top of page

Temiz Lokma Olmadan Temiz İbadet Olmaz / Abdulkadir Geylani Hz.

Güncelleme tarihi: 26 Haz

Temiz Lokma Olmadan Temiz İbadet Olmaz / Abdulkadir Geylani Hz.
Temiz Lokma Olmadan Temiz İbadet Olmaz / Abdulkadir Geylani Hz.

İnsanın kalbi neyle beslenirse, dili de onunla zikreder. Abdulkadir Geylani Hazretleri bu bölümde bize sadece yediğimiz lokmanın maddesini değil, ruhuna etkisini de hatırlatıyor. Çünkü ağızdan giren her şey, kalbin diline dönüşür. Helâl olmayan bir lokmanın ardından gelen namazda huşû aranmaz. Oruçta ise sabır değil sadece açlık kalır.

Hazret burada “şüpheli” olanı sadece haramın gölgesi olarak değil, kalbi karartan bir perde olarak tarif eder. Şüpheyle dolu bir hayat, dua ile berraklaşmaz. Çünkü kalp, içinde huzur olmayan bir şeyi taşıyamaz. Ve ibadet, kalbin huzuruyla bütün olur.

Bu bölümde sadece yiyip içtiklerine dikkat et denmiyor. Asıl vurgu şurada: İçini temizle, sonra dışınla meşgul ol. Zira kalp karışıkken, dil düzgün durmaz. Göz halktan ayrılmadıkça, kulak Hakk’a açılamaz. Ve ibadet, ancak içiyle uyumlu olan dışa şahitliktir.


Sizin Hak’la olan sohbetiniz karışık, çünkü edebten mahrumsunuz, ama biz, değiliz; edebimizi bozmayız. Aradan biri kalktı ve sordu:

- Yediğimiz karışık olunca, namazımızı ve orucumuzu nasıl sıhhatli kılabiliriz?

Bunun üzerine Geylânî Hazretleri şöyle devam etti:

- Haram meydanda. Helâl da açıklanmış. Ve işte, İslâm dininin kurduğu esas. Sonra durulması ve üzerinde düşünülmesi gereken işler de meydanda... Kalbini temizle ve ondan gelen sese kulak ver. Sana bir şeyin olmayacağını anlatıyorsa bil ki, o şey haramdır. Kabul ettiği şey ise, helâldir. Serbest bıraktığı şey de şüphelidir.


O zâtı böylece cevaplandırdıktan sonra devam etti:

- Ülfet ettiğin ve alıştığın şeyleri bir yana atar, nefsini sabra alıştırırsan bunun adı kanaat olur.

Düşünürsen, anlarsın. Hakk'ın katında nice namaz ve nice oruç var. Fakat O, bunların hiçbirine bakmaz. O'nun arzusu, her türlü kötülükten ve Zâtından gayri işlerden temiz olan bir kalpdir. 

Dışını gani gönüllü gösterip kendini zâhidlerden sayan, içi bozuk olan kederle doludur. O kendisinin Hakk'a karşı zelil durumunu, iki yanağına akan damlacıkla gösterir. Omuzlarını bükmekle işin biteceğini sanır. Üzerine giydiği cübbeyi yeter bilir. Zühdü yalnız avucundadır. Ama, cebine koydurur. Halbuki içi halktan bir şey koparmak için sızlanır. Nefsi, övülsem, methedilsem diye, debelenir. Gözü halkın elindekine dikilir.


Ama irfan sahibi böyle değildir. Onun dışı kerametlere bağlıdır. Nefsinin kısmetini de kendine göre verir.

Hakk'ın bölmüş olduğu öyle kısmetler vardır ki, ona yalnız şahın irfan sahibi kulları sarılır. Bizim anlatmak istediğimiz de öyle bir irfan sahibidir. Sanki o, evinin ustası ve askerinin önderidir. Ama onu ne aile reisliği yolundan alabilir ne de askerlerine ettiği önderlik. Onun selâmeti içindedir. Kalbi saftır. Daima hazretini görür. İlim dalgaları onu altüst eder. Dünya denizi, hiçbir an kalbine girmez. Yerde, gökte olanların cümlesi dışında kalan her ne varsa hepsi onun engin kalbine göre hiçtir.


Bu anlatılan, bir irfan sahibinin tarifidir. Tam zâhidleri daha önce anlattık. Bu vasıflar zâhid için de olabilir. Sende bu hâllerden hangisi var?

O hâlde kötü düşünce ile halka neden bir garip zan beslersin?.. Onlar için beslediğin zannı neden diline alırsın? Dilini öyle şeylerden neden kesmezsin?..

Ey dünya sahiplerinden dünyalık kapmaya gayret edenler, bu arada âlet olarak da âhirete dair işleri kullananlar, siz avam halktan daha çok tevbe etmeye çalışmalısınız. Siz bir şeye karışmayan zavallı insanlardan önce tevbe yoluna koyulmalısınız. Ve derhal hatalarınızı itiraf etmelisiniz.


Sizde hayır kalmadı. Ne kazancınız ne rahatınız ne de bir necat yolunuz var. Huzurunuz da hata yüzünden söndü. Dininiz de kalmadı. Dünyaya bağlandınız,' ama o da kalmayacak...

Dünyadan bir şey alırken, iyi duygu beslemezsiniz. Tabiî arzularınızı ve hevaî isteklerinizi kullanmaktasınız. Dünyadan bir şey alırken dünyayı kazanmak için alırsınız, âhiret için değil...

Uğraşmam ve sözlerim sizin için; dinleyiniz. Sesinizi kesiniz, bir şeyler öğrenmeye bakınız. Sizden başkası konuşsun. (Bu sözleri Bağdat’ta bulunan zahir âlimleri ve vaizleri işaret ederek söylüyordu.) Bu dilim bende emanettir, kalıbım emanettir. Gurbette olmak, iç âleme dalabilmek, Hak yakınlığı için anahtardır.


En olgun hâlini bulduktan sonra, bir köşeye çekilip oturan, oradan artık çık, iyilik senin meydana atılmandır.

Yavrucuğum, ilk zamanda iç âleme dönmek, sonra dış âleme geçmek gerekir. İlk devrede, her şeyi anlayıncaya kadar susmak, sonra konuşmak... İlk zamanda şaha dönüş, sonra onun bendelerine...

Tam helâl, ruhanîler arasındadır. Sen o ruhanî zümresinden olmak dilersen, iyiyi, kötüyü ayırt et, onlara benzemek böyle olur.

İç âleminde yanan lâmba, irfan duygusundan doğan güneş, Hak yakınlığını bulduğun için benliğinde beliren kamer, seni her tecellisi ile besleyen ve büyüten Rabbinden gelir.


Haram işlerin doğuşu, nefsanî duygunun varlığından hâsıl olur. Şüpheli işler, zatî varlığı unutup bir nevi kalbine göre iş tutarsan olur. Tam helâlin hâsıl olması için iç âlemin temiz olması gerekir. 

Bu hâller biraz akılların ötesine gitmekle anlaşılır. Çünkü yerleri oradadır. Nefsin elinden tutup bir demet yeşilliğe dalaştıkça, haram yemek zorundasın. Kalbin etrafında dolaşıp sahibini unutarak onun verdiğine dalarsan, şüpheli işlere girmen mümkün görülür. İç âlemine girer, orada olup biten İlâhî tecellileri sezersen tam helâl yolunu bulman kabil olur.

Nefsin için emreden niçin, «Daima kötülüğe sevk eder...» demiştir bilir misin?..


Hikmeti şu: O nereden gelirse gelsin, aldırmadan alır, yer de ondan... O tıpkı bir kötü kadına benzer. Kocasına:

- Çal ve beni doyur, der.

O helâl ile haramı ayırmaz. Helâli, haramı ayırt etmek için işin aslına akıl erdirmek gerek. Buna işareten Peygamber (S.A.) efendimiz şöyle buyurur:

- «Sana dinin esası gerek.»

Ellerin o yolda iyi yetişir, dinin esasına yapışırsan, her şeyi daha iyi anlarsın ve bu anlayış, âhiret işlerinde sana yardımcı olur. Bu da öyle bir anlayıştır ki, helâli, haramı ayırt eden kadına benzer.


Tam helâl olan bir şey önünde hazır olursa (isterse kazancın olsun) dur ve hesap et. Araştır ve kendi kendine sor:

- Bu ekmek nereden geldi ve nasıl pişti?..

Sağlam duyguya sahip ol, kalbine dön. Oradan sırrına geç. Ve onların yolu ile Rabbine dön. O, sana işlerin düzeni için bir melek gönderir. Şayet helâl ise, şu Âyet-i Kerime'nin tecellisi seni sarar:

- «Size nasib ettiğimiz temiz şeylerden yiyiniz.» (Ta-Ha/81)

Şayet şüpheli veya haram ise, şu Âyet-i Kerime'nin mânası tecelli eder:

- «Üzerinde, Allah'ın adı anılmayan şeylerden yemeyiniz.» (En’am/121)

İşte haram budur; ona yanaşma. O haram şeyden kaçınırsan yerine Hak Teâlâ daha iyisini verir.

Hak Teâlâ'nın kaza ve kaderi önünde dize gel ve teslim ol. Tâ O'nun fazlı yetişip hazzını, kısmetini bol bol verinceye kadar...


Zâhidlik bir anın işi, şüphelilerden çekinme hâli olan verâ' ise iki anda biter. Ama marifet âlemi, ebediyetlerin harcanması ile elde edilir. Marifete çalış, ebedî hayatı kazan...

Durumun geçmişteki büyük zâtlarla kıyas edilince sende, onlarda bulunan ahvalden zerre bile bulamayız...

Nefsini yedirip, dirilttin, seninle münazaaya tutulmaya koyuldu. Onun bütün kirli emellerini yerine getirdin, üstüne abandı. Onun kötülük kaynağını kesseydin, kötü âletlerini kırsaydın, olmaz mıydı?.. Sen böyle etmedin. Onun bütün temennisini yerine getirdin. Ve o şeytanına kapı açtı. Şeytan, nefse daima kötü temennileri telkin eder. Nefsin kendine has bir şey talep edecek dili yoktur. Onu, cinler dile getirir. Sonra seni yıkmaya onların da gücü yetmez, insan şeytanlarından faydalanırlar. Hepten birleşip seni yıkarlar. Bir de haddinden fazla şehevî arzulara bağlanırsan...


Nefse, maddî ağır yükler vur. Haram, şüpheli ve işini bozan şeylerden kes. Bunu yaparsan onun kötü ateşi söner. Eğer bâzı mubah olan şeyleri de az miktarda verirsen 

boş yere âdet edindiğin şeylerin birçoğu erir ve ölür. Kötü şehvet onun varlığından sökülür. Bunun neticesi, korku ve umut ağaçları onun içinde yeşermeye başlar, içindeki karanlık aydınlanmaya başlar. Kalbe bağlanır, olgun bir hâl alır ve ona nida gelir:

- «Ey mutmainne nefis, "Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön!» (Fecr/27-28)

Kalp gözünü açamadan ölüme giden kimseye, son nefesinde şu hitap gelir:

- Sen neredesin, Hak yakınlığı nerede?.. Hani Hakk’ın yakınlık sofrasından nasibin? Ve:

- «Onlar katımızda seçilmiş ve özlenmişlerdir,» (Sad/47) âyetinde zikredilen zâtlara yakınlığın hani?.. Neden onların aldığı şeylerden sende bir şey yok...


Nefsini yola getirmedikten sonra kalbine rahat yoktur. Nefsi Ashab-ı Kehf’in kıtmiri gibi Hakk’ın yakınlık duygusu eşiğinde bekletmen gerek... Onu bu hâle getirmeyince kalbini selâmete erdirmeyi umma.

Kalp, daima İlâhî yolculuğa hazırdır. Onun yolculuğa dair işlerini bitir ve yola çıkar, çünkü kalp daima Hak yola çıkma anını bekler.

İman bakımından zayıf olduğun devrelerde, İslâm dininin çizdiği zahirî yolu takip et. Pek güç işlere girmeden devam et. İman bakımından kuvvet bulduğun zaman kolay işleri bırak, biraz ağır ibâdetleri yapmaya bak. En büyük iş, nefsi alt edebilmektedir. Onu alt eder üste çıkarsan, kadere ve uyarlık hâline erersin.


Hallâc için şöyle bir hikâye anlatırlar:

- Asılacağı zaman yanına biri yaklaştı ve nasihat istedi. Ona şu nasihati etti:

- En önemli iş nefsin olmalı. Onu bir işe salıp uğraştırmazsan; seni meşgul eder... Benim ilk devremde, bir elbisem vardı, yeni idi. Birkaç defa pazara satış için çıkardım, müşteri çıkmadı. Bir insana gittim; birkaç kuruş aldım, elbisemi rehin bıraktım. Bayram geldi. O zât da elbisemi getirdi:

- Bunu al ve giy, aldığın paralar da sana helâl olsun, dedi. Almak istemedim.

- Almayacak olursan yakarım, dedi ve beni alıp giymeye mecbur etti. Aldım, giydim. Anladım ki, o, benim bir kısmetimdir; kimseye gitmesine imkân yok. Onu almaktan çekinip zâhidlik taslamam da lüzumsuz.


Bâzı büyüklerin:

- Biz ilmi Allah’ın gayri için öğrendik, sözündeki mâna soruldu. Geylânî Hazretleri, bunun bu şekilde anlaşılmamasını isteyerek:

- İlim, ancak Allah için olur, dedi ve devam etti:

- Bu kelâm dış mânası ile ele alınacak olursa tehlikelidir. İsterse bir velînin ağzından çıksın. Çünkü: «Allahü Teâlâ'nın gayrı için ilim öğrendik,» sözü bir şirktir. Ama biz bunu başka şekle hamlediyoruz. Şayet bununla, âhiret âlemine dair bir şey murad ediliyorsa, o da noksanlık sayılır, fakat bir parça kurtarır. Onlar âhiret işlerine dair işleri öğrenir, ona göre çalışırlar, Hak Teâlâ da onların bu çalışmasını boşa çıkarmaz, yakınlığını verir ve zâtına ulaştırır. Onlar, bu hâlleri ile zahiri aldılar, sonra iç âleme geçtiler. Dala yapıştılar, kökü buldular. Önce avam sofrasına oturdular, sonra fazilet sofrasına yerleştiler. Onlar bir, hâlde iki çeşit taam aldılar. Kendilerine verilen nimet işinde avam halkla ortak oldular. 

Çalış, ötesini düşünme. O, senin için bir işi dilerse, sebeplerini hazırlar. Her kim işimin aslını anlar, bununla beraber huzurumdan ayrılır, bir köşeye, çekilip oturursa, o hakikata karşı hatalıdır.


Evvel zamanda öyle büyük zâtlar yetişti ki, onların elinden biri keramet görse ve:

- Elini ver; onda Hakk’ın şahidi var, deseydi ölünceye kadar onunla konuşmazdı. Onlar kerametlerini gizli tutardı. Ne görülmesini severdi ne de göreni isterdi.


Bir kimse düşünün, günlerce ibâdet eder. Bundan maksadı bir keramet görmektir. Netice, bir gece görür, gündüz çıkar halka anlatırsa, Allah onu elinden alır.

Allah'a yemin olsun ki, insan yaratılışı itibariyle tek başınadır. Aynı zamanda, ilim ve keramet denen nesneler de tek mâna taşır. Bunlara sahip olan herkes, saklamak zorundadır. Şayet İlâhî bir hüküm gelirse kader icabı elde olmadan zuhur eder. O zaman da kalbin, her türlü meyilden esirgenmesi, Hak Teâlâ ile olan iç münasebetini devam ettirmesi gerekir.

Keramet sahibi olabilirsin. Bununla maddî bâzı şeyler elde etmen kabil olacağı gibi dünyalık şeyler de kazanman kabil olur. Kalbine böyle maddî şeyler gelirse hemen oradan kaç.


Bu arada bir sual vaki oldu. Nefsi arzusundan kesmenin zor olduğu anlatılmak istendi.

Geylânî Hazretleri bunu şöyle cevaplandırdı:

- Sus, öyle deme; hâline sahip ol... Sütten kesilmek, ancak annesinden başkasını bilmeyen yavru için zordur. O yavru yalnız annesini bilir ve onunla yetinir. Ama aklı başına gelip yemeyi, içmeyi bilen için o sütün ne önemi olur?.. Oradan çıkan iğne ucu kadar bir şeydir.


Allah'a koş. O'nu ara. O’nun kapısını arzulayarak yola revan ol. Belki, bir velî, temiz, saf kullardan olursun. O saf ve temiz kullardan olduğun zaman nefsin şerrini senden alır ve bir yana atar, bununla kalbini temizler. Onun varlığını aklına bile getirmez. Ve sen, ona hasret çekmeyi kaybettiğin için yerine şahın sevgisini yerleştir.

Bu durum öyle bir şekil alır ki, kalp varlığın O’nun sevgisi ile dolar. Cinsiyetin O'nunla olur. Âletlerin hükmü kesilir. Ve nefis sana hizmetçi olarak gelir. O, sana geldiği zaman zırhlı olursun. Aslında o da zehirden beri edilmiştir. Ayrıca sen bu hâllerde muhafızlarla çevrili olursun.


Bundan sonra nefis oldukça ıslâh olur, sevimli bir lisanla sana hitap eder. Çünkü ıslâh olmuştur. Kısmetin nerede ise yerini tarif eder. Senin kısmetin falan adamdadır ve o da falan yerdedir. Ve falanın kızıdır. O, her an sana hizmetini arttırır. İç âlemin böylece dolar, zengin olur.

Ey Irak halkı, ey dünya halkı, dünyanın şahları, süsleri, idarecileri! Yanımda çeşitli libaslar var. Onlar evde Aasılı durur, istediğimi giyerim. Benim sizden talebim yok. Bu bakımdan selâmette olunuz. Aksi hâlde size öyle bir ordu ile gelirim ki, ondan kaçmanız kabil olmaz. Sözlerimi iyi dinleyin, ayık olun vesselam. 

Bir şeyi ilk yolculuk anında bırakmak zâhidlik, son durumda almak ise marifet hâlidir. Geçmişteki büyüklerin sözlerini bırak, kendine bak. Onların her biri zamanı için büyüktü.


Zâhidler, irfan sahiplerinin çocuklarıdır. Bir tutam otla yetinebilme hâline sahip olabilmek, dünya ve âhirete bedeldir. Bu hâli bulan tam anlayış sahibidir. Âhiret, tabiî arzunun bir bakiyesidir. Onun da gönülden silinmesi gerek. Onu da bir yana atıp terk edebiliyor musun?..

Zâhid, kalbi ile irtibat kurar; alacağını onunla almaya başlarsa, kalp ve kendi bir başka olur. Sonra kalp artık anılmaz olur. Bir başka hâle geçilir ve zühd nihayet bulur. Yerine marifet hâli gelir. Safa gelir, keder gider; yakınlık gelir, Hak gelir. Sebeplerin sahibi gelir, sebepler kesilir. Bu kez o zâta sebat hâli verilir. Hakk'ın kapısında oturur. O kapıda oturunca şahın emirlerini tebliğ eder. Halka iyiliği söyler, yasakları yaptırmaz.

Hataların, peşine takılmış geliyor. Düşmanlar izinde... Onları alt etmek, muratlarını gözlerinde koymak dilersen, hemen hatalarından dön, âhiretinle ol. Allah senin her hâline şahittir. Ne yana dönersen O’nun tecellileri., seni sarar.


İbn-i Ata, şöyle dua ederdi:

- Allah’ım, dünyadaki garipliğime acı.

Ölüm iki çeşittir. Biri, umuma şâmil ölümdür, malûm. İkincisine gelince, o da büyük insanlara, Allah’ın seçkin olarak yarattığı kullara hastır.

O seçme kulların Ölümü, boş arzulardan, nefisten, tabiî isteklerden, bayağı âdetlerden bir yana çıkıp onlara karşı kendini ölmüş bilmektir. Bu olunca kalbe İlâhî bir dirilik gelir. Kalp dirilince İlâhî yakınlık duygusu hâsıl olur, bu da olursa sonsuz hayat başlar. İrfan sahibi bu hâli bulunca, malûm ölümle arasında önemli bir şey kalmaz. Zahirdeki malûm ölümü anmaz bile. İç âleminde kendi hoş duyguları vardır. Dıştan halka bakar, onların zahirdeki malûm ölümden bahsettiklerini görür, onlara uyar, ölümü anlatır. O maddî işlere karşı duyguları zaten ölmüştür. Maddî ölümle sadece âlem değiştirir.


Dışınıza baktığım zaman Hakk'ın birliğine inandığınızı görüyorum, ama içiniz tam bunun aksine... Yüzünüzü kıbleye çevrili görüyorum, kalbiniz ise altına, gümüşe dönük...

Korkusu olan uyanık durur, ama hani o korku... Nerede Allah korkusu?.. Allah'ım, kurtuluş yolunu, göster. Şeytan kalbe gelmekte...


Yeri, Allah'ın mülkü bilen ve eline alıp Hakk'a duada bulunan azdır; belki de tektir, yalnızdır.

Hakk'ı andığın müddet sevdiğin anlaşılır. O'nun methettiği kullar arasında kendini bulursan sevilmiş olursun. Hakk'ı dilden zikredersen tevbekâr kul sayılırsın. Kalbinle O'nu andığın müddet, irfan duygusuna sahipsin demektir.


Senin için ölçülü bir hüküm var, o da şu: Kötü huylarını temize çıkarmadıktan sonra salih kullarla sohbet etmen kabil olmaz. Lokman ve hırkan aslî hâlini bulmayınca, o büyüklere yanaşma. Bu hâlinle onlarla olan sohbetin, iyilikten ziyade kötülük getirir.

Bu tembellikleri bir yana at. Hakk'ın gayri sana dost olmasın. O'nun zâtından başkasına saf tutma. 

Ey kötülerden kötü, ahmak, bütün kirli işler sende... Nedir bu hâl? Sana göre bir Yahudi, bir Nasranî olan gayr-i müslim benden daha sevgili... Horasan'dan bir deccâl gelse, dışı süslü olup dilinde iyilik görsen, hemen ona tâbi olursun ve benden daha çok seversin.


Ey Allah’ın kulları, daimî sürecek bir hayata geliniz. Yorulmayacak yardımcıya koşunuz. Kapanması mümkün olmayan kapıya yöneliniz. Ebedî geçmesi kabil olmayan gölgeye geliniz. Meyvesi eksik olmayan ağaca koşunuz. Bu hâllerin tevilini, tefsirini yalnız Allah bilir.

Ey geçici şehvetin ve lezzetin büyüteni, bunları nasıl yaparsın? Hayır, yaptığın bu işlerde değil, çok ötelerdedir. Onu geride bıraktın. Doğru irademizin ateşi ile yan. Bunu yaparsan kapılar açılır, perdeler aralanır, Seninle aramızda hicap kalmaz. Bizi gördüğün gibi Hakk'ı görmeye başlarsın. O zaman sana, kısmetlere bürünüp kalmak düşer.


Ey velayet iddiasında olan, iddiayı bırak, onun alâmeti vardır, alnında parlar. Ve baş ucunda biri, sana şöyle der:

- Velayet hâli işlerde kendini gösterir, sözlerde değil...

O bir sır binasıdır, süsleri de kalbin Zât-ı İlâhî ile birleşmesidir. Anahtarları imandır. Onun hakikatına gelince bir şey demiyeceğiz, çünkü bu işlerden haberin yok.


Tek olarak tanınan bâzı zâtlar var, onların peşine takıl. Tam itminan hâlini bulan zâtların varlığını bul ve yapış. Onlardan lokma talebinde bulunma. Tâ ki, giydikleri kisveyi sana da giydireler, ellerinde bulunan varlıktan fayda alasın. Hâllerine vukufun ola... İşaret ettiğimiz zâtı bulur, sohbetine devam edersen Hakk'a yakınlık bulursun. Ve onların sözlerinden aldığın ilhamla bir başka şekle bürünürsün.

O zâtla konuştuğun zaman kalbine bâzı varidat gelirse onu sakın kimseye ifşa etme. Gözlerini yum, hâlini O'ndan gayrına anlatma.


İlâhi varidat o zâtlara çeşitli yönlerden gelir. Onların hâl ve makamlarına göre İlâhî tecelliler hâsıl olur. İç âlemlerinde hâsıl olan değişik hâl yüzünden dışlarında bâzı zuhurat olur. Onların hâlini, anlayışı olan kimseye gerektir ki, o anda işitmez ola, duymaz ola, sağır ola ve sarhoş ola... Büyük zâtın yanında bulunan, sır saklama işindeki maharetini ve gerçek değerini gösterirse, ona varlığında mevcut İlâhî kisvelerden giydirir.

Büyük zâtlar, dış hâlleri ile Hakk'a duâ ederler. Ama iç âlemleri, Musa Peygamberle Yuşa b. Nûn (AS.) gibi olur. 


$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button

$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

$50

Product Title

Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button. Product Details goes here with the simple product description and more information can be seen by clicking the see more button.

Recommended Products For This Post
 
 
bottom of page