikmetler âleminde sohbete giriniz.
Hangi hakikat olursa olsun, İslâm dini onun gerçek oluşuna şahadet etmezse, o bir şaşkınlıktır.
Hakikat ehlinin yanına girdiğin zaman oturdukları yere oturmalısın ve yediklerini, yemelisin.
Gizlide ve aşikârede Allahü Teâlâ’ya şükrediniz.
Ey şu ülkenin halkı, sizin içinde bulunduğunuz hâl, benim için kötüdür, ama siz de benim hâlimi kötü bilmektesiniz. Biz, birleşmesi güç olan iki zıt gözükürüz. Aranızda, semâvat sahibinin kudret ve kuvveti ile yaşarız. Kalplerimiz için karar yok oldu, bir yerde duramaz oldu.
Gençliğin, Halik'ı darıltmakla geçip gitti. Hanımını, çocuğunu, komşunu ve zamanın sultanını hoş tutmayı istersin, hattâ yaparsın. Ama melekleri, Aziz ve Celil olan Hakk'ı darıltırsın. Halbuki yolculuk O'nadır.
Ölüm emrine icabet senin için kafidir. Orada babalara analara rastlayacaksın. Eşini, dostunu ve sultan olarak yaşayanları orada bulacaksın. Onlardan tek kişi size:
- Kıyamet ne zaman kopar? diye sormaz; çünkü her ölünün kıyameti de beraber kopmuştur, Allah'ın velî kulları onun yakınlığında olur ve Hakk'a izafetle yaşar.
O büyük zâtlar, bu âlemde birçok yönden öldüler. İlk defa haram işlere girmemekle öldüler. İkinci defa da şüpheli işleri bıraktılar. Üçüncü olarak mubah olanı bıraktılar. Dördüncüde, helâl olanı attılar... Beşincide ise, Mevlâ Teâlâ’dan gayri her şeyi bir kenara atmak suretiyle benliklerinden geçip gittiler.
Bu maddî eşyayı bırakıp kaçan ölüler, onlara bir daha tâlib olmaz, yakın olmak bile istemezler. Sanki onlar, manen bir başka hâle geçmiş ve suretleri yok olmuştur. Sonra onları Hak diriltmistir. Onların ruh âlemlerindeki akışı ve duruşu, Allah'ın yüce adı ile olur.
Kalpler kader denizinde yüzmeye devam ederse, durak yerleri, O’nun yakınlığına ve ilim otağına varır.
Ayıklık bir hizmettir. Uyku bir vuslat âlemidir. Bir kul namaz anında uyursa, Hak Teâlâ onu meleklere överek gösterir.
Bu bünye bir kafes, ruh ise onun içinde bir kuştur.
Halkın cümlesi, bir irfan sahibi katında sinek kadar küçük, ufak bir arı kadar hafiftir. Ve ipek kurdu gibi tartısızdır. O büyük zâtların ahvali kolay anlaşılır cinsten değildir. Onları anlayabilmek için çok akıllı olmanız icap eder.
Hak Teâlâ’ya kim kafa tutar? O’nu yok etmeye kim yanaşır? Böyle şeyi aklına alan akılsızdır, ahmaktır. Yahut helak olmaya mahkûmdur.
Bir kimse sana gelir:
- Neyin varsa, Allah yolunda dağıt, derse o senin dostundur.
Daimî bir fakir sayılan şu halkın malına göz atmayana yakın ol. Çalış, ileriye geçmeye bak. İslâmiyetin mücerret mânasını taşımanla sana yeter, denmez.
Ne zaman gerçeği yapacak ve gerçek yolda çalışacaksın...
Her ne zaman bende bir hareket görseniz, kalbime ateş düştüğünü anlayınız. Ve şu kudsî hadîsi hatırlayınız:
- «Ey dünya, dostlarıma ilk anlarında acı ol; tâ kî, seni sevmeyeler. Son demlerinde ise hizmetçi ol; seninle uğraşıp yorulmayalar.»
İsa peygamberin yanında kıyametten söz edildiğinde, yavrusunu yitiren ana gibi bağırır, ağlardı ve şöyle derdi:
- Sessiz oturmak yakışmaz...
Senin içine hiç aşk ateşi düşmedi. Aşk yoluna girmeye yanaşmadın. Sende his namına kalan hiçbir şey yok; yokluk içindesin.
Büyük zâtlar, dünyada fazla kalmaktan korkar. Çünkü sonucun nereye varacağını bilmezler. Bugün iyi sayılan hâlin, yarın değişmesi ihtimali onları korkutur.
Hacetini halkla bitirme hevesine düşme hâli, Rahman, olandan kapalı olmak; boş arzuların, nefsin, tabiî isteğin ve şeytanın insan benliğine galip gelmesi sonunda olur.
Her kim bu dünyanın mekrinden emin olur, ona tapulanırsa büyük bir bilgisizlik içindedir, cahildir.
Ey evlâd! Hakk'a karşı ayık ol, hata edersen O'ndan kork. En çok korkulması gereken O iken, nasıl emin olunur? Böyle şey olabilir mi?.. Ömrüme yemin olsun ki, Hak sana yakınlık verir. Zâtına yakın kılar. Seni tahsis eder. İlâhî lokmalar yedirir. Sırlarına ittıla (öğrenme) peyda ettirir. Müşahede âlemine geçirir. Rahmet kapılarını sana açar. Fazilet sofrasına oturtur, her iyiliğini önüne serpiştirir. Fakat bir şey taleb eder: Kalbî hüzün... Çünkü burası hüzün diyarıdır.
Bu arada biri kalktı, bir şey soracaktı, ama sözünü işittiremedi. Sonra Geylânî Hazretleri vaazına devam etti:
- Şimşek bir an çakar, peşinden yağmur gelir. İlâhî şimşek de böyledir. O çakınca İlâhî yağmur yağmaya başlar. Onlar, kulu Aziz ve Celil olan Hakk'a yaklaştırır.
İslâm dininin dış durumu onun kafesidir. Ondan kurtulabilmek için neler etmez ki?.. Eğer bizi serbest etselerdi, ilmin verdiği hâlin dışına çıkar ve bağırırdık. Günahları bir bir anlatır:
- Ey kâfir ve ey fâsık! derdik.
Lâkin zahir ilim ve İslâm dinindeki müsamaha yolu elimizi bağlıyor.
Verilen İlâhî hükümlere hizmetçi olunuz ve ilme çalışınız. Bu şekilde çalışacağınız bir ilim yolunda size birçok ruhî inkişaf verir.
Önce İslâm dinindeki emirleri, yasakları öğren, sonra ayrıl, başka şeyleri öğren. Eğer sen, Hakk'ın seçme kullarından isen İlâhî ilimlere vukuf peyda edersin.
Kendi benliğin seni Mevlâ'ya ilettiği zaman, O'nun kapısında durdurur. Sonra şahların geçip gittiği kapılardan birer birer geçirir. Nihayet en son kapıya gelirsin. Orayı açık bulunca dalmayı arzularsın, ama sana dur emri verilir. Çünkü üzerinde aile efradının hakkı var. O zaman şöyle hitap gelir:
- «Gidiniz, aile efradınızı alınız, birlikte bana geliniz.» (Yusuf/93)
Sırrına yerinde durmak emri verilir. Kalbe sebat hâli verilir.
Sonra duyguların ve cümle varlığın aynı emri alır. Hâl böyle olduktan sonra kendi başına almak, satmak, kalmak ve bir kasta mebni iş yapılmaz.
Emirler birbirini takip eder.
- Ye, ey bir şey yemeyen. İç, ey bir şey içmeyen.
Kuyuyu, kadem kadem (adım adım) kazmaya devam ettiğin için ondan, kaynaklar fışkırdı. Orası fışkıran bir menba, akıp giden bir kaynak oldu.
Mücahedenin; belâsına, sıkıntısına sabır edemedikten sonra, nasıl irfan duygusunu bulabilirsin?..
Ey zavallı, sabırlı ol; yakında Hakk'ın nazarı sana ulaşır. Seni yükseltir. Yücelik tacı giydirir. Azamet kisvesini giydirir. Sultanlık ve celâl libasını verir.
Allah'ım, bizi maddî işlerden uzak kıl, Sana yakın eyle... Allah’ım, maddî şeylere karşı kalbimize gına ver, onlardan talebimiz olmasın. Bütün ihtiyacımız Sana olsun.
Allah’ı tek varlık biliniz; bu bilginizi saklayınız. Başkalarından ayrılınız.
Kalp hâli, vücut karanlığına gömülüdür. Onu, Hakk’ın yakınlığı kapısına kadar vardırabilirsen bilgi şafağı çakar, kalp gözüne, ince ve derin bilgilerin sürmesi çekilir. Ve sen ona kaderin fihristini okutursun. Sonra her şeyi yanında bulursun.
Cennet âlemine geçtikten sonra yemek ve içmek için zorluk olmaz. Hak Teâlâ’nın sevip seçtiği kullar için orada yemek içmek işleri bir güçlük olmadan gelir. Bilhassa Hak Teâlâ’nın sevilmiş seçilmiş kulları için... Her şey onlara boyun eğer, iç âleminde genişlik olur. Ve dersin:
- Ben, Allah'ın velî kullarındanım; O'nun tecelli yolu ile verdiği varlıkla Zâtına çevrilen kimselerdenim.
Bu işler: - Ah ben de onlar gibi olsaydım, deyip boş arzu ile ele girmez. Hak Teâlâ’nın seçilmiş kulları, O'nun arzusuna bakarlar. Esefle deriz ki:
Sizin bu işlere dair hiç bilginiz yok...
Ey oturumlara devam edenler ve ey dedikodu ehli! Siz, anlattığımdan haberdar değilsiniz.
Bundan sonra Geylânî Hazretleri, avucuna şöyle bir üfledi, etrafına döndü, her yanı süzdü ve devam etti:
- O ki, mal, mülk harcamadan cennet arzular, yalancıdır. O ki, fakir fukaraya karşı şefkat duygusu beslemez ve bununla beraber Peygamberi (S.A.) sevdiğini iddia eder, bu da yalancıdır.
Her şeyin kendine göre, bir vazifesi olur. Baş gözü ile dünya görülür. Kalp gözü ile âhirete bakılır. Sır gözü ile de Mevlâ müşahade edilir.
Halka karşı iyi edepli ol. Şöyle ki, sesin, halkın hiçbirinden daha yüksek olmasın. Edebini ve terbiyeni böylece takınabilirsin.
Yaptığın isyan hareketleri ile Hak'la çekişmektesin. Ve yaptığı işlere karşı gelmektesin. Bu, senin için ayıptır.
Dikkat et, sabahları güneş, yatakta iken üzerine doğmasın. Güneş yalnız cahil kişinin üstüne doğar. Güneş yalnız nefsine ve kötü arzusuna uyan kimsenin üzerine doğar. Erken kalk, güneşin doğmasına hazır ol. O doğduğu zaman, seni gaflet yatağında bulmasın.
Bu anlatılan şeyler biraz akılların ötesini ilgilendirir.
Zorla da olsa, bazen ruh âlemine, bazen de tabiat âlemine boyun eğmek zorundasın. Her ne hâlde olursa olsun kalbin imanla dolu olması gerek. Bilhassa tabiat bataklığına düşüldükte...
Sadık ve gerçek yolcu için kalbe her çeşit varidat gelir. Bu varidatı alan zât, yanlış yola sapmaz. Dıştan yaptığı işleri dinî hükümlere göre ayarlar, o aynada görür. İç âlemini ise ilim aynasına arz eder, kalbini ona göre işe koşar. İşleri, ilim ve hüküm aynasında gerçek yüzünü buluyorsa, kalbini Aziz ve Celil olan Melik'e arz eder. Şayet, iki aynanın biri gerçeğe uyar, öbürü uymazsa şahın katına alınmaz. Böylece kapıda bekletilir.
- İşlerini tahkim et, diye emir verilir. İşlerini dinî hükümlere uydurabilirsen çalışman yerini bulur. Her işin övülür. Aksi hâlde o şaha varman nasıl kabil olur?
Şahın kapısından, bilgi ile ve gerçek ahkâmı yerine getirmekle girilebilir.
Yaptığın her işi hesap edebilmen senin için kabil olmaz. O kapıyı açan işler öyle şeylerdir ki, iç âlemde saklıdır.
O işin hikmet yönü sonradan sana açılır, onu bir sen bilirsin, bir de Rabbin... Bu hâle, zatî varlığa yakın melekler de akıl erdiremez; İlâhî elçi olarak kullara gönderilen peygamberler de tam bilemez.
Büyük zâtlardan, maddî işlere yarayan akıl gitmiş, akıllara akıl olan bir başka akıl verilmiştir. Ve onlardan, her şeyin aslına varmak için şart edilen yorgunluk günleri de geride kalmıştır.
Onlar, yollarından hayli aç kalmışlardı, şimdi sofra önlerine açıldı. Susuz kalmışlardı, onlara şimdi su sunuldu. Çok yoruldular, şimdi onların dinlenme demi. Hayli uykusuz kaldılar, şimdi uyku zamanı.
Bu hâlleri geçirdikten sonra o kula oyalayıcı meşgaleler verilir. Bunlar onu Hak'dan ayırmaz. Çünkü Hak onu sırlarına vâkıf kılmıştır. Her İlâhî sırra karşı o kulun sezişi vardır.
Sonra bu hâle eren bir Allah kulu, bulunduğu ülke halkının gizli işlerini de bilir, istediği beldenin ve arzu ettiği ülkenin âlemine vâkıf olur. Şayet ona bir kutubluk hâli verirlerse bütün dünya ehlinin işlerini bilir. Onların rızkını da taksim eder. Kendi iradesine verilen cümle işlere karşı uyanıktır, ayıktır. İlâhî sırların gizliliklerine vâkıftır. Onun için, dünyada olup biten hayrın ve şerrin hiçbiri, gizli değildir. Onun varlığındaki kutluluk, Hak tarafından seçilmesine vesile olmuştur. O, nebilerin resullerin vekilidir. Ülkenin emini odur. O, içinde bulunduğu zamanın bütün işlerini merkez olarak idare eden bir kutuptur.
Kalp meleklerin geçit yeridir. Sır ise daima Hakk'a nazırdır.
Allah, bir kulun kendine yönelmesini dilerse, onu âdemoğullarının içinden alır, yırtıcı ve vahşi hayvanlarla ülfet ettirir. Bu vesile ile insanın vahşet duygusu yok olup gittikten sonra meleklerle ülfet duygusu hâsıl olur. Onların muhtelif şekillerini görür ve çeşitli yüzlerine bakar, sözlerini işitir. Karada, denizde ve ıssız yerlerde onlarla olmaya başlar.
Ey Hakk'a varmak isteyen işit. Ey bu yola tâlib olan ve Hakk’a kavuşmak için karar veren, önce söz, sonra görmek. Önce konuşmak, görme işi sonra... O yüce meleklere kavuşmak için önce sözlerine alışmak lâzım. Sonra yüzlerini görmeye iştiyak duymalısın. Bu iki sıfat bir zâtta hasıl olursa, meleklerle arasındaki perde kalkar...
Allah'ın yaratıkları içinde meleklerden tatlı sözlüsü yoktur. Onlar gibi güzel surette yaratılan olmamıştır. Onların sesinden daha lezzetlisi olmadı.
Hakk'a varmaya istidatlı olan kul, bir zaman o hoş meleklerle vakit geçirdikten sonra; Hak, tarafından meleklerle arasına perde gerer... Zâtı kapısına getirir, Yakınlık duygusunu verir. Varlığı ile ülfet ettirir. O makamda bir zaman sükût hüküm sürer. Sonra olacak olur. O kulun kalbine Musa nebinin anasına olan cinsten İlâhî tecelliler olur.
- At varlığını, korkma... Ey kalp, içindeki sırrın zayi olmamasını istiyorsan denize ve ıssız yerlerdeki sulara sal. Korkma, o seni yine bulur. Onu akraba ve arkadaşlardan ayır.
Yazık, bir kadın senden hayırlı... Yavrusunu denize atıyor. Sen benliğinden sıyrılıp iki adım atmaktan korkarsın. Bu senin, iman bakımından noksan oluşuna bir delil sayılır. Musa nebinin anasına Hak vaad etmişti. Oğlunu yine ona döndürecekti. Senin, o ananın kalbine vurulan iman damgasına inancın yok:
- «Biz onun kalbine oğlunun döneceğine dair inancı yerleştirmeseydik,»
Kelâmına imanın yok... Varsa da çok zayıf...
Senin içinde bulunduğun kara ülkede bir muradın yerine gelmese, bir alıştığın işten olsan; onlara tekrar kavuşmak için sebepleri kovalarsın. Bu anlarda Hakk’a varmaya tam istidat sahibi isen kalbin, Yaratan'ına bağlanır, hâlinden memnun olursun. Çünkü geride bıraktığın her şeyin daha iyisini vereceğini Hak vaad etmiştir.
Ey tevhid, ilim ve takva hâlinden yaya kalanlar, siz neredesiniz, kötü hâllerden iyiye dönme arzusu nerede?..
Ey kendine indî çareler arayan, dini âlet edip onunla geçim sağlamak nifak işaretidir. Çalışarak yemek, sünnettir; Peygamberin (S. A.) âdetidir. Çalışarak ye, Peygamberin sünnetine sarıl. Tâ imanın kemale erip her türlü san’atı kavrayıncaya, sebeplere ve halka dayanmadan geçimini sağlayacak duruma gelinceye kadar... O zaman, kalbini maddiyata kaparsın. O kez ya ayrıl git ya da Hakk’ın ilim evinde otur, dur. Orada âmâ ol, sağır ol, maddî şeyleri duyma. Kulağını İlâhî seslere ver, gerçeğin sesini dinle. Hakk’ın fazlını gör. Daha sonra seyahate çıkarsın. Yeryüzünü sultanın verdiği nişanla gezer, dolaşırsın.
Ey avam halk, sizin hiçbiriniz, eline maddî bir şey geçince gönül rızası ile bırakmak, gitmek ve kaçmak arzulamaz.
Hak'dan alınan herhangi bir şeyin gerçek yönü var. Ayrıca halktan taleb edilen şeyin de bir hakikati var. Ama bir kul, derecesini bulur, velayet hâli tahakkuk ederse, onun kalbine ne almak gelir ne de vermek... Eşya kendiliğinden gelir, ama bunları kendinden geçmiş olarak karşılar. Onları almak, yemek o kula kısmettir. Kısmet olan bir şeyden kaçmak imkânsızdır.
Hak Teâlâ Musa peygamberin anasına şöyle buyurdu:
- «Ey Musa'nın anası, şayet ona bir şey geleceğinden korkuyorsan, denize bırak.» (Kasa/7)
Sen de dinine bir zarar gelmesine ihtimal veriyorsan kalbini Allah'a bırak. Kalbini ona teslim et. Ehlini ona terk et. Şöyle yalvar:
-Allahım, bu yolculuk hâlimde sen bana sahip olabilirsin. Ve ehlimi, evlâdımı benim için esirge, himaye et.
Hakk'a olan irfan duygun, belindeki kemer gibi olmalı ki, ne yana dönsen o seninledir. Ve hakikaten bir irfan duygusuna sahip olabilseydin, uyumanın kaderin hükmüne göre olduğunu bilirdin. İşitmenin yine kader icabı ve o kudret sahibinin izni ile olduğunu anlardın.
Allah'a yemin olsun, sonra yine Allah'a yemin olsun ki, Allah'ın sevgili kulları olan velîlerin ahvali peygamberlerin ahvâline benzer. Ne var ki, lâkabları ayrıdır.
Yeni bir dinle gelen resullere ve kendinden önceki bir peygamberin yolunu takip eden nebilere ölümden sonra münker ve nekir gelmez. Çünkü onlar yaratılmışların şefaatçisidir. İşte onlar gibi velîler de sorgu sual görmezler; çünkü onlar da Hak Teâlâ’nın seçme kullarıdır.
Ey boş arzulara, tabiatın karanlığına dalan ve ona tapan! Ey övülmenin, alâyişin kulu olan! Nedir bu hâlin? Üzerinde ezelin hükmü bulunan ve ezelî bilginin gerekli kıldığı nasibin muhakkak gelir. Lâkin durum bir başka hâl arz etmektedir. Acaba onların gelişi anında sen ne durumdasın? Acaba seni tevhid hâlinde bulmaları kabil olur mu? İşte bu mühim...
Kulun kalbine İlâhî sırlardan öyle bir sır konmuştur ki, ona kimsenin aklı ermez. Ona ne şeytan ne melek ne de başkası yakın olabilir.
Mevhum varlığını yok etmek yolu ile Hakk’ın yakınlığını ara. O’nun rızasına ermeye bak. O, senden hoşnut olursa seni sever. Sevince sırların kapısını sana açar, sohbet hâline erdirir. İlmî delillerinle birlikte onun sohbetine devam eder olursun.
Hakk'a daima ibâdet eden kimse O'nunla sohbet ediyor demektir.
Bir Hak yolcusunun hâlini ancak irfan sahibi bilir. Mademki Hakk’ın yolundasın, istesen de istemesen de O’nun ilgi çekici kuvvetine kapılmış sayılırsın. O'na gönülden uyar, izini izlersen, pekâlâ... Aksi hâlde rahmet nazarı sana ulaşmaz, tard olursun.
Biz, büyük zâtların peşinde yürümekteyiz. Onlara göre bir zerre hükmündeyiz. Onlardan arzumuz, şaha varmak için bir kelimeden faydalanmaktır. Hiç kimse kendi keyfine göre yol alamaz. Mutlaka bir büyük zâta tâbi olması gerek... Her kim kendi görüşü ile yetinirse sapar, şaşırır.
Manevî yol işlerinde peygamberin vekiline uymak vardır. O herhangi bir şeyin terki için emir alır, yapar. Ona uyanlar da aynısını yaparlar. Naibi, vekili bulunduğu şahtan ne elde ederse, halka onu vermek zorundadır. Sen ona uyarsan, sabah aydınlığı gibi her şeyi önüne serer. O kulun daima libası değişir. Bir defa bakarsın varlık almış. Sonra yokluk âlemine geçer. Bir defa da bakarsın tümden yok olup kaybolmuş. Bazen Hak ona ikbal tecellisi verir. Bazen yitirdiği varlığını iade edip zâtından haberler verdirir.
- Ve Rabbim, kalbimdeki susuzluğu giderdi, diye söyletir. Hepsi Hak Teâlâ’nın elinde değil mi? İstediğini peygamber vekili olan o kuluna yaptırır, ettirir.
İç âlemine dalınca, özüne iki kapı aç. Onların biri Hak, öbürü de halk. Böylece hem Hakk'a olan borcunu ödersin hem de kulların hakkını... Halka karışıp onlarla sohbet ettiğin zaman Hak için yaptığını unutma. Böylelikle, halkın şerrinden emin olursun. Ve Hak yakınlığına ait duygu kalbinde devam eder.
Halk, Hak Teâlâ’nın zâtından başka olan varlıktır. Zahirî olup biraz da maddîdir. Bu halk tâbiri, bütün hâllere şümullüdür (kapsar).
Halk arasına karışıp onlarla sohbet etmenin buradaki mânası, onlara öğüt vermek ve nasihatta bulunmaktır ki, bu vazife, Hakk’ın varlığını insan benliğinde sezince başlar. Hakk’ın varlık duygusunu kalbine yerleştirir, her an anarsan, O'nunla sohbet etmiş olursun. Bu hâli benliğine sindirdikten sonra halka karışıp onlarla yapacağın sohbet Hak için olur ve sen O'nunlasın demektir. Bu hâle göre halkın varlığı silinip gitmiş demektir.
Kullarla yapılan sohbetin gerçeğe uyması için iyiliği kötülüğü onlardan bilmemelisin.
Onların hepsini Allah tarafından sana salınmış ve emrine verilmiş kimseler olarak bilmelisin.
Asıl saadet bulan kalpler öyle bir hâl aldılar ki, onlar, Hakk’ın fazilet taamını yedi. Onun sesini işitti. Ve onun verdiği yakınlıkla ferah buldu. Bu kalpler büyük zâtlarda bulunur.
O büyük zâtlar, daima Hakk’ın hitabına mazhar olurlar. Dünyadaki o hitabı kalpleri duyar, âhirette ise karşılıklı konuşmalar olur.
Hakk’ın kelâm tecellisine mazhar olarak konuşma asıl öbür âlemde olacak. Aynı tecelliyi bu âlemde bulanlar pek azdır, tek tek sayılabilecek kadar mahdut bazı fertlerdir.
Ebü'l-Kasım Cüneyd şöyle diyor:
- Ben konuşmalarıma, ebdal zümresinden en az dört büyük zâtın hazır olması ile başlarım.
Sonra Cüneyd Hazretleri, o büyüklerin emri ile konuşmaz, o anda Peygamberi de görmek isterdi. Hazreti Peygamberin (S.A.) ruhaniyeti hazır bulunur, şu emri verirdi:
- «Ya Cüneyd, konuş; konuşma zamanın geldi.»
Hak Teâlâ’yı taleb ediyorsan söylediğin şeyin gereğini yap, aksi hâlde felâket seni bekliyor.
Namaz kıldığın zaman kıbleye dönersin. Belâ anında da kıbleye dön. Bunun kıblesi Hakk'a bağlanmaktır. Namaz anında kıbleye dönerek halkı geriye nasıl bırakıyorsan, belâ anında da kalbini Hakk'a bağla, halkı unut. Başına bir felâket geldiği zaman halka dönersen imanın bâtıl olur. Belâ anında iman sağlam olursa, o belâ ezilmeye mahkûmdur. İmanlı kalbin o belâyı ezebilmesi büyük bir iştir.
Avam halkın gönül kırıklığı dünya için olur. Has kullara da bu hâl, öbür âlemin zevki dolayısiyle gelir.
Havas kullardan daha ileri bir makamda olan kullarda ise, gönül kırıklığı Mevlâ’ya dair işlerden az şeyin kaybından veya verilen bir keşfin kapanmasından ileri gelebilir.
Herkesin kendine göre bir gönül kırıklığı bulunur. Ama bâzı seçilmiş ve ayırd edilmiş kullar var ki, onlar için gönül kırıklığı, bir hususiyet arz eder. Onlar, yalnız Hak için mahzun olurlar.
Geylânî Hazretleri’ne, Peygamberimizin (S.A.) yasak ettiği vezinli, kafiyeli duadan sordular.
Cevap verdi:
- Allah yapmacık, düzenli, kalıplı bir sürü tekerlemeden ibaret duayı kabul etmez. Peygamber (S.A.) efendimiz şöyle buyurdu:
- «Ben ve ümmetimin mütteki sınıfı tekellüften, yâni zoraki, yapmacık işlerden beridir.»
İman sahibinin kalbinde en çok ümit yaşar. Çünkü o, defterine baktığı zaman hatasını bulamaz. Çünkü o, daima iyi yola gitmiştir. Gerek kitaptan gerekse kitabı okuyandan dinlediği budur. O daima iman mihrabından iyi şeyler dinlemiştir. İman sahibinin bu hâli, bir ateştir; onda hata bırakmaz, yakar ve yok eder.
O iman sahibinin emirler kütüğünde tutulan siciline bakılınca, yapılmadık emir göze çarpmaz. Ama o iman sahibi tam kemal hâlinde değilse bu durum pek iyi olmaz. Bir gurura kapılması ihtimali belirir. Sonra o gurur yüzünden helak olabilir. İman sahibinden bâzı hatalar zuhur edebilir. Vakit geçmeden hatasını anlar, tevbe ederse kurtulur. O ufak hata onun ezelî kısmetinde yazılmıştı. İmanı dolayısiyle hiçbir zarar görmez; çünkü ona göre o hata, başına konan bir toz kadar küçüktür. Hak Teâlâ ona tevbeyi nasib eder ve kurtarır.
Hatanın bu şekle bürünmesi tam mânası ile doğru bir iman sahibi için olur. Meselâ Âdem'in (A S.) hatası gibi... Bu hâl, kaide dışıdır. Herkeste olmasına imkân yok. Dolayısiyle onun gibi olmaya çalışanların işine önem verilmez.
İnsanın benliğinde iki istek yaşar, ikisi de birbirine zıttır. Biri İlâhî olan zatî irade, öbürü de bunun dışında kalan, Hak Teâlâ'nın zâtı dışında olanlara ait irade. Burada iradenin mânası, bahsi geçen varlıkların kendi istidatlarına göre olan arzulardır.
Her iki irade (istek) gerçek yöne sürülebilir ve ıslâhı mümkün olur. İnsan, dilerse bunu kırk yaşına kadar yapabilir. Ondan sonra biraz zor olur. Bu hâli hoş anlatan Peygamber (S.A.) efendimizin şu Hadîs-i Şerifi vardır:
- «Bir kimsenin yaşı kırkı bulduğunda hayrı şerrinden artık olmazsa cehenneme hazırlansın.»
Bu Hadîs-i Şerif köktür. Mânası hayat gerçeklerine uyar.
Ey zahirdeki açık beyanı dinlemekten kaçan; iç âlemi görmek, çoktan uçup gitti. Artık sütten kesilmen lâzım, yavru değilsin.
Mademki Hakk’ın zâtından gayri şeylere karşı irfan (!) duygusu beslersin ve onların peşinde gidersin, gerçek işler için yalnız bir hevesin var. O da boşa...
Nedir bu hâlin?.. Hep maddî işler peşindesin. Bazen hakikaten madde peşine düşersin, bazen de onlara kapılır, zelil ve hakir düşersin. Ama sen, bu hâlin belki de farkında değilsin. Uyan.
Velî kulun baş işareti, kendini Allah’ın varlığı ile zengin bulmak... Sonra Allah'ın zâtiyle yetinip her şeyi bir yana atmak... Ve her nerede olsa Hakk'a dönmek... Bir gün olur da nefsin kendine göre bir velayet iddiasına kapılırsa, ona bu huyları say ve haddini bildir... Çünkü o bir velî değil, yalancıdır.
Bir ilim sahibine, sultanların kapısında dolaşmak yaraşmaz. Ancak kuvvetli imana ve ittikaya (günah işlemekten kaçınmaya) sahip olurlarsa o zaman zararı olmaz. Sonra Hakk'a dair olan bilgisi kuvvetli, zühdü iyi, içi marifet hâli ile tam, Hak'la ünsiyet etmiş olmalı. Böyle olursa, padişahların yanına güçlü girer ve sarsılmadan çıkar.
Bâzı zâtlarla sohbet ederdim. Bana, olan ve olacak işlerden anlatırdı. O bir çocukla gezerdi ve onunla devrin saltanat sahiplerine giderdi. Onun bu hâlinden hoşlanmadım. Hem o çocukla gezmesini sevmedim hem de saltanat sahipleri yanına girip çıkması beni tutmadı. Kalbime gelen bu hâli anladı. Durumu şöyle izah etti:
- Bu çocuk kimsesizdir. Yolcu konağında yatar, kalkar. Onu orada yalnız bırakmak istemem; başına bir kötülük gelebilir. O saltanat sahiplerinin yanına gidişim ise, başka bir durum arz eder. Benim onlardan bir talebim yoktur. Onlara giderim; nasihat eder ve adalet yolunu gösteririm.

$50
Product Title
Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button

$50
Product Title
Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

$50
Product Title
Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.




